29 Aralık 2013 Pazar

Her şeyin başı sağlık

Ülkede 17 Aralık'ta birinci 25 Aralık'ta ikinci dalga şoklar yaşanırken bizim evde de 17 Aralık'ta birinci çocuk 25 Aralık'ta ikinci çocuk virüs savaşları boy gösterdi!

Mert'in ateşlenmesi ve evde geçirdiğimiz benim"imtihan" deme cahilliğinde bulunduğum yazıyı burada paylaşmıştım. Mert 3 gün ateşli sonraki 2 günde ateşsiz olarak 5 günlük bir dinlenme dönemi sonrası geçen pazartesi doktor kontrolüne giderken yanımızda bu sefer baş rolde İpek vardı.

Olaylar kısaca şöyle seyretti:

ateş ve hafif öksürük -- tahlilde de çıkan RSV (edit: hemen açılımını da yazayım - Respiratuar Sinsiyal Virüs-yani solunum yolu enfeksiyonuna yol açan bir çeşit virüs- müş) -- İpek'in nebulizatör ile tanışması -- 2 gece sürekli inip çıkan ateş ve öksürük --- Çarşamba günü sürekli uyuma hali ve emmeyi reddetme ve en önemlisi kesik kesik soluma

Çarşamba sabahından öğleden sonraya hastalığın seyri inanılmaz hızlı oldu, saat 3 civarı doktorumuzla görüşüp benim harekete geçişim de aynı ölçüde hızlıydı:

hemen hastaneye gidin talimatı sonrası 10 dakikada toplanıp 20 dakikada Köprü geçerekten hastaneye nasıl vardığıma hala inanamıyorum... 

Kerem toplantıdaydı, ona ulaşamayınca Mert'in okuldan alınma işini ablama, okulda oluşabilecek krizin çözüm işini de Kerem'e pasladım... Mert'e sabah söz vermiştim, Cuma günü okulda yapılacak olan yılbaşı partisinde çekilişte ona çıkan arkadaşına vermek üzere bir kitap alacaktık ve bunu  o gün okul çıkışı yapacaktık! Ama kitap almaya gitmeyi bırak Mert'i almaya dahi gidememem başlı başına bir kriz oldu!

Hastaneye gelip İpek'i kontrol ettirince öksürüğün Akciğerlere indiğini söyledi hastanedeki doktorumuz.  Ben de "yani bir adım sonrası zatürre mi?" diye sordum, doktorumuz: "zaten şu anda orta şiddette zatürre geçiriyor bebeğiniz!" dedi... O an bütün kötü senaryoların beynimde dolaştığını çok net hatırlıyorum!  Doktorla konuşmamızdan en net aklımda kalan cümle "bu hastalık çok hızlı gelişir, yavaş düzelir; önce bir yükselen eğri çizecek peak noktasına gelecek ve bir süre bu noktada düz seyredecek sonra aşağı iniş başlayacak; ancak bunların kaç gün sonra olacağını söylemek zor!" idi. Ben o anki korkuyla "hayati tehlikesi var mı?" "ben nerede sorumsuz davranmış olabilirim?" gibi sorular da sorduğumu hatırlıyorum.

İpek'i hemen ilaç vermek için bir odaya aldılar, o sırada serum takılmıştı sanırım, yatış yapılacak denildi, bir sürü o sırada ne olduğunu anlattıkları ama benim kesinlikle ne olduğunu anlamama imkan olmayan kağıtlar imzaladım, arada akciğer sintigrafisi çekilecek denildi, çekim odasında 30 saniye süren bir film çekildiğini hatırlıyorum ve en son odaya yatışımız gerçekleşti...

Şimdi yazarken bile yoruldum o an resmen uyuşmuşum robot gibiydim...

Neyse Çarşambadan beri hastanedeyiz, bugün ilk kez evden bilgisayarımı istemeyi akıl ettim... 5 gündür en yakın arkadaşım telefonum oldu... İpek sürekli uyuduğu için aslında ben sadece başında bekliyorum, arada emziriyorum ve hemşireler İpek'e ilaç verirken onlara yardımcı oluyorum. 

Bu arada telefon aramalarına yüzde yüz cevap veremiyorum ama her türlü yazışmaya mutlaka yanıt verebiliyorum; arayan, yazan, soran herkese de çok teşekkür ediyorum...

5 günün sonunda ne durumdayız? Dünden beri solunumda düzelme var, 2 gündür ateş yok; bunlar bizi sevindiren gelişmeler... Düne kadar sürekli uyumak isteyen İpek, bugün uykuya biraz daha direnir oldu, çocuklarımın uykuya direnmesine sevineceğimi biri söylese inanmazdım ama evet normal hayatın bir parçasını görmek mutlu ediyor... Ancak meme emmeyle ilgili hala çok iştahlı değil maalesef, ama bunu çok dert etmiyorum açıkçası. Sonuçta biz de hastalandığımızda önümüze gelen yemekleri pek iştahlı yemiyoruz...

Ne zaman çıkacağımız henüz meçhul, hemen çıkalım, aman sıkıldım gibi bir düşüncem hiç yok açıkçası! Burada kendimizi daha güvende hissettiğim kesin ve tam iyileşmeden çıkmak da istemiyorum doğal olarak. Ancak Mert için durum "hadi artık çıkın" şeklinde... Her ne kadar evde babaanne ve halalarla birlikte olsa da benim baktığımdan çok daha iyi bakılsa da 1 günde oynanan oyun sayısı benim 1 ayda oynadığımdan daha çok olsa da akşam olup uyku saati geldiğinde "anneee gel artık" başlıyor... 

Neyse, her şeyin başı sağlık...Sağlık olsun da her şeyin bir çözümü olur... Herkese ve kendimize sağlık dolu yıllar diliyorum yeni yıla girerken... Çocukları virüslerden korumak mümkün değil, hele bu aralar... Ama mümkün olduğunca hızlı atlatmalarını, normalde olduğu gibi koşup, oynamalarını, ağlamalarını, mızıldanmalarını, gülmelerini diliyorum... 

23 Aralık 2013 Pazartesi

ÇOK ÖNEMLİ! Çocuk İstismarını önlemek için hepimizin yapabileceği bir şey var...

Çocuk istismarı her ülkede önlemler alınmasını gerektiren bir sorun olarak karşımızda. Bu konuda çalışan uzmanlar fiziksel istismarın çok daha yoğun olduğunu, çocuklarımızın yarısının fiziksel istismar yaşayarak büyüdüğünü, istismarın yanısıra çok yaygın  bir ihmal konusunun olduğunu vurgulamaktalar. Her 3 kız çocuktan 1’inin cinsel istismara uğradığı ve bu verilere çocuk gelinlerin dahil edilmediği bir ülkemiz var. (http://www.radikal.com.tr/turkiye/turkiyede_her_bes_cocuktan_biri_cinsel_istismara_ugruyor-1161744)
Buna karşılık Türkiye’de çocuk istismarının önlenmesine ilişkin sesler her geçen gün biraz daha artıyor. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil; yurtdışında da bu konuda farkındalığın artmasına yönelik çalışan pek çok organizasyon var. Bundan bir süre önce yurtdışında yaşayan iki Türk anne, çocuklarının devam ettiği devlet okulunun yönlendirmesi ile,  çocuklarının ve kendilerinin çocuk istismarını önleme konusunda bilgilendirilmesini içeren bir programa dahil oldular. Bu programın (www.thechildcenter.org) çok yararlı olduğunu düşündükleri için bu süreci detaylı olarak bloglarına (www.onlineanne.com) taşıdılar. Ailelerin ve çocukların istismar konusunda bilmesi gerekenler konusunda çok aydınlatıcı buldukları bu programın gelir seviyesinden bağımsız Türkiye’deki her çocuğun da hakkı olduğunu düşünüyorlar.
Türkiye’de böyle bir programın, en azından bahsedilen çocuk aktivitelerinin yararlı olacağını düşünen öğretmenlerden, annelerden, hatta kurumlardan kaynaklara ulaşmak isteyen mailer aldılar. Bahsettikleri programdaki tüm bilgiler İngilizce ve Almanca olduğu için de bu bilgileri ellerinden geldiği kadar Türkçe bir içerik altında toplamaya çalıştılar. Böylece çocuklar ve ebeveynler için çocuk istismarı hakkında çocuklarımıza öğretmemiz gerekenleri içeren Türkçe bilgilendirici aktivite kitabını herkesin kullanımına açtılar.
Bu kitapçığın amacı, Türkiye’de büyük eksikliği bulunan bir alanda, bütçesi olan, geniş kapsamlı, devlet destekli, kurumsal bir proje ile somut adımlar atılana kadar, ebeveynlerin kendi çocukları için kullanabilecekleri bilgilendirici bir Türkçe konuşma malzemesi yaratmak. Kullandıkları referanslar kitapçığın en arkasında yer almakta. Bu kitapçığı buradan indirebilirsiniz. “Bu kitap nereden çıktı” konulu yazıların linklerini de aşağıda bulabilirsiniz.
Bu iki anne ulaşabildikleri herkesten “Bu kitapçığı beğenirseniz yayın”, “Beğenmezseniz bize neden beğenmediğinizi bildirin” ricasında bulunuyorlar. Ayrıca benzer bir projeyi daha küçük bir yaş grubu için uygulamaya koyan Kırmızı Biber Derneği’ni de destekleme çağrısı yapmaktalar.
Bu kitapçığı  çocuğunuzun algısına, yaşına, ihtiyaçlarına uygun olarak, zamanı geldiğini düşündüğünüzde, ister tek tek sayfalar halinde; isterseniz bir seferde bir 15 dakikanızı ayırarak kullanabilirsiniz.
Bu konuyu sadece cinsel taciz boyutunda değil, çocukların kendi haklarını ve hakları ellerinden alınırsa yapabileceklerini öğrenmesi olarak düşünmek mümkün. Ve bunu aileler de, öğretmenler de çocuklara öğretebilir. Elde olan bu kaynağı  kendi filtrelerinden geçirerek çocuklarının gelişim düzeyine ve ihtiyacına göre kullanmak ailelerin insiyatifine kalmış. Ulaşabildiğiniz aileleri de bu kaynaktan haberdar etme kararı da sizlere…
Yararlı görürseniz paylaşmanız, ama yararlı görmezseniz de “beğenmedik çünkü…” diye bir ses vermeniz dileğiyle…
Bu konudaki yazılar:
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazı www.onlineanne.com yazarları tarafından ortak yayın için hazırlanmış bir yazıdır.
 Bugün https://twitter.com/Onlineannecocuk hesaplarında bu konudaki yazışmalarını görüp bu yazıyı ve Türkçe'ye çevirmiş oldukları kitapçığı izinleri olursa buradan paylaşmak istediğimi belirttim ve onların izinleri doğrultusunda burada paylaşıyorum.
Eminim ki bugün pekçok anne baba takip ettikleri bloglar/ twitter/ facebook hesapları aracılığıyla bu bilgilendirmeden haberdar olacaklar. Ancak sadece anne babalar olarak bizlerin değil çevremizdeki aile büyüklerimizin, eş dost, teyze, amcanın da haberdar olabilmesi için olabildiğince paylaşmamız gerektiğine inanıyorum. Daha önce katıldığım eğitimlerden ve okuduğum kitaplardan da şunu öğrendim:
Çocuklarımızı tamamen iyi niyetle, sevgilerini göstermek için öpen, sarılan aile büyüklerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız var. Kimi zaman bu sevgi gösterilerine çocuklarımız da ilgiyle karşılık verirken kimi zaman "is-te-mi-yo-rum!!!!" diye bağırarark vb yanıt verebiliyorlar. İşte bu istemedikleri anlarda çocuklarımızın yanında olduğumuzu onlara hissettirmemiz ve BİZİM sevgi gösterisinde bulunan kişiye "oğlum/kızım öpülmek istemiyor" veya benzeri bir sözle durumu sonlandırmamız çok önemli-ymiş! 
Tabii ki kötü hiçbir niyetin olmadığı bu ve benzeri durumlar aslında çocuklarımızın ileride hiç istemeyeceğimiz kötü niyetli davranışlara maruz kalması durumunda ilk bize anlatmalarını/ bizden yardım istemelerine ve istenmeyen bu olayların daha da öteye taşınmamasına olanak tanıyor/ tanıyabiliyor-muş.
Ha bir de şu var: "bizim başımıza gelmez" diye düşünmemek gerektiğine inanıyorum. Artık ne dünya ne de ülkemiz çok da korunaklı değil maalesef. Çocuklarımızın kendisini nasıl koruyacağını bilmesi bu nedenle kilit!
Onlineanne.com'a ve bu  konuya destek veren tüm annelere bu konuya verdikleri önem ve farkındalığımızı arttırma çabaları için teşekkürler...

21 Aralık 2013 Cumartesi

İpek'te katı gıdaya geçişimiz yaklaşırken: "o tabak bitecek! mi?"

İpek’in 5. Ayını doldurduğu tam bugün Kerem’le aramızda şöyle bir konuşma geçti:
Zeynep: son 3-4 gündür akşam uykularına geçişi ne kadar zor oluyor farkında mısın?
Kerem: Bu bir geçiş dönemi bence. Hareketleri arttı ve bir iki haftaya belki de yavaş yavaş katı gıda denemeleri yapabiliriz…
Ta-ta-ta-tammm… Ben daha en az bir ayımız var diye rahattım… Mert’te olduğu gibi katı gıdaya geçeceğiz, aman da geçelim, heyooo büyüyoruz heyecanında hiç değildim! Çünkü rahatım, çünkü İpek’in yemeğinin her daim yanımızda hazır nazır varlığından, yemek bitti, kapları steril edelim derdi olmamasından çok çok rahattım. Kerem’den böyle bir olasılığı duymak bir anda 1 haftadır masada el sürmemi bekleyen kitaba odaklanmama neden oldu: “o tabak bitecek! mi?”
Bence son zamanlarda tanıtımı çok iyi yapılan ebeveyn kitaplarından biri oldu… Ebeveynlikle ilgili nereyi açsam bu kitapla karşılaştım… Geçen hafta da sonunda aldım ama hastalıktı, elimde bitirmem gereken bir çeviri olmasıydı vs derken bakamadım bile…
“…Bebeklerini kaşıkla beslemeye başladıklarında katı gıdaya ne zaman ve nasıl başlanacağına… karar verirler. Bunu anne babanın kararıyla katı gıdaya başlamak olarak adlandırabiliriz. Bebeğin kendi kendine yemesi ise farklıdır. Bu yöntemle bebek tüm süreci yönetir…” (O tabak bitecek! mi? sayfa 13)

Haydi bakalım bu yöntemi ve bebeğin tüm süreci yönetmesini okumaya başlayayım, dikkatimi çeken yerleri de yine paylaşırım…

20 Aralık 2013 Cuma

Annenin Ateşle İmtihanı *

Saat 17.24… Bugün ilk kez oturdum ve ev ilk kez biraz sakinledi desem çok da yanlış olmaz…

Dün akşam Mert’i okuldan aldıktan sonra teyzesinin doğum gününü kutlamaya gittik. Gitmeye çok hevesli olan, kuzeni ile oyunlar oynayacak heyecanlı Mert yarım saatlik zaman içinde pek de öyle hareket etmek isteyen bir halde değil gibi gözüktü bana…  İlk önce “Hafiften yanakları mı kızardı ne?” ile başladım ardından “ay gözleri akıyor kesin hasta olacak!!”la devam ettim…
Bu annelik ilginç bir şey… Etrafınızda herkesin “bu çocuk mu hasta olacak?!!!” dediği sırada “evet hastalık geliyor!” bilincinin iliklere kadar hissedildiği bir başka insan ilişkisi var mı merak ediyorum… Buna paralel diğer bir cümle de “bu çocukta uyuyacak göz yok!” oysaki anne bilir: çocuk uykusuzluktan göçmüştür uzatmaları oynuyordur! 
İşte bu hesap Mert için “hasta oluyor” dediğimin yaklaşık 1 saat sonrası evde ateşi yükselmeye başlayan ve banyoya soktuğumuz bir 3.5 yaş insanıyla karşı karşıyaydık…

(Evet tekrar bilgisayar başına gelmem 18:13!! Sanırım 40 dakikadır İpek’in odasındayım ve yatağa her koyuşumda uyanan bir bebekle karşı karşıyayım!!! )

Neyse… Mert’i akşam yıkadık,  yatırdık, o sırada İpek’i de uyuttum... Ama tabii uyutunca iş bitmiyor, biliyorum ki gece ateş bize hızlı bir selam çakabilir. Nitekim öyle de oldu, gece 12 gibi ateş düşürücü veririm diye düşünürken ben Mert “annnneeeeeaaaa çişim kaçtı” gibi bir cümleyle alarma geçtim. Ateş 39 derece, yatak bayağı ıslak ve Mert’in çığlıkları: “annneeeeeeee göremiyorummmm!” Allahtan bu tip durumlarda sakin kalabiliyorum da Mert’in uyumadan önce gözlerinin aktığı aklıma geldi: tabii ki akan gözler kirpiklerde çapaklanıp yapışmış…
Mert’in üstü değişti, bizim yatağa paketlenip kondu, ateşi ölçüldü (39’u biraz geçmiş, ben de acil durum alarmı başladı başlatacak!!!) ilacı verildi, evde bir zaman alınmış ve öyle duran ateş bandı bulundu ve alına yapıştırıldı, uykuya dalmasını müteakip yatak çarşafları çıkarıldı, makineye atıldı, arada derede yıkandı, baba oturma odasına yollandı ve anne bir eli oğlunda  uykuya kucak açtı…

(saat 22:01 tekrar yazının başına bu sefer ikisinin de gece uykusuna geçtiğini ümit ederek oturuyorum)

Sanırım gece 2 ile 5 arası hepimiz uyuyorduk… 5 civarı İpek’i emzirdiğimi, Mert’in de ilacını verdiğimizi hatırlıyorum… Mert’in sıcaklığının normale dönmesi ile daha keyifli bir uykuya 6 civarı geçtim…
Hareketli gecenin ardından bizim evde sabah nispeten geç başladı. Saat 8’de ayaklandık, Mert’in ateşi yoktu ama bugün dinlensin diyerek okula götürmedim.  “Şoför Nebahat” kılığında yollara dökülmedim ya ben de bir rahatlık, bir şirinlik, bir kahvaltı hazırlayayım hali… Bu şirinlik bir anda Mert’in “ben okula gitmek istiyoruuuuum”uyla şaşkınlığa bıraktı kendini… Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim…  Kahvaltı, sohbet derken Mert’in okula gitmemesi bana iyi geldi, sabah geç kalkan İpek de lokumdu bu saatlerde… Mert’in çizgi filmi, İpek’i süt saati, uyku saati, araya sıkıştırılan banyosu derken bir baktım İpek uykuya direniyor! (Sanırım İpek, Mert’i okula bırakma rutinimize iyice alıştı ve evden çıkmamamız onun günlük düzeninin bozulmasına yol açtı. Mı acaba?) Mert peşimde dolanıyor! Mert peşimde dolandıkça zar zor uyuyan İpek uyanıyor! Nasıl oldu bilmiyorum öğlen oluverdi, arada öğle yemeği için Mert’e bir şeyler hazırladım. Hala iyi ve romantik halimi koruyormuşum o saatlerde ki Mert’e “e sen evdesin madem birlikte kek yaparız; öğlen dinlenme saatinden sonra da birlikte yeriz” deyiverdim! Uyumayan İpek, peşimde Mert, araya sıkıştırılan kek yapma seansı, dinlenme saatinde kitap okuma derken ben bittim… Saat 5’ti evde sıkı yönetim ilan ettim. Mert’e dinlenmesi gerektiğini çok net bir tonda, emir tonu olmuş olabilir, belirtip uyumasını sağladım. Bütün gün uyumayan İpek de o arada uyuyuverdi… O ara şöyle bir üstüme başıma baktım da üzerimde sabahtan beri çıkarmaya fırsat bulamadığım pijamam, arada İpek’ten hediye bir kusmuk izi!!  Sanırım İpek’in ilk doğduğu hafta bile bu halde değildim… Tabii ki sabahki romantizmimden eser yok, kendi kendime “eğitim şart, okul önemli” derken buldum kendimi…
Bir annenin ateşle imtihanından şu sonuç çıktı bizim evde: 
Birincisi, biz sadece basit bir ateşlenme vakası yaşadık 24 saatlik zamanda, çok ciddi hastalıklarla mücadele eden anne babalar var.  “Çocuklar hastalanmasa keşke” dedim…  Tüm hastaların iyileşmesini diledim…
İkincisi, gerçekten hafta içi Mert’in evde olmasını özlemişim aslında… İlk fırsatta şöyle bir planı hayata geçirmeye karar verdim: İpek’i babaanneye teslim edip Mert’le hafta içi baş başa bir gün geçireceğim. Sanırım onun ihtiyacı olduğu kadar benim de buna ihtiyacım var.

* Bu yazı 19 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com 'da yayınlanmıştır.



13 Aralık 2013 Cuma

Çocuk Gelişiminde Anne Baba Etkisi *

Pazar günü bu sefer yanıma evin baba kişisini de katıp vurdum kendimi yine bir seminere… “Aman ne çok seminer, eğitime gidiyorsun” diyenler (ya da diye düşünenler) olabiliyor çevremde… Okuyanlardan da bu şekilde aklından geçiren varsa hemen sabit yanıtımı vereyim: Araba kullanmak için bile ehliyetimizin olması gerekiyor, çocuk sahibi olmanın ise böyle bir ön koşulu yok, ben illa ki böyle bir ön koşul olsun ve öyle çocuk doğuralım demiyorum (zaten ne haddime) ama kendimce çocuk yetiştirmeyi önemsiyorum ve bu nedenle de çocuklarla ilgili okuyorum, dinliyorum, eğitimlere katılıyorum… 3.5 senelik annelik tecrübemden edindiğim en temel çıkarım ise duyduğumu, öğrendiğimi, okuduğumu öyle pat diye uygulamaya geçmemek… Bi’ süzmem gerekiyor, bana uygun mu, bize uygun mu, çok mu keskin, çok mu belirsiz, vs vs… Haa süzgeçten geçtikten sonrası mükemmel uygulama mı, tabii ki değil… Hatta doğruyu bile bile yanlış yaptığım da çok oluyor.  Ama “suçluluk duygusuna ihtiyacımız yok; ihtiyacımız olan pişmanlık duygusu… Telafi edemeyeceğimiz hiçbir şey yok.” Diyerek Pazar günkü eğitimden en temel aklımda kalan cümleyi yazarak başlayayım notlarıma…

Pazar günü Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği’nin Küçük Karabalık Çocukevi’nde düzenlediği #BilinçliEbeveynlik seminerinde “Çocuk Gelişiminde Anne Baba Etkisi”ni Fatma Tosuntaş Karakuş’tan dinledik. İlk olarak çocukların yaşlara göre gelişimlerini anlattı Fatma Hanım bizlere: 

0-2 yaş Gelişimi

  • ·         Temel GÜVENe karşı güvensizlik dönemi. Bu dönemde anneyle sağlıklı ilişkinin kurulması gerekir. Yani bebek “korunaklı bir dünyada yaşadığına” inanmaya ihtiyaç duyar.
  • ·         Bebeğin “zihinde tutulmaya” “regüle edilmeye” “ihtiyaçların karşılanması”na ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın karşılanması ya da karşılanmaması yetişkinlik hayatını etkiler. 


Burada Fatma Hanım, doğrunun “mükemmel anne babalık yerine yeterli anne babalık” olduğunu vurguladı. Bu cümle günümüz anne babaları olarak bizlerin aklından hiç çıkmaması gereken cümlelerin başında geliyor bence. Temeli sağlam attığımız takdirde çocuğun bu dönemden gelen eksikliklerini kapatabilmesi daha kolay olabiliyormuş.

  • ·         “Zihinde tutulmak” ne demek?- Bebeğin zihnini bulmak çok zordur. Anne, bebeğin zihnini sürekli arar. Anne ile bebeğin zihni ara ara eşleşir, işte bu zamanlar çok kıymetli. Çünkü bebek kendini güvende, “anlaşılmış” hisseder.
  • ·         0-2 yaş döneminde sağ beyin devrededir. Sol beyin (bilinç ve mantığın adresi) ise 2 yaşında gelişmeye başlar 25 yaşında gelişimini tamamlar. 0-2 yaş dönemini hatırlamamamızın nedeni de bu dönemde sadece sağ beynin devrede olması.
  • ·         0-2 yaş döneminde yaşananlar bilinç hafızasında bulunmaz; ”beden hafızası”nda bulunur ve beden hafızası da aslında hiçbir şeyi unutmaz. Bu dönemde yalnız bırakılan ve ağlayan bebeğin bu yaşanmışlığı beden hafızasında kayıtlı kalır. Yetişkinlik döneminde yalnız kaldığında ya da eşine, çocuğuna telefonla ulaşamadığında normalden fazla panik yaşayabilir.
  • ·         0-2 yaş döneminde bilinç ve muhakeme yeteneği yokken bebek annenin desteğine ve anneye sağlıklı bağlanmaya muhtaçtır. Sağlıklı bağlanan bebek, yeterli ebeveyn desteği gören bebek bu dönem için travmatik bir olay yaşasa da (örneğin bir operasyon geçirmek zorunda kalması) ebeveynlerinin desteği ile bu travmayı atlatır.
2-3 yaş Gelişimi
  • ·         Özerkliğe karşı utanç ve şüphe evresi
  • ·         Bireyselleşme ihtiyacı ortaya çıkar.
  • ·         Çocuğun anneden ayrı bir varlık olduğunu anlamasıyla başlayan süreç, özerkleşme ihtiyacı annenin güven veren ve koruyan işlevi olmadan çocuk özerkleşemez.
  • ·         İnatlaşma problemi, bu evredeki çözülememiş meselelerden ileri gelir.
  • ·         Çocukları 3 gruba ayırmak mümkün:  “Asi çocuk” da “uyumlu çocuk” da aslında anneye bağımlı çocuktur. Her ikisi de sağlıklı değildir aslında. Sağlıklı olan “normal çocuk”tur.

Bir örnek vermek gerekirse anne-çocuk ilişkisinin problemli olup olmadığı kakadan anlaşılabilir. Kaka, çocuğun bedeninden çıkan bir üründür. Çocuk kendi iktidarını kuramadığında, bireyselleşmesinde sorun yaşadığında bunu kakalı bezini anneye vermeyerek yansıtabilir. Anneyle çocuk araasındaki sıkıntı giderildiğinde kaka sorununun da çözüldüğü görülecektir.

ÖNEMLİ!!! Yeni nesil ebeveynlerde suçluluk ve yetersizlik  duyguları görülmekte. Bizlerin anne baba olarak suçluluk duygusuna ihtiyacımız yok. Suçluluk duygusu sabote etme özelliği taşır. Suçluluk yerine pişmanlık is onarmayı getirir. Ebeveyn olarak çocuğu ne kadar kısa sürede onarabilirsek yaşanan negatif olayın hafızada kalmasını engellemiş oluyoruz. Bu nedenle “onaran ebeveyn” olmak çok önemli.

ÖNEMLİ!!! Çocuklarımızın sağlıklı büyüyen çocuklar olabilmeleri için öncelikle anne babanın kendine iyi bakması gerekir.

3-6 yaş Gelişimi

  • ·         Girişimciliğe karşı suçluluk evresi
  • ·         Çocuk hep bir şey yapmak, bir şeyler üretmek ister.
  • ·         Bu dönemde girişimcilik isteği bastırılırsa suçluluk duygusu gelişir. Suçluluk duygusu sabote eden bir duygu, sürekli aynı konuda hata yapmayı getiriyor.
  • ·         Bu dönem aynı zamanda Odipal Dönem – çocuk bu dönemde bir cinsiyet olarak kendini geliştiriyor, karşı cinsle olan ilişkiyi öğreniyor. Bu dönemin sonunda “ensest yasağı” konulmuş olmalıdır. Bu dönemin sonunda örneğin erkek çocuğu “annenle evlenemezsin ama annen gibi güzel, iyi vs bir kadınla evlenebilirsin.”i öğrenmeli. Bu dönemde birlikte uyumak doğru değildir.
  • ·         Bu dönemde erkek çocuk babayı, kız çocuk ise anneyi rakip olarak görür. Örneğin erkek çocuk anneyle uyuduğu zaman babayı –yani rakibini- alt ettiğini düşünür, bu durum ileride suçluluk duygusunu ortaya çıkarır. Babayla hem rekabete girmek ister, hem de kazanmak istemez.
  • ·         Bu dönem, çocukla ebeveynler arasında çatışmaların çok yoğun yaşandığı bir dönemdir.
  • ·         Kendini ifade etme yetisi henüz çocukta gelişmediği için mastürbasyon, parmak emme, altına kaçırma gibi semptomlar ortaya çıkar.
  • ·         Bu dönemde çözülememiş sorunlar ergenlik döneminde katlanarak ortaya çıkar.

Normal Olanı Bilmek
·         
      Çocuklardaki sorunların büyümesinin nedeni çoğu zaman soruna ailenin panikle ve çok yoğun bir kaygıyla yaklaşmasıdır, yaşanan sorunun kalıcı olacağını zannetmesidir. Anne baba, panik olursa bu panik çocuğa da geçer, sorun kemikleşir.
·         Çocuğun anneyle geçirdiği keyifli zamanının azalması semptomun ortaya çıkmasına neden olur.
·         Çocuk yalan söyleyebilir. İlk yalanı çok kıymetlidir. Çünkü ilk yalanla çocuk annesinin onun zihnini okuyamadığını keşfeder:
Anne: Çatalı gördün mü?
Çocuk: Hayır!
Anne: Peki.
Çocuk: (aaa annem benim aklımdan geçeni okuyamıyormuş!)
·         Yalan, ayıp gibi kavramlar çocuk için soyuttur.
·         Çocuk, öfke krizleri yaşayabilir, ancak kendi başına regüle olamaz. Anne babanın önemli rolü çocuğu teskin etmek.
·         Bu dönemde çocuk cinsellikle ilgili konuları merak edebilir. Arkadaşının cinsel organına bakabilir, kendi cinsel organını gösterebilir. Bu dönemde çocuk sordukça çocuğa bilgi vermek gerekir.
·         Anneyle babayla inatlaşır. Otorite kurulamazsa korkan anne baba duygusu çocuğa verilmiş olur!

GELİŞİMSEL MESAJLAR*  

Gelişimsel mesajlar hepimizin duymaya ihtiyacı olduğu, çoğumuzun da bu yaş dönemlerinde ebeveynlerimizden duyamadığımız mesajlardır. Bu mesajlara uygun tutum,  davranış ve sözle çocuklarımıza bunları iletebiliriz. Bu mesajları çocuğumuzla ilişki halindeyken, onun hayal gücünü destekleyerek, sorularına cevap vererek, sebep sonuç ilişkisine yardımcı olarak, sosyal açıdan davranışlarını ödüllendirip anlaşılır ve uygun sınırlandırmalar koyarak verebilirmişiz.

0-18 ay
  • ·         İyi ki doğdun, iyi ki yaşıyorsun.
  • ·         Sen buraya aitsin.
  • ·         Senin ihtiyaçların benim için önemli. (TV’de duydum > 15 dakika emzirin diyor> bebeğimi 15 dakika emziriyorum à bu bebeğimin ihtiyacı olmayabilir!)
  • ·         İyi ki sen sensin.
  • ·         Kendi hızında büyüyebilirsin.
  • ·         Seni seviyorum ve sana isteyerek bakıyorum
  • ·         Araştırır ve deneyebilirsin. Seni destekler ve korurum.
  • ·         İhtiyacın olduğu kadar tekrarlayabilirsin.
  • ·         Her şeye ilgi duyabilirsin.
  • ·         Bir hareketi başlatmanı, büyümeni ve öğrenmeni izlemek bana zevk veriyor.
  • ·         Hareketli olduğunda da sessiz sakin olduğunda da seni seviyorum.

18 ay- 3 yaş
  • ·         Kendi başına düşünmeye başladığın için memnunum.
  • ·         Öfke duyabilirsin. Ben senin kendine ve başkasına zarar vermene izin vermem.
  • ·         Hayır diyebilirsin ve sınırları ihtiyacın olduğu kadar zorlayıp test edebilirsin.
  • ·         Sen kendin için düşünmeyi öğrenebilirsin, ben de kendim için düşünebilirim.
  • ·         Aynı anda hem düşünebilir hem hissedebilirsin.
  • ·         İhtiyacının ne olduğunu bilebilir ve yardım isteyebilirsin.
  • ·         Benden ayrışımını yapabilirsin ve ben yine seni sevmeye devam ederim.

3-6 yaş
  • ·         Kim olduğunu araştırabilir, başkalarının da kim olduğunu keşfedebilirsin.
  • ·         Güçlü olup aynı zamanda yardım da isteyebilirsin.
  • ·         Güçlü olmak için değişik roller ve yollar deneyebilirsin.
  • ·         Davranışlarının sonuçlarını keşfedebilirsin.
  • ·         Bütün duygularını kabul ediyorum.
  • ·         Neyin gerçek, neyin hayal olduğunu öğrenebilirsin.
  • ·         Seni sen olduğun için seviyorum.

Çocuklar Neye İhtiyaç Duyar

Çocuklar onaylanmaya, beğenilmeye, önemsenmeye, takdire, teskin edilmeye, rahat hareket edebilmeye, kendine ait alan oluşturmaya, saygıya, koşulsuz sevilmeye, geribildirime, sınırlara, başarmaya ihtiyaç duyarlar.

ÖNEMLİ!!! Çocuk örneğin heyecan duyduğu bir şeyi anne babasına anlattığında aynı heyecanı anne babasının yüzünde görebiliyorsa bu çok çok değerli…
·        
      İhtiyaçların az verilmesi de çok verilmesi de aynı etkiyi yapar. İhtiyaçlar doyurulmamış olarak kalır ve yetişkinlik yaşamında doyum aramaya devam eder.

Duygular  ne işe yarar
·            
     Öfke, korku, merak, şehvet, üzüntü, bağlanma, sevgi
         
  •      Öfke ve korku sakinleşmesi zor duygular; bebekte daha da zor. Annenin bebeği izleyip onu teskin etmesi çok değerli.
  • ·         Duygularımız bizi korur.
  • ·         Duygular önemli olan şeye dikkatimizi çeker ve öğrenmeyi hızlandırır.

o   Örneğin ilişkilerde korku kanalı işlemediği zaman karşı taraf bir imada bulunarak bizi rahatsız ettiğinde kişi cevap veremez. Haftalarca kendi içinde büyütür ve kişiye sorun daha da çözülemez görünür.
ÖNEMLİ!!! Ne kadar çok duygu ile karşılaşmış çocuk> o kadar dirayetli bir yetişkin

UNUTMAMAK GEREK:
·         Duygular yargılanamaz
·         Sınır duygulara değil yöntemlere konulabilir. à Öfkelenebilirsin ama bana vuramazsın!

ÇOCUKLARLA İLETİŞİM KURARKEN KULLANACAĞIMIZ DİL
Neden? Sorusu yerine Nasıl?
Eğer… yerine Ne zaman?
Yapma! yerine Yap! (beyin –me, -ma ekini algılamaz)
Başka??
Nasıl başardın?

AİLE SİSTEMLERİ
·         
  •       Aileler içinde anne, baba ve çocuk ilişkisi aileden aileye değişebilmektedir.  Ancak sağlıklı olan anne ve babanın birlikte hiyerarşik olarak üstte, çocuğun altta olmasıdır. Bunun dışındaki diğer tüm yapılarda bir semptom çıkacaktır. Günümüz aile yapısında çocuğa verilen aşırı güç ile aşağıdaki ikinci şema sıklıkla görülmektedir, bu aile yapısında çocuğa sınır koyulamadığı görülür ve bu çocuğa yapılmış bir kötülüktür.
  • ·         Sistem içinde öncelik çocuk değildir; eştir!
  • ·         Çocuğa otoriter anne baba olurken rencide edici otorite ile rencide edici olmayan otorite birbirine karıştırılmamalıdır. 

  • ·         Sınır çocuğa ızdırap vermek için konmaz. Kendisine ve başkasına zarar verdiğinde / vereceği durumlarda sınır konulur.
  • ·         Bir çocuğa anne babasından gelmesi gereken mesaj şudur: “Her şeyi isteyebilirsin, ancak ben senin kendine ve/ya başkasına zarar vermene izin vermem.”
  • ·         Çocuğun kendisine ve başkalarına saygı gösterme zorunluluğundan taviz verilemez.
  • ·         Çocuk daha güçlü ve daha sorumlu olmak için dürtüleri sınırlayan yasakları kabul etmek zorundadır.

Temel Ebeveyn İşlevleri
  • ·         Çocukların güven veren ebeveynlere ihtiyacı vardır.
  • ·         Çocuğa uygun ve çocuğu geliştiren sınırlar konulmalıdır. (Örneğin “oyun oynayabilirsin ancak misafir gelecek odanda oynayabilirsin, salonda değil.)
  • ·         Erken dönemden bir travma yoksa ve köklenmiş bir sorun değilse semptom fark edildikten sonra  doğru anne baba davranışıyla sorun kısa zamanda çözülür.
  • ·         Sınır konulmamış çocuk okulda engellerle karşılaşıyor, ne yapacağını bilemiyor!
  • ·         Sınır konmayan çocuklar başkalarının sınırlarını zorlayan manipulatif yetişkinlere dönüşürler.

·         Teskin etmek ne demek?
o   çocuğun üzülmemesini sağlamak değil
o   Anne babanın çocuğun duygularını ve bedenini düzenleyici işlevi
·         Regüle etmek ne demek?
o   Beynin kendisini güvende hissetmesi
o   Yüzümüzü (yumuşak bir yüz), sesimizi (ninni söyler tonda bir ses) ve bedenimizi kullanarak çocuğumuzu regüle edebiliriz.

ÖNEMLİ!!! 0-6 yaş döneminde çocuğu ağlarken yalnız bırakmamamız gerekiyor.

AKTARIMLARIMIZ
  • ·         Amaç geçmişi deşmek değil. Yetişkin muhakememizle çocuk değerlendirmelerimizden çıkmamız gerekiyor.
  • ·         3 nesil önce büyükannemizin yaşadığı sorun bizde devam ediyor olabilir. Bunu engellemek için kendimizi çok iyi tanımamız gerekli.
  • ·         Nesiller arası aktarım ne demek? 25 yaşında ölen bir babanın oğlunun 25 yaşında depresyona girmesi.
  • ·         Çözemediklerimizde koruma mekanizmaları devreye giriyor. Çözümlenememiş sorunlarda 5 yaşında kullandığımız savunma mekanizması ile 35 yaşındaki aynı olmamalıdır, değişmelidir.
  • ·         Çocuğa “özne çocuk” yerine “nesne çocuk” olarak davranmamız da aktarımlarımızın bir sonucu. Örneğin, kendime iyi anne baba olduğumu kanıtlamak için çocuğu kurstan kursa sürüklüyorum ancak bunu o istiyor mu farkında bile değilim!! Çocuğa nesne olarak davranıldığında çocuk bunu her koşulda anlayacaktır.
  • ·         Anne kendisi üşüdüğü için çocuğu kat kat giydirmesi bile çocuğa nesne olarak yaklaşmasının bir göstergesi.


AYNALAMAK
·         Çocuk, kaynak duygu ve düşüncelerinin farkında değildir. Ona davranışı ve kaynağını aynalamak, kendisini görmesini sağlar:
o   “Seni anlıyorum.”
o   Empati kurmak
o   Görülen davranışı söze dökmek.
·         Duyguları anne babası tarafından aynalanan çocuk anlaşıldığı için güven duyacaktır ve sakinleşecektir.
·         Duygularını regüleetmeyi öğrenmiş olan çocuk hayatta zorlanmaz.

ÖNEMLİ!!! Ateşte eriyen tereyağ gibi eriyen değil, suda haşlanıp sertleşen çocuk yetiştirmek gerek!

Günümüzde Çocuk Yetiştirirken Takıldığımız Noktalar

Fatma Hanım seminerin sonlarına doğru benim çok hoşuma giden bir konuya değindi:
  • ·         Çocuk,gün içinde yemesi gereken 10 gram fındığı yemediğinde hastalanmaz, bitap düşmez!
  • ·         “Çocuk travmatize oldu, öldük bittik” diye bir şey yoktur
  • ·         “Aman çocuk acı çekmesin!” demek çözüm değil çözümsüzlük getirir. Duyguları engellememek gerekir.
  • ·         Anne ve babalarda eksiklik ve yetersizlik duyguları hakim!
  • ·         “piyano kursuna gitmezse hayatı kayar” düşüncesi ne yazık ki hakim
  • ·         Cam gibi kırılgan değildir çocuklar; bunu aklımızda tuttuğumuzda daha makul davranmamız daha mümkün gibi gözüküyor.

Ben bu eğitimden ne öğrendim?
  • ·         Çocuklarımızdan korkmamamız gerektiğini
  • ·         Tabii ki sınırlar koymamız gerektiğini
  • ·         Duyguları bastırmamamız gerektiğini
  • ·         Çocuğumuzla olan ilişkimizde sözlü mesajları verirken davranışlarımızın ve bizim içinde bulunduğumuz duyguların ne kadar önemli olduğunu
  • ·         Suçluluk duygusunun kötü pişmanlık duygusunun onarıcı olduğunu kendi adıma öncelikli olarak aldım.

Her eğitimde olduğu gibi bu eğitimden de bazı kitap tavsiyeleri ile ayrıldık:

-Freud’a ne yaptık da çocuklarımız böyle oldu. Catherine Mathelin Kitap Yayınevi
-Ailede iyileştirici sevgi Harville Henderix – Helen Hunt Kaknüs Yayınevleri
-Geçmiş şimdi olduğunda -David Richo, Kuraldışı yayınevi
-Hakettiğiniz Aşkı Yaşayın Harville Hendrix sistem yayınevi
-Öfke Dansı Harriet Lerner Varlık yayınları

(*) Uzman Psikolog Fatma T. Karakuş’un makalelerinden alıntıdır.
Karakuş’un alıntısının kaynağı: Unutkan Erkekler ‘Hadi’leyen Anneler, Fatma Torun Reid, Remzi Kitabevi

* 12 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com'da yayınlanmıştır.




9 Aralık 2013 Pazartesi

evet anneler de hata yapar hem de en sağlamından...

Geçenlerde oğlu okumak istemeyip okulu bırakan bir anneyle konuşuyorduk... Amacım burada o konuşmayı paylaşmak değil, devamındaki bir cümleden yola çıkmak. Kızının da liseyi bitirdikten sonra "okumasam da aynı olurmuş, okuyanla okumayan aynı parayı kazanıyoruz" dediği bir dönemden bahsetti...

Konuşmamız bitti, ben günlük işlerin peşinde koşturdum, araya bir sürü iş girdi, bir sürü şey okudum, başka birçok kişiyle sohbet ettim. Sonra ertesi gün sabah panjurları açarken bu konuşma ve Mert'le okulunun oryantasyon / adaptasyon döneminde yaptığımız bir konuşma kulaklarımda çın çın çınlayıverdi ve ben günü kurtarmak adına ne demişim böyle  diye kafama bir şey dank etti!!

Mert'i okula götürdüğüm bir sabah saati, Mert o ilk ay içinde sabit kullandığı repliği söyledi: "Ben, bugün okula gitmeyeceğim!" "Tamam oğlum gitme!" dedim. Her gün aynı repliği duyunca ve bu arada kucağımda o sıralar 2 aylık olan İpek varken sabrım süper şahane bir seviyede olamıyordu; hoş bu dönem çoooook eskilerde kaldı artık her şey süt liman desem kendimi kandırmış olurum! Mert, "Tamam" sözünü duyunca bir seviye değil birkaç seviye tırmanıp "Sadece bugün değil, ben hiç okula gitmeyeceğim!" dedi. Hah oldu!!!

Bunun üzerine bir sürü cümlenin yanında benim için o an çok ama çok mantıklı olan şu cümleyi de kurdum: "okula gitmezsen bir sürü yeni şey öğrenemezsin, arkadaşların okulda olduğu için kendine oyun oynayacak hiç arkadaş bulamazsın..." veeeee "ileride işin olmaz, para kazanamazsın, kendine yiyecek bir şeyler almakta zorlanırsın bıdı bıdı bıdı..." daha başka bir şey söyledim mi hatırlamıyorum,  cümlelerin vahameti nedeniyle beynim hatırlamamayı tercih ediyor olabilir! O da bana "caddede gördüğümüz o ağbiler gibi mi?" diye sordu onu hatırlıyorum. Caddede para, yemek isteğiyle yanımıza gelen ağbiler, ablalar bir ara Mert'in bayağı bir meraklanmasına neden olmuştu:

"Anne, ne istedi ağbi senden?"
"Anne, neden para istiyor abla?"
"Anne, neden açlarmış?" vs vs...

Ve beeeeen o anki "eyvah bu çocuk okula hiç gitmeyecek paniği" ve o dönemki tekrarlanan mantıklı cümlelerim de sabrımla birlikte tükenmiş olduğundan "evet o ağbiler gibi" deyiverdim!!! O gün Mert, "hayır ben baba gibi çalışacağım, o yüzden okula gideceğim..." benzeri bir şey söyledi, ben de gönül rahatlığıyla evden çıktım, Mert'i okula bıraktım ve günüme normal bir şekilde devam ettim...

Taaaaaa ki üzerinden bayağı bir zaman geçene kadar, geçtiğimiz Cuma gününe kadar... O panjuru açarken "eh dilini eşek arısı soksun!" dedim kendi kendime!!! Ben ne demiştim. Resmen Mert'e alenen okula gitmelisin çünkü ileride para kazanmalısın, ileride çalışmalısın; bunun için de okula gitmelisin demiştim. Yani okula kendini geliştirmek için, farklı bakış açıları kazanmak için, kendinden farklı pek çok insanın ve düşüncenin ve inancın ve vs vs dünyada varolduğunu görmek/ öğrenmek/ yaşamak için (evet biliyorum bizim eğitim sistemimiz bunlarla mı donatılmış diyor olabilirsiniz;o da ayrı bir tartışma konusu) değil de ileride işin olsun diye gitmelisin mesajı vermiştim!!! Bu cümlenin öncesinde tabii ki inandığım bu cümleleri zaten milyon kere o ay içinde söylemiştim ama işte o son vuruş cümlesi hafızasında öyle bir yer etti ki o gün tıpış tıpış okula gidiverdi!

Evet her şeyin bir telafisi var, ben bu saçma sapan doğru orantıyı (umuyorum) kaldırabilirim ama hayatta inanmadığım, doğru bulmadığım hatta hatta "çocukları yarış atı" haline getirdiğim sistemin temeline vurgu yapmışım!!! Ne diyeyim #direnannelik #direnMert...

5 Aralık 2013 Perşembe

2 Çocuklu Gündelik Hayat*

Geçen sene bu zamanlar gibiydi İpek’e hamile olduğumu öğrendiğimde… İlk iş zaten Mert’i 3 yaşında başlatmayı planladığımız, hamilelikle birlikte de başlatmayı ertelemememiz gerektiğini düşündüğümüz anaokulu araştırmalarına başladım. Aslında aklımızda bir yer vardı ama hamileydim götürüp getirebilecek miydim, servis işine de en baştan girmek istemiyordum falan falan… Bunları bir ara bayağı yazdım kendi bloğumda…
Bu araştırmanın yanı sıra internette sıklıkla iki çocuklu hayatla ilgili yazılar ararken buldum kendimi… Ama öyle kıskançlık hikayeleri, birinci çocuğu kardeşe  hazırlamak, doğumdan sonraki ilk ay  gibi değildi aradığım konu… Tabii onlar da vardı ama öncelikli olarak merakım  farklıydı. Basit, düz… “2 çocuklu annelerin doğumdan sonraki ilk haftalar geçtikten sonra gündelik yaşamları nasıl?”dı onu merak ettim… Belki bana denk gelmedi, belki de kimse yazılmaya değer bulmadı ve yazmadı.
2 çocuklu hayatta 4 ayı geride bıraktık bu konuda yazabileceğim ilk cümle: “günler hangi hızda geçiyor hiç anlamıyorum!” olabilir.
Sabahları genelde 5 civarı İpek tarafından süt isteğiyle uyandırılıyorum. İpek ve ben “sütçü” anne  yarı uyanık yarı uykulu bir çift olarak süt işimizi hallediyoruz ve şanslıysam (şanslı değilsem 6- 6 buçuğa kadar İpek gayet uyanık bir şekilde mırıldanarak zamanını geçirebiliyor) uykuya dalmış olan İpek odasına bırakılmak ben odama dönmek suretiyle uykumuza devam ediyoruz. 7- 7 buçuk aralığında Mert’in uyanması ile hayat gerçek anlamda başlıyor- yani başlamak zorunda kalıyor. Mert’e “saat 8 olmadan ben uyanmam”  cümlesini çok net öğretmiştim aslında ama Mert uyanınca İpek’in uyanması da genelde kaçınılmaz oluyor ve ben saat 8 olmadan uyanmaya mecbur kalıyorum! Yataktan sürünerek çıkan ben, günde biri sabah biri okuldan geldikten sonra toplam 2 kez olan çizgi film hakkını mutlaka ve mutlaka kullanmak isteyen Mert’e kayıtlı çizgi filmlerinden birini açıyorum. Sonrasında sırayla yatağın toplanması, giyinmek, İpek’in giyinmesi ve Mert’in sabah kahvaltısını hazırlanması derken 20 dakikalık çizgi film sona eriyor.  Araya bir yerlere sıkışmış bir süt seansımız daha var tabii İpek’le… Bu arada bir de Mert’in giyinmesi var ki kendi giyinmek istediği için normale göre daha uzun sürme ihtimali olabiliyor. Ancak Montessori felsefesini destekleyen bir anne olarak ne yazık ki sabahları Montessori’ye ihanet edercesine “hadi, hadiiiii, hadi oğluuuuumm”ların sayısı artabiliyor…
Saat 9 gibi evdeki süper üçlü kapı önünde olmaya çalışıyoruz ki Mert’i saatinde okula teslim edebilelim. Evden çıkar çıkmaz “şoför” kimliğim ortaya çıkıyor, Mert’in okula adaptasyon sürecinde keyifli bir okula gidişimiz olsun diye başladığımız “Anne şimdi sen taksici ol” ile taksicilik oyunumuz başlıyor! Sırasıyla İpek’in, Mert’in ve benim kemerlerimiz bağlanıyor ve yola çıkıyoruz… Yolda genellikle geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi vermeye çalışıyorum Mert’e, erken midir geç midir bilmem ama yolları tanısın, yön duygusu gelişsin diye düşünüyorum. Zamanında ablamı okula bırakırken annem bana aynısını yapardı, ondan mıdır bilmem İstanbul içinde zor kaybolurum…
 Mert’i okula bıraktıktan sonra saat 4-5’e kadar zaman bizim… Bazen eve dönüyoruz, evdeki işlerimi bitirmek için, kimi zaman caddede yürüyüşe çıkıyoruz, bazen market alışverişi, ziyaretler, buluşmalar derken saatin nasıl 4 olduğunu anlamıyorum! Son zamanlarda eve girememekten dolayı evi özlediğim doğrudur! Tabii bu arada İpek saat 10 gibi (eğer çok huysuzlanmamışsa) tekrar sütlenip sabah uykusunu uyuyor (huysuzlanmışsa bu saatteki sütü pas geçtiğimiz oluyor), eve dönmüşsek yatağında, dönmemişsek slingde… Tabii ki slingdeki uykusu çok çok daha uzun oluyor. Öğlen saat 1 gibi ise İpek’in öğle sütü ve evdeysek biraz halı üzerinde zaman geçirmesi mümkün oluyor. Yok dışarıdaysak uyku zamanı ile uyanıklık birbiri içine geçmiş bir süreç oluyor. Mert bebekken Mert’e rutin oluşturmaya mutlak gözü ile bakan ben İpek’te gördüm ki her çocuk farklıymış: İpek kendi düzenini kendi oluşturan bir bebek oldu bizim gündelik akışımız içinde… Tabii bunda Mert doğduktan 6 ay sonra işe dönecek olmamın etkisi çok büyüktü bence… Mert’e bir rutin hazırlamalıydım ve onu o rutinle ona bakacak kişiye sunmalıydım! Yani böyle düşünmüşüm o zamanlar, şimdi daha iyi farkediyorum… O zamanlar Mert uykusunu atladığında ya da sütünü her günkü saat dışında emdiğinde benim için olay olurdu! O zaman rahatım sanıyordum ama şimdiki rahatlığımla kıyaslayınca “o zamanlar içimde bir stres canavarı büyütüyormuşum” diyorum!
Saat 4 civarı İpek’i (eğer istiyorsa) bir kez daha emzirip (istemezse Mert’i okuldan alıp geldiğimizde emziriyorum) Mert’i alma yollarına düşüyoruz. 4 buçuk 5 civarı Mert’i alıp eve dönüyoruz; ki bence günün esas zorlu saatleri bunlar… Mert, günün yorgunluğuyla huysuzluğa; İpek de bence bebeklerin güneşin batmasıyla başlayan “uyut beni” ya da “uyumak istemiyorum ama uyku saati geliyor” huzursuzluğuyla süper bir ikili olabiliyorlar. Buradaki en iyi çözüm İpek’e slingde kısa bir akşam uykusu uyutmak, o sırada da Mert’le akşam yemeğini hazırlamak olabiliyor. Ha bu arada 7’ye doğru evin baba kişisi eve gelip de Mert ya da İpek’i aldığında, hatta bazen ikisini de oyaladığında akşamı benden iyi geçiren yoktur diye düşünüyorum J
Elimizden geldiğince 7 civarı akşam yemeğini yemeye çalışıyoruz ki ben 7 buçukta İpek’i emzirip uyutayım. Yemeğin ardından evin tellaklığı babada olduğu için Kerem sırasıyla İpek’i ve Mert’i banyoya sokuyor. İpek banyodan çıkınca ben İpek’i teslim alıyorum, Mert’i banyoya gönderiyorum. İpek’i emzirip uyuttuğumda banyosunu yapmış, pijamalarını giymiş bir Mert teslim alıyorum. Bazen babayla kitap okumuş oluyorlar o zaman ben direkt  “haydi uyuyalım” diyerek “yastık” görevi gören anne oluveriyorum. Babayla kitap okumamışlarsa “okumacı” anneden sonra “yastık” görevim başlıyor. Genellikle 8 buçuk 9 civarı bizim evde uyku saati tamamlanmış, yorgun bir anne baba olarak biz, koltuğa yayılmış oluyoruz… Uykuda saat 9, hafta içi benim için görülmesi gereken en son sınır şeklinde! 9’u geçen her bir uyanık dakika ise beni hızlı bir şekilde “sinirli” anne sınıfına sokabiliyor…
Büyüme ile uyku arasında, hatta karanlıkta uyunan uyku arasında önemli bir ilişki olduğunu her yerde okumak mümkün; ben Mert’in doğumundan bu yana uyku konusuna takık (bu takıklığı abarttığımda zaman zaman gereksiz üzülmüş) bir anne olarak bebeklerin ve özellikle küçük çocukların, en azından bizim evdeki bebek ve çocuğun, akşam 8’den sonra ayakta olmamasını tercih ediyorum. Hem onların sağlıklı büyümelerine çok büyük etkisi olduğuna inanıyorum hem de günde tamamen bana kalan bir iki saate ihtiyaç duyuyorum. Gündelik hayat yazısını uyku konusuna bağlamak üzereyim, uyku ile ilgili milyonlarca fikrimden sıyrılıp bu yazının konusuna geri dönüyorum…
Gece, genelde gündüz yaşadığımız hızlı, oradan oraya koşuşturmalı hayatın tam tersini yaşıyoruz… Evimizde misafir de olsa, biz bir yere de gitmiş olsak genelde bu uyku saatine dikkat ettiğimizi söylemek mümkün… Zaten artık alışkanlıktan ve bütün gün okulda harcadığı enerjiden dolayı Mert, beden dili ile uyku saatinde uyumak istediğini bas bas bağırıyor; ona sorarsak “hayır uykum yok” diyebilir bunu da not düşeyim… Ama içinde bulunduğu ortamdan çıkarıp sakin bir ortama girdiğimizde uyumaması da mümkün değil. İpek için durum Mert kadar oturmuş değil tabii ki, onun mümkünse uyku öncesinde fazla uyarana maruz kalmamış olması tercihim, ki…
Akşam artık 10 buçuk civarı İpek “dream feeding” denilen uyku arası emme sürecini tamamlayınca artık benim için uyku çanları çalmaya başlayabiliyor. Ama ne yazık ki erken uyuyacağım dediğim her gün 12’den önce uyuyabildiğimi hatırlamıyorum; tabii yorgunluk nedeniyle sızdığım günler hariç…

Kısaca normal rutindeki bir gün böyle geçiyor bizim evde… Biraz koşturmacalı, yetişme telaşlı, arada İpek’in uyku saatlerinin süt saatlerinin birbirine karışabildiği, sanki dışarıda bir yerde çalışıyormuşum gibi mesai saatlerinin olduğunu hissettiğim, hatta fazla mesainin pek sık olduğu günler yaşıyoruz genelde… Arada çok gülüyorum, bazen diyerek ağladığım oluyor, bazen çok eğlenceli bir anne oluyorum, bazı gün ileri derecede kuralcı… Akşamları genelde yorgun buluyorum kendimi, sabahları uyanabildikten sonra ise şarj olmuş oluyorum, uyandırıldığım ilk dakikalardaki “öğlen İpek uyuduğunda ben de uyuyacağım düşüncesi” tamamen uyanmamla çoktaaaaan çöp olup gidiyor… Gün içinde yaşadıklarımız değişebiliyor, o değişenlerden bana kalan duygular da değişiyor doğal olarak. Ama değişmeyen tek şey, sabah uyandığımda ve gece uyumadan önce ve aklıma gelen her an “sağlıklı ve bir arada  olduğumuz” için şükretmem oluyor…

*Bu yazı aynı zamanda www.internetanneleri.com 'da da yayınlanmıştır.

4 Aralık 2013 Çarşamba

#BlogFırtınası : 4. gün - oyuncu anne Keriman...

Ehh bu aralar en öne çıkan kimliğim "annelik" ya  "Kafanızdan bir karakter atın ve onun hikayesini yazın" diyince de öyle süper kahramanlar, Balerina Cif kıvamında her şeye yetişir karakterlerden ziyade hayalimde çooook rahat hatta çocuk kısmı ağır basan bir anne canlandı... adı da Keriman (nedense bir isim bulayım dedim aklıma Keriman geldi; Kerem'in rahatlığından bu isim mi çağrışım yaptı acaba!!!???)

Keriman 32 yaşında 4 yaşına yaklaşan bir oğlu, 4 aylık da bir kızı var...Çalışmıyor, evde...Yani evde çalışmıyor... Saçma bulur "ev benim en rahat olmam gereken yer niye kasayım kendimi" der atar koltuğa kendini en rahatından... Evi derleyen toplayan ekstra kimse yok Kerimanların evinde; Keriman evi derliyor topluyor ama herkes kadar... Oğlu kadar, kocası kadar, hatta neredeyse kızı kadar! Salonda bir bardak kalmış onu mutfağa koyalım, hatta bulaşık makinesine koyalım ortalıkta sürekli alakasız şeyler dolanmasın derdi yok Keriman'ın, "amaaaan kullanırız kullanırız sonra hepsi birikince toplar kaldırırıız" der Keriman... Eve girince yere atılmış mont görünce etrafından dolanır Keriman, öyle alayım da asayım ya da "oğluma söyleyeyim de kendi asma sorumluluğu kazansın" falan diye de düşünmez Keriman, "amaaaaan çocuklu ev burası"der ve geçer, montu "yer"inde bırakır- ve geçer... "Çocuklar yemek yesin tabii, hem de en lezzetlisinden der Keriman, keyif alsınlar, lezzeti bilsinler" der; birlikte girer mutfağa ama öyle öncesinde temizlik kuralları, sıralı yapılacak işler listesi falan yoktur Keriman'ın... "Akşam uyku saati önemli tabii çocukların büyümesi için ööööyle çok geçlere kalmasınlar" der ama oğlu "bir kitap daha bir kitap daha bir kitap daha" derken 10 kitap okumaktan gocunmaz Keriman... Tabii çocuklar uyudu dur ben de mutfağı toplayayım, çamaşırları makineye atayım bıdı bıdı derdi de yoktur Keriman'ın "amaaaaan bir boş vakitte toplanır elbet, yıkanır elbet" der alır kitabını çekilir bir köşeye; kendiyle başbaşa kalmanın keyfini çıkarır Keriman...Dinlemez kimseyi, takmaz kafasına "doğru mu yaptım yanlış mı acaba" diye "olduğu kadar, olmadığı kader!" der yürür gider kendi yolunda... Yok bebeği sallamışım,yok uyku rutini yapmamışım,yok anne sütü 2 yaşına kadar vermişim ya da 2 aylıkken sütten kesmek zorunda kalmışım, emzik vermişim yanlış yapmışım,emzik vermişim doğru yamışım, tuvalet eğitimine geç kalmışım, katı gıdaya sebzeyle başlamışım,hayır hayır meyveyle başlamışım dertleri yoktur Keriman'ın önemli olan sohbettir çocuklarıyla oyundur... Oyuncu anne Keriman...