25 Ağustos 2014 Pazartesi

Kardeşlerin aynı odayı paylaşması

Uzun zamandır aklımdaydı...

Hatta kendime zaman da koymuştum...

Tatiller bitsin, yaz sonu, hem İpek de 1 yaşını geçmiş olur, uyku, emme vs nispeten bir düzende olur diyordum...

Mert ile İpek aynı odayı paylaşsa iyi olur gibi geliyordu bana...

Dün de evde olmanın verdiği bir güçle bir anda kendimi İpek'in eşyalarını Mert'in odasına taşırken buldum...

Haaa Mert zaten birkaç aydır "eveeeeet aynı odada olalım" diyordu...

Neler düşündüm(k), neden böyle bir karar aldım(k), neler yaptık, neleri değiştirdik ilk fırsatta yazacağım... Hala düzenlenmesi gereken iki oda beni bekliyor!

Ama merak ediyorum: Çocukları aynı odayı paylaşan/ paylaşmış olan anneler aktarmak isterlerse tecrübelerini, bu işin negatif, pozitif yanlarını paylaşabilirler mi?

Bakalım bizde bu iş nasıl ilerleyecek?

14 Ağustos 2014 Perşembe

Sizinki Hangi Tip Annelik?

Böyle anketler vardır hani, sorulara verdiğin yanıta göre şıklarını sayarsın a şıklarından daha çok yanıtın varsa x tip sevgilisindir/ kadınsındır/ karaktersindir, b'lerden çoğunluktaysa y tipsindir, c'lerden fazla ise z tipsindir gibi!...

Bu anneliğinde tipleri var mı acaba? Bana göre cevap "hayır yok" yani böyle sınıflandırılabilecek kadar belirgin değil... Bence her annenin anneliği, parmak izi gibi kişiye özel hatta çocuğun parmak izi gibi, çocuğa özel... Yani birden fazla çocuğu olunca insanın, çocuklarının aynı yaş dönemlerinde üzerine giydiği annelik kıyafeti değişiklik gösterebiliyor sanki?!...

Kendime bakıyorum da Mert'in ilk 1 yılında ben sürekli okuyan, kitapları hatmedip doğruları bulmaya çalışan, çocuk kitaba uygun yola girmeyince kendi kendini yiyip bitiren bir anneydim. İpek'in ilk 1 yılında ise yine kitap okumaya devam eden, ama kesinlikle daha seçici, ama bundan 3.5-4 sene önceki gibi her yazanı "kesin doğru" kabul etmeyen, hatta çoğu zaman kendi doğrusunu kendi hisleri ile bulmaya çalışan bir anne oldum. Bunun pek çok nedeni var bence: bir kere kitaplar çoğunlukla Batı kültürü baz alınarak yazılmış olduğundan dolayı okurken her şeyi yüzde yüz uygulamaya çalışmak beni bazen gereksiz yordu! Annenin kendi kültürüne, yani hem toplumsal hem de kendi bireysel geçmişini içeren kültürüne adapte edebilmek, yani kitabı süzmek bence anneyi oldukça rahatlatabilecek bir "ilk adım". İkincisi çocuğu tanımak, hatta çocuğun işaretlerini izlemek çok değerli gibi geliyor bana... Ve üçüncüsü annenin iç sesine kulak vermesi...İnsan kitaplardan doğruyu çok kolay öğreniyor, bunun üstüne çocuğunu da tanımaya çalışıyorsa kendi iç sesi hiç ara vermeden çalışmaya/ konuşmaya/ bazen ise fısıldamaya devam ediyor. İşte o ses aslında hem anne olarak benim yapabileceklerimi çok iyi biliyor hem de çocuğumun/ çocuklarımın kabul edebileceklerini...

Örneğin ben Mert'in bebekliğinde tam bir Tracy Hogg fanı idim, yatır kaldır metodunu, E.A.S.Y'i, şşşşhhh-pat'ı o dönemde kelime kelime anlatıyordum çevremdekilere... İpek'te ne oldu? Uyku için bir "eğitim", "disiplin" sürecine sokmadım kendimi de İpek'i de... Kendi düzenimizi zamanla bulduk, kimi zaman kucakta uyuttum, kimi zaman yatağında pışpışlayarak vs... Neye itiyacı olduğunu anlamaya çalıştım (ya da kendimin neye ihtiyacı var, kendimi dinlemeye çalıştım)...

Aynı durum beslenme için de geçerli, aktiviteler için de, tuvalet alışkanlığı (gerçi daha İpek'te bu sürece girmemize çok var) için de...Genel yaklaşımım kitapları, makaleleri okuyayım; farkındalık kazanayım, genel geçer doğruyu öğreneyim ama kendi düzenimizi kendimize göre oluşturayım...

2 gün önce Mert'e incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenden ötürü fazlasıyla çok kızdım! Bağırdım, söylendim!!! Sakinleşmem uzunca bir zamanımı aldı! Normalde çok kolay yönetebileceğim bir huysuzluk anını yönetemedim, yönetmek istemedim! Çünkü bir gece önce neredeyse hiç uyumamış ve sabrımı ilk fırsatta kaybetmeye meyilli bir hale bürünüvermiştim! Doğrunun ne olduğunu bile bile yanlışı yapmak da ayrıca can sıkıcı bir mevzu... Neyse 2 gün önceki günümüz pek hoş geçmedi ama dün Mert'e onunla sakince konuşmak yerine bağırdığım için çok üzgün olduğumu söyledim, o da bana kendisinin mızmızlanmamaya çalışacağını benim de daha sakin olmamı istediğini belirtti. Çok medenice konuştuk yani :)

Tüm bunların üzerine ben bu sabah bu linkteki yazıya denk geldim, aslında yazılalı bayağı zaman olmuş ama daha önce okumamıştım. Okuyunca bana iyi geldi, kendini kitabi anne baba olmaya zorlayan anne babalara (zamanında/ hatta hala zaman zaman benim olduğum gibi) iyi gelebileceğini düşünerek buradan da paylaşmak istedim. Samimi olmak ve kendin gibi olmak annelikte de kilit özelliklerden bence... Tabii ki kendim olacağım derken her şeye esip kükreyen biri isek sürekli bir sinir küpü şeklinde dolaşalım demiyorum bu arada:) Çocuk, insana kendisini tanıması, kendi çocukluğunu anlaması için bir fırsat da sunuyor aslında; bu fırsatı kullanıp kendimize ve çevremize zarar veren yönlerimizi törpüleyebiliyorsak ne de güzel:))

Kısacası sonuç: Bu anneliğin tipleri yok bana göre, her birimizinki kendimize özel... Doğrular da öyle, yaşananlar da, yaşananlara verilen tepkiler de... Kimseyle kendimizi kıyaslamamak, hatta hatta çocuklarımızı kıyas yanılgısına düşmeyip kendimiz olmak bana göre en kolayı...




5 Ağustos 2014 Salı

Yazlıkta Bir Külkedisi Masalı :)

2 yıl önce yine bu zamanlardı... Mert daha 2.5 yaşında bile değildi biz Erikli ile tanıştığımızda... Erikli Saros Körfezi'nde misssss gibi denizi olan yazları kalabalık bir sahil köyü...

Kışın ben işi bıraktıktan sonra Mert ile İstanbul'da pek çok şubesi bulunan oyun gruplarından birine gitmeye başlamıştık. Çevremde hiç hafta içi müsait olan çocuklu anne yoktu ve böyle bir gruba gitmesek sanki Mert hiç sosyalleşemeyecek gibi geliyordu o dönemde... Gittiğimiz oyun grubundan hiç memnun kalmadım, çevremde de pek çok memnuniyetsiz anne vardı. Hatta memnuniyetsizliğimi hem sözlü, hem yazılı olarak iletmeme karşın nezaketen yazılı bir yanıt bile alamadım kendilerinden... Neyse çok alakasız bir girizgah oldu :) Bu oyun grubunun bizim için en güzel kazancı o dönemlerde oraya devam eden 3 çocuk ve anneleriyle tanışmamız oldu ve ardından da 4 çocuklu kendi oyun grubumuzu kurduk kendi evlerimizde... Bizim çocukların tam 2 yaş krizlerini yaşadıkları dönemde biz anneler birbirimizle rehabilite olduk :)

O kışın yazında da grubumuzdan iki anne, yazlıklarının olduğu Erikli'ye giderken bizleri de ısrarla Erikli'ye davet ettiler. Benim için zaten ısrara gerek yok, Temmuz ayı içinde bir gün Mert'i de arabaya atıp Mert'le başbaşa ilk uzun yol tecrübesini yaşadım. 3 günlüğüne gittiğimiz Erikli'den 1 aylık (Mert'in o dönemki söylemi ile) "tatil evi" kiralayarak döndük. Sonrasında eşyalarımızı toparlayıp, Kerem'in geliş gidişlerini ayarlayıp Erikli'de 1 ay geçirmeye gittik yine Mert'le baş başa bir yolculukla... O bir ayı anlatmaya kalksam uzun, hem de upuzuuuun bir yazı çıkar. Kısaca şunu söyleyebilirim: O bir ayda Mert büyüdü! Benim o tatilden sonra "yazlık ev (bunu köy ortamı, orman, yayla, sahil kasabası gibi doğayla içiçe oldukları her yer için söylemek mümkün bence) çocuklar için nimet", "yaz çocukları büyütüyor." gibi cümleler ağzımdan düşmez oldu...

Mert,buradaki 3 resimde henüz 2.5 yaşında :) 

Geçen yaz da malum, hamilelikti, doğumdu derken Erikli'ye gidemedik... Bu yıl ise kıştan itibaren zaman planımızı yaptık Erikli'ye gitme isteğimizi gerçeğe dönüştürdük. Nisan ayı gibi bir ön gezinme için gittik önce, Mert'in "bebeklik" "oyun grubu" arkadaşı ve bizim arkadaşımız olan anne ve babasıyla bir hafta sonu gezintisi yapıverdik Erikli'ye... Öyle rüzgarlı,öyle boş, öyle sakindi ki Nisan ayında ben o halini ayrı bir sevdim...

Neyse sonuçta Haziran sonu bir yer ayarladık, Temmuz ayı başında bavullarımızı topladık koyulduk Erikli yoluna...Erikli, İstanbul'dan TEM'den Kınalı çıkışını kullanarak Çanakkale yolunu takip ederek 3,5 saatte varılan "İstanbul'a en yakın Ege kıyısı".Haa bu arada yola İstanbul'un Avrupa yakasının iyice batı yönünden çıkıyorsanız yolculuk 2.5 saate kadar düşebilir.

3 haftalık Erikli tatilimiz(de)
- evin denize çok yakın olması nedeniyle sürekli deniz kum güneş halinde geçti.
- Mert suyun üzerinde duracak şekilde yüzmeyi öğrendi.
- İpek, kumsaldan denize, denizden kumsala emekleyip durdu. Simidi içinde denize girdiği her an mest oldu.
- Okula ara veren ve sürekli benimle ve İpek'le zaman geçiren Mert'te kardeşine bağlılık arttı (bence:)), İpek'in ise ağabeyine olan hayranlığı arttı.
- Her sabah simitli kahvaltı keyfi yaptık.
- Kerem'in olmadığı günlerde iki çocukla beni en zorlayan kısım, neredeyse güneş batarken denizden çıkıp hepimizin duş almasını sağlamak oldu.
- Çocuklar hariç beni en zorlayan konu ise sezonluk/ aylık / haftalık hatta günlük kiraya verilen evlerin temizliğinin maalesef minimumda bile olmaması oldu. Bu konuda daha önceki seneden hazırlıklı gitmiştim Erikli'ye ama İpek'in emekleme/ sıralama döneminde olması benim biraz daha hassas olmama neden oldu sanırım.
- Denizin güzelliğine methiyelere dizip, insanların çevreye duyarsızlığına ve pisliğe söylenip durdum/k sürekli.
- Ne güzel ki Erikli'de misafirlerimiz oldu, İpek'ciğimizin 1. yaşını kutladık kendi çapımızda kumsalın yanı başında.
- Sonra Kerem'in de doğum gününü kutladık biz bize...
- Benim çocukluğumdaki yazlık hayatını yaşadık sanki... Gündüz kahvaltı, deniz, öğle uykusu, deniz; akşam yemek, yürüyüş, dondurma ve tabii ki Mert'in trambolin sefası...
- Mert, "bir dahaki yaz yine gelelim" dedi tatilin son günlerinde...
- En son gün, Mert, sörf tahtasından denize atlıyordu. Eğlencesine kafayı denize sokup, "daldım ben" diyordu :)
- Mert, bulduğu her tepsi ile sahil esnaflığına soyundu. Kimi zaman simitçi, kimi zaman dondurmacı, kimi zaman ise meyve sebzeci oldu bağıra çağıra... "sıcak simitlerim vaaaaaaaaar,simit ister midinizzzzz?!!!" cümlesi evin demirbaş cümlesiydi mesela...
- Mert, arkadaşlarıyla oynadı, denize girdi, mutlu oldu.
- İpek, hayvanları keşfetti; kedileri, köpekleri gördükçe delirdi.

Kısacası yine bir yazlık hayatı çocukları büyüttü bence... Mutluydular... Ben de koşturmacaları olsa da, bazı günler çok yorulup kendimi külkedisi gibi hissetmiş olsam da huzur buldum... Akşamları ve öğlenleri çocukları uyuttuktan sonra oturduğum balkonda, sabahları erken saatte,akşamları güneş batmadan atladığım soğuk denizde, akşam yürüyüşlerinde ve pek çok anda...


3 Ağustos 2014 Pazar

bu aralar ben...

Bu aralar ben çok şey yapmak istiyorum...

Art arda bir sürü (sırada bekleyen) kitabımı okumak, yazılar yazmak, fotoğraflar çekmek, evi sadeleştirmek, gezmek, bir sürü yeni şey öğrenmek, elimden gelen bir sanat olsun ve bir şeyler üreteyim istiyorum da istiyorum...

Biz çocukken (ve hatta büyüdüğümüzde) annemin kahverengi dolaplı bir dikiş makinesi vardı ve annem orada bayağı bayağı kendi çapında üretim yapardı... Burda dergilerinden modeller çıkarır, keser, biçer, bana, ablama, kendisine kıyafetler dikerdi... Biz büyüdükçe burun kıvırmaya başladık, annem de "giymeyecekseniz emeğime yazık" demeye başladı. Ama o makinede hep bir şeyler üretmeye devam etti.... Hiçbir zaman o makine nasıl kullanılıyor diye merak etmedim, bir gün kullanır mıyım diye aklımın köşesinden bile bir düşünce geçmedi... Kaldı ki kopan düğmeyi dikmek bile benim için sıkıntılı bir mevzu! Ama gel gör ki, yaşla mı bağlantılı, çocukların olmasından mı, iş hayatında olmamamdan mı, Pinterest'te gördüğüm DIY projelerinden mi, hobi edinmeyi sevmekten mi bilmiyorum biraz önce internette dikiş makinesi bakarken buldum kendimi! Geçici bir heves mi, istek mi, keyifli olur mu, sıkılır mıyım bilmiyorum ama sanki şu an evde bir makine olsa deneyeceğim gibi geldi... Farklı desenlerden kumaş parçalarını birleştirip perde yapabilir miyim acaba ya da İpek'e bir elbise ya da salona renk renk yastıklar???

Ama sonra bir kitabı bile bitiremediğim bir dönemdeyken ne çok şey yapmak istiyorum da gerçekçi miyim diye kendimi sorguluyorum! Acaba, İpek'in büyüme atakları, dişleri derken uykuya aç olduğum bu dönemde ayak üstü uyanıkken rüyalarda mı geziniyorum? :)