29 Kasım 2013 Cuma

minik bir DUYURU: başka bir sayfaya haftada bir misafir oluyorum:))

Artık kendi sayfam Anne Baaak! dışında haftada bir www.internetanneleri.com 'da da yazılarım konuk yazar :) sayfasında yer bulacak... Benim için çok keyifli olacağını düşündüğüm bu durumu ve internet annelerinin adres bilgisini buradan da paylaşmak istedim. Zira www.internetanneleri.com 'da pek çok konuda annelerin kaleminden yazılar bulmak mümkün...

Şimdiye kadar emzirme odası ve "evde Montessori" eğitimi ile ilgili 2 yazım yerini aldı bile...   

26 Kasım 2013 Salı

okulu tamamlayici olarak "evde Montessori" eğitimi

Biz Eylül ayından bu yana Mert vasıtasıyla Montessori felsefesiyle içli dışlı bir haldeyiz.  Montessori nedir merak edenler buradan okuyabilirler. Sadece Mert değil "biz" diyorum çünkü Kerem de ben de çocuğun gelişim (biz gelişim süreci derken okul buna "normalleşme" süreci demiş bu tanımlamayı çok beğendiğim için ben de bu şekilde kullanacağım.) sürecinde ev ile okulun birbirini tamamladığına inanıyoruz. Mert'in okulu da bu şekilde düşünüyor ki  3 hafta kadar önce okuldan şöyle bir davet aldık:

"Normalleşmiş çocuk, biz Montessori öğretmenlerinin ulaşmak istedikleri en üst noktadır. Ancak; normalleşmiş çocuk, evde sağlanmış uygun koşullarla birlikte bizim onun için düşünüp hazırlayacağımız uygun koşullarda kendini gösterir. Evde, Montessori eğitimi adına nelere dikkat edebilirsiniz? Evinizde yapacağınız ufak değişikliklerle atabileceğiniz büyük adımların farkında mısınız?..

Bir süredir merakla beklediğim eğitimin daveti gelmişti ben de hemen akşam gerçekleşecek bu eğitim için organize oldum; babaanne ve hala bizim evin iki bıdığıyla ilgilenmek üzere bize geleceklerdi, biz de Kerem'le birlikte bu eğitime gidecektik. Bu eğitim için mümkünse kulaktan kulağa yapmayalım, ikimiz de anlatılanları birinci ağızdan dinleyelim istedik.

Bizim çocukların öğretmenlerinin bize anlattıklarını kısaca paylaşmaya çalışacağım: 

  • Montessori sadece bir eğitim sistemi değil; daha fazlası- ev, okul ve çocuk işbirliğinde bir yaşam biçimi, bir felsefe.
  • Amaçları:
    • Öğrenmeyi öğretmek
    • Bağımsız olmayı öğretmek
    • Dünyaya/ diğer insanlara saygı duymayı öğretmek
    • Kendine seçenekler yaratabilmeyi öğretmek
  • Okulda ve evde farklı şeyler öğrenmek karmaşaya yol açıyor.(Zeynep'in notu: kesinlikle! Ben de buna inanıyorum diyerek geçenlerde burada "Aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük Şans" demiştim.) 
  • Temel Noktalar Neler?
    • Özgürlük (limitler içinde)-Sınıfta çocuklar her çalışmayı yapmakta özgürler ama limitleri belirleme önemli. Örneğin istediği çalışmayı yapan başka bir çocuk varsa onu beklemesi gerektiğini bilmeli.
    • Bağımsızlık- Birinci yılda pek çok şeyi kendi başlarına yapabilmeyi öğreniyorlar.
    • Emici Zihin=Model çıkarma - Çocuklar ne görürse onu yapar. Her şeyin yeri bellidir, düzen vardır sınıfta; bu kendi evinde/ odadsında da sağlanabilir.
    • Hassas Dönemler- en önemli hassas dönem düzen dönemi- bu dönemde rutinler önemli. Diğer hassas dönem ise dil dönemi- bu dönemde de dil çok hızlı gelişiyor. Bu hassas dönemleri kaçırmamak çok önemli.
    • Hareket İhtiyacı
    • Tekrar Etme İhtiyacı 
  • Nasıl Bir Çocuk Odası?
    • Çocuğun kendi hareket edebileceği bir alanı olmalı.
    • Alçak ve açık raflar kullanılabilir. Kocaman bir oyuncak sepeti içine doldurulmuş oyuncaklar çocukta karmaşa yaratır.
    • Oyuncak ve kitap sayısını karşılıklı anlaşıp azaltmak ve kaldırmak yararlı olacaktır.  (Zeynep'in notu: biz bu hafta sonu bunu gerçekleştirebildik; inanılmaz bir nefes alma ve rahatlama sağlıyor özellikle anneye:))
    • yeni oyuncak alınacağı zaman "yeni bir şey alacaksak eskiyi birine verelim" diyerek vermek çoğalmayı engelliyor.
    • Odada sanat bölümü olması gerekli- yapılandırmaya gerek yok; atık malzeme, boya, kağıt vs konulan bir kutu olabilir.
    • Ortak alanlarda sadece kendi kararı/ tercihi geçerli değil; başkalarına da saygı duyması gerektiğini bilmeli.
    • Kitaplık az sayıda kitaptan oluşmalı- kitaplıklıktaki kitaplar her hafta değişebilir.
    • Duvarlarda resim olabilir ama dikkati dağıtacak kadar çok değil.
    • Beden farkındalığı sağlaması için odada ayna bulunmalı.
    • Odada saat bulunmalı.
    • Holde veya odasında kendi boyunda elbise askısı olmalı.
    • Mümkünse ışık açma düğmeleri boy hizasında olabilir.
    • Çocuğun dolabı kendi ulaşabileceği bir boyda ve düzenli olmalı.
    • Model olmak çok önemli- bizim hayatımız, dolaplarımız, odalarımız sadeleşirse çocukların dolapları ve odalarının sadeleşmesi daha kolay olacaktır.
  • Giyinme
"Yapılan her gereksiz yardım çocuğun gelişimini baltalar." Maria Montessori
    • Çocuklar bağımsız olmak ister.
    • Kendi giyebilecekleri kıyafetler alın.(lastikli pantolon, düğmesiz üstler gibi)
    • Kendileri giyinmeleri için zaman verin.
    • Çocuğunuz yardım istemeden yardım etmeyin.
    • Yardım istediğinde küçük gareketlerle yardım edin.
    • Giyindikten sonra "çok güzel giyindin aferin!" demek yerine "haydi gel birlikte aynaya bakalım" denilebilir. 
  • Mutfak
    • Çalışabilecekleri bir alan sağlamak önemli
    • Kullandıkları eşyaları ulaşabilecekleri yerde tutmak gerek.
    • Buzdolabında onlara ait bir raf bulundurulabilir.
    • Acıktıklarında kendi karınlarını doyurabilecekleri bir alan sağlanabilir.
  • Temizlik
    • Yerleri silebilecekleri bir paspas, bez ya da süpürge bulundurulabilir.
    • Çamaşır katlama görevi verilebilir (Zeynep'in notu: hem sorumluluk bilinci hem de motor gelişimi için faydalı bir çalışma-tabii anneye katkısı da yadsınamaz; sonsuz destekliyorum:))
  • Yeme Alışkanlıkları
    • Yemek konusunda rutininiz olsun.
    • Model olduğunuzu unutmayın; onlarla beraber aynı şeyleri yiyin.
    • Çok uzun zaman alsa bile kendi yemeklerini kendilerinin yemesini sağlayın.
    • Bir çok çocuk 1 yaşındayken çatal-kaşık tutmaya hazır olur. Çocuklarınıza kendi başlarına yemeleri için fırsat verin.
    • Düzenli beslenme alışkanlıkları kazandırın.
    • (Zeynep'in notu: Mert'in son dönemde artan sorumluluk alma isteğine bağlı olarak yemekte kendi servisini kendisi yapıyor. Ancak yemekte pilav, makarna gibi alternatifler olduğunda bunları tabağına gereğinden fazla doldurabiliyor, bu da diğer yemekleri yememesineneden olabiliyor. Bu durumda ne demek gerekir, okulda ne yapıyorlar sorusunu öğretmenlerine yönelttim, cevap şöyle: "yemekten, önce 2 kaşık al; sonra doymazsan tekrar 2 kaşık alabilirsin." - bunu uyguladım ve işe yaradı)
  • Banyo
    • Tuvalet kağıdı ulaşabileceği yerde olsun.
    • özbakım ürünleri bir sepette olabilir.
  • Kişisel Bakım
    • Her alanda model olun.
    • Kişisel temizlikleri için ulaşabilecekleri alanlar yaratın.
    • Sürekli hatırlatıcı tolde olmayın; geri çekilin ve takip edin.
    • "Burnunu sil!" yerine "Gel aynada yüzüne bakalım."
    • "Sifonu çek!" yerine "Çıkarken unuttuğun bir şey var mı?"
    • küçük yaştan itibaren tuvalet temizliğini kendisinin yapmasına izin verebilir(miş)iz
    • Alışkanlık kazanılana kadar konuya eğlenceli yaklaşılabilir.
  • Ortak Yaşam Alanları
    • Çocukların boyunda askılık sağlanmalı.
    • Ayakkabıları için ona özel bir sepet kullanılabilir.
    • Salon oyun alanı değildir. Salonda anne babasının yanında vakit geçirmek isteyen çocuk odasından getirdiği bir oyuncağı ile salonda uygun bir oyun köşesinde oynar ve sonra yerine götürür.
    • Çocuklar sorumluluk almayı sever- örneğin meyve/sebzelerin bittiğinin haberini verme sorumluluğu çocuğa verilebilir. Sebze ve meyveleri kontrol eder, lite hazırlar, birlikte alınır ve buzdolabına yerleştirilir.
  • Ev Dışında
    • Eline büyüteç verip inceleme yapmasını sağlamak çok değerli; bu arada annne babalar da onları izleme keyfini yaşayabilir.
"Dünyaya çocuklarınızın gözlerinden bakın; yere yakın ve dikkatli..."
  • TV
    • Ne izlediği ve ne kadar izlediği önemli
    • 3 yaşın altındaki bir çocuğun TV izlemesi hiç yararlı değil. Gerçeklik ve hayal ayrımı yapamıyorlar.
    • Kumandayı eline verip  seçmesine izin vermek yerine dvd almak, download etmek ve kayıt etmek daha kontrollü bir TV izleme süreci sağlar.
    • Yine model olmak çok önemli.
    • Aile zamanında, örneğin yemek saatinde TV olmamasına özen gösterin. Çocuklar mümkünse haberlere şahit olmasınlar!
    • Ipad, akıllı telefon gibi kullanımlar limitli ve kontrollü olmalı. Bazı eğitsel materyaller izlettirilebilir.
"Çocuğun eline koyamadığınız hiçbirşeyi zihnine koyamazsınız." Maria Montessori

Başta da söylediğim gibi bu eğitim bizim için çok önemliydi. Eğitimden çıktığımızda Mert'le neler yapabileceğimiz kadar bizim kendimizde neleri değiştirebileceğimizi de konuştuk Kerem'le. Sonuçta çocuklar model alıyor ve bizleri dikkatlice izliyorlar... Biliyorum bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız ara ara şöyle demiş olabilirsiniz: "yok artık!" "bu kadar da olamaz!" "bu koşuşturmacalı hayat içinde nasıl olacak!!"; biz de eğitimin son yarım saatinde izlediğimiz 20 aylık bir Montessori çocuğu olan Edison'un bir gününü (internette bu videonun bir linkini bulamadım;dvd'si var- bir yerde karşınıza çıkarsa mutlaka izlemenizi öneririm) izlediğimizde aynı tepkiyi verdik. Ama ben inanıyorum, "emek olmadan yemek olmaz" denir ya, biz inanırsak ve çocuklarımıza sorumluluklar verebilirsek ve genlerimize inat kendimizi biraz geride tutabilirsek çocukların pek çok şeyi kendi başlarına yapabileceğini ve gün içinde ne kadar daha az mızmızlandıklarını görebiliriz. 

Geçen yıl henüz 10'lu yaşlarına girmiş olan yeğenimin okulunda ablamla "ergenlik" konulu bir seminere katılmıştık. Oradan da aklımda kalan en temel nokta: "çocuklara sorumluluk vermenin ne kadar kritik olduğu"ydu. Yani yaştan bağımsız ve de yaklaşımlardan, aslında çocuklarımıza güvenmemiz, onlara sorumluluklar vermemiz, sonra da onları keyifle izlememiz ne kadar da güzel olur:)

Bu arada son bir nokta,eğitimde bize önerilen bir kitap vardı onu da paylaşmak isterim,son zamanlarda sosyal medyada pek çok anne de bahsetti bu kitaptan: "Daha Sade Bir Hayat"... Sadeleşmek isteyen aileler için faydalı olabilir, ben henüz okumadım ancak sırada bekliyor, okuyanların ve de uygulayanların yorumları olursa buyrun buradan paylaşın:)

Biz bu eğitimden temel olarak ne öğrendik?
  •  model olmayı
  • çocuğuna sorumluluk vermenin ne kadar önemli olduğunu
  • çocukların da birer birey olduklarını
  • sadeleşmenin hayatı kolaylaştırabileceğini

21 Kasım 2013 Perşembe

aklıma gelenleri öylesine yazdım...

Aslında başka bir yazı yazmak için oturdum bilgisayarın başına o sırada Blogcu Anne'nin "ödül yok tanıklık var; ceza yok sonuç var" başlıklı yazısına takıldı gözüm; önce onu sonra o yazının içindeki bir bağlantıyla "Devlet okulu hata mıydı?" yazısını okudum yorumlarıyla beraber hızlıca...Ödül- ceza konusuna neredeyse hepimizin çocukluğundan gelen alışkanlıkları reddederek ödülsüz cezasız çocuk büyütmeye her geçen gün daha çok inanıyor ve yaşantımıza genlerimiz elverdiğince (!) katmaya çalışıyoruz:)) Bu nedenle bu başlık direkt ilgimi çekti. Ödül-ceza ikilemi ile ilgili geçen aylarda katıldığım Psikolog Tolga Erdoğan'ın seminerinden oldukça etkilenmiş seminer notlarını da buradan paylaşmıştım.

Ödül-cezadan yola çıktım eğitim sistemine girdim, çocukların yeteneklerine göre değerlendirildiği bir eğitim sistemimiz/okullarımız/öğretmenlerimiz olsa yazılarını/yorumlarını okudum, devlet okulu özel okul ayrımına tekrar 1500. kere takıldım ve sonra dün haber sitelerinde okuduğum "artık şaşırmam sanıyordum ama pes" dediğim açıklama aklıma geldi. Kendi kendime oflanıp "her geçmiş gün yaşadığımız güne göre daha felsefik /daha değerli konuları tartışıp düşünüyormuşuz" dedim!!! Yani her geçen gün daha şekilci, korkutucu konular giriyor gündemimize!!! Her sene bu ülkede eğitim sisteminin (ki bence sınav sisteminin adı eğitim sistemi oldu artık!) değiştiğinden yakınır dururuz, alternatifler konuşulur, tartışılır belirli bir çevrede; ama yavaş yavaş (bazen çok hızlı) bu tartışmalarımız daha sığ noktalara çekiliyor ve ne yazık ki bizler de bu sığ noktalara gitmekten hiç çekinmiyoruz... Keşke öyle bir ortam olabilse ki çekilmeye çalıştığımız sığlığı kaale almamayı başarsak :( Keşke Ödül-ceza, sorumluluk bilinci, başarı kime göre nedir ne değildir, ve buna benzer pek çok konuyu tartışsak ve ortaya çocukların ruhsal gelişimine hizmet edebilecek, onların geleceğin "sağlıklı" bireyleri olmasına imkan sağlayacak çıktılar koyabilsek...

Bu hafta yine yazmıştım "aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük şans" diye...Doğru ama eksik! Biz çocuklarımızı istediğimiz kadar inandığımız felsefeye, düşünceye, vs uygun/ yakın/ benzer okullara gönderelim (bulabiliyorsak tabii); toplum genelinde baktığımızda eğitim felsefelerinden ziyade şekilci, hatta ayrımcı bakış açılarıyla büyüyen "neyi ne için yaptığını" bilmeme ihtimali yüksek bireylerle birarada yaşayacaklar "aman o okula mı gitse, yok bu şekilde mi eğitim alsa" dediğimiz çocuklar(ımız)... Trafikte, sokakta, işyerlerinde, hatta hatta belki kendi evlerinde... Şimdilerde bile sokakta insanların birbirlerine tahammülleri bu kadar azken, en ufak bir şey birbirimize öfkelenmemize neden olabiliyorken, küçücük bir tartışmanın sonunda insanlar birbirlerini öldürebiliyorken bundan 20-30 sene sonrasına dair ümit besleyemiyorum!

Kafamda uçuşan bir sürü şeyi sırasızca aklıma geldi şekilde düzenlemeden yazdım; galiba bir anda içimde birikenleri yansıttım. Ama her geçen gün konuşulanları duydukça, yazılanları okudukça üzülüyorum, sonra da üzülüyorum diye kendime kızıyorum. "Üzüleceğine ne yapılabilir onu düşünsene" diye!!! Sonra yine ümitsizlik!!!

20 Kasım 2013 Çarşamba

Aşure yapmayan bi' ben kalmıştım sanırım:)


Bazı konular var diyorum ki: "annem hayatta olsa ve görse bunu benim kızım yapmış olamaz derdi"... Bu aşure de öyle bir konu benim için, ne bileyim geçenlerde Mert'in okulundaki kostüm partisi için kalın çoraba diktiğim kuyruk da öyle bir şeydi, yazın yaptığım kışlık domates hazırlığı da:))) Çalışıyorken bunlar benim için acayip zaman alıcı, çok uzun süren ve "zor" işlerdi... Şimdi çalışmıyor olmamın verdiği ek zaman mı yoksa yaşımın getirdiği "aman canım bir şekilde yapılır bütün işler" anlayışı mı bilmiyorum bu tip işlere girmekten keyif alıyorum... Bir de temelinde Mert ve (biraz büyüyünce) İpek'in "benim annem bunları da yapardı" diye düşünmeleri isteği var sanırım... Çünkü insan bana göre büyüdüğünde çocukluğundan en çok tatları ve kokuları hatırlıyor; bir de o dönemde birlikte olduğu büyüklerle birlikte ürettiklerini...

Neyse... Ben bu sene kendi kendime"şu aşure nasıl yapılıyormuş bir deneyeyim" dedim; valla sonuç da fena çıkmadı:)) Tariflere baktım önce nasıl yapılıyormuş diye, farkettim ki aşurenin içine koyacağın malzeme çeşidi kadar çok tarif var her yerde... Ben de kendi damak zevkime göre bir şey bulmaya, bulduklarımı kendi zevkime göre uyarlamaya çalıştım. Selin Kutucular'ın "Büyükada Yemekleri" kitabı evlendiğimden beri en çok kullandığım yemek kitabıdır, oradan ne yapsam hem kendim beğenirim hem de tadanlar beğenir. Aşurede de çıkış noktam yine Selin Hanım'ın kitabı oldu; oradaki malzemeleri kendi damak zevkime göre azaltıp çoğalttım.

Şöyle ki: 

  • 2 su bardağı aşurelik buğday
  • 1 su bardağı nohut (neyseki geçen aylarda haşladığım ve kabuğunu soyup buzluğa attığım nohutlar henüz bitmemişti onları kullandım)
  • 1/ 2 su bardağı kuru fasulye
  • 1 avuç sarı üzüm
  • 1 avuç pirinç
  • 250 g. kestane
  • 5-6 tane kesilmiş kuru kayısı
  • 600 g. kadar şeker (çok tatlı olmasını istemediğim için 1 kg ölçü yerine ben bu kadar kullandım- tercih sizin)
  • süslemek için: kuş üzümü, file badem, antep fıstığı, nar,ceviz, kuru incir, kuru kayısı, tarçın

Buğdayı iyice yıkayıp 2 lt suda yarım saat kadar haşladım akşamdan ve sabaha kadar tencerede beklettim. Geceden fasulye, sarı üzüm ve içe konulacak kayısıyı ıslattım. Sabah tencereye biraz daha su ekleyerek orta ateşe koydum. Fasulyeyi haşladım, nohut zaten haşlanmıştı daha önceden. Haşlanan fasulye, nohut ve bir avuş pirinci tencereye ekledim. Bir arada kaynattığım kuru üzüm ve kayısıları ekledim. Kayısıları eklemeden önce küçük küçük kestim. Kestaneleri haşlayıp ayıklayıp onları tencereye ekledim. Bence tüm işlemin en zahmetli kısmı kestaneleri ayıklaması. Nohutlar daha önceden ayıklanmış olmasaydı o da diğer zahmetli kısım olabilirdi. Malzemelerin hepsi pişince kestaneleri ekledim. En son da şekeri ekledim ve tencere yi dinlenmeye bıraktım. Orijinal tarifinde sıcakken kaplara konulup süslenmesi yazıyor ama ben tüm aşureyi ikram zamanına kadar tencerede tutmayı tercih ettim. Üstleri açık olmadığı için sertleşmiyor tencerede, daha taze kalıyormuş gibi geliyor bana ama bu işin ustaları varsa yorumlarını iletsinler lütfen:)) Sonrasında da ikram edeceğim zaman üstünü süsleyip ikramı hazırlıyorum.

ve sonuç:


e afiyet olsun:))

19 Kasım 2013 Salı

Aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük şans...

Bu konuyu uzun zamandır yazacağım, biraz daha zaman geçsin süreci daha sağlıklı anlatabileyim istiyorum; bu nedenle de bilerek erteliyordum anaokulu sürecinde geldiğimiz noktayı...

Geçen sene Şubat ayı boyunca Mert için evimize yakın pek çok anaokulu gezdim. Aslında Mert 2 yaşındayken öğrendiğim, gidip konuştuğum ve hatta Mert 3 yaşına gelince kesin buraya gidecek dediğim bir anaokulu vardı kafamda ancak eve çok yakın değildi ve bingooo ben hamileydim- her gün Mert'i evden çıkar, arabaya bindir, okullara taşı yapmak istemedim ve o dönemki muazzam (!) araştırma sürecim başladı. İlk içimize sineceğini düşündüğümüz anaokulunu denedik, oraya sadece 8 gün gidebildik. (Blogu takip edenler o dönemki içinde bulunduğum hali hatırlayabilirler belki... okumak isteyenler buradan buyursun) Sonrasında da hep aklımızda iyi bir alternatif olarak düşündüğümüz bizim evin balkonundan bahçesini görecek kadar bizim eve yakın olan anaokuluna gitmesine karar verdik.

Bu çevrede olumlu bir algısı olan, temiz, güleryüzlü öğretmenleri, genişçe bir bahçesi olan keyifli bir okuldu... Ve ne güzel ki Mert burayı 3 günde benimsedi, ne bana ne de kendisine sıkıntı yaratmadan okuluna gitmeye başladı; bunda çokcana yakın olan ve Mert'in o dönem çok sevdiği öğretmeninin etkisi çok büyük bence...
Mert okula başladı, ancak bizim Kerem'le evdeki okul sıkıntısı muhabbetlerimiz bitmedi. Öncelikli olarak Kerem, sonraki dönemde de ben Mert'in okuldan "mızmızlanarak" gelen bir çocuk olmaya başladığını düşündük. Mert okula gitmeden önceki süreçte bize isteklerini yapmamız için çeşitli nedenler öne süren bir çocukken okul süreciyle birlikte tutturma, mızmızlanma, bağırma, ağlama "güçlerini" kullanabileceğini farketti. Bu dönemde Kerem ısrarla bunun okulda çevre koşulları ile öğrenilen davranışlar olduğunu söylerken ben içinde bulunduğu yaş döneminin ve benim hamileliğimin etkili olabileceğini savunuyordum. Ama için için de neredeyse tüm anaokullarında olan ve benim kabul edemediğim ödüllendirme, yemeği bitmediyse yedirme, sınırlı boyama yapılması vs gibi konulardan da sıkıntı duyuyordum.

Haziran sonu gibi, daha İpek aramıza katılmadan önce, Mert'in huysuzluklarının tavan yaptığı günlerden birinde (ara ara kendimi lojistik olarak zorlasam ve oraya mı göndersek dediğim-iz) okulu aradım ve kayıt alıp almadıklarını sordum.Okul müdürü bana kayıtların dolduğunu ancak yer açılma durumunda yedek listeye dönüş yapacaklarını söyledi. Kayıtların dolması, yedek liste vs diyince hamilelikte listeye yazılan okul zamanı gelmeden kayıt yapılıp yer tutulan okullardan zannetmeyin lütfen... Küçük, minik bir okul bizimkisi... Az çocuk var, bu nedenle liste miste işlerine girmek zürunda kaldık...

Neyse ben ümidimi kaybettim... Ara ara acaba Mert'i okula göndermesek mi, bir sene daha evde mi kalsa, ama kardeş de geliyor, ben n'apacağım, off bu çocuk sürekli bağırarak ağlamaya devam mı edecek dediğimiz yaz ayları içinde bir de kardeş konusu eklendi gündemimize... Sezar'ın hakkı Sezar'a, İpek nedeniyle şimdiye kadar Mert bizi çok zorladı dersem hakkını yemiş olurum. Ama benden talepleri İpek'in doğumuyla ciddi ölçüde arttı. Bu arada okul tatile girdi, okul açıldı,3-4gün okula gitti, sonra biz tatile gittik... Derkeeen araya okula gidilmemiş uzunca bir zaman girdi ve biz tatildeyken bir gün telefonum çaldı... Okuldan aradılar ve eğer hala düşünüyorsak yedek listede sıranın Mert'e geldiğini söylediler. Hala düşünüyor muyduk? Tabii ki evet; evet ama tek sıkıntım İpek yeni gelmişti, Mert halihazırda gittiği okulundaki öğretmenini çok seviyordu ve ben  Mert'i birşeylere ikna etmek için zayıf bir dönemdeydim...

Mert'e uygun (ve tabii kararlı) bir şekilde yeni okuluna gideceğini anlattık, bu okulu aslında eskiden beri bildiğini hatırlattık, İpek'in evde benimle kalacağını bilmesinin verdiği zorlukla yeni okul sürecimize Eylül sonu başladık... Şimdi ne durumdayız? Mert dile getirmese de davranışlarından, anlatmasından, paylaşmak istemesinden anladığım okulunu çok seviyor. Dile getirmiyor çünkü hala onun okula gidiyor benim onun bulunmadığı herhangi bir ortamda İpek'le yalnız kalmamı merak ediyor ve aslında durumun böyle olmasından sanırım rahatsızlık duyuyor. Okuluna alışmasının, sevmesinin yanında biz Mert'in eski davranışına geri döndüğünü görüyor ve çok mutlu oluyoruz. İstemediği (ya da istediği) bir şey olduğunda bizi konuşarak ikna etmeye çalışıyor, bağırarak değil (ağlamalar ara ara hortluyor tabii hala)... Belki bu da bir yaş ve dönem konusu, belki okulla hiç ilgisi yoktur, artık İpek'in varlığına alışmıştır ve krizli dönemi geride bırakmıştır... Ama Kerem de ben de bu olumlu değişiklikte okulun önemli bir paya sahip olduğuna inanıyoruz. Geçen hafta okulda anne babalara verilen eğitimde de Mert'in davranışlarına yansıyan noktaları gördükçe de buna inancımız pekişti.

Okul konusunda son 6-7 ayda yaşadıklarımıza bakınca herkes farklı şeyler düşünebilir ama bizim için şunları söyleyebilirim:


  • Okul önemli bir konu ama hayatta bundan çok çok daha önemli konularla uğraşabiliriz gelecekte. Hiçbir konuya hayat memat meselesi diye bakmamak lazım. 
  • Hangi konu olursa olsun insanın en başta içine sinmeyen bir taraf varsa o bir şekilde dönüyor dolaşıyor ortaya çıkıyor.
  • Aynı şekilde, en başta içine sinip uygun olduğunu düşündüğün bir şeyi/yeri bir nedenden ötürü tercih edememişsen sonunda o nedeni bir şekilde olduracak bir yol buluyorsun.
  • İyi okul/ kötü okul diye bir ayrım olabilir belki ama bizim için daha çok "aileye uygun okul" diye bir şey var- yani ailenin benimsediği eğitime yakın/benzer felsefede, tercihlerde olan okul... İşte onu bulunca mutlu oluyorsun, okulla ev birbirini tamamlıyor.
Biliyorum bu okul mevzusu burada bitmez, inşallah bunun daha ilkokulu, ortaokulu, lisesi, üniversitesi var; Türkiye'de heryıl değişen eğitim sistemi, sınavları var; ama şimdilik biliyoruz ki anaokulu için keyifli bir yerdeyiz, okulla aynı dili konuşabiliyoruz... 

#AnneBenNerdenGeldim

Geçen hafta Perşembe günü HT Hayat tarafından düzenlenen Psikolog Iraz Toros Suman'ın #AnneBenNerdenGeldim semineri vardı. Duyurusu yapılır yapılmaz kayıt oldum, konu çocuklara cinselliği anlatmak gibi bir konu olunca hepimizin çuvalladığı, kendi çocukluğundan taşıdığı 'ayıp' kavramlarıyla şekillenmiş bir konu olabiliyor... Ancak ne yazık ki gidemedim; aynı gün aynı saatte Mert'in okulunda "evde Montessori" eğitimi vardı ve ona katılmayı önceliğimize almak zorundaydık. O da başka bir yazı konusu mutlaka yazmayı istediğim...

Evet ben Iraz Hanım'ın bu seminerine gidemedim ancak twitter'da #AnneBenNerdenGeldim başlığıyla yazılan neredeyse tüm tweetleri, blog yazılarını okudum. Okuduğum blog yazılarının linklerini burada paylaşmak, konu ile ilgili bir şeyler okumak isteyen varsa aracı olmak isterim; ayrıca bu derece önemli bir konuda yazılanları bu şekilde derlemek ve aklım her karıştığında açıp okumak isterim. Konu aynı, konuşulanlar aynı ancak her yazıda kişilerin yorumlamasıyla ya da önemsemesiyle öne çıkan noktalar farklı olabilir... Ben her yazıda "haaaa bak böyle demek gerekiyormuş,böyle anlatılmalıymış" dediğim mutlaka bir şey buldum...






17 Kasım 2013 Pazar

Lohusa olmak ya da olmamak...

Konu ne olursa olsun annelik, çocuklar, bebekler üzerine bir sohbet oldu mu annelerle biraraya gelmeyi seviyorum... Bu buluşmaların ardından genelde kendimi daha bi' hafiflemiş hissediyorum... Perşembe günü de annelerle ve anne adaylarıyla İnternet Anneleri'nin düzenlediği "lohusa depresyonu" konu başlığında buluştuk.

Mert de İpek de doğduktan sonra bir lohusa depresyonu yaşadığımı düşünmedim ama ara ara ani çıkışlarımın, sabırsızlıklarımın da bu hormonal değişikliklerden etkilendiğini pek de göz ardı etmedim... Bakalım bu konunun uzmanı ne diyecek, bu durumu yaşayanlar/ yaşamayanlar ne anlatacak diyerek ben de Mert'i okula bıraktıktan sonra İpek her zamanki gibi çanta formatında üzerime bağlı olarak yerimi aldım...

Neler konuştuk?

  • Lohusa depresyonu demek yerine lohusa sendromu demeyi tercih ettik öncelikle.
  • Lohusa sendromu, doğum sonrası genelde 6 hafta içinde başlayan ve 7-10 gün süren, kendiliğinden düzelen bir süreç.
  • Geçmişte bir depresyon yaşanmışsa, evlilikte sorun varsa ortaya çıkma ihtimali daha yüksek
  • Eskiden duygu bozukluğu olarak nitelendirilirken şimdilerde daha çok düşünce bozukluğu olarak nitelendiriliyor.Annenin bebeğe hazır olup olmaması, hem annenin hem babanın bebeği istemesi sendromun ortaya çıkışını belirleyen önemli etkenler. Ayrıca kişinin kendi geçmişinde kendi ailesi/ anne-babasıyla sorunlarının olup olmaması da bu durumun belirleyicilerinden.
  • Genelde sıkıntı gün içinde değil hava karardıktan sonra başlıyor.
  • Bu durumda "bebeği görmek istemiyorum" diyebiliyor anne...
  • Baba desteği varsa sorun yaşama ihtimali azalıyor. Eşlerin daha önceden halı altına attığı sorunlar varsa sorunlar doğum ile birlikte ortaya çıkabiliyor.
  • Bu süreçte bedensel rahatlama çok etkili - spor yapılması, ter atılması vs...
  • Bu süreçte duygusal boşalım da çok önemli- ağlamak 
  • Sözsüz müzikleri dinlemek, nefes teknikleri kullanmak rahatlatabilir.
  • Hepimizin adaptasyon sürecine ihtiyacı var. Yeni bir eve taşındığımızda, yeni bir işe başladığımızda bile alışma süreci yaşıyoruz.
  • İnsan hayatında 'an'ın iki hırsızı var: biri 'geçmiş pişmanlığı', diğeri 'gelecek kaygısı'...
  • "Neden" sorusu yerine çözüme yönelik "nasıl?" sorusunu sormak daha doğru.
Uzman Psikolog Aycan Bulut'tan bunları dinlerken arada biz anneler kendi hikayelerimizi anlattık. Sanırım bu hikayeleri dinlerken en çok gülümsediğim cümle: "ben lohusa sendromu yaşadığımı düşünmüyorum ama eşim düşünüyor!!!" oldu:))) 

Bence lohusalık ve devamındaki süreçte es geçilmemesi gereken bir konu daha var, sohbet sırasında herkes kendi yaşadıklarını anlatırken ben de bunu paylaştım: doğum sonrası mutlaka tiroid ile ilgili kontrollerimizi yaptırmalıyız. İlk doğumumda, 6 ay kadar sonra işe yeni döndüğüm zamanlardı, sürekli yorgunluk halindeydim ve bunun bebek-iş-ev üçgenindeki koşuşturmacadan, süt verme ve işte süt sağma süreçlerinde yorulmuş olabileceğimden dolayı olduğunu düşünüyordum. Aşırı kilo verme ve sinirlilik hali de eklenince Kerem, benim bir endokrin uzmanına görünmemi önerdi ve tiroid değerlerimin yüksekliği ile orada tanıştım! Konunun uzmanı değilim ama o dönem hayat kalitemdeki düşüşü hatırladığımda etrafımda doğum yapacak ya da yeni yapmış tüm arkadaşlarıma bu konuda bir hatırlatmada bulunuyorum mutlaka...

Perşembe günü bu konuyu konuşmamıza, anneler arası paylaşım yapmamıza vesile olan İnternet Anneleri'ne, bize değerli bilgiler veren Aycan Hanım'a ve buluşma için alan sunan Brandium Joker Mağazası'na teşekkür ederim. Bu sohbet süresince Kindyroo da henüz yürümeye başlamamış bebeklerle bir aktivite yaptı ancak bizim minik hanım tüm sohbet süresince uyuduğu için kendi yaşına uygun :)) aktiviteye katılamadı ancak arada duyduğum keyifli seslerden bebeklerin ya da en azından annelerinin çok eğlendiklerine eminim...

Bu arada google'da "lohusa" kelimesini yazınca "lohusa sendromu", lohusa şerbeti, geceliği, tacı, pijaması, gecelik sabahlık takımları, şekerinin ardından 7. sırada çıkıyor... Bundan bir anlam çıkarılabilir mi bilmiyorum ama güzel bir temennide bulunmak istiyorum: bizi sıkıntıya sokacak konular umuyorum hep böyle son sıralarda yer alır...




4 Kasım 2013 Pazartesi

Bugün mıknatıslı ahşap blokları denedik...

İlk kez geçen günlerde Blogcu Anne Elif Doğan'ın şu yazısında okumuştum Logy Toys'u, sonra da bu hafta içi İyi Cüceler Çocuk Kitabevi'nin haftalık aktivite duyurusunda pazar günü Logy Toys'un ahşap bloklarını deneyimleyebileceğimizi öğrenince bugün maaile İyi Cüceler'e damladık... İyi Cüceler, Mert'in kendisini evde gibi hissettiği, uzun zamandır kitap almak, aktivitelere/atölyelere katılmak ya da sadece uğramak/bakınmak için gittiğimiz ve çok sevdiğimiz "mahallemizin kitapçısı"...

Bugün de tam saatinde İyi Cüceler'e gittiğimizde Çetin Bey, Logy'nin yaratıcısı, ahşap blokları çantasından çıkarıp masanın üzerine koymaktaydı... Mert önce uzaktan uzaktan inceledi blokları... Çetin Bey'in daveti üzerine masaya oturup kendince "eserler" yapmaya başladı. Bu arada ben de Çetin Bey'den Logy Toys'un hikayesini dinledim kısaca...

Boğaziçi Üniversitesi'nde farklı farklı bölümleri deneyimlemiş, uzun yıllar çeşitli şirketlerde bütçeleme ve stratejik planlama yöneticiliği yapmış olan Çetin Bey şimdilerde ahşap oyuncaklar tasarlıyor ve kendi atölyesinde yine kendisi üretiyor. Bu %100 doğal ahşap blokların özelliği şu: içindeki minik top şeklinde olan mıknatıslar sayesinde her yönden çekim sağlıyor ve tahtalar birbirine manyetik olarak yapışıyor ve istediğiniz şekli ortaya çıkarabiliyorsunuz. ince, kalın prizmalar, tekerlekler, üçgenler... Hepsi biraraya gelerek çocukların hayal güçlerinin yansımasıyla binbir çeşit şekil ortaya çıkarıyorlar... Kaptırınca uzuuuun uzuuuun oynanan cinsten oyuncaklardan...

Keyifle oynanan bu oyuncakların içinde bulunan özel mıknatısları nedeniyle maaliyetinin yüksek olması bence tek dezavantajı. Küçük ya da büyük paket seçeneklerini seçmek mümkün; fiyatları 30 ile 190 TL arasında değişiyor ya da kendi tercihinize göre Logy Toys'un internet sitesinden istediğiniz parçalardan kendinize uygun bir set oluşturup satın alabiliyorsunuz.İnternet'ten başka bir yerde satılmıyor mu derseniz de İstanbul'daki bazı çocuk kitapçılarında ve bazı oyuncakçılarda da bulmak mümkün...



Yaklaşık 1 saat Mert aralıksız bu ahşap oyuncaklarla oynadı. Sonrasında İyi Cüceler'de başlayan kitap okuma saatiyle kitabı dinlemek üzere diğer çocuklar gibi masadan ayrıldı ve masadaki tüm ahşaplar bizim evin baba kişisine kaldı, o da bayağı ciddiyetle upuzun bir tren yaptı fırsattan istifade...

Ben hayatlarında önemli bir risk alarak, keyif aldıkları hobilerini işleri haline getirebilmiş insanlara hep hayranlıkla bakmışımdır; insanın sevdiği işi yapmasının, bu işten de hayatını kazanabilmesinin çok çok değerli olduğuna inanırım. Umuyorum Logy Toys ile keyif aldığı işi gerçeğe dönüştürebilmiş olan Çetin Bey de çok yeni olan Logy Toys ile keyif aldığı işi yapmaya çok uzun zaman devam edebilir. 

Logy Toys'un tanıtım videosu için: http://logy.com.tr/videolar
Twitter'da takip etmek için: https://twitter.com/logytoys