kardeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kardeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Kardeşlerin aynı odayı paylaşması

Uzun zamandır aklımdaydı...

Hatta kendime zaman da koymuştum...

Tatiller bitsin, yaz sonu, hem İpek de 1 yaşını geçmiş olur, uyku, emme vs nispeten bir düzende olur diyordum...

Mert ile İpek aynı odayı paylaşsa iyi olur gibi geliyordu bana...

Dün de evde olmanın verdiği bir güçle bir anda kendimi İpek'in eşyalarını Mert'in odasına taşırken buldum...

Haaa Mert zaten birkaç aydır "eveeeeet aynı odada olalım" diyordu...

Neler düşündüm(k), neden böyle bir karar aldım(k), neler yaptık, neleri değiştirdik ilk fırsatta yazacağım... Hala düzenlenmesi gereken iki oda beni bekliyor!

Ama merak ediyorum: Çocukları aynı odayı paylaşan/ paylaşmış olan anneler aktarmak isterlerse tecrübelerini, bu işin negatif, pozitif yanlarını paylaşabilirler mi?

Bakalım bizde bu iş nasıl ilerleyecek?

5 Aralık 2013 Perşembe

2 Çocuklu Gündelik Hayat*

Geçen sene bu zamanlar gibiydi İpek’e hamile olduğumu öğrendiğimde… İlk iş zaten Mert’i 3 yaşında başlatmayı planladığımız, hamilelikle birlikte de başlatmayı ertelemememiz gerektiğini düşündüğümüz anaokulu araştırmalarına başladım. Aslında aklımızda bir yer vardı ama hamileydim götürüp getirebilecek miydim, servis işine de en baştan girmek istemiyordum falan falan… Bunları bir ara bayağı yazdım kendi bloğumda…
Bu araştırmanın yanı sıra internette sıklıkla iki çocuklu hayatla ilgili yazılar ararken buldum kendimi… Ama öyle kıskançlık hikayeleri, birinci çocuğu kardeşe  hazırlamak, doğumdan sonraki ilk ay  gibi değildi aradığım konu… Tabii onlar da vardı ama öncelikli olarak merakım  farklıydı. Basit, düz… “2 çocuklu annelerin doğumdan sonraki ilk haftalar geçtikten sonra gündelik yaşamları nasıl?”dı onu merak ettim… Belki bana denk gelmedi, belki de kimse yazılmaya değer bulmadı ve yazmadı.
2 çocuklu hayatta 4 ayı geride bıraktık bu konuda yazabileceğim ilk cümle: “günler hangi hızda geçiyor hiç anlamıyorum!” olabilir.
Sabahları genelde 5 civarı İpek tarafından süt isteğiyle uyandırılıyorum. İpek ve ben “sütçü” anne  yarı uyanık yarı uykulu bir çift olarak süt işimizi hallediyoruz ve şanslıysam (şanslı değilsem 6- 6 buçuğa kadar İpek gayet uyanık bir şekilde mırıldanarak zamanını geçirebiliyor) uykuya dalmış olan İpek odasına bırakılmak ben odama dönmek suretiyle uykumuza devam ediyoruz. 7- 7 buçuk aralığında Mert’in uyanması ile hayat gerçek anlamda başlıyor- yani başlamak zorunda kalıyor. Mert’e “saat 8 olmadan ben uyanmam”  cümlesini çok net öğretmiştim aslında ama Mert uyanınca İpek’in uyanması da genelde kaçınılmaz oluyor ve ben saat 8 olmadan uyanmaya mecbur kalıyorum! Yataktan sürünerek çıkan ben, günde biri sabah biri okuldan geldikten sonra toplam 2 kez olan çizgi film hakkını mutlaka ve mutlaka kullanmak isteyen Mert’e kayıtlı çizgi filmlerinden birini açıyorum. Sonrasında sırayla yatağın toplanması, giyinmek, İpek’in giyinmesi ve Mert’in sabah kahvaltısını hazırlanması derken 20 dakikalık çizgi film sona eriyor.  Araya bir yerlere sıkışmış bir süt seansımız daha var tabii İpek’le… Bu arada bir de Mert’in giyinmesi var ki kendi giyinmek istediği için normale göre daha uzun sürme ihtimali olabiliyor. Ancak Montessori felsefesini destekleyen bir anne olarak ne yazık ki sabahları Montessori’ye ihanet edercesine “hadi, hadiiiii, hadi oğluuuuumm”ların sayısı artabiliyor…
Saat 9 gibi evdeki süper üçlü kapı önünde olmaya çalışıyoruz ki Mert’i saatinde okula teslim edebilelim. Evden çıkar çıkmaz “şoför” kimliğim ortaya çıkıyor, Mert’in okula adaptasyon sürecinde keyifli bir okula gidişimiz olsun diye başladığımız “Anne şimdi sen taksici ol” ile taksicilik oyunumuz başlıyor! Sırasıyla İpek’in, Mert’in ve benim kemerlerimiz bağlanıyor ve yola çıkıyoruz… Yolda genellikle geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi vermeye çalışıyorum Mert’e, erken midir geç midir bilmem ama yolları tanısın, yön duygusu gelişsin diye düşünüyorum. Zamanında ablamı okula bırakırken annem bana aynısını yapardı, ondan mıdır bilmem İstanbul içinde zor kaybolurum…
 Mert’i okula bıraktıktan sonra saat 4-5’e kadar zaman bizim… Bazen eve dönüyoruz, evdeki işlerimi bitirmek için, kimi zaman caddede yürüyüşe çıkıyoruz, bazen market alışverişi, ziyaretler, buluşmalar derken saatin nasıl 4 olduğunu anlamıyorum! Son zamanlarda eve girememekten dolayı evi özlediğim doğrudur! Tabii bu arada İpek saat 10 gibi (eğer çok huysuzlanmamışsa) tekrar sütlenip sabah uykusunu uyuyor (huysuzlanmışsa bu saatteki sütü pas geçtiğimiz oluyor), eve dönmüşsek yatağında, dönmemişsek slingde… Tabii ki slingdeki uykusu çok çok daha uzun oluyor. Öğlen saat 1 gibi ise İpek’in öğle sütü ve evdeysek biraz halı üzerinde zaman geçirmesi mümkün oluyor. Yok dışarıdaysak uyku zamanı ile uyanıklık birbiri içine geçmiş bir süreç oluyor. Mert bebekken Mert’e rutin oluşturmaya mutlak gözü ile bakan ben İpek’te gördüm ki her çocuk farklıymış: İpek kendi düzenini kendi oluşturan bir bebek oldu bizim gündelik akışımız içinde… Tabii bunda Mert doğduktan 6 ay sonra işe dönecek olmamın etkisi çok büyüktü bence… Mert’e bir rutin hazırlamalıydım ve onu o rutinle ona bakacak kişiye sunmalıydım! Yani böyle düşünmüşüm o zamanlar, şimdi daha iyi farkediyorum… O zamanlar Mert uykusunu atladığında ya da sütünü her günkü saat dışında emdiğinde benim için olay olurdu! O zaman rahatım sanıyordum ama şimdiki rahatlığımla kıyaslayınca “o zamanlar içimde bir stres canavarı büyütüyormuşum” diyorum!
Saat 4 civarı İpek’i (eğer istiyorsa) bir kez daha emzirip (istemezse Mert’i okuldan alıp geldiğimizde emziriyorum) Mert’i alma yollarına düşüyoruz. 4 buçuk 5 civarı Mert’i alıp eve dönüyoruz; ki bence günün esas zorlu saatleri bunlar… Mert, günün yorgunluğuyla huysuzluğa; İpek de bence bebeklerin güneşin batmasıyla başlayan “uyut beni” ya da “uyumak istemiyorum ama uyku saati geliyor” huzursuzluğuyla süper bir ikili olabiliyorlar. Buradaki en iyi çözüm İpek’e slingde kısa bir akşam uykusu uyutmak, o sırada da Mert’le akşam yemeğini hazırlamak olabiliyor. Ha bu arada 7’ye doğru evin baba kişisi eve gelip de Mert ya da İpek’i aldığında, hatta bazen ikisini de oyaladığında akşamı benden iyi geçiren yoktur diye düşünüyorum J
Elimizden geldiğince 7 civarı akşam yemeğini yemeye çalışıyoruz ki ben 7 buçukta İpek’i emzirip uyutayım. Yemeğin ardından evin tellaklığı babada olduğu için Kerem sırasıyla İpek’i ve Mert’i banyoya sokuyor. İpek banyodan çıkınca ben İpek’i teslim alıyorum, Mert’i banyoya gönderiyorum. İpek’i emzirip uyuttuğumda banyosunu yapmış, pijamalarını giymiş bir Mert teslim alıyorum. Bazen babayla kitap okumuş oluyorlar o zaman ben direkt  “haydi uyuyalım” diyerek “yastık” görevi gören anne oluveriyorum. Babayla kitap okumamışlarsa “okumacı” anneden sonra “yastık” görevim başlıyor. Genellikle 8 buçuk 9 civarı bizim evde uyku saati tamamlanmış, yorgun bir anne baba olarak biz, koltuğa yayılmış oluyoruz… Uykuda saat 9, hafta içi benim için görülmesi gereken en son sınır şeklinde! 9’u geçen her bir uyanık dakika ise beni hızlı bir şekilde “sinirli” anne sınıfına sokabiliyor…
Büyüme ile uyku arasında, hatta karanlıkta uyunan uyku arasında önemli bir ilişki olduğunu her yerde okumak mümkün; ben Mert’in doğumundan bu yana uyku konusuna takık (bu takıklığı abarttığımda zaman zaman gereksiz üzülmüş) bir anne olarak bebeklerin ve özellikle küçük çocukların, en azından bizim evdeki bebek ve çocuğun, akşam 8’den sonra ayakta olmamasını tercih ediyorum. Hem onların sağlıklı büyümelerine çok büyük etkisi olduğuna inanıyorum hem de günde tamamen bana kalan bir iki saate ihtiyaç duyuyorum. Gündelik hayat yazısını uyku konusuna bağlamak üzereyim, uyku ile ilgili milyonlarca fikrimden sıyrılıp bu yazının konusuna geri dönüyorum…
Gece, genelde gündüz yaşadığımız hızlı, oradan oraya koşuşturmalı hayatın tam tersini yaşıyoruz… Evimizde misafir de olsa, biz bir yere de gitmiş olsak genelde bu uyku saatine dikkat ettiğimizi söylemek mümkün… Zaten artık alışkanlıktan ve bütün gün okulda harcadığı enerjiden dolayı Mert, beden dili ile uyku saatinde uyumak istediğini bas bas bağırıyor; ona sorarsak “hayır uykum yok” diyebilir bunu da not düşeyim… Ama içinde bulunduğu ortamdan çıkarıp sakin bir ortama girdiğimizde uyumaması da mümkün değil. İpek için durum Mert kadar oturmuş değil tabii ki, onun mümkünse uyku öncesinde fazla uyarana maruz kalmamış olması tercihim, ki…
Akşam artık 10 buçuk civarı İpek “dream feeding” denilen uyku arası emme sürecini tamamlayınca artık benim için uyku çanları çalmaya başlayabiliyor. Ama ne yazık ki erken uyuyacağım dediğim her gün 12’den önce uyuyabildiğimi hatırlamıyorum; tabii yorgunluk nedeniyle sızdığım günler hariç…

Kısaca normal rutindeki bir gün böyle geçiyor bizim evde… Biraz koşturmacalı, yetişme telaşlı, arada İpek’in uyku saatlerinin süt saatlerinin birbirine karışabildiği, sanki dışarıda bir yerde çalışıyormuşum gibi mesai saatlerinin olduğunu hissettiğim, hatta fazla mesainin pek sık olduğu günler yaşıyoruz genelde… Arada çok gülüyorum, bazen diyerek ağladığım oluyor, bazen çok eğlenceli bir anne oluyorum, bazı gün ileri derecede kuralcı… Akşamları genelde yorgun buluyorum kendimi, sabahları uyanabildikten sonra ise şarj olmuş oluyorum, uyandırıldığım ilk dakikalardaki “öğlen İpek uyuduğunda ben de uyuyacağım düşüncesi” tamamen uyanmamla çoktaaaaan çöp olup gidiyor… Gün içinde yaşadıklarımız değişebiliyor, o değişenlerden bana kalan duygular da değişiyor doğal olarak. Ama değişmeyen tek şey, sabah uyandığımda ve gece uyumadan önce ve aklıma gelen her an “sağlıklı ve bir arada  olduğumuz” için şükretmem oluyor…

*Bu yazı aynı zamanda www.internetanneleri.com 'da da yayınlanmıştır.

15 Ekim 2013 Salı

Bir elin beş parmağı aynı değil...

Dün akşam evdeki iki bıdığın uyku sürecinde ben de daha fazla dayanamayıp 9'da uyuyuverince sabahın 5'inde ayağa dikiliverdim işte "bugün bayram erken kalkın çocuklar" tadında...

Biraz önce İpek'i emzirirken aklıma geleni buraya yazmak istedim:

Evin ilk çocuğu "adapte olunan", ikinci çocuğu ise "adapte olan" oluyor dedim kendi kendime... Yani en azından bizim evde böyle sanki...

Yani ilk çocuk doğmadan önce tüm ortam ona göre hazırlanıyor, doğduktan sonra anne baba olan bizler ona göre günümüzü, hayatımızın akışını planlıyoruz... İkinci ise akışın içinde kendine yer buluyor,kendini o akışa adapte ediyor... Şanslı şanssız ayrımına, haksızlık muhabbetine girmeyeceğim çünkü ben daha önce de yazdığım gibi evin birinci çocuğu da ikinci çocuğu olmanın da kendine özgü şansı ve zorlukları olduğuna inanıyorum. Ve bu şans ve zorlukların da ileriki yıllarında insanın hayatına izler bıraktığına...

Çok kısa bir örnek: Mert doğduğu zaman (tabii gazlı bir bebek olmasının da etkisiyle) uykuları çok kısa süreli olunca ve ben yorgunluk içindeyken damarlarımda olduğunu düşündüğüm "otoriter murebbiye" kanı etkisiyle "bu çocuğu bir düzene sokmalıyım" demiş 3. aydan sonra bir uyku düzeni sağlamaya başlamıştım. Ama aslında Mert bizi kendi düzenine sokmuştu bence... Gündüz uyku saatiyse evde olalım, aman akşam rutinini bozmayalım, banyosu, emmesi ve uykusu üçlemesini  sarsmayalım derken biz bayağı bayağı kendimizi Mert'e uydurmuştuk. Şimdi bakıyorum da İpek bizim düzene kendini uydurma sürecinde sanki... Tabii bunda artık her yazımın içinde geçen, olmazsa olmazımız "carrierımız da çokama çok etkili... İpek, bizim günlük düzenimiz içinde uykusunu da uyuyor, emmesini de tamamlıyor (ya da bazen reddediyor), etrafını da anlamaya çalışıyor... Hangisi daha iyi ya da doğru diye bir soru olsa bence bu işin tek doğrusu falan yok hepsi dönemine göre kendi doğrusunu bulmaya çalışıyor... Benim için Mert'in bebekliğinde düzen kurmak çok çok çok önemliydi şimdi ise şunu farkediyorum zorunlu bir düzen kurmasan da çocuk/bebek kendi düzenini yaratıyor... Tabii bu şimdi içinde bulunduğumuz zaman için geçerli kimbilir gelecek günler neler gösterecek, neler düşündürecek???

Ha bu arada "kıskanma" ya da ilk çocuğun ikinciyi "kabullenme" sürecinin bizim evdeki izleri önümüzdeki günlerde yazmayı planladığım "deriiiiiin" bir yazı konusu:)))

Hep söylediğim hep derinden hissettiğim esas gerçekse şu: "sağlıklı olsunlar da geri kalanı detay"... İstediğimiz çıkarımları, psikolojik analizleri yapalım, uykusu için şu, aman okulu için bu, yemekleri için bunlar diyelim... önce sağlık... Tabii sağlıklı olmaları için yemekleri, uykuları  ve pek çok konunun peşinde dolaşıyoruz, "en doğruyu" yapalım istiyoruz bu inkar edilemez ama sağlık olmadığı zaman kendimizi bazen didikleyip durduğumuz konular da ne kadar basit kalıyor... Sabahın bu erken saatinde uyanmışken, bilgisayrı elime alıp bir şeyler yazmak istemişken ve kendimi konudan konuya atlama potansiyelinin en üst noktalarında bulmuşken her şeyin ötesinde tüüüüüüm çocuklara "sağlık" diliyorum...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Evimizin en miniği hayatımıza giriverdi: İpek'in doğum hikayesi...

En son hamilelik hikayemi 40. Haftayı doldurduğumda yazmıştım… O ara sanki İpek’i hiç doğurmayacakmışım ve ebediyen hamile yaşayacakmışım gibi geliyordu… 2 günde bir gittiğim NST ve doktor kontrollerim sırasında artık sık sık doktoruma “doğmazsa ne yapacağız” gibi mantıklı (!) sorular sormaya başlamıştım… Ben nedense bu hamileliğimde 38. Haftada doğuracağıma inandığım ve herkese “Temmuz başı gibi bebeği bekliyoruz” dediğim için Temmuz ayı boyunca “sen daha doğurmadın mı?” cümlesini sıklıkla duydum!! Hatta son hafta artık bu sorudan o kadar sıkıldım ki birkaç kişiye “yok doğurdum da doğum sonrası kilolarını veremedim” dediğimi hatırlıyorum…
41. haftamın dolacağı Pazar gününden önceki Cuma yine hastanedeydim, NST’de doğuma dair hiçbir belirti yine yoktu ve yine o gün beni gören herkes “daha karnın inmemiş” diyor ben de bu yoruma karşılık “Mert’in doğduğu gün de bana karnın inmemiş daha senin doğumuna var diyorlardı” diye savunma yapıyordum. Cuma günkü kontrolde doktorum doğumun başlamaması durumunda Cumartesi gecesi hastaneye yatmamı istediğini ve o gece verecekleri bir ilaç ile doğumu tetiklemeye çalışacaklarını söyledi. Hamileliğimin başından beri normal doğum yapmak istediğim için bu durumda olmak beni gerdi. Ya suni sancı almak zorunda kalırsam, ya sezaryen olmak zorunda kalırsam gibi düşünceler stres katsayımı arttırdı. Ben her hamilelikte anne nasıl bir doğum arzu ediyorsa, kendisini strese sokmayacak seçenek kendisi için neyse o şekilde doğurmasının en güzeli olduğuna inanıyorum. Benim için de kendimi en mutlu hissedeceğim doğum normal doğum olduğu için sezaryen olasılığı bile oldukça üzücüydü. Oysaki önemli olan annenin ve bebeğin sağlığı; eğer doktorunuza güveniyorsanız o sizin ve bebeğinizin sağlığı için sizi en doğru yöntem için bilgilendirecektir.
Gelelim o cumartesi gecesine…
Daha önceden Kerem’le vermiş olduğumuz karar sonucu hastaneye giderken Mert’i de yanımıza alacaktık. Biz doğum için hastaneye giderken Mert’i evde bırakmak istemedik. Kafamda ben ve Kerem hastanedeyken, doğum sonrası Mert’in hastaneye gelip o tabloya dışarıdan bakan bir göz olmasını yerleştiremedim, içime sindiremedim.  Sonrasında biraz araştırdım, hastaneye götürenler var mı neler yaşamışlar diye; çok olumlu yorumlar okuyunca doğumdan haftalar önce Mert’e neyi tercih edeceğini sorduk. O da bizimle hastanede olmak istediğini söyledi. Duruma yavaş yavaş hazırlamak için ona hastanede sıkılabileceğini, her istediği an onun isteklerine cevap veremeyebileceğimizi ve hastanenin kurallarına uymak zorunda olduğumuzu anlattık. O da bunları kabul etti.
Cumartesi gece yarısına doğru arabanın bagajında bavulumuz ve oda süslerimiz, arka koltukta uyuyan oğlumuzla hastanenin otoparkına girdiğimizde kendimi tatil için otele gelmiş gibi hissettim.  Mert’i refakatçi yataklarından birine yatırdık, bavulumu boşalttık ve sabaha doğumu başlatacağını ümit ederek ilacı aldım ve uyudum. Doktorum ilk seferde ilacın etki etmemesi durumunda ertesi gün birkaç kez daha ilacı uygulayabileceğini, uygulama sayısının benim sabrıma bağlı olacağını vs söylemişti. Sabah saat 7 gibi Mert’in bizi uyandırması ile kalktık, sabah muayenemi yapan nöbetçi doktor ilacın henüz etki etmediğini söyledi. Ben de kahvaltı sonrası odayı süslemeye giriştimJ




Odayı süslemeye başlamıştım ki saat 9 civarı doktorum bizim odaya uğradı, benim “doğum ne zaman başlar acaba?” merakımı görünce beni muayeneye aldı. Bizim kızın gelmeye hala niyeti yoktu ki minik bir müdahale ile su kesesi patlatıldı! Veee doğum süreci o andan itibaren başladı. En baştan itibaren epidural anestezi almadan doğum yapmak istediğimden sürecin başında epidurali çok net bir şekilde reddettim. Sancılarımın yavaş yavaş başlamasıyla hemşirelerden pilates topu ve bir mat rica ettim. Güleryüzlü ve şefkatli olduğunu düşündüğüm ebe hemşire bana sadece istediklerimi getirmekle kalmadı, sancılar gelmeye başladığında nasıl sancıyı daha hafifletebileceğimi de gösterdi. İlk bir saatte durumum gayet iyiyken sancıların sıklaşması ama İpek’in henüz daha aşağı inmemesi nedeniyle ben sıkı bir epidural istekçisi oluverdim!!! Pazar günü, az sayıda anestezi doktoru ve tam o saatte bir başka doğumun olması derken ben yaklaşık 15 dakika epidural için anestezi doktoru bekledim, o 15 dakika benim için 1 saat de olabilir 2 saat de!!! İpek’in aşağı inmemesi nedeniyle doğumun sancı sürecinin daha çooooook süreceğini düşünüyordum ki öğlen saat 2 civarı nöbetçi doktorun muayenesinin ardından doğumun başladığı müjdesini aldımJ
Bu arada ben sancı sürecindeyken Mert de odamızı ikiye ayıran kapının diğer tarafında halası, babaannesi, teyzesi ve kuzeni ile çeşitli oyunlar oynuyor arada benim odama gelip beni kontrol ediyordu. O  geldiğinde ben tüm iyi halimle onunla konuşuyor onun kendi tarafına dönmesiyle ben de sancılarıma tekrar konsantre oluyordum. Doğumhaneye giderken Mert’e haber verdik, İpek doğar doğmaz, daha önce ona söz verdiğimiz gibi kardeşini ilk onun göreceğini söyledik.
Doğumhaneye giderken Mert’in doğumunda kurduğum cümlenin aynısını kurdum: “Senai Bey’e (doktoruma) haber verdiniz mi?” “evet geliyor şimdi” cevabını alınca rahatladım. Yaklaşık 15- 20 dakikalık, benim İpek’i kesinlikle çıkartamayacağımı düşündüğüm sürecin sonunda İpek kocaman gözlerini açmış ben nereye geldim modunda etrafı inceliyordu J
Evimizin en miniği 21 Temmuz 2013 günü 14.36’da tam istediğim gibi normal doğumla hayatımıza giriverdi ve söz verdiğimiz üzere doğumhaneden çıktığında onu ilk gören Abisi Mert oldu J Tabii ben bu buluşmaya sonradan resimlerden tanıklık edebildim. Doğumhaneden çıktığımda Mert hala koridorda, cam bölmeden kardeşinin yıkanmasını izliyordu. Ben, doğum yapmanın verdiği rahatlık, Mert’i görmenin mutluluğuyla “Mert’cimmmm bak ben çıktım ve çok iyiyim anneciğim” dedim, Mert’in yüzündeki şaşkınlık ifadesi beni görünce sıcacık bir gülümsemeye dönüştü ya da ben öyle görmek istedim…



Hastanedeki 2 günün sonunda eve geldiğimizde en çok şu iki cümleyi söyledim sanırım: “oh iyi ki doğurdum da rahatladım.” (hiç doğurmayacağım sanıyordum ya!!:)) ve “iyi ki hastaneye Mert’i  götürdük.” (eve geldiğimiz gün evdeki kalabalığa karşı çığlıklar atan oğlumu görünce hastaneye gelmeseydi ve İpek’in gelişi ile evde bebekli ortama ilk kez girseydi sanırım Mert’i idare etmek ve sakinleştirmek daha zor olabilirdi.)

İpek’in doğum hikayesini İpek doğduktan 2 ay sonra yazabildiğim düşünülürse 2 çocuklu hayatta günlerin nasıl hızla geçtiğini anlayabilmekte değilim. Ha 2 çocuk güzel mi, zor mu diye soran varsa ben hep kardeşli hayatın güzel olduğunu savunanlardanım, inşallah İpek’le Mert de kardeşliklerini  çooook güzel bir şekilde yaşarlar hayatları boyu. Blogger annelerden Slingomom sanırım twitter’da yazmıştı: “2.çocuk kolay; 2 çocuk zor…” diye. Kesinlikle sonuna kadar katılıyorum… 

21 Mayıs 2013 Salı

2 Çocuklu hayatın SWOT analizi :))

Geçenlerde Anne Bak!'ın Facebook hesabında bir soru sordum; dedim ki:  "Bir çocuk bir çocuk,iki çocuk çok çocuk" önermesi doğrudur; yaşadım biliyorum diyenler haydi yazın biz de başımıza neler gelecek öğrenelim:))) 
Sonra beklemeye başladım, bakalım kimler neler yazacak diye... Sonuç: kimse bir şey yazmadı!!! :))) Ben de şöyle bir çıkarımda bulundum:

- ya kimse konuyu paylaşıma değer bulmadı...
- ya da grubun çoğunluğu "2 çocuk yapacak kadar delirmedim henüz" diyenler:))
- veya "Zeynep deli misin yaşadıklarımızı yazacak kadar zamanımız var mı sanıyorsun??!!" diyenler:))

olabilir diye düşündüm... Veee kendi göbeğimi kendim kesmeye karar verdim... Daha henüz 2 çocuklu hayata geçmemiş 1çocuklu1gebe olarak haydi kendimce bir resmedeyim neler olabilir; sonra birkaç ay sonra da açar neler saçmalamışım, neleri tutturmuşum bakarım diyerek bir şeyler karaladım. Üniversite hayatı ve sonrasındaki "yoğun" kurumsal hayatın bize katkısı olan SWOT (Güçlü alanlar, Zayıf alanlar, Fırsatlar, Tehditler) analizini 2 çocuklu hayat için kurgulayayım dedim. Dedim de pek güçlü yön çıktı mı bilemedim... Ben de ileride geri dönüp bakılmak ve tekrar yorumlanmak üzere buraya koymaya karar verdim. Yorumu olan buyrun buradan paylaşsın:)))



Ha bu arada SWOT analizini biz kurumsal hayatta niye yapardık? Bir projeye, işe başlamadan önce yaşyacaklarımızı resmedebilmek, o projeye girme/ girmeme kararı verebilmek ve o projeye uygun bir strateji oluşturmak için... Böyle bakıldığında bu SWOT analizi için geç kalmış olduğumuzu söylemek mümkün... Sonuçta 32 haftasını tamamlamış ve artık doğum zamanının gelmesini bekleyen bir hamileyim; 2. çocuğu yapalım mı yapmayalım mı kararında olan 1 çocuklu bir ailenin anne kişisi değilim:))))

25 Mart 2013 Pazartesi

evet Mert'e kardeşi olacağını söyledik :))

Geçen hafta okul serüvenimiz nisbeten olumlu geçince sıra gündemimizdeki diğer konuya geldi. Mert'e bebek haberini vermek üzere Kerem'in de benim de evde olduğumuz ve bir yere yetişme telaşımızın olmadığı pazar gününü seçtik. Hamileliğimin 24. haftasından daha geç bir zamana kalsaydık en sonunda Mert "benim annem neden top gibi yuvarlanmaya başladı" diyebilirdi:))) Ben yine öncesinde bir yerlerde bir şeyler okumaya çalıştım ama kardeş haberi vermekle ilgili çok detay bir şeyler bulamadım. Genelde yazılanlar bebek doğduğunda anne babanın neler yapması nasıl davranması ile ilgiliydi. Haber verme süreci ile ilgili olarak da her okuduğum yerde ortak nokta "kısa ve net açıklamalar yapmak ve çocuğun soracağı soruları yine açık ve net yanıtlamak kafa karışıklığına imkan vermemek"ti. Bu hafta içinde önce SlingoMom'da okuduğum "kardeş haberi vermek" başlığı altındaki iki kitabı aldım Mert'e: Marsık Yayınları'ndan "Bebek" ve "Vücudumuz"...Bayağı ilgilendi Mert buradaki resimlerle... Mert'e dün bebeği söyledikten sonra da sorduğu sorulara kitaptaki resimleri hatırlatarak yanıt verebiliyor olmak da beni oldukça rahatlattı:)

 
Diğer yandan da kendimi ileriye dönük hazırlamak üzere Blogcu Anne'de karşıma çıkan "Siblings Without Rivalry" kitabını kısa kısa okumaya başladım. Bu kitapla ilgili kendimce notlarımı bir ara yine buraya yazmayı planlıyorum.

Gelelim haberi Mert'le nasıl paylaştık konusuna: Mert'e kısa ve öz olarak benim karnımda bir bebek olduğunu ve (inşallah bir aksilik olmazsa) yazın çok sıcak havalar başladığında kardeşinin bizimle olacağını söyledik. Çok şaşırdı, hatta bizi bayağı gülümseten bir şekilde "karnında bir bebek olduğunu hiç bilmiyordum!!" dedi tüm saflığıyla:)) karnımı ellemek istedi, bebeği görüp göremeyeceğini, bebeğin onu duyup duyamayacağını ve bilumum pek çok soru sordu. Hatta dün gün içinde aklına geldikçe farklı farklı noktalardan kardeş/ bebek konusunda sorular sordu ya da yorumlar yaptı. Hatta en hoşuma giden yorumlarından biri dün akşam üstü caddede yürürken geldi:"Anne ben şimdi bu gri pusetime biniyorum ya..." Ben: "eveeeet??" Mert: "kardeşim doğduğu zaman o da sarı pusetime binebilir..." Evet biliyorum bebek geldiği ve Mert gerçek hayatı yaşamaya başladığı zaman paylaşımla ilgili pek çok yaklaşımı değişebilir ama ben bu ve buna benzer cümleleri duydukça mutluluktan ağlayasım geliyor:)) Bebeğin doğacağı zamanı nasıl anlayacağımızı sordu ben de ona daha önce de anlattığımız kendi doğuma gitme hikayesini anlattım: bebek anne karnının dışında yaşayacak kadar büyüdüğünde ve anne karnına sığmadığında dışarı çıkmak isteyecek ve ben de doktorun yardımıyla onu dünyaya getireceğim. O da bana "bu sefer arabayla gitme ambulansla git" dedi, neden diye sorunca ambulanslar daha hızlı gidebilir çünkü diyerek yine bizi dumura uğratan bir cevap verdi. Kendince kafasında neler düşünüyor, neler kuruyor çok merak ediyorum. Bakalım günler geçtikçe ne gibi yorumlar gelecek daha:))

Arada bebeğin ilk doğduğu zaman çok küçük olacağını, kendisi ile biraz büyüyene kadar oyun oynayamayacağını, belki uyumasının zor olabileceğini ve ağlayabileceğini de söylüyorum sorduğu sorularla bağlantılı olarak... O da bana/bize farkındayım tonunda "biliyorum" diyor... Çevremizde bu ara çok fazla bebek görmenin faydası bu sanırım:))

1 Şubat 2013 Cuma

Birinciyi İkinciye Hazırlamak

Bu ara en çok düşündüğümüz konuların başında Mert'e kardeşi olacağını nasıl söyleyeceğimiz geliyor. Ben yine açtım kitapları, interneti okuyup duruyorum. İnternetten konuyla ilgili bir şeyler ararken Google'a yazmaya başladım "how to tell your child..." diye... Cümlenin devamını "...about a new baby" yazmadan çıkan o kadar çeşitli dramatik konu başlığı belirdi ki benim aradığım konunun aslında ne kadar basit, ne kadar olağan olduğunu düşünüp rahatladım:)

Kerem'le ortak kararımız Mert'e hamileliğimi çok başlardan söylememek üzerine kurulu, sonuçta henüz 3 yaşında olmayan bir çocuğun beklentisinin, hayallerinin ne olabileceğini kestirmek güç. Ayrıca hamileliğin başındaki 3 aylık süreçte de hamileliğin nasıl devam edeceğini kestirmek güç. Son olarak da şöyle bir karar verdik karnım iyice belirginleşeceği ve detaylı ultrasonda pek çok şeyi öğrenme fırsatımız da olacağı için 20. hafta kontrolünden sonra Mert'le durumu paylaşacağız.Tabii bu arada bir ortama girdiğimizde hemen Mert'in henüz haberinin olmadığını söylüyoruz ki "Mert kardeş geliyormuş sana" türevinden konuşmalara maruz kalmayalım:)

Bu arada okuduğum yerlerden iki tanesindeki- ki genelde hemen hemen her yerde benzer şeyler yazıyor- notları da burada paylaşmak isterim.Notlar sadece bana kalmasın.

İlk kaynağım Mert'e de hamileyken ve bebekliğinden itibaren çok sık kullandığım www.babycenter.com internet sitesi. Burada da şimdi ikinci hamileliğimin takibini meyve / sebze bazında yapmaya devam ediyorum. Örneğin şu an kendileri karnımda bir turp büyüklüğünde:) Neyse gelelim babycenter'da ikincinin geleceğini birinciye nasıl ve ne zaman söylemeli başlığında okuduklarıma:

- Çocuğunuzun yaşına ve mizacına göre söyleyeceğiniz zamanlamayı seçebilirsiniz.

- Babycenter 1,2,3-4 ve 5-8 arası yaşlar için ayrı ayrı önerilerde bulunmuş

- 3 yaş önerilerine baktığımda

o İlk trimesterin bitimi/ yapılacak tüm testlerin sonlanmasını beklemek iyi bir tercih olabilir deniliyor

o Yavaş yavaş karın büyümeye başladığında söylenmesi de diğer iyi bir alternatif. Zira bu yaştaki çocuklar annede henüz hiçbir fiziksel değişiklik yokken bebeğin içerde nasıl varolduğunu anlamakta zorluk çekebiliyor

o Aile ve çevreye söyledikten sonra çocuktan bu durumu gizlemek zorlaşabileceği için etrafa söyledikten hemen sonra da bir tercih olabilir

o Çocuğa annenin hamilelik semptomlarından bahsetmek çocuğun bebeği suçlamasına neden olabileceği için bunlardan bahsetmemek en doğrusu

o Söylemek için sakin olduğu, yeni bir değişiklik (okula başlamak gibi) yaşamadığı, sorularını sorabilecek kadar geniş bir zamanıseçmek sağlıklı olabilir. Mümkünse ebeveynlerin ikisinin de yanında olması.

o Eğer bu konuşmadan sonra bir düşük yaşanırsa ne demek gerekir? – bebeğin doğacak kadar büyüyemediğini daha sonra belki yine karında bir bebek büyütmeyi deneyebileceğinizden bahsedebilirsiniz

o DURUMU ANLATMAYA BAŞLAMADAN birkaç hafta ÖNCE ortamı hazırlamaya başlayabilirsiniz. Kardeşler hakkında hikaye kitapları okunabilir, arkadaşlarınızın çocukları ya da çocuğunuzun arkadaşları ile biraya gelip “senin de bir gün kardeşin olabilir” diyebilirsiniz.

o Çocuklar ebeveynlerinin çocukluklarını dinlemeyi severler. Çocukken kardeşlerinizle olan hikayelerinizi anlatabilir, hissiyatınızı paylaşabilirsiniz.

o Çocuğunuzla hamileliğinizi paylaşmaya karar verdiğinizde pozitif bir tonda ve kısa-net bir konuşma ile bu durumu paylaşın:“şu anda karnımda bir bebek büyüyor ve gelecek yaz bir kız/erkek kardeşin olacak” gibi…

o Sonrasında merak ettiklerini sorması için zaman tanıyın, gereksiz bilgi ve detay ile kafasını karıştırmayın
İkinci kaynağım ise  pekçok konuda başucu kitabım olan Tracy Hogg serisinden:

“ Çocukluğa Geçiş Sorunlarına Mucize Çözümler” kitabından aldığım bazı notlar (325-  329 arası sayfalardan alıntılanmıştır)
-          Çok erken söylemeyin

o   Küçük çocuğun yaşamında 9 ay sonsuzluk gibidir.

o   Basit olarak söylenmeli ve çocuğun sorularını sormasına izin verilmeli. “Sana oyun arkadaşı geliyor” türünden bir açıklama yapmayın

-          Bebek doğmadan 6 ay kadar önce onu bir oyun grubuna sokun.

o   Paylaşma ve işbirliği en iyi arkadaşlardan öğrenilir

-          Diğer çocuklara da sevgi gösterin

o   Çocuğunuz diğer çocuklarla da ilgilendiğinizi görsün

o   Babaya da sevginizi sürekli gösterin ki çocuk kendisinden başka kimseler sevilse de kendisine olan sevginin azalmayacağını bilsin.

-          Çocuğunuza bebekler gösterin

o   Ona bebek kardeşler ile ilgili hikayeler okuyun

o   Kendi bebeklik fotoğraflarını gösterin

o   Bebeklerin ne kadar hassas oldukları anlatılabilir: “şu yeni doğmuş bebeğe bak. Parmakları ne kadar küçük. Çok dikkatli olmalıyız ki kırılmasınlar.”

o   Ona ait olan şeyler için şu ifadeleri kullanmayın: “bu senindi ama artık bebek giyecek” Yeni doğan bebek giysileri satan dükkana çocuğunuzla birlikte gidip birlikte seçim yapın ama giysilerin güzelliğini fazla abartmayın. Bir bebek oyuncağına dokunmak/oynamak isterse izin verin ama “bu bebek için sen artık büyüdün” demeyin.

-          Geceyi çocuk yanınızda olmadan dışarıda geçirmeyi planlayın. Doğuma gittiğinizde yanında olmadığınızda bu süreyi daha kolay geçirebilir.

-          Sağduyunuza ve içgüdünüze güvenin

o   Çocuğunuzun bebeğe hazırlanması konusunda birçok tavsiye alacaksınız ama duyduğunuz her şey kural değildir.

o   Ör: hazırlık sınıflarından birinde büyük çocuğa aşırı hoşgörülü davranılması öneriliyordu. Maya şöyle dedi: “Yeni çocuk, yaşamımızı zenginleştirmek için geliyor- yalnız kalsın ve büyük çocuk aileyi yönetsin diye değil. Bu böyle olursa sorun çıkar.”
Aslında en başta belirttiğim gibi hemen hemen her yerde benzer şeyler okudum ve en çok da sağduyu ve içgüdünüze güvenin başlığını kendimce benimsedim. Çünkü ne olursa olsun her ailenin ve her çocuğun düzeni, beklentisi, iletişimi birbirinden farklı olabilir ve en iyi nasıl/ ne zaman söylerim konusunu yine belirleyen ailelerin kendisi olacaktır.

Biz bu sürecin iletişimi öncesi biraz da çevresel etkenler gereği pek çok bebek ziyareti yapmak , hatta yeni doğmuş bebeklerle oldukça zaman geçirmiş bulunmaktayız ve bu durum devam edecek gibi gözüküyor. Yazdan bu yana yaptığımız bebek ziyaretleri oldukça yoğundu Mert'le birlikte:) 2.5 ay kadar önce de ailecek görüştüğümüz ve Mert'ten biraz büyük çocukları olan arkadaşlarımızın ikinci bebekleri oldu. Bu süreçte Mert bir anne ve babanın birden fazla çocuğun anne ve babası olabileceğini biraz kafası karışarak da olsa anladı:) Ayrıca sadece bu hafta biri 20 günlük biri 1.5 aylık bebekleri ziyaret etmeye evlerine gittik... Tabii bir de lise arkadaşım Tuba'nın Nisan sonu Mayıs başı gibi gelmesini beklediğimiz bebeği var... Mert onun da anne karnındaki sürecini yakından takip ediyor. Geçen gün arabada Tuba ile çok hoş bir sohbetleri vardı. Ben Mert'e Tuba'nın karnındaki bebeğin hareket ettiğini ve benim bunu farkettiğimi söyleyince o da klasik "neden?" sorusu ile başladı. Biz de "acıkmış olabilir" dedik.
Mert: o nasıl yemek yiyor?
Tuba: Ben ne yersem onu yiyor Mert'cim.
Mert: Nasıl yani? mesela sen makarna yersen o da makarna mı yiyor?
Tuba: Evet Mert'cim.
Mert: köfte yersen?
Tuba: O da köfte yiyor
.... Mert bir milyon tane yemek saydıktan ve Tuba'dan onay aldıktan sonra bana dönüp "anne biz başka ne yiyoruz?" diye sordu. Bu konu bayağı kafasında yer etmiş ki akşam da babasına anlatıyordu :))

Umarım tüm süreç yukarıdaki gibi eğlenceli hikayelerle devam eder. Tabii şunu da çok iyi biliyoruz ki hamilelik sürecinde ne konuşursak konuşalım gerçek, doğumdan sonra yaşanacak:))

25 Ocak 2013 Cuma

16. hafta doktor kontrolünün ardından...

Bilenler bilir Mert'e hamileyken inanılmaz rahat ve her tarafa koşturan bir hamileydim. Çalışıyor olmanın da getirdiği bir durum olarak pek durup kendimi dinlemeye zamanım olmuyordu; 39. haftasına kadar çalışmayı tercih eden bir hamile olarak tek hatırladığım zorluk sunum vs yaparken nefes alışımdaki garipleşmeler ve karşımdaki insanların bana her an doğuracakmışım gibi korkuyla bakmasıydı:))

Bu hamileliğimde de şimdiye kadar çok şükür ki bir sorun yaşamadım, bu sefer de 1çocuklu1gebe olarak kendimi dinlemeye yine zamanım yok. 16. haftamı doldurmak üzereyim ama 16 hafta nasıl geçti pek anlamış değilim. Ama bu kez biliyorum ki ilk hamileliğimden çok major farklı bir durumum var: nedense daha endişeliyim!! Bu normal günlük hayatımı etkilemiyor, sadece doktor kontrolüne gideceğim zaman kötü bir şey duyar mıyım endişesini çok yüksek bir şekilde hissediyorum. Biliyorum bunun bir sebebi birinci hamileliğimde dünyadan bi'haber olmam. Diğeri de bir önceki hamileliğimde düşük yapmış olmam.

Neyse, dün de doktor kontrolüm öncesinde farkettim ki kendimce stres yapmışım. Hatta sabahtan Mert'in oyun grubu için bir arkadaşımızda toplandık,orada sohbet ederken arkadaşlarım "bugün cinsiyeti öğrenirsin" dediklerinde de aynı şeyi söyledim: "cinsiyeti öğrenebiliriz ama ben onun merakında değilim; yaşıyor mu yaşamıyor mu onu merak ediyorum" dedim. Doktorum muayeneye başlarken de yine ilk sözüm "bakalım orada mı?"oldu.

Evet kendimce stres yapmışım ama şimdilik her şeyin yolunda olduğunu öğrenmek beni hemen rahatlattı,o stresli halim hemen uçup gitti. Doktorum ultrasonla bebeğin durumunu kontrol ederken "cinsiyeti söylemiştim değil mi?" deyince Kerem de ben de bir saniyelik bir es sonrası aynı anda merak dolu bir "yoooo??" çıkardık ağzımızdan. "Kız bu kız" dedi Senai  Bey, arkasından yine ben "net mi değişir mi?" diye gereksiz bir soru sorunca doktorum bir daha baktı baktı baktı... Sırtı bize dönük olması ve kendini %100 göstermemesi nedeniyle doktorum "%80-90 kız" dedi.

Bakalım 20. haftada detaylı ultrasonlu muayenemiz olacak o zaman netleşiriz sanırım. Gerçekten de şu "sağlığı yerinde olsun da cinsiyeti farketmez" lafı var ya çok çok doğru... İnsan bir çocuğu varken ikincisinin farklı bir cinste olmasını bir de onu deneyimlemeyi istiyor tabii ki ama aynı cinsten iki kardeşin arkadaşlığı da güzel bir deneyim olsa gerek:)) Ben mesela iki kız kardeş olarak büyümüş biri olarak hep halimden memnun oldum kesinlikle:))

Yavaş yavaş hamileliği beliren/belirecek 1çocuklu1gebe olarak yavaş yavaş yapılacak işleri belirlemek ve planlamak gerekiyor sanırım. Şu an kafamdaki en öncelikli konu Mert'le yeni durumu ne zaman ve nasıl paylaşmalıyız konusu... Şimdiye kadar okuduklarımdan aklımda kalanlar:

- evdeki çocukla paylaşmak için çocuğun yaşı çok önemli. Küçük yaştaysa çok da erken paylaşmanın bir anlamı yok. Zira küçük yaştaki çocukta zaman kavramı olmadığı için uzun süre beklenti yaratmanın anlamı yok
- Karnım belirmeye başladıktan sonra etraftan duyma ihtimali de artacak; örneğin bir gün parkta karnımı gören bir teyze Mert'e "aaa ne güzel ağbi mi olacaksın sen?" sorusuyla gerçekleri Mert'in yüzüne çarpabilir:) bu nedenle dışarıdan durum belirginleşmeye başladığında durumu tabii ki benden ve babasından duyması daha sağlıklı olacaktır.
Dolayısıyla sanki 20. hafta civarlarında Mert'le yeni durumu paylaşabiliriz gibi gözüküyor. Ne zaman konuşacağımız konusunda aşağı yukarı netiz ama nasıl konuşacağımız konusunda da aynı derecede net olabilmeyi umuyorum:))

Haaa bir de bebek için isim bulmak gibi önemli bir konumuz var tabii:))