yurtdışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yurtdışı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2014 Çarşamba

Çocuklarla Yurt Dışı Tatili- Fransa ve İtalya- 2. Bölüm

Çocuklarla Ekim ayında gerçekleştirdiğimiz 5 günlük kısa Fransa turunun Nice ile ilgili ilk bölümünü burada paylaşmıştım. Şimdi Nice dışı olarak anlatacağım ikinci ve son bölümü karşınızdayım :)


yolculuk öncesi çalışma notlarım :)

27 Ekim 2014 Pazartesi

Çocuklarla yurt dışı tatili- Fransa ve İtalya

Biz gezmeyi, yeni yerlerle birlikte yeni insanlar görmeyi seven bir aileyiz... Ben ve Kerem, üniversiteden beri her fırsat bulduğumuzda, elimizde para olduğunda gezmeyi, seyahat etmeyi tercih ettik hep... Çocuklarımız da öyle olsun istiyoruz, öncelikleri satın alacakları bir eşyadan çok gezecekleri bir ülke, şehir, köy olsun istiyoruz... (yani sanırım öyle istiyoruz,bunu hiç konuşmadık ama tercihlerimiz ve davranışlarımız bu yönde :))

Bayram tatili yaklaşırken de elimizde hiçbir program yoktu, sadece Kerem'in bu yıl sonunda zamanı dolacak milleri ve Kasım ayında da benim ve Kerem'in süresi bitecek Schengen'imizden muhabbet açılmışken bir akşam önce mevsim itibariyle nereye gideceğimize karar verdik, uçak biletlerimizi aldı (çok son dakika planı olduğu için bayramın 3. gününe bilet bulabildik gidiş için) ve temiz, ekonomik bir otel buldu Kerem. Ardından 5 günlük Nice (Güney Fransa) merkezli programı doldurma görevi bana düştü.


9 Temmuz 2014 Çarşamba

yaz tatiline devam: Rodos

Biz bu hafta sonu itibariyle başka bir tatile daha doğrusu yazlık hayatına yelken açmışken Marmaris tatil yazıma Rodos'la devam edeyim... Farkındayım; sürekli bir tatil yazısı yazmak okuyana "amma tatil yaptın kardeşim!" hissi veriyor olabilir ama yine yazayım geçen seneki yazın ortası doğum süreci nedeniyle adam gibi bir tatil yapamadığımızı ve bu sene onun da ivmesiyle iyi bir tarih planı yaptığımızı belirtmeden geçemeyeceğim...

Çocukların ve bizim henüz süreleri dolmamış Schengen vizelerimiz olunca (Schengen vizesi olmayanlar için Yunan adalarına girişte "kapıda  vize " uygulaması bulunuyor. Detaylı bilgi burada mevcut.) Marmaris'e giderken pasaportları da çantama attım, iyi ki de atmışım... Marmaris'in merkezinden 1 saatlik bir deniz otobüsü yolculuğu ile Rodos'a geçtik. Biletlerimizi yolculuktan sadece bir gece önce internetten alabilince boş bir deniz otobüsü ile karşılaşacağımızı düşünmüştüm; yanılmışım! Tamamen doluydu! Marmaris'ten Rodos'a biri sabah biri akşam üstü olmak üzere iki sefer yapılıyor; Rodos'tan Marmaris'e de aynı şekilde... Bu arada Marmaris'te limanın bir otoparkı var, günlük ücret karşılığı arabanızı buraya park edip deniz otobüsüne binebiliyorsunuz. Mutlaka ve mutlaka kalkıştan bir saat önce limanda bulunmakta fayda var, yurt dışı çıkış harcını ödemek ve biniş kartını almak için ve en son olarak da pasaport kontrolünde olmak üzere ayrı ayrı sıralarda uzunca beklemek mümkün. Bir de bunun iniş versiyonu var, inişte bebekli ve çocuklu olmamızdan dolayı bize bayağı bir öncelik verildi; verilmese o sıcakta uzunca bir kuyruk beklememiz gerekebilirdi...

Rodos'a gelip, limandan adaya ayak basınca hemen limanın karşısında lokal araç kiralama büroları bulunuyor. Biz onlardan birinden küçük bir aile aracı kiralamak istedik, sezon artık başladığı için araba kalmamış bir günlük idare etmemiz için bir Fiat Doblo verdiler bize, ertesi gün minik arabamıza geçebildik. Fiat Doblo ile kendimizi kah bir küçük esnaf, kah bagajı açıp mangalı çıkarıverecek bir piknikçi gibi hissettik. En süper tarafı İpek'in pusetini kapatmak zorunda kalmadan bagaja koyabilmekti sanırım :) Araç kiralama bürosunun bize önerisi, bir dahaki sefere gelmeden önce araç rezervasyonumuzu mutlaka yaptırmamız yönünde oldu.

Arabamızı da aldıktan sonra ver elini (yine bir gece önce rezervasyonumuzu yaptırdığımız) Hotel Alga. Son dakikaya kalınca  Rodos'ta istediğimiz lokasyonda, istediğimiz oteli bulmamız mümkün olamadı. Biz aslında plajları çok güzel olan adanın güney kısmında yer alan Lindos'ta konaklamayı istiyorduk. Daha önce Rodos'a gelmiş arkadaşlarımızın önerileri hep Lindos'ta birleşiyordu. Biz Lindos'ta yer bulamayınca şehir merkezine yakın, Yeni Rodos olarak bilinen yerdeki oteli seçtik. Bütün gün plajları gezeceğimiz ve yemeği sürekli dışarıda yiyeceğimizden dolayı bizim için temiz ve rahat bir otel olması yeterliydi. Otele yerleştik, plaj çantamızı aldık ve önce yemek yemek, sonrasında da denize girmek üzere adanın güneyine doğru yola çıktık. Ancak açlık ağır basınca fazla güneye inmeden bize önerilen plajlardan birisi olan Kalitheas'a saptık. Plaja gelmeden bir ormanlık alanda da bizim yol üstü piknik alanlarına, "kendin pişir kendin ye" tarzı yerlere benzeyen bahçeli restoranlardan birine oturduk. Ben bir Greek Salata ve Pirzola siparişi verdim. Pirzola tabağı evde yapsam tüm aileye yetecek kadar dolu geldi. O sırada Mert de uyuyor olduğundan biraz İpek'le paylaştım, geri kalanını da sabah kahvaltı edememiş olan mideme bayram niyetine sundum. (aşağıdaki resimleri de yemek bitmeye yakın fotoğraf çekmek aklıma gelince çektim)




Yemekten sonra plaja gitmek üzere az bir yol daha devam ettik ve Kalitheas Plajı'na geldik. Plaj uzun bir şeride yayılmış ve plajın en sonunda bir  baby beach bulunuyor: kumlu, sığ alanı bol olan yeşilli mavili denize sahip bir plaj burası ve biz burada Rodos'ta ilk deniz deneyimimizi yaşadık. Akşama doğru plajdan ayrılırken ilk dikkatimi çeken plajın tertemiz hali oldu! sanki hiç kimse plajdan denize girmemiş gibi tertemizdi! Akşam ne yesek, nerede yesek derken geç saatte plajdan çıkınca otele varmamız da geç olunca banyo sırasıydı, İpek'i uyutmaktı, Mert'in yorgunluğuydu derken erkenden hepimiz uyuduk.

Rodos'ta 2. günümüzde istikamet adanın güneyindeki Lindos oldu. Lindos yokuşu bol, taşlık bir alan... Minik arabamızla denize en yakın otoparka indik, inerken de bu minicik arabayla acaba dönüşte bu yokuşu çıkar mıyız diye düşündük... Dönüşte araba tık bile demedi o dik yokuşları gayet rahat çıkıverdi. Lindos'un denizi ve tamamen tesadüfen tercih ettiğimiz plajı çocukla ve bebekle çok rahat edilebilecek plajlardan bir tanesi. Tamamen kum... Mert de İpek de denize girdi çıktı, kumlarla bol bol oynadı... Günün arasında plajın hemen arkasındaki restoranda güzel bir yemek yedik... Günün sonunda yine plajı en geç terk edenler bizdik sanırım... Lindos'tan Rodos'a 1 saate yakın bir yol gitmek gerekiyor. Çok şanslıydık ki bu bir saatlik yolun hem gidişinde hem dönüşünde İpek uyudu arabada...



Bir önceki günkü erken uykunun aksine 2. gün kendimizi Yeni Rodos yollarına attık, bol rüzgarlı bir gecede... "Rodos'a gidince mutlaka TAMAM'da yemek yiyin" demişti bir arkadaşımız, otele de yakın olunca biz burayı es geçmek istedik. Hatta pek tarzımız olmamakla birlikte 1 saatten biraz fazlaca bir süre restorana girmek için sıra bekledik! Hatta beklerken İpek, sıra bize gelip de restorana girdiğimizde Mert uyudular... Tamam'daki yemek de iki uyuyan bıdık eşliğinde baş başa bir yemek oldu... "İyi ki gittik" hatta "tekrar Rodos'a gelme nedeni olabilecek kadar güzel" dediğimiz bir yer oldu bizim için TAMAM. Ben öyle uzun uzadıya gurmevari bir yazı yazamam, o incelikleri de bilemem ama yediğim yemeklerin her birinin ayrı ayrı çok leziz olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bir aile işletmesi olan sanırım 15 masası olan TAMAM daha önce Vedat Milor tarafından yazılmış. Ben balık, Kerem de kuzu eti yedi ana yemek olarak; ikisi de ayrı ayrı çok lezzetliydi... Rodos'ta her gün öğle ve akşam yemeklerinde Greek Salata yedik mutlaka ama buradaki bir başka tat bıraktı damağımızda...ve yemeklerin aralarında servis edilen ikramlar... Bütün bu ikramlara ve yediğimiz leziz yemeklere rağmen akşamın sonunda gelen oldukça ekonomik olan hesap çok şaşırtıcı oldu bizim için.. Kısacası biz TAMAM'ı sevdik, TAMAM'daki aile ruhunu ve sohbeti sevdik...

Rodos'taki son günümüzde de yine adanın güneyine doğru gitmek istedik. Lindos kadar aşağıya inmedik ama yine çok tavsiye edilen plajlardan biri olan Anthony Quinn Koyu'na gittik. Anthony Quinn, "The Guns of Navarone in Rhodes" filminin çekildiği Rodos'tan kendne ait, izole bir plaj almak istemiş ve bu koyu satın almış. Denizi süper olan bir koy burası da ancak kayalıklı ve plajı da taş/ kayalık olduğu için bize pek uygun gelmedi ve hemen bu koyun ön yüzünde olan bir diğer plaja gittik. Kumu hafif çakıllı olan denizi soğuk ama gayet güzel olan bu plajı çok çok sevdik ve Rodos'tan döneceğimiz saate kadar burada zaman geçirdik. Ardından Rodos'un merkezinde bir öğlen yemeği ve tabii ki bir dondurma molası ve arabamızı teslim noktasına bırakmamızın ardından deniz otobüsümüze yetişme telaşımızla Rodos maceramız sona erdi.

Rodos ile ilgili şunları hatırlatmakta fayda var:

- Rodos'ta Türkiye'deki gibi her yerde kredi kartı ile ödeme yapabileceğinizi düşünmeyin. Mutlaka yanınızda nakit Euro bulundurun. Gittiğimiz restoranların neredeyse çoğunda kredi kartı geçmiyordu, e plajlarda şezlong ve şemsiye kiralayacaksanız zaten nakit ödemek zorundasınız.

- ATM'lerden para çekerim diyorsanız merkezi yerlerde ATM bulduğunuzda mutlaka ihtiyacınız olan parayı çekin; plajlar çevresinde ATM bulmak pek mümkün olmayabilir.

- Araba kiralayacaksanız yüksek sezonda arabasız kalmamak için önceden internetten rezervasyon yapmakta fayda var.

Rodos'la ilgili kendime notlarım:

- Buraya tekrar gelinebilir. Biz biri bebek biri çocuk iki bıdıkla yolculuk yaptığımız için her saat bir plaj şeklinde dolaş(a)madık. Ya da Rodos'un içindeki eski şehirde uzun bir yürüyüş yapamadık. Yani yapılacak/ gidilecek yerler konusunda normalde azimli olan Zeynep'ten farklı bir kişilik sergiledim. Aile sağlığımız için de çok iyi oldu:) Sakin ve bir yerlere yetişme telaşı olmayan bir Zeynep hepimize iyi geldi sanırım. Hepimiz sevdik Rodos'u, Mert bile dönüşte "Anne, Yunanistan'a tekrar gelelim!" dedi... Tabii bunda yediği kocaman porsiyon dondurmaların da etkisi büyük!

- Bir daha gelirsem yine TAMAM'da bir akşam yemeği yemek sözüm olsun. Çok çok sevdim işte... Bu arada belirteyim rezervasyonla çalışmıyorlar, yani kalabalıksa sıra beklemekten başka yol yok.

Son not:

İki ülke de Ege'ye bakıyor, iklimi benzer, ha oradasın ha burada pek bir fark yok diyorsanız... Belki kısmen haklısınız ama benim için iki ülke arasında çok büyük bir fark var: akşam üstü insanlar çekildikten sonra geri kalan plajlar iki ülkenin, iki kültürün farkını tüm netliği ile ortaya çıkıyor! Temizlik, çevre ve saygı... Maalesef bizim içinde yaşadığımız kültür çevreye, doğaya saygı duymayı bilen bir kültür değil, yiyelim, içelim, atalım, saçalım bizimkisi...Nasıl olsa bizim evimiz değil!!! Rodos'ta (ki bu sadece Rodos'ta değil, daha önce gittiğim başka ülkelerde de) insanlar plajlardan çekildiğinde plajlarda o gün insan var mıydı yok muydu pek anlamak mümkün olmuyor, işte fark burada!

Rodos sonrası gittiğimiz (Gökova Körfezi'ndeki) Akyaka'da da sürekli bunu söyleyip durdum... Muhteşem bir doğa, güzel bir deniz, harika bir iklim ama gün içinde plajda eline gelen, ayağına takılan sigara izmaritleri, pet şişe kapakları, hatta kırık camlar! Günün sonunda ise durum daha da vahim!!!

ve maalesef Akyaka Plajı gün sonu :(

4 Mayıs 2014 Pazar

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 3

İki Çocukla Yurtdışı’ için hazırlık süreciydidüğün telaşıydı derken tatilin ikinci bölümü Münih’e varmamız ile başladı.
Karlsruhe sonrası Ulm, Ulm sonrası Münih derken akşam geç saatte vardığımız şehirle ilgili aklımda ilk canlanan sıcacık arabadan inip buz gibi kuru soğuğun yüzümüze çarpması oldu! Araba için Pazar akşamı Münih’in merkezi denilebilecek bir yerde evin hemen önünde park yeri bulmak ve o soğukta bavullarımızı ve uyuyan çocukları eve kolayca taşıyabilmek bizim için gayet mutluluk verici oldu…
Eve taşınırken uyanan Mert, evi keşfetmeye koyuldu… Bizim ailece kalacağımız oda, bebekli arkadaşlarımızın ailece kalacağı oda, mutfak, salon, banyo derken her nokta en ince detayına kadar Mert tarafından incelendi… Biz de kendimizi evde hissetmenin rahatlığı ile çayımızı demleyip kalabalık bir sohbete girdik… Tabii arada bebekler uyandı, emzirildi, tekrar uyutuldu, Mert zorla (!) yatağa sokuldu vs…
İstanbul’da tatil hazırlıkları yapmaya başladığımızdan beri ve yolculuğun bir hafta öncesindeki “haydi planlayalım artık” buluşmamızdan beri tatilin Münih safhasını gün gün planlama isteğindeydik ancak sürekli koşturmacalı halimiz bu planı sürekli ertelememize neden oldu…  Münih’e geldiğimizde kafamızda görmeyi istediğimiz yerler aşağı yukarı netti ama detaylarına hakim değildik. Geçen yıl Aralık ayında bu grubun kadınları olarak “müthiş 3’lü” Münih’te toplanmış ve şehri keşfetme, alışveriş ve yeme&içme odaklı bir ”kızlar buluşması” gerçekleştirmiştik. Bu kez alışveriş odağından uzak şehirde öne çıkan noktaları gezme ve tabii ki yeme & içme odaklı bir 4 gün geçirmek istiyorduk “geniş grup” olarak…
Bu 4 günde nereleri gezdik?
  • Münih, metro & tramvay ağı çok gelişmiş bir şehir olduğundan öncelikle kiraladığımız arabayı geri vererek şehirde sürekli araba parkı ile uğraşmaktan kendimizi kurtardık. Hiçbir gün de arabanın yokluğunu hissetmedik, her yere ulaşımımız çok rahat gerçekleşti. Her yere metroyla gidebilmemiz Mert’in de çok hoşuna gitti. Hatta İstanbul’a döndükten sonra birkaç kez “anne, Almanya’da ne güzel hiç trafik yoktu, değil mi?” cümlesini kendisinden işittim.
  • Münih, Almanya, üretim, fabrika, araba deyince ve arabalara deli gibi ilgi duyan bir oğlum olunca BMW müzesi gezmek istediğimiz yerlerden biri oldu. BMW’nin yönetim binasının hemen yanında bulunan müze Pazartesi günleri kapalı, çok arzu etsek de müzeyi gezemedik ama müze binasının yanında bulunan bir müze edasında kendini gezdirten BMW showroomda oldukça uzun zaman geçirdik. Sadece Mert değil, 30’lu yaşlardaki grubun 3 erkeği de burada bayağı keyifli zaman geçirdi. Showroom içerisinde BMW’nin elektrikli arabasını test etme fırsatımız da oldu…
  • Münih’te olup da Nazi Dönemi Almanya’sına ait kilit bir yer olan Dachau Toplama Kampı’nı görmeden dönmek istemedik. Seneler önce Berlin’de bir toplama kampı gezmiş ve çok çok etkilenmiştimSeneler içinde bu dönem Almanya’sına ait çok kaynak okumuş ve bu döneme ait pek çok film izlemiş olmamdan dolayı bir önceki ziyaretim kadar çok etkilenmedim diye düşünsem de orada yaşananlarla ilgili okuduğum her bir cümle yine beni dağıttı! Ve çok derin düşündürdü… Mert tarafındansa sanırım burası oldukça sıkıcı bir yer olarak algılandı… Çok fazla bir açıklama yapmadık kendisine, insanların çok eskiden yaşadığı ancak artık müze olarak gezilen bir yer olduğunu söyledik sadece… Bizim oldukça soğuk bir havada üzerimizde montlarımız, elimizde eldivenlerimiz, ayağımızda botlarımızla zaman zaman üşüyerek gezdiğimiz alanlarda insanların yarı çıplak çalışmak zorunda bırakıldıklarını düşünmek bile yeterince haksız geldi! Dachau  Toplama Kampı, 1933’te kurulmuş ve diğer tüm kampların kurulmasına model olmuş. Dachau ile ilgili anlatılacak bence çok şey var: çok fazla acı var, haksızlık var, hüzün var! Sadece geçmişe ait dersler değil bugüne ait çıkarımlar yapabilme imkanı da sağlıyor insana… Bol bol düşündürtüyor!  Merak ediyorsanız, yolunuz Münih’e düşerse mutlaka uğramanızı öneririm… Münih’in biraz dışında, tren ve kısa bir otobüs yolculuğu ile ulaşım çok rahat…
  • Münih’te gezintimizin bence çok çok akılda kalan bir diğer mekanı Deutsches Museum/ Alman Müzesi oldu… Burası bizim için “bir daha Münih’e gitme nedenidir”, bunu net olarak söyleyebilirim. Alman Müzesi, insanlığın başlangıcından günümüze kadarki teknolojik/ bilimsel gelişimin adım adım izlenebileceği kocaman bir müze… Sabah ilk açıldığı saatte gidip kapandığı saat olan 17.00’da çıktığında hala gezilecek birçok yerinin kaldığı, insanın damağında müthiş bir tat, bir daha gelme isteği bırakan bir yer…  Çıktığımda şöyle diyordum: “Buraya 14-15 yaşında gelmiş olsaydım kesin fen bilimleri üzerine eğitim almak isterdim.”… Arabaların tarihi gelişiminden uçaklara, matematikten astronomiye, denizcilikten bilgisayarın gelişim sürecine, jeodeziye,  eczacılığa pek çok alana ait bilgiyle donanmak mümkün…  Hani hep söylenir ya bilgisayarlar yıllar önce bir oda büyüklüğündeydi diye… Hah, o oda büyüklüğünde bilgisayarı biz Alman Müzesi’nde gördük işte  Çocuklar için inanılmaz keyifli, merak uyandırıcı bir yer… Mert, hala “tekrar Münih’e gidelim ve Alman Müzesi’ni tamamen gezelim!” diyor.
  • Münih’te çocuklarla bir diğer gezilesi/ dinlenilesi mekan, Englischer Garten (İngiliz Bahçesi)… Münih’in ortasında, içinde bir nehir barındıran devasa bir park… Baharda ya da yazın gelindiğinde çok çok keyifli olduğuna eminim ya da kışın bol karlı bir günde…
  • En son akşam bir Alman restoranında, hem de çocuk oyun alanı olan, mama sandalyeleri bol olan bir restoranda bu sefer 9 büyük, 2 çocuk, 3 bebek bol sesli, hareketli, muhabbetli bir yemek yedik. Uzun yıllardır görmediğimiz lise arkadaşımızla yıllar sonra çocuklu olarak buluştuk, Almanya’da kurduğu yaşamı konuştuk, çocukları, iki dille büyümenin nasıl olduğunu, işte anneler birbirini bulunca neler konuşursa hepsini bol bol konuştuk…
Münih’te gezidğimiz yerler buralar oldu ama buralarla birlikte çok keyifli akşam yemekleri (genelde İtalyan veya Alman restoranlarını tercih ettik), öğle molaları, kahve araları verdik… Kahvaltıları ise çocukların da olmasından dolayı evde geniş geniş yaptık. Evet, sabahın ilk saatlerinde  evden çıkıp gecenin bir yarısı eve gelmedik,  kahvaltı sonrası öğlene doğru ancak hazırlanıp gezilecek yerleri koşturmacalı bir şekilde değil “olduğu kadar” gezdik… Her tarafı bitireceğiz diye “hırs” yapmadık yani..
Her tatil sonrası Kerem’le oynadığımız “bu tatilden ne öğrendik?” oyunumuza, Münih dönüşü uçağımıza giderken Mert’i de ekledik. Neler öğrenmişiz neler…
Ben: Bu tatilden ne öğrendik?
Mert: Ne öğrendik?
Ben:  Aile olarak tatil yapmak yorucu ama çok eğlenceli…
Kerem: Bu tatilden ne öğrendik?
Ben: Ne öğrendik?
Kerem:  Alman Müzesi’ni tamamen gezmek için bir kez daha Münih’e gelmeliyiz.
Mert: Bu tatilden ne öğrendik?
Kerem: Ne öğrendik?
Mert: Almanya’da her yere metro ile gidilebilir.…
Böyle sonsuz bir şekilde neler öğrendiğimizi konuşmak çok çok eğlenceli ve güzel bir kapanış oldu Münih dönüşü…
Peki, ben “iki çocukla yurtdışı” tatilinden ne öğrendim?
Çocuğu bir yerlere giderken yük olarak görmemize gerek yok, onları yaşlarına uygun olarak bu sürece hazırlayınca uyum sağlamaları pek de zor olmuyor. Hele hele gidilen yerler Avrupa şehirleri ise… Avrupa’da çocuklarla bol yürüyüşlü bir gezi emin olunabilir ki, İstanbul’da bir günlük toplu taşımalı gezintiden daha kolay, daha rahat, daha az yorucu olabiliyor… Çocukları bu tatile dahil edince inanılmaz güzel anılarla donanıyor insan… Bizde ayrı anılar mevcut, Mert’te ayrı… Sonrasında bunları konuşmak bile büyük zenginlik… Ha yorulmadık mı? Yorulduğumuz anlar oldu, özellikle de ben evden çıkma süreçlerinde herkesin gün içinde olası ihtiyaçlarını düşünüp sırt çantamızı hazırlarken yoruldum… Mevsimin kış olması da dışarı çıkarken giyin, içeri girince üstündekileri çıkar sürekliliğinden dolayı belki yorucu… Son iki gece İpek’in sürekli benim üstümde uyumak istemesi sebebiyle uykusuz kalmam ve son gün huysuzlanmam da evet zorluk olarak hatırladıklarımdan… Ancak genel toplama baktığımda biz ailecek ve arkadaşlarımızla çok eğlendik, gezdik, yedik, içtik, yeni şeyler öğrendik ve ne güzel ki bunu çoluk çocuk yaptık… En önemlisi de bundan sonraki gezilerimiz için daha da kendimize güvenir olduk.
Herkesin yaklaşımı farklı olabilir pek tabii, ancak biz bu tatilden en çok çocukları ayağımıza dolanan varlıklar olarak görmeyi değil bize ayak uyduran ve bizimle zaman geçirirken çok keyif alan, bizim de keyif aldığımız hayatımızın parçaları olduğunu daha da iyi öğrendik…

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 2

En son burada iki çocukla yurtdışı için hazırlıklar tamam demiştik…
Uçak biletimizi alırken Frankfurt’a gün içinde birçok uçuşun olması avantajını da kullanarak günün ortasındaki uçuşla gitmeyi tercih ettik. Sabah erkenden çocukları uyandırmakla ve toparlamakla uğraşmayalım, akşam huysuzluklarına da denk gelmeyelim diyerek öğlen uçuşunu tercih ettik.Çocuklu olmadığımız zamanki Zeynep olsa “neeee öğle uçuşu mu? Bütün günümüz yolda ölecek yani !!” derdi ama iki çocukla benim için öğle saati uçuşu varken diğerleri düşünülmedi bile!!!
Sabah son kontrollerimizi de yaptıktan sonra cümbür cemaat evden iki büyük, bir çocuk, bir bebek, iki bavul, bir sırt çantası, bir “Mert çantası” ve bir puset çıktık… Planımız iki bavullu olmaktı, evet kış seyahati olmasına rağmen bunu başardık ama pusetti, sırt çantasıydı derken yine elimiz kolumuz dolu olarak havaalanına vardık… Mert, kendi bavulu ile seyahat etmek istediği için(!) biz de onun bu arzusunu kırmadık ama bütün seyahat boyunca çekçekli çantasının kendi sorumluluğunda olacağı ve bizim bu çantayı taşımamızın mümkün olmayacağı konusunda karşılıklı anlaştık.
Havaalanında üzerini arama ihtimalleri olacağını, çantasına bakmak isteyebileceklerini ve bizim büyük bavulları uçağın bagajına gitmesi için görevli ağabey ve ablalara vereceğimizi sanırım birkaç kez Mert’e anlattık. Sonuçta üzerinin aranması veya çantasına bakılması onun özel alanına girmek olacağı için arıza çıkarması olasıydı… Bütün bunlar önceden anlatılınca, anlatılanları sırasıyla Mert yaşayınca hiçbir pürüz çıkmadı. Demek ki neymiş, ilk defa yaşanacak bir sürece çocuğu hazırlamak çok çok önemliymiş, en azından bizim çocuğumuz için geçerli. Uygulamış olduğumuz bir numaralı kural bu oldu bu tatilde.
Sonrasında uçakta da belli kurallar olduğunu anlattık Mert’e, en önemli kural ise bağırarak konuşmamak, “çünkü uyuyanlar ve dinlenenler olabilir uçakta” dedik. Bu arada İpek, tüm yolculuk boyunca ya kucağımda ya da slingde olduğu için bir sıkıntımız olmadı. Uçak kalkarken emzirdim ve sonrasında motorun müthiş sesi ile uzun bir uyku çekti İpek, ama inerken emzirmeye fırsat bulamadım…
Uçaktan indik düğün grubunun bir bölümü ile havaalanında buluştuk.  Frankfurt’tan Karlsruhe’ye gitmek için evin baba kişisi, Kerem bu kadar çok ıvır zıvırımızla araba kiralamanın daha uygun olduğunu düşünerek araba kiraladı. Bu arada arabanın kiralanması, içine bir çocuk koltuğu ve bir ana kucağının yerleştirilmesi belli bir zaman alınca evin anne kişisi, ben bir nebze(!) huysuzlanıverdim… (benim huysuzluklarımı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım. Sonuçta İpek’i arada emzirememenin verdiği bir rahatsızlıktı diye tahmin ediyorum.) Frankfurt’tan Karlsruhe’ye yaklaşık 1.5 saatlik, iki çocuğun da -sanırım yol yorgunluğu ya da hava değişikliğinden dolayı- uyuduğu bir yolculuk sonrası ulaştık. Tabii ulaştığımızda artık akşam olmuştu. Hızlıca oteldeki odamıza yerleştik, havanın kuru soğuğunda donmamak için eldiven, bere gibi önemli aksesuarlarımızı aldıktan sonra ver elini akşam yemeği dedik…
Düğün sahibi arkadaşlarımızın otelde bizler için bıraktıkları süper zarif hoşgeldin mektuplarımızın içinde, bu akşam için restoran alternatifleri de vardı. İçlerinden içimize sinen birini aradık yer ayırtmak istedik, ancak o an çok dolu olduklarını söyleyerek biz gidene kadar yer açılabileceğini ve bizi misafir edebileceklerini söylediler… Eveeet hoş geldik Almanya’ya, her şey planlı, programlı yani tam bir liste delisi olan oğlak burcu insanı bana uygun… Yürüme mesafesinde olan restorana iki bebek ve bir çocuk, dört büyük yürürken bir anda bize şirin gelen bir İtalyan restoranında boş bir masa bulunca tercihimizi buradan yana kullandık. Gayet butik bir restoran, inanılmaz kibar bir restoran sahibi, lezzetli bruschettalar ve pizzalar… Restoranın tek dezavantajı bizim için, mama sandalyesinin olmamasıydı! Restorandakiler içinse tek dezavantaj arada mızıldanması çok normal olan iki bebek ve sesli konuşmaya bayılan Mert idi sanırım! Almanlarla Türklerin en büyük farkı ne olabilir diye düşünen varsa hemen söyleyeyim: SES AYARI…
Keyiflı akşam yemeğimiz sonrası otele dönüp çocuklu iki anne olarak ilk hedefimiz emzirme ve uyutma faslını olabildiğince hızlı tamamlamak oldu… Sonra babaları odada çocuklarla bırakıp lisede okul gezisine gelmiş ve gece gizlice bir yerlere kaçacak tipler gibi lobiye indik… Evet evet öyle uzağa falan değil, bir gece kulubu de değil, otelin keyifli oturma alanı olan lobisi bizim veTürkiye’den gelen ve yorgun olan diğer tüm misafirler için harika bir “ bekarlığa veda” alanı oluverdi. Gelinimizin bu sürpriz organizasyondan haberi yoktu tabii ki! Bir pasta, şampanya ve sürpriz hediyelerle ve tabii ki olmazsa olmaz sohbetle çok da keyifli bir bekarlığa veda oldu…
Sabah, tabii ki düğün telaşı ile başladı…  Ama önce kahvaltı… Kerem çocukları kahvaltı için giydirirken ben gelin odasındaki hazırlıkları kaçırmamak ve bu anları fotoğraflamak için gelin odasında yerimi aldım… Gelinimiz kuaföre giderken ben de çocuklar ve Kerem’le buluşup kahvaltıya indim… Mama sandalyesi çokluğu ve bir Avrupa kahvaltısına göre pek çok çeşit ile Karlsruhe Novotel bir anne olarak kalbimi kazandı doğrusu.
Kahvaltıyı takiben hızla hazırlanıp saat 12’deki Belediye nikahına yetişmeye koyulduk. Mert’e papyonu takıldı, İpek’e rugan ayakkabısı giydirildi… Anne giyindi, makyajını yaptı, saçlarını kendi usulünce düzenlemeyi tercih etti, zira kuaföre gitmeye hiç zaman yoktu, baba traşını oldu, takım elbisesini giydi ve süper dörtlü olarak kendimizi arabamıza atıp, nikahın yapılacağı adresi navigasyon cihazına yazıp yola çıktık…
Tabii yolda anne olarak Mert’i uyarmaya devam ettim… (çok mu sıkıcıyım? galiba evet!!!) “Mert, nikah süresi biraz uzun olabilir, birbirimize bir şey söylemek istediğimizde kesinlikle sessiz konuşmamız gerekiyor ” gibi cümleleri Mert birkaç gündür duya duya ezberlemişti…  Nikah sırasında upuzun Almanca konuşmalar ve bürokrasiden Mert sıkıldı ama arada yerinden kalkıp yürümek dışında bir taşkınlığı olmadı oğlumun… Grubumuzun iki bebeği de nikah boyunca bence süper performans gösterdiler…
Nikah sonrası, damadın ailesinin evinde yemek ve kutlama için kalabalık bir grup olarak toplandık. Mert işte orada iplerinden kurtldu cozutmanın keyfine vardı, İpek ise kalabalığın da verdiği rahatlıkla bir kucaktan ötekine dolaşıp durdu… Bütün gün boyunca “aman ne güzel işte iki çocukla hiçbir arıza çıkmadan ve kimseyi rahatsız da etmeden düğün sürecine ayak uydurduk” dedim kendi içimde…
En çok annenin nazarı değermiş ya…  Nikahın ve evdeki kutlamanın ardından akşam otelde bir düğün yemeği olacaktı. Bu yemeğe kadar bir saatlik aramızda kendi otelimize gidip biraz dinlenip, İpek’i rahatça emzireyi düşündüm… Düşündüm de kendimizi bol aksiyonlu bir akşamın göbeğinde buluverdik! Tam yemek için odadan çıkmak üzereyken Mert’in yan odada kalan arkadaşlarımızın kapısını tıklatmak üzere odadan koşarak çıkması ve ayağının takılıp düşmesi sonucu Mert’in ağlamasıyla biz de yan odaya koştuk! Mert’i yerden kaldırdığımızda alnından kan geliyordu… Bizdeki panik bir anda tavan yaptı tabii.. Kerem, “hadi çabuk hastaneye gidelim” derken ben birkaç hafta önce katıldığım ilkyardım eğitiminin etkisiyle midir bilmem “dur bir dakika bakalım ne olduğunu anlamaya çalışalım” falan dedim.  Bir havlu kaptığım gibi Mert’in alnına bastırdım. Bastırınca duran kan, havluyu çekince kanamaya devam ediyordu ama bastırınca kanamanın durması beni biraz olsun rahatlattı. Hızla hastanenin adresini öğrendik, bu arada Mert’i sakinleştirmek pek de kolay olmadı. Elinde, gömleğinde kanı görünce bayağı korktu tabii bizim ‘cengaver’… Neyse ki hastaneye gittiğimizde kanama durmuştu, sıramızı bekledik biraz uzunca bir süre, hattabu sürede Mert bekleme odasındaki oyuncaklarla oynayacak kadar normalleşmişti bile… Sıramız gelince doktor yarığın çok geniş olmadığını söyleyerek dikiş atmak yerine bir çeşit yapıştırıcı ile yapıştırmanın daha iyi bir çözüm olacağını söyledi… Yapıştırma işlemi ne kadar kolay olursa olsun bu Mert için bir olay haline geldi ve o 2-3 dakikalık sürede hastaneyi inletti!
Hastaneden çıktığımızda ben de Kerem de bayağı bir rahatlamıştık, Mert’in ise anlatacak kocaman bir hikayesi ve alnında yunus resimli bir yara bandı olmuştu! İpek ise olanların pek de farkında olmadan gününe devam etmişti… Ve biz tabii ki güne kaldığımız yerden yani biraz geç de olsa düğün yemeğinden devam ettik! Düğün hazırlıklarının başından beri söylediğim şu cümle kulaklarımda yankılandı: “Nikah sırasında sessizlik gerekiyor ya, tam o sırada Mert sesli sesli bir şeyler söyleyecek ,düğünde gelin ve damattan rol çalacağız diye ödüm patlıyor!” Müthiş hastane maceramızla düğün yemeğinde Türk & Alman herkesin ilgi konusu olduk ve evet beklediğim rol çalma nikah sırasında değil ama düğün yemeğinde yaşandı…
Nikah, kutlama ve araya sıkışan hastane maceramız derken bir günde 3 güne yakışan anı toparladık. Ertesi gün biraz dinlenme fırsatını kendimize verip Münih’e doğru yola çıktık. Münih’e giderken Ulm’e de uğrayıp orada Kerem’in liseden yakın bir arkadaşıyla keyifli bir Pazar günü geçirdik… Ve ben,o araba kiralama sırasında mızmızlanan ben, bütün yol boyunca: “iyi ki Frankfurt- Münih arası araba kiraladık” dedim…
İki Çocukla Yurtdışı - 3: Münih’te bir evde iki bebek, bir çocuk maceralarımız & gezdiğimiz ve gördüğümüz yerler...

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 1

Yaz yaklaşırken, tatil planları yapıldı yapılacak derken çocukla tatil, çocukla seyahat çok konuşulan konular arasına girmeye başladı. Nereye gitsek, çocukla nerede tatil rahat olur, çocuk dostu oteller vs vs.. Tabii ki eş ile baş başa tatilin yeri ayrı ama ben çocukla her yere gidilebileceğini savunanlardanım; tabii ön koşulları hazırladıktan, iyi plan yaptıktan sonra... En azından bizim için...

Biz de şu aralar planlarımızı yapmaya çalışıp daha netleştirememişken bizim 2 çocukla birlikte yurtdışı kış tatilimizle ilgili Internet Anneleri 'nde yazdığım yazıyı okudum, gülümsedim...

2 Çocukla yurtdışı deneyimimizi buraya da aktarmak istedim, buyrun:

Eylül 2013…
En yakın arkadaşlarımdan birisi evlenme kararı aldı…  Nikah, kutlama Almanya’da olacak… Çoluk çocuk onun yanında olmak istiyoruz… Hazırlıklar başlasın…
Ekim 2013…
Benim ve Kerem’in pasaportu hazır, vizemiz de var… Mert’in pasaportunun süresi dolmuş, e İpek’e de çıkartmak lazım… Emniyet Müdürlüğü’nden randevu alınır, anne baba randevu günü randevu saatinde gerekli belgelerle Emniyet Müdürlüğü’nde hazır ve nazır bulunurlar… Bu süreçten aklımda en çok kalan o sırada 2- 2.5 aylık olan İpek’in biyometrik fotoğrafının çekilmesinin 2-3 saniye sürmesi, 3.5 yaşındaki Mert’in fotoğrafının çekilmesindeki büyük zorluk! Pasaportlar başvurunun yapıldığı hafta içinde eve teslim… Anne kişisinin pasaportları eline alınca garip bir şekilde, çocukları sanki üniversiteden mezun olmuş da elinde diplomaları varmış gibi  gözlerinin dolması…
Kasım 2013…
Mert’in okulunun 1 haftalık sömestr tatili de düğünün olacağı hafta sonunun devamında…  Hazır giderken biz bu haftayı Almanya’da bir tatil olarak değerlendirelim… Hava soğuk olur ama çocukları ona göre giydiririz… İki çocukla yurtdışı zor olmaz mı diyenlere kulağımı tıkamayarak cevap bile verebiliyorum: “ İstanbul’un keşmekeşinde yaşadıktan sonra Avrupa’da iki çocukla gezmek zor olmasa gerek!”  Hadi bakalım ukalalığım umarım bana pahalıya patlamaz!
Uçak biletlerimizi alalım… Düğün Karlsruhe’de olacak, İstanbul’dan Frankfurt’a uçalım, oradan araba kiralarız ya da trenle geçeriz Karlsruhe’ye. 2 gün Karlsruhe’de kalır, sonra  Münih’e geçer birkaç gün de Münih’te gezeriz. Öncelikle, düğün nedeniyle Karlsruhe’de kalacağımız oteli ayarlamak lazım… Uçak biletlerini de şimdiden alalım da uygun fiyata getirelim. İstanbul- Frankfurt; Münih- İstanbul…
Aralık 2013…
Çocukların pasaportu hazır ama vize evraklarını toplamaya üşeniyorum.. Aralık’ta Noel öncesi vize ofisleri de yoğundur, ben en iyisi bu başvuru sürecini yılbaşı ertesine erteleyeyim! Münih’te kalacağımız oteli de Ocak’ta ayarlasak olur herhalde…
Aralık ayının ikinci yarısı bizim eve grip virüsü girdi evdeki herkesi kırdı geçirdi, bir de İpek hastalanıp bir hafta hastanede kalınca Ocak ayı sonundaki tatili resmen unuttuk! Hazırlıklar son dakikaya kalacak gibi!
Ocak 2014…
Yılın ilk haftası hastalıkları atlatmakla geçti… Hastalıklar biter bitmez en hızlısından harekete geçtim… Evraklar hazır, Mert ve İpek’in vize başvurusu için randevu da aldım, neyse ki sadece ebeveynlerden birinin başvuruda olması yeterliymiş-bunun için hep birlikte çıkış yapacağımıza dair uçak biletimizi ve otel rezervasyonlarımızı istiyor vize ofisi… Bir öğle vakti İpek’le birlikte gittik, başvurumuzu yaptık, Noel yoğunluğundan kaçtık sömestr yoğunluğuna takıldık, o ayrı… 3 gün sonra evin iki bıdığının Vizeli pasaportları elimizde…
Tatile iki hafta var, biz hala Münih’te kalacağımız yeri ayarlamadık… Hem biz yalnız da değiliz,  iki çocuklu, bir de bir çocuklu arkadaşlarımız daha var… O hafta da Münih’te oteller bayağı dolu, otel fiyatları bir anda uçmuş… Ev kiralamak, evlenecek arkadaşımızın aklına geliyor ve başlıyoruz araştırmaya… Şansımıza arkadaşımızın evinin bir sokak ötesinde, şehir merkezinde, tertemiz, güzel de döşenmiş bir ev buluyoruz, hem de otelden daha uygun fiyata… E çocuklu aileye bundan güzel seçenek mi olur…
Pasaport tamam, vize tamam, uçak bileti, otel, ev hepsi  tamam. Mert de tamam,3 aydır bu tatile hazırlanıyor…
Sıra geldi bavullar hazırlansın.  Zeynep iki bavula; 2 büyük, 1 küçük, 1 bebek için kış mevsiminde  1 haftalık eşyaları haydi sığdırsın… Ama son hafta artık çok planlıyım , o kadar ki oğlak burcu listeleri tavan yapıyor, her şeyin listesi hazır, ben iş yapıp tik atmakla meşgulüm… Hastalıklar ve hazırlıklar neticesinde kendini unutmuş bir anneye / kadına dönen ben maniküre öyle hasret kalmışım ki! planımda, Çarşamba bavulların toplanması, Perşembe manikür var… O manikür bozulmayacak diye bavulu hep son güne bırakan ben hayatımda ilk kez yolculuktan iki gün önce bavulun genelini hazırladım, Perşembe günü yapılan manikürüm neredeyse tatil sonuna kadar dayandı… Ne manikür motivasyonuymuş arkadaş!
devamı için: İki Çocukla Yurtdışı - 2