25 Mart 2013 Pazartesi

evet Mert'e kardeşi olacağını söyledik :))

Geçen hafta okul serüvenimiz nisbeten olumlu geçince sıra gündemimizdeki diğer konuya geldi. Mert'e bebek haberini vermek üzere Kerem'in de benim de evde olduğumuz ve bir yere yetişme telaşımızın olmadığı pazar gününü seçtik. Hamileliğimin 24. haftasından daha geç bir zamana kalsaydık en sonunda Mert "benim annem neden top gibi yuvarlanmaya başladı" diyebilirdi:))) Ben yine öncesinde bir yerlerde bir şeyler okumaya çalıştım ama kardeş haberi vermekle ilgili çok detay bir şeyler bulamadım. Genelde yazılanlar bebek doğduğunda anne babanın neler yapması nasıl davranması ile ilgiliydi. Haber verme süreci ile ilgili olarak da her okuduğum yerde ortak nokta "kısa ve net açıklamalar yapmak ve çocuğun soracağı soruları yine açık ve net yanıtlamak kafa karışıklığına imkan vermemek"ti. Bu hafta içinde önce SlingoMom'da okuduğum "kardeş haberi vermek" başlığı altındaki iki kitabı aldım Mert'e: Marsık Yayınları'ndan "Bebek" ve "Vücudumuz"...Bayağı ilgilendi Mert buradaki resimlerle... Mert'e dün bebeği söyledikten sonra da sorduğu sorulara kitaptaki resimleri hatırlatarak yanıt verebiliyor olmak da beni oldukça rahatlattı:)

 
Diğer yandan da kendimi ileriye dönük hazırlamak üzere Blogcu Anne'de karşıma çıkan "Siblings Without Rivalry" kitabını kısa kısa okumaya başladım. Bu kitapla ilgili kendimce notlarımı bir ara yine buraya yazmayı planlıyorum.

Gelelim haberi Mert'le nasıl paylaştık konusuna: Mert'e kısa ve öz olarak benim karnımda bir bebek olduğunu ve (inşallah bir aksilik olmazsa) yazın çok sıcak havalar başladığında kardeşinin bizimle olacağını söyledik. Çok şaşırdı, hatta bizi bayağı gülümseten bir şekilde "karnında bir bebek olduğunu hiç bilmiyordum!!" dedi tüm saflığıyla:)) karnımı ellemek istedi, bebeği görüp göremeyeceğini, bebeğin onu duyup duyamayacağını ve bilumum pek çok soru sordu. Hatta dün gün içinde aklına geldikçe farklı farklı noktalardan kardeş/ bebek konusunda sorular sordu ya da yorumlar yaptı. Hatta en hoşuma giden yorumlarından biri dün akşam üstü caddede yürürken geldi:"Anne ben şimdi bu gri pusetime biniyorum ya..." Ben: "eveeeet??" Mert: "kardeşim doğduğu zaman o da sarı pusetime binebilir..." Evet biliyorum bebek geldiği ve Mert gerçek hayatı yaşamaya başladığı zaman paylaşımla ilgili pek çok yaklaşımı değişebilir ama ben bu ve buna benzer cümleleri duydukça mutluluktan ağlayasım geliyor:)) Bebeğin doğacağı zamanı nasıl anlayacağımızı sordu ben de ona daha önce de anlattığımız kendi doğuma gitme hikayesini anlattım: bebek anne karnının dışında yaşayacak kadar büyüdüğünde ve anne karnına sığmadığında dışarı çıkmak isteyecek ve ben de doktorun yardımıyla onu dünyaya getireceğim. O da bana "bu sefer arabayla gitme ambulansla git" dedi, neden diye sorunca ambulanslar daha hızlı gidebilir çünkü diyerek yine bizi dumura uğratan bir cevap verdi. Kendince kafasında neler düşünüyor, neler kuruyor çok merak ediyorum. Bakalım günler geçtikçe ne gibi yorumlar gelecek daha:))

Arada bebeğin ilk doğduğu zaman çok küçük olacağını, kendisi ile biraz büyüyene kadar oyun oynayamayacağını, belki uyumasının zor olabileceğini ve ağlayabileceğini de söylüyorum sorduğu sorularla bağlantılı olarak... O da bana/bize farkındayım tonunda "biliyorum" diyor... Çevremizde bu ara çok fazla bebek görmenin faydası bu sanırım:))

24 Mart 2013 Pazar

okula alışma sürecinde son gelişmeler...

Mert'in okul süreci ile ilgili 2 haftadır hiçbir şey yazmadım, çünkü okulun ilk haftasının sonunda kafamdaki karışıklık ikinci haftada bazı kararlar almamıza ve uygulamamıza, 3. haftada ise bu kararın doğruluğunu test etmemize neden oldu... Şöyle ki: ilk haftanın sonunda okula gitme fikrine nisbeten alışmaya başlayan ancak benden ayrılmayı kesinlikle kabul etmeyen bir Mert vardı... Ben sınıfına gelmemekte direndikçe o kendince bir oyun arkadaşı buldu ve okulun psikologu ve müdürü olan, benim de kendisinin de sevdiği "öğretmen"i kitlemeye başladı. Sadece onunla sınıfa giriyor, onunla bahçeye çıkıyor, onunla yemek yiyor durumuna gelmişti. Okul müdürünün bir veli görüşmesi ya da ofisinde bir işi olduğu zamanlarda da bizimki kıyameti koparıyordu!!Bu birkaç günlük süreçte ben Mert'i okulda tek başına bırakamadım, ama yanına da gitmedim; tüm süreci "fazlasıyla" yakından gözlemleyince aslında kendi sınıf öğretmeninin ne yazık ki duruma kesinlikle müdahale edemediğini, daha doğrusu küçük yaş grubunun her birinin kendince önemli önceliklerine yetişemediğini gördüm. Bu durumda da süreci uzatmanın hiçbir yararı olmadığını düşünerek, Mert'i 2. haftanın sonunda ilk anaokulu maceramızın geçtiği yerden alıp aslında anaokulu araştırma süreci başlamadan önce geçen seneden beri evimizin dibinde olduğu ve çevremde birkaç aileden olumlu sözler duyduğum için aklımda olan anaokuluna götürdüm.

Anaokulu maceramızın 3. haftası burada devam etti. Kısaca şöyle özetleyeyim: birinci gün orada olmamız gereken saatte okula gittiğimizde sınıf öğretmeni Mert'i bahçede karşıladı, bahçeye onun ilgisini çekebilecek birkaç oyun getirdi; sonra Mert'in bana olan bağlılığını görünce okul müdürüyle de bana bilgi verip Mert'i direkt sınıfa aldılar. Mert yaklaşık 1 dakikalık ağlama süreci sonunda benim de ara ara sınıfta onu izlediğim kadarı ile öğretmeniyle (ama diğer çocuklarla değil) 1.5 saat kadar oyun oynadı. İlk gün ikindi kahvaltısına gitmedi ama onun da sebebini sonra evde öğrendim. Öğretmeni ona "biz diğer çocuklarla kahvaltıya ineceğiz, sen de bizimle gelmek ister misin?" diye sormuş bizimki de "istemem" diyince ilk gün için 1.5 saatin de yeterli olacağını düşünerek Mert'i bana  teslim ettiler. Okuldan çıkınca Mert bana "anne ben diğer çocuklarla kahvaltıya gitmek istemedim." dedi. Ben de "tamam oğlum olabilir" dedim. Okul müdürünün tembihlemesi sonucu çok fazla "neden" sorusu sorup Mert'i sorguluyormuşum gibi olmayacaktım. Ben "neden" diye sormasam da Mert'in isterse zaten pek çok şeyi anlatacağını söylemişti okul müdürü, gerçekten de öyle oldu. "Çünkü bugün biz seninle kahvaltı ettik o yüzden bir daha etmek istemedim." diyince yüzümde büyük bir gülümseme belirdi. Mert'e sabah ve ikindi kahvaltısının farklı öğünler olduğunu anlattım, isterse ertesi gün ikindi kahvaltısına katılabileceğini söyledim.

2., 3. ve 4. gün ben yine okuldaydım; sadece benden ayrılırken ağladı, 2-2.5 saat arası sınıfında ve bahçede oyun oynadı, ikindi kahvaltısına katıldı, çıktığında da keyfi yerinde gözüküyordu. Cuma günü okula girerken elimi bıraktı, öğretmeni ile içeri girdi ve bana el salladı. Okul müdürü de aradan bana "isterseniz bugün beklemeyebilirsiniz, istediğinizde gelip alabilirsiniz; aksi bir şey olursa ben sizi ararım." dedi :))) O 2.5 saat bana 1 gün gibi geldi, kendimce ne çok iş sığdırdım o araya anlatamam:))

Bundan sonra nasıl ilerleriz, geri dönüşlerimiz olur mu zaman gösterecek tabii... Ama bu süreçte şunu gördüm: bu okul iyi, şu okul kötü diyemem ama her annenin ve çocuğun karakterine, iletişimine uygun okul  bulmak kilit olan konu ve benim daha önce anaokulu arama süreci ile ilgili yazdığım yazıdaki öncelik listemde baş sırada olduğu gibi öğretmen en en en önemli madde. Yani öğretmen ne kadar yetkinse, çocuk gözünde ne kadar çekici ise anne o kadar gözü arkada kalmadan çocuğu teslim edebiliyor, çocuk da öğretmeninin peşine düşebiliyor...

Son 1 haftalık süreçte ben yorgun değilim, kafam daha önceki 2 hafta kadar sorgulamalar içinde değil; Mert de (benden de mutlaka etkileniyordur) okul fikrini daha benimsemiş ve sevmiş gözüküyor, evde sürekli öğretmenini anlatıyor, şimdilik çok sık olmasa da arada sınıftaki arkadaşları ile ilgili kısa bilgiler veriyor, okuldan onu alınca mutlaka yarım saat bahçede oynamak istiyor:)))

Yarın yeni bir hafta başlıyor, bakalım neler yaşayacağız...

18 Mart 2013 Pazartesi

Psikolog Nilüfer Devecigil'den"oyunumu istiyorum" semineri notları

 Şu mart ayı anne eğitimleri,seminerleri ve workshopları açısından bayağı zengin; 2 haftadır Mert'in doğum günü ve bir takım işler sebebiyle katılamadığım ve üzüldüğüm anne aktiviteleri sonrası bugün yapılacağını öğrendiğim Psikolog Nilüfer Devecigil'in konuşmacı olacağı "oyunumu istiyorum" seminerini kaçırmak istemedim. Hatta online katılım imkanının da mevcut olduğu seminere aman 2 adımlık yol, evde kalırsam çok bölünebilirim diye düşünerek hem beynen hem fiziken katılmış oldum...

Konu başlığı "oyun" olunca konu benim için ekstra ilgi çekici oldu... Genel olarak Mert ile sürekli konuşan, sohbet eden, birlikte gezen, mutfakta paylaşımları olan bir anne olmama rağmen süper oyunbaz bir anne değilim ya da şöyle diyeyim"her konuyu anında oyuna çevirebilirim" diyenlerden değilim. Bazen de evde zaten bu yeteneğe sahip bir baba var,anne böyle olmasa da olur herhalde diyerek (belki) kolaya da kaçıyorum...



Neyse... yukarıdaki düşüncelerimi doğrulamak, hatalıysa hatalarımı düzeltmek, kendimi bukonuda geliştirmem mümkünse geliştirmek gibi düşüncelerle seminere katıldım. İyi ki de katılmışım:)

Geçen ay katıldığım "sınır koyma & kuralları belirleme" seminerinde olduğu gibi bugünkü konuşma da geçmişte kalan bizim çocukluğumuzla şimdiki çocukluk arasındaki farkla başladı: eskiden biz sokakta oynama imkanına sahipken şimdiki çocuklar oyun denilince ekran oyunlarını anlıyorlar maalesef. Bu nedenle de bizim çocuklarımızla tüm gücü ve oyun düzenini onlara bırakarak oyun oynamamız çok büyük değer ve önem taşıyor.

Oyun demek...

Nilüfer Hanım ilk olarak "regulasyon" kelimesi ile başladı konuşmasına. Elektrik akımı normalden az ya da fazla geldiğinde eskiden nasıl regülatör denilen alet elektriği olması gerekn seviyeye getiriyordu. Oyun da çocuğun düşük ya da yüksek olan stresini düzenleyip normal seviyeye getiriyor. Hatta burada Nilüfer Hanım genelde sakinleşme ihtiyacı olan/ aşırı uyarılmış çocuğu regüle etmek gerekir diye düşünülür, sakin sakin oturan çocuğun da uyarılarak regüle edilmesi gerektiği pek akla gelmeyebilir diyerek aşırı sakin çocuğun da regüle edilmeye ihtiyacı olduğunun altını çizdi.

Benim bugünden aklımda oyun ile ilgili şu tanımlar kaldı:
* oyun, çocuk için bir çeşit regülatör.
* oyun, gündelik hayattan sıyrılmak için bir fırsat.
* oyun, ilişki ve iletişimin önemli bir parçası.

Duyguları anlamak çok önemli

İlişki ve iletişimin önemli bir parçasıymış çünkü çocuk ilk 3 yıl tamamen sağ beyinle yaşıyor yani varlığı tamamen duyguları üzerine... Sol beyin bu dönemde "yapım aşamasında". Bu nedenle de anne baba olarak bizler çocuğumuzun duygularını anlar halde olmalıymışız... Bir durum karşısında uzun uzadıya açıklamaya girmemizden ziyade onun duygularını anlamaya çalışmamız gerekirmiş... Örneğin "işe gidiyorum, çünkü para kazanmam gerek, para kazanıp sana oyuncak, yiyecek vs vs alacağım"gibi bir açıklamayı yapmamızın çocuğun dünyasında pek bir anlamı yokmuş... Oyun sırasında bizi çocuk,kendisini işe giden anne/baba rolüne soktuğunda, rol gereği anne/baba olan çocuğumuz "ben işe gidiyorum" dediğinde biz rol gereği çocuk olarak (ama aslında gerçek hayattaki anne/baba olarak) mesaj verme odaklı "tamam git,bye bye" demek yerine bir anda "gitmeeee" diyerek ağlamaya başlarsak çocuğumuzun nasıl şok olacağını görebilirmişiz... Büyük olasılıkla şaşıran çocuk böyle bir duruma gülecek, keyif alacak "bir daha yap!" diye tepki verecektir. Bu oyun sırasında da annenin ya da babanın kendisinin gerçekteki duygusunu yansıtır şekilde davranması anlaşıldığını  hissetmesine neden olabilir.

Çocuklarımız ağladığı zaman ihtiyacı olduğunu gözlemliyorsak ona sarılıp "seni anlıyorum" demek bile yeterli, daha fazlasına gerek olmayabilir. Tabii gerçekten onu anlıyorsak böyle yapmamız bir anlam ifade ediyor yoksa altı boş kalabilir bunu da çocuklar hemen anlıyorlar zaten...

Bir de "gözümün içine baka baka yapma dediğim şeyi yapıyor" dediğimiz şeyler var. Nilüfer Hanım'a göre bunların hiçbirisi bizi çıldırtmak için yapılan şeyler değil. Bizim anne/baba olarak aynı konuda ona daha önce verdiğimiz muhtemelen abartılı tepkiden dolayı sınırını denemek için bu şekilde davranıyor olabilir. Abartılı tepki yerine yumuşak bir geçiş ile bu konuyu geçmemiz mümkün. Aslında biz ne kadar büyük tepkiler verirsek konuyuo kadar kalıcı yapabiliyoruz...

Oyunun direktörü çocuk olmalı

Oyunun içindeki "güç"ün yani oyunun direktörünün çocuk olmasına izin vermek bir diğer kilit nokta. Çocuk, kendi yazdığı ve yönettiği oyunda anne/babaya ne rol verirse biz de onu oynarız. Oyunda anne/baba olarak bize istemediğimiz bir şey yaptırmaya zorluyorsa bizim ağlama rolü yapmamız bir seçenek olabilir. Ağlamamıza karşılık olarak çocuğun hoşuna gider ve bize "bir daha yap" derse bilelim ki orada çocuğun kendisi ile ilgili bir şey yakaladık. İletişim ve ilişki için önemli bir noktadayız...

Yaratıcı ebeveyn olmak neden önemli

Nilüfer Hanım'ın anlattıkları arasında özellikle aklımda kalan ve dinlerken de gülümsediğim bir konu daha var: çocuklar sınırlarını zorlamak isterler, nereye kadar gidebileceklerini bilmek isterler. Örneğin okulda bir çocuktan duyduğu "b.k" kelimesini eve gelince bin kez söyleyip bizi ve ne söyleyeceğimizi sınamak isteyebilirler. Biz de bu kelimeyi duymaktan çok rahatsız oluyor olabiliriz. "söyleme" dediğimizde daha çok söyleyeceği ve bu konuda dikkat çekici olacağımız neredeyse kesin... oysaki Nilüfer Hanım'a göre yaratıcı olup çocuğumuza "bana her şeyi de ama esas koko deme" gibi bir cümle kurarsak dikkatini diğer kelimeden uzaklaştırmamız ve eğlenceli olmamız daha mümkün gözüküyor.

Oynarken sıkılıyorsak...

Benim bu 2 saatlik sohbetten aklımda kalan bir diğer önemli nokta ise şu oldu: çocukluğunda kendisi ile oynanmış ebeveyn çocuğuyla çok kolay bir şekilde oyun kurabilirken,çocukluğunda kendisi ile (çok) oynanmamış ebeveyn kendi çocuğu ile oyun kurmakta zorlanabiliyor ya da oynamaktan sıkılabiliyormuş... Sıkıldığınız an duygularınızı bastırmayın dedi Nilüfer Hanım, kendinize 15 dakika oyun oynayacağım ve kendimi bir laboratuvar ortamındaymış gibi gözlemleyeceğim diyebilirsiniz ve gerçekten de kendinize ne oluyor onunla yüzleşin... Bu süreçte kendi duygularımızı anlamaya çalışmamız aslında çocuğumuzun duygularını anlamamızı kolaylaştırabilirmiş... Bu arada Nilüfer Hanım'dan iyi bir haber de aldık: çocuğumuzla keyifli bir oyun süreci geçirmek, oyun oynamayı öğrenmemiz mümkünmüş:))

itiş kakış oyunları

Genelde babalar ve erkek çocukları arasında sıklıkla olan güreş ve benzeri fiziksel oyunların çocukların gelişiminde önemli paya sahip olan oyunlar olduğunu dinleyince çok şaşırmadım açıkçası.. Bu itiş kakış oyunları önemli ölçüde stres atıcı aktiviteler olmasının yanısıra çocuğun matematiksel zekasına katkı yapan,bir adım sonrasını planlamasına yardımcı olan aktivitelermiş aynı zamanda. itiş kakış, güreş, kovalamaca tipi oyunlarda tek sınırınız "gıdıklamama" olsun "çocuklarınızın sınırlarına müdahale etmeyin,  çocuğunuza saygı gösterin" dedi Nilüfer Hanım.

oyun önerileri

* anne baba çocuk emekleme pozisyonuna geçip birbirini yakalamaya çalışır,yakalamaya çalışırken kim kimin çorabını çıkaracak? - bu oyunu oynarken kıkırdamayacak çocuk olmaz sanırım:))
* çok uyarılmış birçocuğu sakinleştirmek için- çocuğunuzu kucağınıza oturtun,birbirinize makyaj yapma/ traş etme oyunu oynayın. Böylece gözgöze olunacak, birbirine dokunma fırsatının olacağı
regülatör özelliği olan bir oyun oynamak mümkün.
* En iyi oyuncak ANNE/BABA
*Oyuncak alacaksak olabildiğince basit olanları tercih etmemiz elzem. %90 çocuğun kendisini katabileceği, %10 oyuncak mantığıyla hareket etmek gerek

birkaç öneri

- anne/baba olarak konuşmalarımızdan "AMA"yı kaldırmak. "Seni anlıyorum AMA evden çıkmamız lazım" dediğimizde AMA'dan öncesini çöpe atıyormuşuz.
- Çocuklarımızla bu yaşlarda yaşadığımız zor anların her biri birer fırsat, şu an yanımızdalar ve onları olumlu şekilde şekillendirmemiz ve duygularını anlamamız mümkün... 15-16 yaşında yanımızda olmayacaklar... Duygularının anlaşılmadığını düşünen çocuk 15-16 yaşında kendisini anladığını düşündüğü (olumlu ya da olumsuz )kişilere daha kolay yönlenebilirler.

Aklımda kalanlar, aldığım notlar bugünden bunlar... En başta seminere giderkenki merakım üzerine de içim rahatladı: mutfakta birlikte bir şeyler üretmemiz, gezmemiz, arabada şarkı söylememiz her biri iletişim ve ilişki sürecinin bir parçasıymış,bunu da uzmanından dinlemiş oldum:))

İnternet annelerine organizasyon, Psk Nilüfer Devecigil'e de konuşması için ben kendi adıma çok teşekkür ederim:)

16 Mart 2013 Cumartesi

kitaplardaki ve tiyatrolardaki olumsuz mesajlardan ders çıkartmak üzerine...

Bugün Mert'e akşam uyumadan önce içinde kısa öyküler olan bir kitaptan "Ağustos Böceği ile Karınca"yı okuyordum. Öyküde yaz bitip kış başladığında Ağustos Böceği yemeksiz kaldığında Mert'in gözler yaşardı, alt dudak büzüştü; anladım ki hikaye biraz daha kötüye giderse Mert bayağı üzülecek ağustos böceği için!! "Merak etme oğlum birazdan karınca ağustos böceğiile yemeğini paylaşır" dedim, baktım normale döndü:) hikayenin sonuna gelirken hızlıca sonu bi' taradım ki ne göreyim: karınca, ağustos böceğine "madem bütün yaz yan gelip yattın, kışın da aç kal da gör gününü" demesin mi?!!! Ben hemen sonu kendime göre uygun bir kapanış cümlesi ile bitirip, ağustos böceği karıncaya yemeğinden vermiş çünkü arkadaşlar arasında paylaşma ve yardım çok kıymetli bir şeymiş türevinden bir cümle kuruverdim. Kitaptaki son bana bile ağır geldi; bırak 3 yaşındaki çocuk bilmeyiversin...

Bugün öğlen gittiğimiz çocuk tiyatrosunun çıkışında da benzer bir şey düşündüm:çocuklara mesaj verirken neden acaba negatif olaylar üzerinden bir mesaj vermeye çalışıyoruz/ çalışıyorlar?? Bu sabah 3.5 yaşında bir oğulları olan arkadaşlarımız bizi arayıp öğlen Caddebostan Kültür Merkezi'nde bir çocuk oyununa gideceklerini, bizim için de uygunsa onlara katılıp katılmayacağımızı sordular. Bugüne dair bir planımız olmadığından yapılı bir plana hızlıca uyum sağlayıp evden attık kendimizi... Mert'le danslı gösteri / sirk dışında ilk kez bir tiyatro oyununa gideceğimiz için yolda onu kısmen hazırladık nasıl bir şey olacağına dair, sanırım o da bayağı bir  meraklandı. Oyun genel olarak temizliğin sağlığımız için ne kadar gerekli olduğunu, temiz olmayan bir dünyada sağlığın olamayacağını, yediklerimizin ve içtiğimiz suyun ne kadar sağlıksız olabileceğini anlatan yani aslında temel mesajı "çevremizi temiz tutalım" olan bir oyundu. Fakat 1 saatlik oyun süresince bu mesaj sürekli olarak pislik, hastalık gibi olumsuz temalar üzerinden verildi ki Mert "oyunu sevmedim" demeye başladı. Belki bu sadece Mert'e özel bir durum da olabilir ama beni yine de düşündürdü ve daha önce bazı çizgi filmler ile ilgili okuduklarımı hatırlattı: "tüm hikaye boyunca negatif temaya maruz kalan çocuk hikayenin sonunda bağlanan olumlu mesaja odaklanmaktan çok hikayenin bütününde gördüğü olumsuzluklara odaklanıyor." gibi bir şeyler okumuştum. Bugünkü tiyatro ve akşamki öykü bana bunu hatırlattı.

Bu konuda yazmak isteyen ebeveyn ve uzmanlar olursa merakla yorumlarını okumak isterim...

7 Mart 2013 Perşembe

anaokulu günlüğü- 4. gün

Dünkü yazıyı bitirirken bugünün biraz zorlayıcı olabileceğini yazmıştım. Bugün de şöyle cevap vermek istiyorum:"biraz mı?!!!" Belki kendimce bugünün zorlayıcı olacağına inanmam belki de Mert'in yavaş yavaş benim geri çekilmemi ve bunun kalıcı olabileceğini idrak etmesi sonucu bugün önceki 3 güne göre çok daha zor geçti:( Çok detaylandırılacak bir durum da yok zaten,kısa ve öz: sabah Mert sınıfa girdi, ben biraz onu bekledim/ izledim sonra da  bankadan para çekmeye gideceğimi hemen geleceğimi söyledim zaten cümlem bitmeden Mert bacağıma yapışıvermişti. Hafta başında kendi kendime verdiğim sözü hatırlatıp kendime bu haftayı olabildiğince "light" geçireceğimizin altını çizdim ve sınıfın hemen dışında kalmaya devam ettim. Bana oturmam için getirilen sandalyeye oturmamı istemedi, sınıfa girmek istemedi, resim çizmek, şarkı dinlemek vs vs hiçbirini istemedi. Tek istediği yerde benimle oturmak oldu. Birara öğretmeni gelip arabayla oynaması konusunda aklını çeldi bi'5-10 dakika sınıfa girebildi ancak sonra yine bacağımda bitiverdi. Yukarıda annelerin bekleme odasında oturacağımı söyledim "hayır" dedi. Tüm gün boy unca okulun psikologunun sınıflarına gelip gelmeyeceğini sordu. Kendisi ile birebir oyun oynayıp ilgilendiği için şu an okuldaki en has arkadaşı okulun psikologu bence:)) arada ona bakmak istediğini, onun odasına bakmak istediğini söyledi, "peki" dedim,tek başına gitti, onunla sohbete başladı. Onunla büyük grubun sınıfına girip İspanyolca ve İngilizce derslerine girdi.Sonra aşağıya kendi sınıfına beraber indik, yemek saati olduğu için yemeğe inmesi gerektiğini söyledim.Evde yemek yiyeceğini söyledi Mert Bey, ben de  "peki" dedim ama isterse yemeği merak ediyorsa aşağı inip yemek salonunda yemeği kontrol edebileceğini söyledim. Bu kez Mert "tamam" dedi, okulda yemek yemeye karar verdiğini söyledi.Sonra sınıfla birlikte gideceğini ve benimle gidemeyeceğini öğrenince yaygara koptu!! Belli bir süre ağladıktan ve okulun psikologu Sena Hanım'ın onu sakinleştirme çabalarından sonra benim yanıma geldi. Bugünlük bu kadar zorlamanın yeterli olacağına ya da artık daha fazla dayanamayacağıma inanan ben (hikayedeki zavallı anne!!) Mert'e yemeği evdeyemeği ve ardından hemen uyumayı teklif ettim ve bu teklif kabul görerek evin yolunu tuttuk.

Tabii bu arada sabrı tükenmiş anne olarak Mert'e oyun, eğlence, yemek, faliyet gibi zamanlarda ağlayarak bu zamanları çöpe attığını; oysaki bu zamanları güzel geçirirse bunların çöp değil hafızasında hep kalacak güzel zamanlar olacağını ve gün içinde neler yaptığını akşam bana ve babasına anlatarak ne kadar çok sohbet edebileceğimizi anlatan bir nutuk çektim. Anladı mı bilmem, ben anlatabildim mi onu da bilemiyorum... Bugün kendimi çaresiz hissettiğm günlerden biri oldu o yüzden hangisi en doğru, hangisi yanlış sorgulamadan kendimce konuştum işte!!!

anaokulu günlüğü 4. gün benim için 1. günden de daha önceki bir gün oldu!!! bu süreçte geri dönüşler,zorluklar yaşanabileceğini biliyorum pek tabii ama bazen sabır ilk günde olduğu dolulukta olmayabiliyor...

anaokulu günlüğü- 3. gün

Mert'in dünkü hinliğinin ardından bugün ben de hem onu nasıl üzmeden hem de oyuna gelmeden nasıl kendi haline bırakabilirim diye düşünerek gittim okula... Bu arada şunu söylemem lazım 3 günde bu okul işi bize feci disiplin kazandırdı, saat 10 civarı okulda olacağız diye daha düzenli bir havada giyinip kahvaltı ediyoruz, yoksa geç kalmamak mümkün değil... Bunu yaşayınca küçücük yaşta ilkokula giden çocukların nasıl daha gözleri açılmadan kahvaltı yapıp giyindikleri ve okula gidip sıralarına oturup ders dinleyebildiklerine bir kez daha şaşıyorum...

Bu sabah da okula karavan göreceğimiz düşüncesiyle bir haves gidiverdik. Gittiğimizde bugünün konusu olan mini karavan okulun kapısının önünde park etmiş duruyordu. Biz sınıfa girdik, ben Mert'e sınıfta duran orgu gösterince bir anda ilgisini çekti ve beni de unutarak orga yöneldi. Ben de arkasından "Meltem Hanım'ın odasına çıkıyorum" diye seslendim sadece:)) yaklaşık 35 dakika beni aramayan oğlum sıra karavan gezisine gelince "anneeee" demeye başladı ve beni görünce de 40 yıllık hasretmişiz gibi bana sarılıverdi... Ne yalan söyleyeyim bence anne olarak ben de bir yanımla "hemen alışma sürecimiz sorunsuzca geçsin" derken diğer taraftan onun tüm çocukluğunu, bebeksiliğini yaşamaya bayılıyorum:))

Karavan ve çadır ziyareti sırasında Mert sanki tekrar ayrılmayalım der gibi sürekli yanımdaydı.Arada çok merak ettiği karavanla ilgili karavanın sahibine sorular sormak istese de hani eskaza anneyi kaybederim düşüncesiyle beni de yanında taşıyarak sorularını sordu.

Sonrasında sınıfa girerken yine beni yanına istedi ancak yemek saati geldiği için herkes sırayla yemeğe inerken Mert beni de alarak yemeğe inmek istedi. Bu sefer dünkü gibi bir senaryo yaşamak istemediğim için Mert'e çorbasını içmesinde yardımcı olup sonra yine yukarıya çıkmam gerektiğini söyleyip yukarı çıktım ve yemek saati, ardından da oyun saati aşağıya hiç inmedim. Ara ara öğretmeninden iyi olduğu bilgisini aldım... Sadece yemek yerken "annemle yiyeceğim" demiş öğretmeni de "yemeğini bitir anneye sürpriz yapalım"diyince aklına yatmış herhalde yemeğini kendi bitirmiş. Sonra beni görünce ilk iş zaten yemeğini bitirdiğini anlattı bana...

Aşağıdan yavaş yavaş mızmızlanma seslerini duyunca öğretmenine "yarın da rahat getirebilmem için bugün çok zorlamayalım" diyerek yukarı çıkmak isterse benim yanıma getirebileceklerini söyledim ve 5 dakika kadar sonra zaten Mert Bey nisbeten sakin bir şekilde yanımdaydı.

Bugünkü bırakma çalışması sonrası yarın günümüz nasıl geçecek (sanki biraz zorlayıcı olabilir gibi geliyor ama) göreceğiz:))

5 Mart 2013 Salı

anaokulu günlüğü-2. gün

Biraz önce eve geldik ve (bugünün ardından) eve girdiğimiz gibi Mert'i odasına ve tabii ki yatağına sokup uyuttum... Son 1 aydır kendi kendine öğle uykusunu yok eden oğlum için bugün baktım ki okul süreci ile birlikte öğle uykusu olmazsa olmaza dönüşmek üzere...

Sabah yine dünkü düzende kahvaltımızı edip evden çıktık ve okula yine sorunsuzca girdik. Bu sefer biz gittiğimizde bahçe saati başlamamıştı, çocuklar sınıflarında oyunlarıyla meşgullerdi. Mert yine önce gitmek için çok istekli görünmedi, tam da o sırada İspanyolca öğretmeni gelip şarkılara başladı. Bununla da ilgilenmeyen Mert Bey kendince gidip sınıftaki bisiklete binmeye başladı, kendince oyuncaklarla oynadı... Ben de o oyuna daldıkça sandalyemi daha da arkalara iterek görünmez olmaya çalıştım:)) şunu farkediyorum ki beni gördüğü bir ortamdaysa kendisi ile ilgili hiçbir şeyi öğretmenlerine yaptırmıyor hemen "anne yapsın" modu açılıyor. Ben eğer o sırada kendime meşgul süsü veriyor ve onun tarafına bakmıyor gibi görünüyorsam süreç öğretmenle normal akışında devam ediyor.

Bahçeye çıktıklarında yine beni parka istedi ama bu sefer tutturmadı ben de bankta oturup bilgisayarımı açtım "bir şeyler okuyorum Mert, sen oyna ben seni izliyorum" dedim sorun çıkmadı. Hatta bu sefer öğretmeniyle arka bahçeye (yani beni görmediği bir ortama)bile gitti...

Ben de dünün nisbeten rahat geçmesi,bugün bahçede beni çok aramaması "iyi gidiyoruz" derken sorun yemek saatinde patlak verdi! Zaten "insana anneliğin öğrettiği bir şey varsa o da...." gibi bir ahkam kesme cümlesi kuracaksam bu cümleyi şöyle bitirmek isterim: "her şey yolunda diye düşünmeyeceksin.Düşündüğün an resim 180 derece değişebiliyor!!"

Bahçe saati bitip çocuklar sırayla yemek için içeri girerlerken Mert "ben bugün evde yemek yiyeceğim." dedi. Ben de "Peki" diyerek "içeriden eşyalarımızı alalım o zaman hem de en son oynadığın oyuncağı kontrol et bakalım yerinde duruyor mu" dedim. İçeri girince belki yemeği burada yemek isteyebilir diye düşünerek bir yem attım aslında...Ve gerçekten içeri girince Mert yemeği burada yemek istediğini söyledi biz de diğer çocuklarla birlikte yemeğe indik. Mert sakince yemeğini yedi/ ben yedirdim. Tabağı bitmemişti ki "doydum"dedi. Ben de "peki kalkalabiliriz" dedim. Kalktık. Tam yukarı sınıfa çıkıyordu ki "ben aslında doymadım yemeğimi bitireceğim." dedi. Ben yine "peki" dedim bu süreçte çok uyumluyum:)) Tabii yemek salonuna girdik ki bizimkinin tabağı kaldırılmış, mutfağa götürülmüş bile... Hemen yeni bir tabak hazırlandı geldi, ama tabak aynı tabak olmadığı için mızıltı, ağlama ve "ben tabağımı istiyorum" feryatları birbirini kovaladı. Hemen görevli teyzemiz Mert'in kullandığı tabağı yıkamış tabak Mert'e taktim edildi!!!! "yok bu değil" diye konu uzadıkça uzadı, ben bir şeyler söyledim, öğretmenler bir şeyler söyledi falan filan... Sonra sakinleşen Mert Bey yemeğini yedi, "sakinleştim ben anne" dedi... Sonra bir baktım ki aslında yukarıdaki oyun saati de bitmiş bizim neredeyse eve gelme saatimiz gelmiş. İşte o an jeton düştü bende: Mert kendince benimle geçirdiği zamanı uzatmıştı, her ne kadar oyun oynamaya gitmeyi istese de hatta sonra yukarıdaki serbest oyun saatinin bitip diğer çocukların ya evlerine ya da uykuya gittiklerini görüp bence üzülse de çok da fazla takmadı kafasına...  Zamanı benimle geçirmişti, çünkü dün de bugün de sınıfa ve parka girmeyen ben yemek salonunda onun yanındaydım!!!! TA-TA-TA-TAM!!!

Okuldan çıkarken yine öğretmeninin ayakkabılarını değiştirmesine ve montunu giydirmesine izin veren oğlumu izlerken bu gerçek beynimde dalgalanıverdi ve dedim ki "çocuklar bizden çok çok daha akıllı ve biz onlar için plan yaptığımızı düşünelim onların planları daha derinlikli ve amaca yönelik oluyor"...

2. günden bana kalan ana fikir de bu oldu işte:))