anaokulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anaokulu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2017 Perşembe

Alternatif Eğitime bir veli bakışı

Merhaba sevgili okul arayışında olan ebeveyn arkadaşım,

Öncelikle bu (okul) arama, (çocuğu) kurtarma sürecinde ben kimim, ne sıfatla bu yazıyı yazıyorum ondan bahsedeyim kısaca: Yaklaşık 7 yaşında ve anaokul süreci + 1. sınıfın ilk dönemini arkasında bırakmış bir yavru kuşu ile 3.5 yaşında anaokulunun ilk dönemini arkasında bırakmış bir yavru kuşu daha olan bir anneyim.

İlk çocuğunda, yanlış saymıyorsam uygun olmayan 2 oyun grubu ve 2 anaokulu denemesi sonrasında doğru anaokulunda çocuğu 3 yılını geçirirken büyük  bir rahatlıkla gözü arkada hiç kalmamış; ikinci çocuğunda ise 3 yıl "kesintisiz" ev ortamı, arkadaş çocukları ve parklar diyerek en ufak bir oyun grubu denememiş bir anneyim. (0-3 yaş oyun/ çalışma/ eğitim gruplarıyla ilgili fikirlerimi de bir ara uzun uzadıya yazmayı planlamakla birlikte şu an bu derin konuya dalmamayı tercih ediyorum.)

İlk çocuğu ilkokul dönemine doğru yaş alırken, var olan ezberci, ödül ve cezacı (özellikle stickerlı ödül sistemine (!) ayrı bir antipati duymaktayım), merkeze çocuğu koymayan eğitim sisteminden çocuğunu nasıl en az hasarla kurtarabilirim diye araştıran/ soruşturan ve son dönemece doğru "hepsi farklı bir özelliğini öne çıkarıyor ama aslında hepsi hemen hemen birbirinin aynısı!" demiş bir anneyim.

25 Aralık 2015 Cuma

Ali Koç ile "İmdat Veli Oluyorum!" Semineri

Ezber bozan, "genel geçer doğru" sandıklarımızı sorgulatan konuşmaları çok seviyorum ben...

Çocuklarımla ilgili olarak pek kaygılı bir anne olduğum söylenemez (baba tarafında ise gayet rahat bir baba mevcut); ancak bebekliklerinden bu yana hangi konuya kafam takılmışsa hep o konuyla ilgili bir sıkıntı yaşadığımızın farkındayım... Yavaş yavaş da ilkokul zamanı yaklaşıyor evin büyük çocuğu için... O kadar gönlümün, aklımın rahat olduğu bir anaokulunda ki mümkün olsa orada kalsın daha yıllarca... 

Cumartesi günü Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği'nin organizasyonu ile eğitimci ve Eğitimpedia web sitesinin sahibi Ali Koç'un 2 saatten fazla süren "İmdat Veli Oluyorum!" seminerini keyifle dinledim... Ali Koç'un neler anlattığını özetlemeye çalışacağım ama öncelikli önerim Ali Bey'i dinleme imkanı bulabilirseniz mutlaka dinleyin; çünkü konuşmacı olarak çok etkileyici ve dinleyiciyi sürekli uyanık ve meraklı tutmayı başarıyor, anlattıkları dinleyenin aklına kazınıyor... Yer yer kendisini, ebeveynlikteki genel tutumlarıımızı, çocuklarımızın gözündeki hallerimizi inceden inceye ti'ye alıyor...

11 Aralık 2015 Cuma

Çocuklar, biz ve (olası) İstanbul depremi...

Bu akşam yine evdekileri organize edip Mert'in okuluna toplantıya gittim; evdekiler alıştı artık benim "akşam toplantılarım"a... Okulun işlerine destek olmaya çalıştığımı biliyor Mert, eskiden her toplantıyı "kermes" toplantısı sanıyordu, artık öyle sanmıyor mesela :)

Bugünkü toplantımız "acil durum/ olası İstanbul depremi" konulu bir veli toplantısıydı... Bu konuyu konuşmaktan hiç ama hiç hoşlanmıyorum, içimde bir yerlerde sanki bir düğmeye basılmışçasına sıcaklamaya başlıyorum, derin derin nefes alıyorum falan! Ama konuşmak da lazım, "olacak"tan kaçamayacağımıza göre! Bugün okul müdürümüz ve öğretmenlerimizle biz veliler bir araya gelip deprem öncesi öğretmenlerimizin çocuklarımızla yapacakları tatbikatı, onlara bu tatbikatı nasıl anlatacaklarını dinledik... Sonra konunun sevimsiz taraflarına geldik: Depreme çocuklarımız okuldayken yakalanırsak ve (umuyoruz ki) bir enkaz durumu olmazsa okulumuzun öğretmenler ve çocuklarla nasıl tahliye edileceği, nerenin toplanma alanı ve velilerle buluşma alanı olarak kullanılacağı, çocukları kimlerin, ne kadar zaman içinde teslim alacağı/ alması beklendiği, alınamama durumuna karşı hangi B planının devreye gireceği, iletişim kanalımızın ne/ler olabileceği, çocuklar serviste iken bu durumun yaşanması durumunda neler yapabileceğimiz gibi gibi pek çok akla gelen ve gelmeyen noktayı konuştuk ve kendimizce bir veya birkaç plana bağladık. Yaşanmasını istemediğimiz ancak yaşanırsa da çocuklarımıza olabildiğince planlı, sağlıklı, güvenli ulaşabileceğimiz metodları belirledik kendimizce...



7 Haziran 2014 Cumartesi

Bir Küçük Kara Balık Hikayesi

Bugün yaşadığımız buydu benim için: Bir Küçük Kara Balık Hikayesi... Son bir haftadır yoğun olmak üzere geçtiğimiz 3 hafta Bir Küçük Kara Balık Hikayesi kurgulamışız hep birlikte... Kim miyiz biz? 3-6 yaş grubuna ait 44 çocuklu minik bir okulun velileri... Bir ticari kuruluş olmayan, kar amacı gütmeyen, veli insiyatifi ile ayakta olan bir okul bizimkisi... Okulumuz minik ama amaçlarımız bize hayat boyu öğretilen/ dayatılan standartlardan farklı... Okulumuzun, çocuklarımıza yaklaşımında yaşadığımız ülkenin standartlarından farklı bir yaklaşım var. Ama ben buna girmeyeceğim şimdi, okumak isterseniz buradan buyurun...

Bugün benim için, öncesinde koşturduğum, planladığım, çalıştığım, ürettiğim, paylaştığım (hava koşulları nedeniyle) kaygılandığım; gün içerisinde yine çalıştığım, paylaştığım, gün sonunda ise yorulduğumu anladığım ama çok keyif aldığım bir gün oldu... 1 ay kadar önceydi, bugün Küçük Kara Balık Kermesi'ni yapmaya karar verdik. Eski ilkokul zamanlarımdan kalma bir kavram benim için "kermes"... Eskilerde bir yerlerde anılarımda kermesler var da hiç organizasyonunda bulunmamıştım... Geçtiğimiz bir aylık süre içerisinde bu 44 çocuklu okulun velileri olarak organize olduk, ekiplere ayrıldık, kimimiz mekan sorumlusu olduk, kimimiz satılacak ürünler sorumlusu, kimimiz yiyecek sorumlusu,kimimiz süsleme, kimimiz de çocuklara yapılacak aktivitelerin sorumlusu... Bu 1 ay içerisinde 3 kez akşam saatlerinde çocukları babalaarına ya da annelerine teslim edip toplantı yaptık; mailler, whatsapp grupları derken her kanaldan iletişimimizi sürdürdük... Her birimiz görevimizi gayet ciddiye alarak bir kurumsal şirket düzeninde sorumluluklarımızı yerine getirdik. Son bir haftadır ise kah birimizin evinde kah birimizin iş yerinde bir araya gelip ürünlerimizi meydana çıkarttık, süslerimizi hazırladık, hayatım boyunca keyifle hatırlayacağım sohbetlere imza atarak kaynaştık...

Bugün kermes alanımızda hepimiz var gücümüzle hepimizin elinden çıkan ürünleri sattık, gelen misafirlerimizi ağırladık, çocuklarımızı eğlendirdik; kısacası eve gelip (çocukları da uyuttuktan sonra) ayaklarımı uzatınca fark ettim ki çok yorulmuşum ama çok da keyif almışım...

Yarın sabah Mert'e anlatacak bir Küçük Kara Balık Hikaye'm var benim: paylaşarak çoğalmanın, bir amaç için çalışmanın, kaynaşmanın güzelliğini anlatan, herkesten öğrenilecek bir şeylerin olduğunun altını çizen bir hikaye... Akşam sakinliğinde ayaklarımı uzatıp da bugünü düşününce beni gülümseten bir hikaye...  


16 Ocak 2014 Perşembe

Şans nedir?

Şans nedir? Piyangodan büyük ikramiyenin çıkması mıdır? ya da aklından geçirirken istediğin bir şeyin olması mıdır?

Bugün Mert'in okulundan aldığım iki e-mail ve biraz önce Facebook'ta okul öğretmenlerinden bir tanesinin paylaşımını okuyunca işte benim için şans bu dedim... Oğlumu, bir tanecik kıymetlimi çok keyifli olduğunu bildiğim, ona saygı duyulduğuna emin olduğum, sık sık "ben de çocuk olsam da sizin okula gidebilsem Mert" dediğim bir anaokuluna göndermek... Şans, okulla bizim evet aynı sokakta değil ama 15 dakikalık bir mesafede olmamız ve buraya gönderebilmemiz... Şans, aman canım her okul aşağı yukarı birbirine benzerdir diyerek başka bir deneyim yaşadıktan sonra son anda kaydımızı buraya yaptırabilmemiz...

Ya da bu şans değildir de mutluluktur, keyiftir, huzurdur... Kısacası güzel bir şeydir...

Bana bunları düşündüren, gece gece yüzümü gülümseten, bugün okuduğum e-mailleriyle gözlerimi dolduran, sadece çocuklarımızı değil biz anne babaları da içine katıp bizi kocaman bir ekip, grup, aile yapan okulumuzu ben çok çok sevdim... Şans da bu bence:)

Yüzünüzde bir gülümseme olsun isterseniz, şu kısa videoyu izleyin... Burada kısaca izlediğimiz video benim oğlumun hayatının gerçeği ve ben bundan çok ama çok mutluluk duyuyorum:))

http://www.youtube.com/watch?v=9hDxWtACKcU



4 Ocak 2014 Cumartesi

Alternatif Egitim uzerine Finlandiya örneği... *

2 hafta önce Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminere katıldım, konusu: “Açık Alanda Eğitim ve Orman Anaokulları”. Finlandiya’da yaşayan çevre eğitmeni ve okul öncesi uzmanı Gaye Amus bize açık alanda/ doğada eğitimin yararlarını anlattı ve orman anaokulları ile ilgili Finlandiya’daki deneyimini paylaştı.

Ben böyle bir seminere neden gittim? Nedeninden önce şunu söyleyeyim, genelde dinleyici kitle anaokulu öğretmenleri, yöneticileri ve benzeri eğitmenlerden oluşuyordu, sadece “anne” kimliği ile katılan başka bir katılımcı var mıydı bilmiyorum. Bu seminere gitmek istedim çünkü içinde bulunduğumuz eğitim sisteminden ben öğrenciyken de memnun değildim, kaldı ki arada geçen 20 civarı senede eğitim sisteminin / sürecinin ve eğitime bakış açısının ne yazık ki geriye gittiğine inanıyorum. (Bunun nedenleri ayrı bir yazı konusu olur, bir gün onu da yazarım belki… ) Bu nedenle çevremde duyduğum alternatif eğitim şekillerini, süreçlerini, sistemlerini merakla takip ediyorum, dinlemeye/ okumaya çalışıyorum.
“Orman okulları” diye bir kavramdan ilk olarak yaklaşık 2-3  ay önce Mert’in yeni okuluna oryantasyon süreci devam ederken bir arkadaşımla beraber bir kitapçıda rastladığımız Mikado Çocuk’tan çıkmış olan “Benim Anaokulum” adlı kitap sayesinde haberdar olmuştum. Kitabı alma nedenim içinde anlatılan bir günün Mertlerin bir gününe benzemesiydi, böylece oryantasyon sürecinde işime yarayabileceğini düşündüğüm bu kitabı aldım. İçindeki bir sayfada da çocukların arada sırada ormanda yer alan doğa okuluna gittikleri yazıyordu. Okurken ilginç gelmişti böyle bir yaklaşım.

Neler dinledik Gaye Hanım’dan kısaca özetlemeye çalışayım:
Gaye Hanım, sunumuna başlarken dinleyicilere çocukları ayda bir ormana, ayda bir parka, 2 haftada bir ormana, 2 haftada bir parka, her hafta ormana, her hafta parka, her gün ormana ve her gün parka götüren kaç kişinin olduğunu sordu. Sorularda aydan güne geldikçe kalkan el sayısı azalırken ormana gitmekle ilgili sorularda parka göre kesin ve net bir şekilde daha az el kalktı. “e İstanbul işte” gibi bazı mırıldanmalar duyuldu arada…

Sonra açık havada eğitim ve orman anaokullarını 4 ana başlık altında anlattı ve bunların önemli olduğunu belirtti:
1.       Çevre
·         Eğitimin çoğu dışarıda gerçekleşiyor. (Zeynep’in notu: örneklenen anaokulu Helsinki’de Üniversite bölgesinde bir okul, alışık olduğumuz şekilde bir okul binası var, ancak alışık olmadığımız tarafı bahçesinin sadeliği ve haftanın 4 günü sabah buluşmasını okul binasında yaptıktan sonra yaklaşık yarım saatlik yürüme mesafesinde gittikleri ve günün büyük kısmını geçirdikleri orman)
·         Hava koşulları hangi şartlarda olursa olsun dışarıdalar.(Zeynep’in notu: örnek verilen ülke Finlandiya, dikkat çekmek isterim) -15 derece resmi rakam, yani -15 dereceye kadar dışarı çıkıyorlar. Yoğun bir fırtına olduğunda güvenlik önlemler alınarak dışarı çıkıyorlar yahut durum değerlendirmesi  yapılarak karar veriliyor ormana gidip gidilmeyeceği. Yağmur yağarken de ormana gidiliyor.
·         Geziler de yapılır bu okulda, öncelikli olarak da doğa gezileri
·         Orman ve bahçe ön planda
·         Doğa anaokullarında okulun bahçesi küçük ve sade (Zeynep’in notu: Bizim genelde alıştığımız sonradan yapma bahçeler, bahçesinde bir sürü plastik oyuncak vs yok; kumluk ve ağaçlık bir alan resimlerden gördüğümüz)
·         Ana yaklaşım şu: “okulun içinde yapılan her şey dışarıda da yapılabilir.”
·         Serbest oyun zamanları var, hatta çocuklar zamanlarının çoğunu serbest oyun şeklinde geçiriyor.  Bu oyun zamanlarında doğada buldukları malzemelerle oyun kuruyorlar. “Açık alanda olmak yaratıcılığı körükler” diyorlar.
·         Finlandiya’da  7 yaşına kadar okumayı öğrenme zorunluluğu yok, önemli olan oyuna odaklanmak. (Zeynep’in notu: ancak çevrelerinde herkesi bir şey okurken gördüklerinden dolayı okumaya ilgileri yüksek)
·         Okulun en küçüğü 2 yaşında ve 2 km yürümüşlüğü var J
·         Her zaman bir şey yapmak zorunda değiller, bir ağaç kovuğuna oturabilir ve diğer çocukları izleyebilirler ya da sadece dinlenebilirler.
2.       Esnek Parçalar (looseparts) :
·         Mimar Simon Nicholson’un geliştirdiği bir teoridir, esnek veya “dağınık” parçalar. Richard Louv da bunu “Doğadaki son çocuk” kitabında ele almıştır.
·         Çocuklar tek başına hiçbir şey ifade etmeyecek parçaları bir araya getirip oyun kuruyorlar.
·         Bahçede 3 hafta boyunca parça parça devam eden bir evcilik oyunu oynamışlar örneğin. Her gün oyuna yeni bir malzeme eklenmiş.
3.       Dayanıklılık (Resilience) :
·         Çocuklar birçok zorluk karşısında güç toplayıp yoluna devam edebilmeyi öğreniyor.
·         Risk alabilmeyi öğreniyor.
·         Fin kültüründe 3 yaş itibariyle çocuklara bıçak kullandırtıyorlar. Bizdeki “dur kesersin, dur düşersin” yaklaşımından farklı tabiiJ(Zeynep’in notu: biz de Mert’e keskin olmayan yemek bıçaklarını kullanabileceğini ancak dikkat etmesi gerektiğini söyleyerek başlamıştık sanırım 2.5 yaşındaydı o zamanlar; hatta aynı dönem babası ile birlikte tamir yaparlarken tornavida kullanmaya da minik minik başlamıştı. Burada bizim en temel kuralımız “elinde sivri, kesici bir şey varsa koşma” tabii bu yaklaşımımıza çevremizde irili ufaklı tepkiler olmadı değil!!)
4.       İşbirliği (collaboration):
·         Okulun yaklaşımında işbirliği, rehberli etkinlikler ve geleneksel oyunlar ön planda. (Zeynep’in notu: sunum sırasında izlediğimiz kısa bir videoda çocuklar kertenkelenin kuyruğu diye bir oyun oynuyorlardı. Arka arkaya dizilmiş bir grup bir çocuğun nünde duruyor, gruptakilerin hepsi bacaklarını A harfi gibi açıyor, çocuk da yerde kertenkele gibi sürünerek) sıranın en sonundaki çocuğun bacaklarının arasından geçtikten sonra ayağa kalkıyor ve sıranın en sonundaki çocuğun arkasına takılıyor, Böylece sıra uzadıkça uzuyor, kıkırdamalar, gülüşmeler arttıkça artıyorJ)
·         Veli katılımı çok önemli. Anaokuluna kayıt sırasında veliler hangi konuda okula destek verebileceklerini beyan ediyorlar. Veliler için gruplar var, böylelikle örneğin bahçeyle ilgilenen velinin bahçe işlerinde gönüllü olması veya gitar çalmayı bilen velinin bu yeteneğini etkinliklerde paylaşması sağlanıyor.

Diğer öne çıkan noktalar

Gaye Amus’un çalıştığı doğa anaokulunda
·         Çocuklar haftanın 4 günü dışarıdalar, 1 günü okul içindeler. Her gün bahçeye çıkarlar.
·         Yemeklerin hepsi organik.
·         Sanat etkinliklerini hem içeride hem de dışarıda yapıyorlar.
·         Çocuklara sıklıkla keşif fırsatları sunuluyor. Örneğin akşamdan bir buz kalıbına su dolduruyorlar ve bahçede bırakıyorlar. Sabah geldiklerinde kalıptaki suların donduğunu görüyorlar.
·         Okul haftanın 5 günü açık ve sabah 7’de girişler başlıyor, herkes geldikten sonra 8’de bahçeye çıkılıyor, akşam üstü 5 çıkış saati.
·         “Doğada evde olmak” prensipleriyle çalışan bir anaokulu.
·         2&3, 4&5, 6&7 yaşlar ayrı gruplardalar ama haftanın bir günü ormana gitmeyip  okulda kaldıklarında hep birlikte bahçedelerdir.
·         Bu okullardan Finlandiya’da 10 kadar varmış. Almanya’da 450 kadar, İsveç’te 190 kadar…
·         Bizim dinlediğimiz bu okul bir devlet okulu değil, özel okul. Ancak artık devlet de bu yaklaşımı desteklemeye başlamış. Devlet okullarındaki öğretmenlerin eğitilmesi için özel kurslar sağlanılıyor, pek çok devlet okulunda öğretmenler haftada bir ormana gidiyorlar.
·         Fotoğraf makinesi, kamera ve öğretmenlerin not defterlerine aldıkları notlar ile çocukların gelişimleri paylaşılıyor.
·         Müfredat- diğer anaokullarında nihayetinde ulaşılması beklenen,çocuğun gelişimini takip etmeyi sağlayan hedefler neyse bu okullarda da aynı sadece yöntem farklı.
·         Gidilen orman mutlaka önceden öğretmenlerce kontrol edilerek belirlenmiş bir alanı kapsıyor, orman anaokulunun kuruluş aşamasında da mekanın güvenli olup olmadığı önceden test ediliyor.
·         Ormanda hep aynı bölgeyi kullanıyorlar, hep aynı yeri kullanmak hem güvenlik açısından daha uygun hem de aynı yere gitmek çocuğa güvende duygusu veriyor.
·         Finlandiya’da 3 yaş üstü her 7 çocuğa 1 öğretmen, 3 yaş altı her 4 çocuğa 1 öğretmen düşüyor.
Benim bu seminerden aldığım notlar bunlarla sınırlı ama yaşananların, çocukların deneyimlerinin sonsuz olduğu muhakkak.  Bu şekilde okullar yurt dışında var bizde neden olmasın diyorum, yapmak istenirse yapılabileceğine inanıyorum. Mutlak bu okullardan yapılmalı, bizde de olmalı gibi bir yargım yok; ha tabii olsa, çoğalsa ne de güzel olur. Ama söylemek istediğim şu:
Bu okullar yurt dışında genelde büyük şehirlerde çocukların doğayla yeteri kadar iç içe büyümemeleri sonucu kurulmuş okullar olabiliyormuş. İstanbul’un da doğa, çevre anlamında durumu hepimizce malum… Belki eğitim yaklaşımlarımızın okullar bünyesinde değişmesi, çeşitlenmesi zaman alacaktır ama bizler bireysel olarak çocuklarımızı daha çok doğa ile bir araya getirebiliriz. Hala İstanbul’da ormanlar var, hala parklar var, deniz kenarı mevcut… Yazın yazlıklarda olan çocuklar hep yaz sonu bana büyümüş olarak gözükür. Neden? Doğayla, denizle, ağaçla, doğal malzemelerle, kumla, toprakla, suyla iç içe oldukları için…
Son olarak da kış aylarında olduğumuz ve neredeyse her çocuklu evde hastalığın kol gezindiği bu günlerde ben dışarılarda olmanın, temiz havanın, doğanın hastalıkları kışkışlayıcı tarafı olduğuna inanıyorum ve hemen sloganımı atıyorum: “kötü hava yoktur, kötü giyinmek vardır!” J Unutmayın, yukarıda bahsettiğim örnek Finlandiya’dan J


Kısa bir not: Seminerin sonunda Gaye Hanım, doğada eğitim ve orman anaokulları ile ilgili seminerler ve atölye çalışmalarının ileriki tarihlerde olabileceğini belirtti. İlgilenenler http://www.dogadaogreniyorum.org/ adresini takip edebilirler.

* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.

9 Aralık 2013 Pazartesi

evet anneler de hata yapar hem de en sağlamından...

Geçenlerde oğlu okumak istemeyip okulu bırakan bir anneyle konuşuyorduk... Amacım burada o konuşmayı paylaşmak değil, devamındaki bir cümleden yola çıkmak. Kızının da liseyi bitirdikten sonra "okumasam da aynı olurmuş, okuyanla okumayan aynı parayı kazanıyoruz" dediği bir dönemden bahsetti...

Konuşmamız bitti, ben günlük işlerin peşinde koşturdum, araya bir sürü iş girdi, bir sürü şey okudum, başka birçok kişiyle sohbet ettim. Sonra ertesi gün sabah panjurları açarken bu konuşma ve Mert'le okulunun oryantasyon / adaptasyon döneminde yaptığımız bir konuşma kulaklarımda çın çın çınlayıverdi ve ben günü kurtarmak adına ne demişim böyle  diye kafama bir şey dank etti!!

Mert'i okula götürdüğüm bir sabah saati, Mert o ilk ay içinde sabit kullandığı repliği söyledi: "Ben, bugün okula gitmeyeceğim!" "Tamam oğlum gitme!" dedim. Her gün aynı repliği duyunca ve bu arada kucağımda o sıralar 2 aylık olan İpek varken sabrım süper şahane bir seviyede olamıyordu; hoş bu dönem çoooook eskilerde kaldı artık her şey süt liman desem kendimi kandırmış olurum! Mert, "Tamam" sözünü duyunca bir seviye değil birkaç seviye tırmanıp "Sadece bugün değil, ben hiç okula gitmeyeceğim!" dedi. Hah oldu!!!

Bunun üzerine bir sürü cümlenin yanında benim için o an çok ama çok mantıklı olan şu cümleyi de kurdum: "okula gitmezsen bir sürü yeni şey öğrenemezsin, arkadaşların okulda olduğu için kendine oyun oynayacak hiç arkadaş bulamazsın..." veeeee "ileride işin olmaz, para kazanamazsın, kendine yiyecek bir şeyler almakta zorlanırsın bıdı bıdı bıdı..." daha başka bir şey söyledim mi hatırlamıyorum,  cümlelerin vahameti nedeniyle beynim hatırlamamayı tercih ediyor olabilir! O da bana "caddede gördüğümüz o ağbiler gibi mi?" diye sordu onu hatırlıyorum. Caddede para, yemek isteğiyle yanımıza gelen ağbiler, ablalar bir ara Mert'in bayağı bir meraklanmasına neden olmuştu:

"Anne, ne istedi ağbi senden?"
"Anne, neden para istiyor abla?"
"Anne, neden açlarmış?" vs vs...

Ve beeeeen o anki "eyvah bu çocuk okula hiç gitmeyecek paniği" ve o dönemki tekrarlanan mantıklı cümlelerim de sabrımla birlikte tükenmiş olduğundan "evet o ağbiler gibi" deyiverdim!!! O gün Mert, "hayır ben baba gibi çalışacağım, o yüzden okula gideceğim..." benzeri bir şey söyledi, ben de gönül rahatlığıyla evden çıktım, Mert'i okula bıraktım ve günüme normal bir şekilde devam ettim...

Taaaaaa ki üzerinden bayağı bir zaman geçene kadar, geçtiğimiz Cuma gününe kadar... O panjuru açarken "eh dilini eşek arısı soksun!" dedim kendi kendime!!! Ben ne demiştim. Resmen Mert'e alenen okula gitmelisin çünkü ileride para kazanmalısın, ileride çalışmalısın; bunun için de okula gitmelisin demiştim. Yani okula kendini geliştirmek için, farklı bakış açıları kazanmak için, kendinden farklı pek çok insanın ve düşüncenin ve inancın ve vs vs dünyada varolduğunu görmek/ öğrenmek/ yaşamak için (evet biliyorum bizim eğitim sistemimiz bunlarla mı donatılmış diyor olabilirsiniz;o da ayrı bir tartışma konusu) değil de ileride işin olsun diye gitmelisin mesajı vermiştim!!! Bu cümlenin öncesinde tabii ki inandığım bu cümleleri zaten milyon kere o ay içinde söylemiştim ama işte o son vuruş cümlesi hafızasında öyle bir yer etti ki o gün tıpış tıpış okula gidiverdi!

Evet her şeyin bir telafisi var, ben bu saçma sapan doğru orantıyı (umuyorum) kaldırabilirim ama hayatta inanmadığım, doğru bulmadığım hatta hatta "çocukları yarış atı" haline getirdiğim sistemin temeline vurgu yapmışım!!! Ne diyeyim #direnannelik #direnMert...

19 Kasım 2013 Salı

Aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük şans...

Bu konuyu uzun zamandır yazacağım, biraz daha zaman geçsin süreci daha sağlıklı anlatabileyim istiyorum; bu nedenle de bilerek erteliyordum anaokulu sürecinde geldiğimiz noktayı...

Geçen sene Şubat ayı boyunca Mert için evimize yakın pek çok anaokulu gezdim. Aslında Mert 2 yaşındayken öğrendiğim, gidip konuştuğum ve hatta Mert 3 yaşına gelince kesin buraya gidecek dediğim bir anaokulu vardı kafamda ancak eve çok yakın değildi ve bingooo ben hamileydim- her gün Mert'i evden çıkar, arabaya bindir, okullara taşı yapmak istemedim ve o dönemki muazzam (!) araştırma sürecim başladı. İlk içimize sineceğini düşündüğümüz anaokulunu denedik, oraya sadece 8 gün gidebildik. (Blogu takip edenler o dönemki içinde bulunduğum hali hatırlayabilirler belki... okumak isteyenler buradan buyursun) Sonrasında da hep aklımızda iyi bir alternatif olarak düşündüğümüz bizim evin balkonundan bahçesini görecek kadar bizim eve yakın olan anaokuluna gitmesine karar verdik.

Bu çevrede olumlu bir algısı olan, temiz, güleryüzlü öğretmenleri, genişçe bir bahçesi olan keyifli bir okuldu... Ve ne güzel ki Mert burayı 3 günde benimsedi, ne bana ne de kendisine sıkıntı yaratmadan okuluna gitmeye başladı; bunda çokcana yakın olan ve Mert'in o dönem çok sevdiği öğretmeninin etkisi çok büyük bence...
Mert okula başladı, ancak bizim Kerem'le evdeki okul sıkıntısı muhabbetlerimiz bitmedi. Öncelikli olarak Kerem, sonraki dönemde de ben Mert'in okuldan "mızmızlanarak" gelen bir çocuk olmaya başladığını düşündük. Mert okula gitmeden önceki süreçte bize isteklerini yapmamız için çeşitli nedenler öne süren bir çocukken okul süreciyle birlikte tutturma, mızmızlanma, bağırma, ağlama "güçlerini" kullanabileceğini farketti. Bu dönemde Kerem ısrarla bunun okulda çevre koşulları ile öğrenilen davranışlar olduğunu söylerken ben içinde bulunduğu yaş döneminin ve benim hamileliğimin etkili olabileceğini savunuyordum. Ama için için de neredeyse tüm anaokullarında olan ve benim kabul edemediğim ödüllendirme, yemeği bitmediyse yedirme, sınırlı boyama yapılması vs gibi konulardan da sıkıntı duyuyordum.

Haziran sonu gibi, daha İpek aramıza katılmadan önce, Mert'in huysuzluklarının tavan yaptığı günlerden birinde (ara ara kendimi lojistik olarak zorlasam ve oraya mı göndersek dediğim-iz) okulu aradım ve kayıt alıp almadıklarını sordum.Okul müdürü bana kayıtların dolduğunu ancak yer açılma durumunda yedek listeye dönüş yapacaklarını söyledi. Kayıtların dolması, yedek liste vs diyince hamilelikte listeye yazılan okul zamanı gelmeden kayıt yapılıp yer tutulan okullardan zannetmeyin lütfen... Küçük, minik bir okul bizimkisi... Az çocuk var, bu nedenle liste miste işlerine girmek zürunda kaldık...

Neyse ben ümidimi kaybettim... Ara ara acaba Mert'i okula göndermesek mi, bir sene daha evde mi kalsa, ama kardeş de geliyor, ben n'apacağım, off bu çocuk sürekli bağırarak ağlamaya devam mı edecek dediğimiz yaz ayları içinde bir de kardeş konusu eklendi gündemimize... Sezar'ın hakkı Sezar'a, İpek nedeniyle şimdiye kadar Mert bizi çok zorladı dersem hakkını yemiş olurum. Ama benden talepleri İpek'in doğumuyla ciddi ölçüde arttı. Bu arada okul tatile girdi, okul açıldı,3-4gün okula gitti, sonra biz tatile gittik... Derkeeen araya okula gidilmemiş uzunca bir zaman girdi ve biz tatildeyken bir gün telefonum çaldı... Okuldan aradılar ve eğer hala düşünüyorsak yedek listede sıranın Mert'e geldiğini söylediler. Hala düşünüyor muyduk? Tabii ki evet; evet ama tek sıkıntım İpek yeni gelmişti, Mert halihazırda gittiği okulundaki öğretmenini çok seviyordu ve ben  Mert'i birşeylere ikna etmek için zayıf bir dönemdeydim...

Mert'e uygun (ve tabii kararlı) bir şekilde yeni okuluna gideceğini anlattık, bu okulu aslında eskiden beri bildiğini hatırlattık, İpek'in evde benimle kalacağını bilmesinin verdiği zorlukla yeni okul sürecimize Eylül sonu başladık... Şimdi ne durumdayız? Mert dile getirmese de davranışlarından, anlatmasından, paylaşmak istemesinden anladığım okulunu çok seviyor. Dile getirmiyor çünkü hala onun okula gidiyor benim onun bulunmadığı herhangi bir ortamda İpek'le yalnız kalmamı merak ediyor ve aslında durumun böyle olmasından sanırım rahatsızlık duyuyor. Okuluna alışmasının, sevmesinin yanında biz Mert'in eski davranışına geri döndüğünü görüyor ve çok mutlu oluyoruz. İstemediği (ya da istediği) bir şey olduğunda bizi konuşarak ikna etmeye çalışıyor, bağırarak değil (ağlamalar ara ara hortluyor tabii hala)... Belki bu da bir yaş ve dönem konusu, belki okulla hiç ilgisi yoktur, artık İpek'in varlığına alışmıştır ve krizli dönemi geride bırakmıştır... Ama Kerem de ben de bu olumlu değişiklikte okulun önemli bir paya sahip olduğuna inanıyoruz. Geçen hafta okulda anne babalara verilen eğitimde de Mert'in davranışlarına yansıyan noktaları gördükçe de buna inancımız pekişti.

Okul konusunda son 6-7 ayda yaşadıklarımıza bakınca herkes farklı şeyler düşünebilir ama bizim için şunları söyleyebilirim:


  • Okul önemli bir konu ama hayatta bundan çok çok daha önemli konularla uğraşabiliriz gelecekte. Hiçbir konuya hayat memat meselesi diye bakmamak lazım. 
  • Hangi konu olursa olsun insanın en başta içine sinmeyen bir taraf varsa o bir şekilde dönüyor dolaşıyor ortaya çıkıyor.
  • Aynı şekilde, en başta içine sinip uygun olduğunu düşündüğün bir şeyi/yeri bir nedenden ötürü tercih edememişsen sonunda o nedeni bir şekilde olduracak bir yol buluyorsun.
  • İyi okul/ kötü okul diye bir ayrım olabilir belki ama bizim için daha çok "aileye uygun okul" diye bir şey var- yani ailenin benimsediği eğitime yakın/benzer felsefede, tercihlerde olan okul... İşte onu bulunca mutlu oluyorsun, okulla ev birbirini tamamlıyor.
Biliyorum bu okul mevzusu burada bitmez, inşallah bunun daha ilkokulu, ortaokulu, lisesi, üniversitesi var; Türkiye'de heryıl değişen eğitim sistemi, sınavları var; ama şimdilik biliyoruz ki anaokulu için keyifli bir yerdeyiz, okulla aynı dili konuşabiliyoruz... 

21 Ekim 2013 Pazartesi

eskinin "inek öğrencisi"nin bugünkü pazartesi sendromu...

Vallahi billahi ben tatillere karşı değilim, hele de uzun tatillerde hepimiz birlikteyiz ya seviyorum...Arada evet tırlatıyorum "burası ev, insan yaşıyor burada" türünden çıkışlarım ya da tatilin sonlarına doğru fazla birlikteliğin getirdiği şımarıklıkların doz aşımı oluyor ama bir arada bir şeyler yapmayı da seviyorum...

Seviyorum da... Çalışmayan (ya da evde çalışan mı demek gerekir:)) bir anne olarak yıllar sonra yeniden bugün pazartesi sendromum tavan yaptı! Geçen Mart-Nisan aylarında Mert okula başladı alıştı derken Temmuz'da İpek'in doğumunun da hemen ardından yaz tatiline giren okul ve okulun başlamasının 1 hafta ardından tatile giden biz, tatilden gelince değiştirilen okul, tam okulda oryantasyon dönemi bitmek üzereyken çıkagelen 9 günlük tatil....

Ve 3 gündür gündüzleri meme emmememe savaşları veren İpek...

Ve dün gece sadece 4 saat kadar uyumuş bir anne...

Pazartesi sendromu içimde patladı! Zaten sabah 6'da uyumuş bir anne olarak sabah uyanıp ilk cümlesi "ben bütün gün uyuyacağım anne!" olan oğluma pek de alışık olmadığı biçimde "tamam oğlum." dedim ve uyumaya devam ettim... Sonra bu cümlenin doğasına uymadığını fark eden oğlum yeni bir cümle attı ortaya: "ben artık okula gitmeyeceğim anne!" ve buna da hiç alışık olmadığı şekilde "tamam oğlum" dedim ve uyumaya devam ettim... Neyse bu denemeleri birkaç cümleyle daha devam etti, beni çıldırtamayacağını anladı ki sanırım "Ben okulumu seviyorum ama bugün gitmek istemiyorum" dedi sonra da "Bir tane Miki izleyeyim sonra götürürsün beni" dedi...

Sonra da onu bugun normale göre daha erken alacağım konusunda söz verdim kendisine... Valla yukarıda yazdığım cümlelerle sınanma sürecim yaklaşık 1.5 saat sürdü sonunda da okula bıraktım ama bırakırken hala bir şeyler söylüyordu. Bir yandan "aferin Zeynep bak bu işler sakin sakin de hallediliyormuş" derken kendi kendime diğer yandan "valla yarın da zorlarsa gücüm yok" diyordum... Bu okul meselesi var ya tam anlamıyla "ne seninle ne sensiz" durumu... İşin zor kısmı şu ki hayat boyu okulu seven bir "inek" öğrenci olarak Mert'le bu konuda empati kurmam da zor oluyor!!

7 Ekim 2013 Pazartesi

Bu köşe kitap köşesi:))

Tatil dönüşü yeni "eğitim yılı"nın başlamasıyla Mert de yeni bir okula başladı... "yeni okul" dediğime bakmayın aslında bizim okul serüvenimiz daha başlamadan önce aklımızdaki tek okuldu burası ama hamilelik döneminin etkisiyle eve en yakın okul bizim için en iyi tercihmiş gibi gözüktü... Nisan ayından itibaren Mert'in devam ettiği okuldaki öğretmenini çok sevmesi, okulun bizim balkondan gözüküyor olması, ortamın çok renkli olması gibi nedenlerden dolayı tatil dönüşü okul değişim sürecimizin zorlu olabileceğini tahmin ediyordum... Tabii bu başlı başına başka bir yazı konusu olur... Sadece şunu söyleyebilirim: anne babaların kendi çocuk yetiştirme tarzlarına uygun ve/ya kendilerine örnek olabilecek, anne&babayı da geliştirebilecek bir okul bulduklarında onun peşini bırakmamaları gerekirmiş...

Neyse konu aslında kitap okumayla ilgiliydi, ben bunu neden okuldan başlattım? Çünkü Mert'in okulunda çok güzel, insana huzur veren, insana "ben de kitabımı alsam da şuraya oturup okusam" dedirten birkitap okuma köşesi var. Ve sanırım Mert de bu köşeyi çok seviyor ve sürekli burayla ilgili bir şeyler anlatıyor... Ben de birkaç gündür evin her tarafına yayılmış kitapları topladığımızda yine raflara tıkmak istemiyordum. Okul bana çok güzel bir örnek oldu; bugün Mert okuldayken odasında minik bir okuma köşesihazırladım. Yatağının yanındaki komodini kitaplığa çevirip onun yanına da minik bir açılır kapanır koltuk koydum; bakalım beğenecek mi okuldan gelince?

 Mert ona kitap okunmasını çok seven bir çocuk, bir süredir de eğer o anda biz ona kitap okuyamıyorsak bizim ona okuduğumuz kitapları neredeyse ezberlediği için kendi kendine resimlerine bakıp hikayeyi kendine anlatıyor. Ona ne yaptığını sorarsak da "kitap okuyorum" cevabını alıyoruz. Bu için için beni çok mutlu ediyor ve inşallah hayatı boyunca bu ilgisi hiç değişmez diyorum. Ben çocukluğumdan itibaren çok severdim kitap okumayı, hala da öyle... Hatta Kerem'le evlendiğimizde Kerem'e "benim çeyizim kitaplarım" demiştim. Her ne kadar eskisi kadar yoğun kitap okuyamasam da hala elimde bitmesi bazen uzun zaman alsa da bir kitap oluyor. Mert'e ve İpek'e hangi huylarımız,özelliklerimiz geçer bilmiyorum ama umarım hep merak eden, okuyan, araştıran, hayal güçlerini zenginleştiren bireyler olurlar.

Mert'in kitap ilgisi tuvalet alışkanlığı kazanma sürecinde de bize yardımcı oldu. Bazen uzun süren bekleme süreçlerinde kitap dinlemek, resimlere bakmak Mert'ebence çok iyi geldi. Bu resimdeki banyo tipi kitaplık da bize tuvalet alışkanlığı kazanma sürecinden miras kaldı:))


Bugünkü düzenlemenin ardından raftan 5 kitap düştü onlar da İpek'in kısmeti oldu:))






30 Mayıs 2013 Perşembe

bu aralar aklımdakiler...

Bu ara kafamda yazmak üzere aslında çok konu var ama kafamdaki konu sayısı ile içimdeki bir şeyler yapma isteği ters orantılı...


  • 34. haftası içinde olan 1çocuklu1gebe olarak ilk hamilelik ve ikinci hamilelik kıyaslamasını esas şimdi yapabilirim gibi  mesela...
  • Doğum zamanı yaklaştıkça Mert'i bu sürece nasıl dahil edeceğimi(zi) daha çok düşünür / konuşur olduk Kerem'le mesela... (ki tam bu hafta bu konu bizim önemli gündem maddemiz olmuşken bugün SlingoMOM aynı konuya değinmiş kendi soru işaretleri eşliğinde)
  • Doğumun nasıl (tabii nasıl? sorusuna cevap gerçekleşmeden pek verilemez ama konuşuyoruz işte) ve nerede olacağı bir başka konumuz...
  • Bu ara her şeye normale göre daha aşırı tepkiler veriyorum (mu acaba?) ; bu da bir başka konumuz
  • Ha bu arada Mert'in okulunda yıl sonu ile birlikte keyifli aktiviteler oluyor; geçen hafta büyükanne& büyükbaba günü... Bugün de okulun bahçesindeki sergi mesela... Yılsonu gösterilerinden (özellikle de pekçok blogger annenin yazdıklarından sonra, okul hayatı yılsonu ve bayram gösterileri ile yoğun olarak geçmiş olan biri olmama rağmen) hiç hazzetmediğimi farkeden benim için bu aktiviteler çok şeker:))
Ben en iyisi ilk aklıma gelenle başlayayım, belki yazdıkça yazasım gelir:))

24 Mart 2013 Pazar

okula alışma sürecinde son gelişmeler...

Mert'in okul süreci ile ilgili 2 haftadır hiçbir şey yazmadım, çünkü okulun ilk haftasının sonunda kafamdaki karışıklık ikinci haftada bazı kararlar almamıza ve uygulamamıza, 3. haftada ise bu kararın doğruluğunu test etmemize neden oldu... Şöyle ki: ilk haftanın sonunda okula gitme fikrine nisbeten alışmaya başlayan ancak benden ayrılmayı kesinlikle kabul etmeyen bir Mert vardı... Ben sınıfına gelmemekte direndikçe o kendince bir oyun arkadaşı buldu ve okulun psikologu ve müdürü olan, benim de kendisinin de sevdiği "öğretmen"i kitlemeye başladı. Sadece onunla sınıfa giriyor, onunla bahçeye çıkıyor, onunla yemek yiyor durumuna gelmişti. Okul müdürünün bir veli görüşmesi ya da ofisinde bir işi olduğu zamanlarda da bizimki kıyameti koparıyordu!!Bu birkaç günlük süreçte ben Mert'i okulda tek başına bırakamadım, ama yanına da gitmedim; tüm süreci "fazlasıyla" yakından gözlemleyince aslında kendi sınıf öğretmeninin ne yazık ki duruma kesinlikle müdahale edemediğini, daha doğrusu küçük yaş grubunun her birinin kendince önemli önceliklerine yetişemediğini gördüm. Bu durumda da süreci uzatmanın hiçbir yararı olmadığını düşünerek, Mert'i 2. haftanın sonunda ilk anaokulu maceramızın geçtiği yerden alıp aslında anaokulu araştırma süreci başlamadan önce geçen seneden beri evimizin dibinde olduğu ve çevremde birkaç aileden olumlu sözler duyduğum için aklımda olan anaokuluna götürdüm.

Anaokulu maceramızın 3. haftası burada devam etti. Kısaca şöyle özetleyeyim: birinci gün orada olmamız gereken saatte okula gittiğimizde sınıf öğretmeni Mert'i bahçede karşıladı, bahçeye onun ilgisini çekebilecek birkaç oyun getirdi; sonra Mert'in bana olan bağlılığını görünce okul müdürüyle de bana bilgi verip Mert'i direkt sınıfa aldılar. Mert yaklaşık 1 dakikalık ağlama süreci sonunda benim de ara ara sınıfta onu izlediğim kadarı ile öğretmeniyle (ama diğer çocuklarla değil) 1.5 saat kadar oyun oynadı. İlk gün ikindi kahvaltısına gitmedi ama onun da sebebini sonra evde öğrendim. Öğretmeni ona "biz diğer çocuklarla kahvaltıya ineceğiz, sen de bizimle gelmek ister misin?" diye sormuş bizimki de "istemem" diyince ilk gün için 1.5 saatin de yeterli olacağını düşünerek Mert'i bana  teslim ettiler. Okuldan çıkınca Mert bana "anne ben diğer çocuklarla kahvaltıya gitmek istemedim." dedi. Ben de "tamam oğlum olabilir" dedim. Okul müdürünün tembihlemesi sonucu çok fazla "neden" sorusu sorup Mert'i sorguluyormuşum gibi olmayacaktım. Ben "neden" diye sormasam da Mert'in isterse zaten pek çok şeyi anlatacağını söylemişti okul müdürü, gerçekten de öyle oldu. "Çünkü bugün biz seninle kahvaltı ettik o yüzden bir daha etmek istemedim." diyince yüzümde büyük bir gülümseme belirdi. Mert'e sabah ve ikindi kahvaltısının farklı öğünler olduğunu anlattım, isterse ertesi gün ikindi kahvaltısına katılabileceğini söyledim.

2., 3. ve 4. gün ben yine okuldaydım; sadece benden ayrılırken ağladı, 2-2.5 saat arası sınıfında ve bahçede oyun oynadı, ikindi kahvaltısına katıldı, çıktığında da keyfi yerinde gözüküyordu. Cuma günü okula girerken elimi bıraktı, öğretmeni ile içeri girdi ve bana el salladı. Okul müdürü de aradan bana "isterseniz bugün beklemeyebilirsiniz, istediğinizde gelip alabilirsiniz; aksi bir şey olursa ben sizi ararım." dedi :))) O 2.5 saat bana 1 gün gibi geldi, kendimce ne çok iş sığdırdım o araya anlatamam:))

Bundan sonra nasıl ilerleriz, geri dönüşlerimiz olur mu zaman gösterecek tabii... Ama bu süreçte şunu gördüm: bu okul iyi, şu okul kötü diyemem ama her annenin ve çocuğun karakterine, iletişimine uygun okul  bulmak kilit olan konu ve benim daha önce anaokulu arama süreci ile ilgili yazdığım yazıdaki öncelik listemde baş sırada olduğu gibi öğretmen en en en önemli madde. Yani öğretmen ne kadar yetkinse, çocuk gözünde ne kadar çekici ise anne o kadar gözü arkada kalmadan çocuğu teslim edebiliyor, çocuk da öğretmeninin peşine düşebiliyor...

Son 1 haftalık süreçte ben yorgun değilim, kafam daha önceki 2 hafta kadar sorgulamalar içinde değil; Mert de (benden de mutlaka etkileniyordur) okul fikrini daha benimsemiş ve sevmiş gözüküyor, evde sürekli öğretmenini anlatıyor, şimdilik çok sık olmasa da arada sınıftaki arkadaşları ile ilgili kısa bilgiler veriyor, okuldan onu alınca mutlaka yarım saat bahçede oynamak istiyor:)))

Yarın yeni bir hafta başlıyor, bakalım neler yaşayacağız...

7 Mart 2013 Perşembe

anaokulu günlüğü- 4. gün

Dünkü yazıyı bitirirken bugünün biraz zorlayıcı olabileceğini yazmıştım. Bugün de şöyle cevap vermek istiyorum:"biraz mı?!!!" Belki kendimce bugünün zorlayıcı olacağına inanmam belki de Mert'in yavaş yavaş benim geri çekilmemi ve bunun kalıcı olabileceğini idrak etmesi sonucu bugün önceki 3 güne göre çok daha zor geçti:( Çok detaylandırılacak bir durum da yok zaten,kısa ve öz: sabah Mert sınıfa girdi, ben biraz onu bekledim/ izledim sonra da  bankadan para çekmeye gideceğimi hemen geleceğimi söyledim zaten cümlem bitmeden Mert bacağıma yapışıvermişti. Hafta başında kendi kendime verdiğim sözü hatırlatıp kendime bu haftayı olabildiğince "light" geçireceğimizin altını çizdim ve sınıfın hemen dışında kalmaya devam ettim. Bana oturmam için getirilen sandalyeye oturmamı istemedi, sınıfa girmek istemedi, resim çizmek, şarkı dinlemek vs vs hiçbirini istemedi. Tek istediği yerde benimle oturmak oldu. Birara öğretmeni gelip arabayla oynaması konusunda aklını çeldi bi'5-10 dakika sınıfa girebildi ancak sonra yine bacağımda bitiverdi. Yukarıda annelerin bekleme odasında oturacağımı söyledim "hayır" dedi. Tüm gün boy unca okulun psikologunun sınıflarına gelip gelmeyeceğini sordu. Kendisi ile birebir oyun oynayıp ilgilendiği için şu an okuldaki en has arkadaşı okulun psikologu bence:)) arada ona bakmak istediğini, onun odasına bakmak istediğini söyledi, "peki" dedim,tek başına gitti, onunla sohbete başladı. Onunla büyük grubun sınıfına girip İspanyolca ve İngilizce derslerine girdi.Sonra aşağıya kendi sınıfına beraber indik, yemek saati olduğu için yemeğe inmesi gerektiğini söyledim.Evde yemek yiyeceğini söyledi Mert Bey, ben de  "peki" dedim ama isterse yemeği merak ediyorsa aşağı inip yemek salonunda yemeği kontrol edebileceğini söyledim. Bu kez Mert "tamam" dedi, okulda yemek yemeye karar verdiğini söyledi.Sonra sınıfla birlikte gideceğini ve benimle gidemeyeceğini öğrenince yaygara koptu!! Belli bir süre ağladıktan ve okulun psikologu Sena Hanım'ın onu sakinleştirme çabalarından sonra benim yanıma geldi. Bugünlük bu kadar zorlamanın yeterli olacağına ya da artık daha fazla dayanamayacağıma inanan ben (hikayedeki zavallı anne!!) Mert'e yemeği evdeyemeği ve ardından hemen uyumayı teklif ettim ve bu teklif kabul görerek evin yolunu tuttuk.

Tabii bu arada sabrı tükenmiş anne olarak Mert'e oyun, eğlence, yemek, faliyet gibi zamanlarda ağlayarak bu zamanları çöpe attığını; oysaki bu zamanları güzel geçirirse bunların çöp değil hafızasında hep kalacak güzel zamanlar olacağını ve gün içinde neler yaptığını akşam bana ve babasına anlatarak ne kadar çok sohbet edebileceğimizi anlatan bir nutuk çektim. Anladı mı bilmem, ben anlatabildim mi onu da bilemiyorum... Bugün kendimi çaresiz hissettiğm günlerden biri oldu o yüzden hangisi en doğru, hangisi yanlış sorgulamadan kendimce konuştum işte!!!

anaokulu günlüğü 4. gün benim için 1. günden de daha önceki bir gün oldu!!! bu süreçte geri dönüşler,zorluklar yaşanabileceğini biliyorum pek tabii ama bazen sabır ilk günde olduğu dolulukta olmayabiliyor...

anaokulu günlüğü- 3. gün

Mert'in dünkü hinliğinin ardından bugün ben de hem onu nasıl üzmeden hem de oyuna gelmeden nasıl kendi haline bırakabilirim diye düşünerek gittim okula... Bu arada şunu söylemem lazım 3 günde bu okul işi bize feci disiplin kazandırdı, saat 10 civarı okulda olacağız diye daha düzenli bir havada giyinip kahvaltı ediyoruz, yoksa geç kalmamak mümkün değil... Bunu yaşayınca küçücük yaşta ilkokula giden çocukların nasıl daha gözleri açılmadan kahvaltı yapıp giyindikleri ve okula gidip sıralarına oturup ders dinleyebildiklerine bir kez daha şaşıyorum...

Bu sabah da okula karavan göreceğimiz düşüncesiyle bir haves gidiverdik. Gittiğimizde bugünün konusu olan mini karavan okulun kapısının önünde park etmiş duruyordu. Biz sınıfa girdik, ben Mert'e sınıfta duran orgu gösterince bir anda ilgisini çekti ve beni de unutarak orga yöneldi. Ben de arkasından "Meltem Hanım'ın odasına çıkıyorum" diye seslendim sadece:)) yaklaşık 35 dakika beni aramayan oğlum sıra karavan gezisine gelince "anneeee" demeye başladı ve beni görünce de 40 yıllık hasretmişiz gibi bana sarılıverdi... Ne yalan söyleyeyim bence anne olarak ben de bir yanımla "hemen alışma sürecimiz sorunsuzca geçsin" derken diğer taraftan onun tüm çocukluğunu, bebeksiliğini yaşamaya bayılıyorum:))

Karavan ve çadır ziyareti sırasında Mert sanki tekrar ayrılmayalım der gibi sürekli yanımdaydı.Arada çok merak ettiği karavanla ilgili karavanın sahibine sorular sormak istese de hani eskaza anneyi kaybederim düşüncesiyle beni de yanında taşıyarak sorularını sordu.

Sonrasında sınıfa girerken yine beni yanına istedi ancak yemek saati geldiği için herkes sırayla yemeğe inerken Mert beni de alarak yemeğe inmek istedi. Bu sefer dünkü gibi bir senaryo yaşamak istemediğim için Mert'e çorbasını içmesinde yardımcı olup sonra yine yukarıya çıkmam gerektiğini söyleyip yukarı çıktım ve yemek saati, ardından da oyun saati aşağıya hiç inmedim. Ara ara öğretmeninden iyi olduğu bilgisini aldım... Sadece yemek yerken "annemle yiyeceğim" demiş öğretmeni de "yemeğini bitir anneye sürpriz yapalım"diyince aklına yatmış herhalde yemeğini kendi bitirmiş. Sonra beni görünce ilk iş zaten yemeğini bitirdiğini anlattı bana...

Aşağıdan yavaş yavaş mızmızlanma seslerini duyunca öğretmenine "yarın da rahat getirebilmem için bugün çok zorlamayalım" diyerek yukarı çıkmak isterse benim yanıma getirebileceklerini söyledim ve 5 dakika kadar sonra zaten Mert Bey nisbeten sakin bir şekilde yanımdaydı.

Bugünkü bırakma çalışması sonrası yarın günümüz nasıl geçecek (sanki biraz zorlayıcı olabilir gibi geliyor ama) göreceğiz:))

5 Mart 2013 Salı

anaokulu günlüğü-2. gün

Biraz önce eve geldik ve (bugünün ardından) eve girdiğimiz gibi Mert'i odasına ve tabii ki yatağına sokup uyuttum... Son 1 aydır kendi kendine öğle uykusunu yok eden oğlum için bugün baktım ki okul süreci ile birlikte öğle uykusu olmazsa olmaza dönüşmek üzere...

Sabah yine dünkü düzende kahvaltımızı edip evden çıktık ve okula yine sorunsuzca girdik. Bu sefer biz gittiğimizde bahçe saati başlamamıştı, çocuklar sınıflarında oyunlarıyla meşgullerdi. Mert yine önce gitmek için çok istekli görünmedi, tam da o sırada İspanyolca öğretmeni gelip şarkılara başladı. Bununla da ilgilenmeyen Mert Bey kendince gidip sınıftaki bisiklete binmeye başladı, kendince oyuncaklarla oynadı... Ben de o oyuna daldıkça sandalyemi daha da arkalara iterek görünmez olmaya çalıştım:)) şunu farkediyorum ki beni gördüğü bir ortamdaysa kendisi ile ilgili hiçbir şeyi öğretmenlerine yaptırmıyor hemen "anne yapsın" modu açılıyor. Ben eğer o sırada kendime meşgul süsü veriyor ve onun tarafına bakmıyor gibi görünüyorsam süreç öğretmenle normal akışında devam ediyor.

Bahçeye çıktıklarında yine beni parka istedi ama bu sefer tutturmadı ben de bankta oturup bilgisayarımı açtım "bir şeyler okuyorum Mert, sen oyna ben seni izliyorum" dedim sorun çıkmadı. Hatta bu sefer öğretmeniyle arka bahçeye (yani beni görmediği bir ortama)bile gitti...

Ben de dünün nisbeten rahat geçmesi,bugün bahçede beni çok aramaması "iyi gidiyoruz" derken sorun yemek saatinde patlak verdi! Zaten "insana anneliğin öğrettiği bir şey varsa o da...." gibi bir ahkam kesme cümlesi kuracaksam bu cümleyi şöyle bitirmek isterim: "her şey yolunda diye düşünmeyeceksin.Düşündüğün an resim 180 derece değişebiliyor!!"

Bahçe saati bitip çocuklar sırayla yemek için içeri girerlerken Mert "ben bugün evde yemek yiyeceğim." dedi. Ben de "Peki" diyerek "içeriden eşyalarımızı alalım o zaman hem de en son oynadığın oyuncağı kontrol et bakalım yerinde duruyor mu" dedim. İçeri girince belki yemeği burada yemek isteyebilir diye düşünerek bir yem attım aslında...Ve gerçekten içeri girince Mert yemeği burada yemek istediğini söyledi biz de diğer çocuklarla birlikte yemeğe indik. Mert sakince yemeğini yedi/ ben yedirdim. Tabağı bitmemişti ki "doydum"dedi. Ben de "peki kalkalabiliriz" dedim. Kalktık. Tam yukarı sınıfa çıkıyordu ki "ben aslında doymadım yemeğimi bitireceğim." dedi. Ben yine "peki" dedim bu süreçte çok uyumluyum:)) Tabii yemek salonuna girdik ki bizimkinin tabağı kaldırılmış, mutfağa götürülmüş bile... Hemen yeni bir tabak hazırlandı geldi, ama tabak aynı tabak olmadığı için mızıltı, ağlama ve "ben tabağımı istiyorum" feryatları birbirini kovaladı. Hemen görevli teyzemiz Mert'in kullandığı tabağı yıkamış tabak Mert'e taktim edildi!!!! "yok bu değil" diye konu uzadıkça uzadı, ben bir şeyler söyledim, öğretmenler bir şeyler söyledi falan filan... Sonra sakinleşen Mert Bey yemeğini yedi, "sakinleştim ben anne" dedi... Sonra bir baktım ki aslında yukarıdaki oyun saati de bitmiş bizim neredeyse eve gelme saatimiz gelmiş. İşte o an jeton düştü bende: Mert kendince benimle geçirdiği zamanı uzatmıştı, her ne kadar oyun oynamaya gitmeyi istese de hatta sonra yukarıdaki serbest oyun saatinin bitip diğer çocukların ya evlerine ya da uykuya gittiklerini görüp bence üzülse de çok da fazla takmadı kafasına...  Zamanı benimle geçirmişti, çünkü dün de bugün de sınıfa ve parka girmeyen ben yemek salonunda onun yanındaydım!!!! TA-TA-TA-TAM!!!

Okuldan çıkarken yine öğretmeninin ayakkabılarını değiştirmesine ve montunu giydirmesine izin veren oğlumu izlerken bu gerçek beynimde dalgalanıverdi ve dedim ki "çocuklar bizden çok çok daha akıllı ve biz onlar için plan yaptığımızı düşünelim onların planları daha derinlikli ve amaca yönelik oluyor"...

2. günden bana kalan ana fikir de bu oldu işte:))

4 Mart 2013 Pazartesi

anaokulu günlüğü- 1. gün

Bu sabah saat 7 buçuk civarı Mert uyanınca hiç mırın kırın etmeden ben de kalktım ve hiç oyalanmadan yapılan sabah kahvaltısı ve toparlanma sonrası saat 10'da okulda olmak üzere evden çıkıverdik. Mert evden çıkarken bir de sürekli şarkı söyleyen oyuncak köpeği mavi kulağı yanına aldı, bilmiyorum bunun kendini daha rahat hissetmek istemesi ile bir bağlantısı var mıdır?

Yarım gün olarak başlayacağımız okul hayatının ilk gününün maksimum 2 saat kadar olacağını kafamda planlayarak okula girdik.  Tam kapıdan içeri giriyorduk ki Mert'in yaş grubunun o sırada bahçeye çıktığını gördük ve okuldaki ilk günümüzün ilk saati havanın da güzel olmasıyla bahçede nisbeten kolay bir başlangıçla geçti. Mert ilk olarak bahçedeki oyuncak arabalarla oynadı, arada kendini futbol kalesinin arkasında bir yere sokuşturup etrafı izlemeyi tercih etti. Öğretmenler onun dikkatini farklı şeylerle çekmeye çalışsalar da o ara ara bana seslenip "anne sen de gel" vs dedi, ben de ona "ben çitlerin dışından seni izliyorum anneler çitlerin içine girmiyorlar" vs dedim. sonra bir ara ikna oldu bahçenin arkasındaki kaydıraklara gitti, bir ara dans ediyordu, sonra diğerçocuklarla birlikte oyun evine girdi. Aman iyi gidiyor galiba derken bindiği oyuncak arabayı bir başka arkadaşına kaptırdı ve orada kıyamet koptu. Araba paylaşılamayınca Mert başladı "bu araba benimdi" diye ağlamaya... Neyseki o sırada bahçe saati bitti, Mert'in tuvaleti geldi ve içeri girdik. Ben de bu arada Mert'e "bak annecim buradaki oyuncakların hiçbiri hiçbir çocuğun eğil, bunların hepsi okulun ve sizler de birbirinizle paylaşarak bunlarla oynayabilirsiniz." dedim. Mert'in yanıtı kısa ve net oldu "hayır onlar benim!!"

Neyse içeri girip tuvalet işini de halledince bahçedeki sorun unutuldu, Mert oyun hamurları ile oynamak üzere sınıfa girdi ben de sınıfın kapısında onu izlemeye koyuldum. Bu arada sınıf kapısı derken bildiğimiz sınıf formatı değil. Bir binanın bir katı  onların sınıfı aslında ve merdivenlere tek başlarına gitmelerini engellemek üzere yapılmış minik bir çit var. Ben o çitin dışında onu izledim, Mert de içinde oyun oynadı. Ara ara benim yanıma geldi, yanımda durup diğer çocukları izledi, sonra ilgisini çeken bir şey oldukça içeri girdi. Örneğin İngilizce şarkıların söylendiği bölümde gitti geldi, ama dans dersi(ders demek komik geliyor çünkü bu da bizim anlayacağımız şekilde bir dersten çok daha basit ve formatsızdı çocukları sıkmamak için) sırasında tamamen benim yanımda kaldı.

Yemek saati geldiğinde ben 2 saatlik zamanı kazasız belasız atlatmış olmanın verdiği huzurla "hadi anneciğim biz de eve gidip yemeğimizi yiyelim" dedim. Önce "tamam" diyen Mert Bey sonra diğer çocuklar gibi aşağı inmek ve yemeklere bakmak istedi, sonra da yemeği orada yemek istediğini söyledi. Tabii benim için şamda kayısı :)) yemek sonrası da kendini yine oyuna kaptırdı. Hatta bir ara fırsattan istifade denemek istedim ve Mert'i oyunla başbaşa bırakıp kayıt evrakları için üst kata çıktım,yaklaşık 20 dakika ortalıkta yoktum. Döndüğümde gayet güzel oynamaya devam ediyordu, tabii bu benim için nasıl bir mutluluk anlatamam:))) İlk günden çok uzun süre kalmayalım derken 3 saati geçkin bir süre biz okulda kaldık sonra da Mert el sallayarak okuldan ayrıldı...

Bugünü beklediğimden çok daha yumuşak ve keyifli atlattık, darısı diğer günlerin başına:)) Ama bugünden çıkardığım ders şu: okula gelirken kendi kendime "Mert ne derse olumlu yanıt vereceğim ve hiçbir şeye onu zorlamayacağım." dedim ve bunu uyguladım, ilk yarım saatte "eve gidelim" dese de "tamam" diyecektim, o kafada gelince her şey sanırım daha rahat oldu. Tabii bunda bir gün önce Kerem'le yaptığımız konuşmanın da etkisi büyük: "ilk gün zorlarsan ikinci gün evden çıkaramazsın, üçüncü gün pijamasını çıkartamazsın!!" sözü bütün gün aklıma kazınmış şekilde benliğini korudu:))

Tabii bu başlangıç evresinin ardından esas ayrılma evresinde neler yaşayacağız onu merakla bekliyorum!!

3 Mart 2013 Pazar

Anaokulu süreci öncesindeki anneden notlar...

Daha önce de yazdığım gibi anaokulu arayışı sürecimizin sonunda Kerem'le benim içimize sindiğini düşündüğümüz bir yer bulmamızla birlikte yarın Mert'le anaokulu sürecimiz başlıyor... Kafamda nasıl bir gün olacağını resmetmeye çalışıyorum, bazen ediyorum, bazen edemiyorum... Biraz önceki gibi Kerem'in koçluk yaptığı anlar kendimi daha iyi hissetmeme neden oluyor. "Bak sonuçta biz onun anne babasıyız ve onu en iyi biz tanıyoruz","hiçbir şey için zorlama, yarın zorlarsan öbür gün evden çıkaramazsın...","Bırak kendisi seçsin, bırak oradaki ortamı izlesin, kendisi oyuna katılmak istesin..."

Bunları aklımda tutup yarın sabah evden çıkmayı planlıyorum Mert'le birlikte... Sadece yarın değil tüm alışma sürecimizde bakalım neler yaşayacağız, hissedeceğiz? Bunları yarın ve sonrasında paylaşırım artık.

Gelelim bizim araştırma sürecmize... Nereden başladık,nelerle karşılaştık, araştırma öncesinde çok belirgin bir "önceliklerimiz" listemiz yokken gezdikçe önceliklerimiz ortaya çıktı, belirginleşti. Şimdi düşünüyorum ki anaokulu sürecini yaşamaya başlamamızla belki hiç aklımızda olmayan başka öncelikler listeye girecek, çok önemli dediklerimiz önemini biraz ya da çok kaybedecek.

Ben geçen yıl işi bırakıp Mert'le birlikte kalmaya karar verdiğimde ve birlikte olduğumuz dönemde annesiz bir oyun grubundaki 2 haftalık denememizin olumsuz sonuçlanmasının ardından Kerem'le Mert'i 3 yaşına kadar evde benimle tutmaya ve okul meselesini kapatmaya karar vermiştik. Hamilelik ve Mert'in 3 yaşının yaklaşması ile okul konusu bundan 2 ay kadar önce tekrar açıldı. Bizim kafamızda nisbeten net bir karar vardı, hemen arka sokağımızdaki anaokulundan hem memnun olduğunu duyduğumuz kişiler vardı hem de evin balkonundan görünecek kadar çok yakındı... Biz de bu okuldan yana seçimimizi kullanacaktık. Taaaa ki bir akşam Kerem'in "ya burası iyi midir kötü müdür diye bir yorum yapamayız çünkü diğer yerlerle kıyas yapacak, hatta neyle kıyaslanabilir konusunda en ufak bir bilgiye sahip değiliz." cümlesine kadar... Kendimize küçük çaplı bir liste yaptık,ilk listemiz evin yakınındaki birkaç anaokulu idi.Bunları gezelim, ne aradığımızı / ne istediğimizi bulalım dedik. Ve ben başladım gezmeye...Gezdikçe ne istediğimiz / istemediğimiz daha da netleşti gözümüzde, bu sefer de istediklerimizin olabileceği yerler nereler olabilir diyerek başladık yeni bir arama/taramaya...

Sonuçta önceliklerimiz şöyle ortaya çıktı:

* Biz Mert'i oyun oynaması için anaokuluna göndermek istiyoruz. Amacımız öğrensin, eğitilsin vs vs değil... Zaten bunun için upuzun bir eğitim & öğretim yılları silsilesi var çocuklar için. Kısacası, amacımız dil öğrensin, matematik profesörü (!) olsun değil; oyun oynasın, keyif alsın...
* (Tabii ki) sevecen bir öğretmeni olsun. (bunu yaşadıkça göreceğiz tabii)
* Eve yakın olsun (mümkünse yürüme mesafesi)
* Temiz olsun ama gösterişe prim vermesin
* Yemekleri okulda yapılsın ve mümkünse menüsünde hiçbir faydası olmayan (hatta çocuklar için zararlı) saçmasapan yiyecekler olmasın.
* Televizyon olmasın.
* Çocukları daha 3 yaşında standardize etmeye başlayacağı sinyalleri vermesn (örneğin bir örnek forma giydirmek gibi)
* Bir de yaklaşık 10-15 yerle görüşünce farkettim ki bazı okulların yöneticileri/ pedagogları/ kurucuları karşılarındaki velinin neye önem verdiğini anlamaya çalışıp velinin duymak isteyeceği cümleleri sıralamaya başlıyor ki bu süreçte sanırım benim için en itici olan okullar bu tip konuşmaları hissettiğim yerler oldu.

(Bu arada görüştüğüm okullardan birinin kurucusu beni görüşme sonrasında kararımız sormak için aradı ve ben o okulla devam etmeyeceğimizi farklı bir seçim yaptığımızı söyledim. Temel nedenimin de okulda tv izlenmesi olduğunu ilettim. Okulda tv'nin 17:30'dan sonra annelerini bekleyen çocuklar için açıldığını onun dışında da öğrenme sürecinde görsel destek sağlamak için tv'yi kullandıklarını söyleyerek tüm anaokullarında tv olmasının zorunlu olduğunu iletti. Bu konunun uzmanı değilim zorunluluk kısmını da hiç bilmiyorum ama benim tercih sürecimde olumsuz bir madde bu. Başka aileler için durum tamamen farklı olabilir. Ancak bu yeri seçmememizin doğru olduğunu telefonda karşımdaki hanımefendinin "hangi okula göndereceksiniz peki?!!!" sorusunu duyunca bir kez daha anladım. Böylece listeye kendimce bir madde daha ekledim: anaokulu sürecini bütünüyle direktiflere bağlı  görmeyen bir yer olsun)


Bu öncelikler doğrultusunda bir karar verdik bakalım yaşayıp göreceğiz listemize neler eklenecek neler çıkacak bu listeden:)

İnsan ömrü boyuna pek çok seçim yapıyor, kararlar veriyor. Bu da onlardan biri; ne çok önemsizce öylesine bir seçim yapmak ne de hayatımızın en önemli kararını veriyormuşuz modunda olmamak lazım diye düşünüyorum...

2 Mart 2013 Cumartesi

gündem bu ara yoğun

Neler mi var?

* Geçen 2 hafta boyunca Mert için sanırım 10-12 civarı anaokulu (Mert için daha kabul edilir olması için oyun okulu demeyi tercih ediyoruz) gezdik. Önümüzdeki Pazartesi başlamak üzere içimize en çok sineninde karar kıldık. (bu konu bence apayrı bir yazı konusu zaten)

* Geçen hafta 20. hafta kontrolümüz ve detaylı ultrasonumuz vardı. Her şey şimdilik yolunda gözüküyor:)) Cinsiyet bir önceki muayenemizdeki gibi kız ve halen isim arayışımız devam ediyor:))

* Okul süreci başlayacak diye bir süre benim uğrayamayacağım pek çok yere uğradık/ yapamayacağım pek çok ziyareti bu hafta yaptık.

* Mert'le haftada bir katıldığımız "Almanca" oyun grubumuz da tüm keyfi ve eğlencesi ile devam ediyor...

* Mert'in 3 yaş doktor kontrolü bugün bir araya sıkışıverdi. Hem anaokulu gezilerimizden hem de bugünkü doktor muayenesi öncesi/sonrası bekleme odasında farkettiğim kadarıyla salgın hastalık konusu hala gündemde sıcak sıcak duruyor!!!

* Haftaya Mert'in doğum günü, organizasyonel pek çok detay beni bekler.

Kısacası 2 haftadır hiçbir şey yazmadım ama bu hiçbir şey yapmamaktan değil; yerimde pek de oturamamaktan kaynaklanıyor. Evi ve evde yayılmayı özledim desem yalan olmayacak:)) Sanırım Mert de özlemiş ki bugün akşam üstü eve girdiğimizde oyuncaklarının bazılarıyla ilk defa oynuyormuş gibi oynadı:))