5 Temmuz 2013 Cuma

Son dönemde okuduğum en iyi ebeveynlik kitaplarından... Aletha Solter "Çocuğunuza Kulak Verin"

Yeniden süt verme, emdi/emmedi, çiş, kaka, uyku düzeni, rutin oluşturma süreçleri başlamadan son dönemde Mert'in içinde bulunduğu 3 yaş dönemine ait okuduğum kitapla ilgili notlarımı buraya aktarmak istiyorum...

Aletha Solter ismini aslında biraz geç bir zamanda Mert neredeyse 2.5 yaşındayken, Aletha Solter Türkiye'ye geldiği zaman blogger anneler, Aletha Solter'in konuşmasını merakla beklediklerini yazdıklarında ve sonrasında da seminer notlarını paylaştıklarında duymuştum. O dönemde de kitabını okumaya fırsat bulamamış, bloglardaki notlarla görüşlerini öğrenme fırsatım olmuştu. Bloglardaki yazılara göz atmak isteyenler olursa; buradan buyursunlar:

http://blogcuanne.com/2012/09/18/aglamak-guzeldir/

http://www.pi.web.tr/bebekler-neden-aglar/

http://www.slingomom.com/anneolmak/aletha-solter-sayesinde-cocuguma-kulak-verdim/

Aletha Solter'in 2 ile 8 yaş arasındaki çocukların sorunlarına kalıcı ve yaratıcı çözümler ürettiğini belirten "Çocuğunuza Kulak Verin" isimli kitabını okuduktan sonra kitabın bende uyandırdığı hissiyat: "3.5 senelik annelik hayatımda okuduğum neredeyse en gerçekçi  ve anlamlı kitap" oldu ve kitap bitmeden bunun bebek versiyonu "Bilinçli Bebek"i de kütüphaneme (bence biraz geç oldu ama) ekledim. İpek'in gelişi ile bu kitabı da hızlıca hatmetmeyi planlıyorum.

Kitaptan kısa kısa notlarım şöyle:

"AĞLAMAK İYİ BİR ŞEYDİR"

Benim için kitap özellikle bu mesajı ile çok rahatlatıcı ve huzur verici bir özellik kazandı. Bizler çocuklar ağladığı zaman genelde onları susturmaya çalışırız; aslında ağlamak acı çekmekten kurtulma sürecidir ve çocuklar ağladıktan sonra kendilerini daha iyi hissederler. Kitaba göre çocuklarımızın her zaman neden ağladıklarını bilmemiz gerekmez, önemli olan ağlamasını kabul etmemizdir.

* Çocuklar neden ağlar
1. Başkalarının davranışlarından kaynaklanan acılar- azarlanmak, alay edilmek, küçük düşürülmek, utandırılmak, yargılanmak, eleştirilmek vs... "Çocuklar istemedikleri bir şey yapmaya zorlandıklarında, hayatları aşırı programlı olduğunda ya da fazlasıyla yönetildiklerinde acı verici duygular yaşarlar... Cezalandırılmak çocukları kaygılandırır, sevilmediklerini hissettirir ve kendilerine olan saygılarını azaltır." (sayfa 26)

2. İhmalden kaynaklanan acılar- Bir ihtiyacı olan ve karşılanmayan çocuk duygusal olarak acı çeker ve gerilir.Erken çocukluk döneminin temel ihtiyaçları yeterli beslenme, sevgi ve bol bol kucaklayıp sarılmakla sağlanacak fiziksel yakınlıktır.

3. Durumdan kaynaklanan acılar- hastalık, yaralanma, bir ebeveynin ölümü ya da uzun süre yokluğu, anne baba kavgaları ya da boşanması vs...

4. Bebeklikten gelen acılar- bebekliğinde karşılanmamış ihtiyaçlar... Ağlamaların baskılanması ya da ağlamaya terkedilme.

Peki Aletha Solter'e göre çocuğumuz ağladığında ne yapmalıyız? - ağlayarak gerilimini boşaltmasına yardımcı olmalıyız, gerek duyuyorsa ona sarılıp onu anladığımızı davranışlarımızla/ mimiklerimizle belirtmeliyiz ve ağlamasına bizim yaptığımız bir şey neden oldu ise öfkesini ve gözyaşlarını kabul etmenin yanısıra hatamızı farkettiğimizi belirtmeli ve ondan özür dilemeliyiz.

* Buharını çıkaracak delik arayan düdüklü tencere gibi çocuklar günlük stresini atmak amacıyla ağlamak için bahane arayabilirler.

* Öfke nöbeti,dışkılamaya benzer fizyolojik bir boşaltım sürecidir (sayfa 37)- yeterince ağlayan çocuk daha fazla ağlamaz. Öfke nöbetleri evde kabul edilir ve hoş görülürse çocuklar kamuya açık yerlerde öfke patlaması yaşamaya ihtiyaç duymayabilirler.

"KORKULAR"

*Çocukların korkularının nedenleri:

1. Bilgi eksikliğinden kaynaklanan korkular
2. Bebeklikte yaşanan sıkıntı verici deneyimlerden kaynaklanan korkular
3. Korkutucu deneyimlerden kaynaklanan korkular
4. İlişkilendirmeden doğan korkular
5. Başkalarından edinilen korkular
6.Ölümlülüğü kavramaya başlamaktan doğan korkular
7. Çocuğun gelişen hayal gücünden kaynaklı korkular
8. Sembolik Korkular

"Korkusunun nedeni ne olursa olsun ilk adım korkusunu kabul etmek, sempati göstermek ve umut vermek olmalıdır." ( sayfa 59)

* Çocukların ölüme ilişkin soruları somut ve doğru bilgiler ile yanıtlanmalı diyor Aletha Solter. Çocukların ölümü öğrenmelerininiyi bir yolu ölü hayvan ve bitkileri görmeleri olabilirmiş.Çocukların zihinlerinde ölüm ile uykuyu karıştırmamak çok önemliymiş ve ölen kişinin "cennete (vb) gittiğini" söylemek kafa karışıklığına ve korkulara yol açabilirmiş.

* ödül ve ceza  ile ilgili de kitapta yol gösterici ve bazen anne babaları (alışık olmadığımız için) şaşırtıcı yorumlar görmek mümkün. Ödül ve Ceza konusunda daha önce Psikolog Nilüfer Devecigil'in sohbetinde aldığım notları incelemek kitapta yazanlar ile paralel olduğundan fikir verebilecektir diye düşünüyorum.

Kitapta başka ne tür başlıklar var kısaca belirteyim: (yazmaya kalksam kitabın her tarafından alıntılar yapmam ve sonsuz uzunlukta bir yazı yazmış olmam gerekecek- ki bu bence kitabın yazarına da yapılmış bir saygısızlık anlamına gelebilir...)

* küçük çocuklar için hangi kitaplar yararlıdır?
* tv'nin çocuklar üzerinde etkisi...
* oyun oyun oyun- oyunun çocukların hayatındaki önemi
* ödül ve ceza üzerine benim hayran olduğum bir bakış açısı- "ödüllendirme de bir çeşit cezalandırmadır" "iç motivasyon/ dış motivasyon" kavramları
* çocuğu yeni doğacak bebeğe hazırlama süreci
* Beslenme ve hastalıklar

gibi daha pek çok başlık var kitapta.

Ben çocuk yetiştirirken okuduğum kitaplarla ilgili olarak şu sonuca varıyorum: Hayat, hiçbir kitapta yazdığı gibi bir reçete ve uygulayınca %100 sonuç alacağımız bir platform değil. Ama kitaplar çoğu zaman bize yaşadığımız dönemle, sorunla ilgili aklımıza hiç gelmeyecek çözümler önerebiliyor. Bu çözümler yaklaşımdan yaklaşıma da çok farklılaşabiliyor. Sanırım burada en önemlisi anne olarak kendimizi çok iyi tanımamız, neyi yapıp neyi yapamayacağımıza çok iyi karar verebilmemiz diye düşünüyorum.Çünkü her kitapta yazan çözüm önerisi her anneye ve çocuğuna uyacak diye bir kural olduğunu düşünmüyorum. Ben Aletha Solter'in kitabından, içindeki önerilerden, sebep-sonuç ilişkilerinden çok etkilendim ve mantıklı, uygulanabilir buldum kendimce ve paylaşmak istedim.

Bizim hayatımızda kitabın en önemli etkisi Mert ağladığında onu susturmak yerine bazen neden ağladığına anlam veremesem de onun yanında olduğumu ona belirtmeye başlamam ve sarılmam oldu... Hatta artık çoğu zaman ağladığında ve sakinleşmek istediğinde Mert kendiliğinden bana gelip "anne kucağına al, sakinleşmek istiyorum" diyor ve her seferinde de bu temasımız işe yarıyor;tabii bazen 5 dakika sonra takılacak ve öfke krizine yakalanacak başka bir konu başlığı da bulduğunu belirtmeliyim:))


24 Haziran 2013 Pazartesi

hastane çantasını hazırlarken


Evet gerçekler yavaş yavaş yaklaşırken ben de hastane çantasını yavaş yavaş hazırlamaya başladım... Ben kendimce şöyle bir çanta hazırlıyorum, belki ileride ihtiyacı olup bakanlara da bir yardımım dokunmuş olur... Bu arada "Zeynep, yazmamışsın ama şunu da unutma sakın" diyen olursa lütfen eklesin yorumlara... Burçlara çok itibar etmeyen ama dün okuduğu bir yazı sonrası "evet tipik bir Oğlak burcu annesiymişim" diyen biri olarak listeler, listeler ve listeler.. Artık sıkıcılıklarım, planlarım ve listelerime de bir kisve buldum ya benden rahatı yok: n'apalım Oğlak burcu böyle diyip sıyrılacağım işin içinden:)))

Gelelim listeye:

ANNE İÇİN:
- Gecelik/ pijama
- Terlik
- Hastaneden çıkarken giymek üzere kıyafet
- Çorap (Mert'in doğumu öncesi ve sonrası ayaklarımbuz kesmişti; hoş o tarihte havaların pek sıcak olduğu da söylenemez ama tedbirli olmakta fayda var) ve çamaşır
- saç fırçası/ tarak
- makyaj malzemeleri (bilenler bilir benim konuyla pek alakam yok ama olmazsa olmaz diyenler olabilir)
- Diş macunu & diş fırçası ve diğer hijyenik ihtiyaçlar
- Kırmızı taç/ toka
- Kamera / Fotoğraf makinesi (şarj aletleri, gerekliyse boş cd vs gibi gerekli ekipmanları da unutmamak gerek)
- Cep telefonu şarjı
- (bu benim çantaya özel olabilir,hangi arkadaşım duyduysa "deli misin?" dedi) mini photo printer- hastaneye gelenlerle çekilen fotoğrafları basıp kendilerine vermek için- özellikle fotoğrafı dijitalde tutmaya alışık olmayan ve mutlaka ellerinde olmasını isteyen aile büyükleri için :)))
- varsa ikram edilecek çikolata, şeker ve türevleri ile kullanılacaksa süslemeler
- hatıra defteri

BEBEK İÇİN:
- Hastane çıkışında giyebileceği kıyafet (body, tulum, çorap, eldiven, bere vs)
- Ana kucağı

REFAKATTEKİ BABA VE (varsa) AĞABEY / ABLA İÇİN:
- Pijama ve yedek kıyafet
- oyuncak (boyalar, oyun hamuru, birkaç oyuncak araba vs..)




36. hafta doktor kontrolü ve 37. haftayı tamamlarken

Yaklaşık 40 haftalık (+/-2 hafta) hamilelik sürecinde 37. haftayı tamamladık... Tamamladık diyorum,çünkü bu süreci ben, Kerem, Mert ve İpek bebek birlikte sürüyoruz tüm keyifli anlarıyla, yorgunluklarıyla,krizleriyle ve hayat akışı ile...

Yerli/yabancı tüm kaynaklarda 37. haftanın tamamlanması ile artık erken doğum sürecinin bittiği ya da bir başka deyişle bu tarihten itibaren doğacak bebeğin normal zamanı içinde doğmuş olarak kabul edildiği yazıyor. Tabii bebeğin büyümesi halen devam ediyor(muş). Bu günü tamamlayarak ben psikolojik olarak rahatladım açıkçası; nedense 32-33. haftadan sonra sanırım sıcakların da etkisi, benim büyümem ve hareketlerimin zaman zaman kısıtlanması ve bu kısıtlanmadan evde zaten bir çocuk var olduğu için hiç hoşlanmamam nedeniyle erken doğuracakmışım hissi çok ağır basıyordu. Hatta geçen haftaki 36. hafta doktor kontrolümün ardından doktorum "seni 2 hafta sonra göreyim." diyince "e demek ki erken doğuracağıma dair bir ibare yok!" dedim kendi kendime... Zaten NST'ye (anne adayının karnına bağlanan ve bebeğin hareketlerini,kalp atışlarını, kasılmalarını kaydeden alet) bağlandığımda da içeridekinin çıkmaya hevesli bir modda olmadığını farkettik. 36 hafta boyunca kendinden görüntü vermekten kaçınan minik bebeğimiz bu hafta da yine yüzünü saklayarak bize pek fazla bir görüntü vermedi... 

37. haftanın sonlanması itibariyle 1çocuklu1gebenin dünyasında neler var? Tabii öncelikli olarak yapılacak işler listeleriyle dolaşıyorum; mesela:

- hastane çantamızı hazırlıyorum- İpek'e (inşallah her şey yolunda giderse) hastaneden çıkışında gerekli olacak giysileri ve bana hastanede gerekli olacak eşyaları ve tabii ki odamızı süslemek üzere gerekli olacak malzemeleri bavula koydum. Mert'e ve Kerem'e gerekli olabilecek eşyaları da koydum mu bavul arabanın bagajındaki yerini almaya hazır olacak. Mert'e eşya dedim,çünkü Kerem'le hastane sürecinde Mert'in de yanımızda olmasına karar verdik. Bakalım zorluğu mu kolaylığı mı ağır basacak ama biz hep birlikte hastanede olalım istiyoruz... Bu konuda yaşayacağımız tecrübeleri doğum sonrası buradan aktarırım umuyorum:))

- Doğuma kadar bitirmek istediğim kitaplarım var onları bitirmeye çalışıyorum: kimisi doğumla ilgili, kimisi kardeşlikle,kimisi de 3 yaş ve civarı krizleriyle:))) Bu kitaplardan da özellikle bloga yazmak istediğim notlar var, artık onları da uygun bir zamanda yazmaya çalışacağım. biri 0, diğeri 3.5 yaşında iki çocuk için bir anda kitap çeşitliliğim arttı... İşin kötü tarafı Mert'in bebekliğini unuttuğumu düşünerek yenidoğanlarla ilgili bir şeyler de okumam gerektiğini düşünüyorum ama sanırım ona zaman yok:))) Artık onları yaşadıkça okuyacağım ve hatırlayacağım; ya da daha iyisi okumama gerek kalmadan yaşadıkça hatırlayacağım.

- 37. hafta ve Haziran ayının ortası ile birlikte; yani benim büyümem ve sıcakların artması ile birlikte gece uykularım oldukça kesintili bir şekle girdi. Sürekli olarak "Eylül'de doğum yapacaklara kolay gelsin" diyerek dolaşıyorum. Bütün yazı hamileliğin son dönemiyle geçirecekleri için onlarla ciddi bir empati içindeyim:))) Bir de tansiyon hastası olan, ya da ayakları sürekli ödemli dolaşan teyzeleri anıyorum ve onlar için de kolaylıklar diliyorum... Mert'e hamileyken aldığım kilo ile başabaş gidiyor gibiyim;şimdiye kadar 13.5 kilo aldım ama sanki 25 kilo almışım gibi hissediyorum... Bu nedenle kısa zamanda yoğun kilo alımı yaşayanları da sıklıkla anıyorum. Kısacası bu dönemde empatim inanılmaz yüksek boyutta dolaşıyorum... Haaa hala Mert'i kucağıma alıyor muyum, hayatı normal akışında yaşamaya çalışıyor muyum, hala hızlı hareket ediyor muyum??? evet, evet, evet... Tabii sonra bir anda ne olduğumu anlamadan "dur ben bi' oturayım, ben bi' uyuyayım, ben bi' dinleneyim" modu açılıveriyor. İçimdeki "sonuçta hamileyim, hasta değil; hiçbir şey bunları yapmama engel değil" düşüncesi ile vücudumun arada verdiği "yeteeeeer!" sinyali kapışıveriyor... Bu kapışma arasında da zaman geçip gidiyor işte...

- Tabii bir de bu dönemin psikolojik çeşitliliği var anlatmak gereken... Kaygı seviyesi, merak seviyesi bu ara tavan yapmış durumda bende... Bebek sağlıklı olacak mı, doğumum iyi geçecek mi, doğum sonrası ev hayatımız nasıl olacak, Mert nasıl tepki verecek yeni hayatına, iki çocuklu hayatta anne babalık nasıl olacak, iki çocukta adaletli olmak zor olacak mı, gibi gibi gibi bin tane soru geliyor kafama... Kimine "bu dünyadaki ne ilk, ne son ne de tek iki çocuklu ev bizim evimiz olacak" diyerek kolayca cevap bulup geçebilirken kiminde "acaba"lar ile  takılı kalabiliyorum... Neyse okuduğum pek çok yazıya göre bu kaygılar da normal:))) Mert'e hamileyken bilinçli olarak doğum süreci ile ilgili kimseden hikaye dinlememeye çalışmış ve doğum hakkında detaylı yazılar okumamıştım; ama bu süreçte zaten daha önce doğum yapmam nedeniyle tüm sürece hakimim, ayrıca sanırım bu sefer etrafımda çok fazla bebekli insan var ve birçok hikayeye (neyseki çoğu pozitif doğum öyküsü:)) maruz kalıyor, pek çok şey okuyorum... Belki de tüm bunlardan dolayı en basitinden Mert'e hamileyken hiç hissetmediğim ya da anlamadığım yalancı doğum sancıları/ Braxton Hicks sancılarını son 2-3 haftadır çok net hissettiğimi düşünüyorum.

- Son olarak ara ara doğumun başlayacağı zamana ilişkin planlar yapıyoruz... Gece, sabaha karşı, gün içinde ya da akşam saati olması; Mert'in uykuda, okulda ya da uyanık ve bizimle olduğu saatlerden hangisine denk gelmesi durumunda nasıl ilerleyeceğimiz,kimi/kimleri arayacağımız vs vs gibi çeşitli planlarımız var mesela... Ama çok iyi biliyorum ki ne kadar çok plan olursa olsun bu doğum denilen şey hiç düşünmediğimiz ve planlamadığımız bir şekilde olabilir ve biz planlar yaparak sadece doğum öncesi süreçte kendimizi rahatlatmaya çalışıyoruz...

7 Haziran 2013 Cuma

İstanbul'da çocukla gezme kültürü alışveriş merkezi dolaşmak olmasın... #AVMleriboykotediyoruz

Geçen haftasonu Gezi Parkı'nda olaylar ciddi boyutta devam ederken, ben parka gidememenin bünyemde yarattığı rahatsızlıkla kendimce evden twitter üzerinde sağlıklı paylaşımlar yapmaya çalışarak ve televizyonların sessizliğinde en azından bizim sokaktaki sosyal medya bağlantısı olmayanlarda farkındalık yaratmak amacıyla kocaman bir kağıda "Diren Gezi Parkı" yazıp salonun camına astım. Hatta ben bu yazıyı astıktan 2 saat kadar karşı apartmanda bir pencerede daha bu yazıyı görünce çocukça sevindim bile...

Yazıyı hazırlarken tabii ki Mert de sordu... Ne yapıyordum, ne yazıyordum, o da bir şeyler yazabilir miydi vs vs... Ben de çok kısaca ona şehrin tam merkezinde bir park olduğunu ve onun yıkılıp yerine bir alışveriş merkezi yapılmasının istendiğini söyledim. Ama parkın yıkılmasını istemeyen insanların biraraya gelip parkın yıkılmasını istemediklerini söylediklerini ben de parka şu anda gidemeyeceğim için böyle bir yazı hazırladığımı söyledim birkaç cümle ile... Sonra çok fazla bir şey sormadı. Onun büyük resim defterinden 3 sayfa koparıp birbirine yapıştırıp pencereye asacağım yazıyı hazırlarken o da beni taklit etti kendince: defterinden bir sayfa çıkarıp kendince bir şeyler yazdı çizdi...

Neredeyse 1 haftadır pencerede yazımız asılı; o arada sadece eve gelenlere yazıyı park için astığımızı söyledi, daha da fazla bir şey sormadı/ söylemedi....

Bu akşam yurtdışından dün gelen eşimle 1 haftadır olanların detaylarını konuşurken parktan konuştuğumuzu farkeden Mert merakla "anne parka ne oldu?" diye sordu. Ben yine kısaca parkın yıkılmak istendiğini ama İstanbul gibi büyük ve kalabalık bir şehirde çok az park alanımız olduğu için parkın yıkılmasını istemeyen çok fazla insanın olduğunu ve onların parkta bulunarak parkın yıkılmasına izin vermek istemediklerini, şarkılar söylediklerini, hep birlikte yemekler yediklerini söyledim. "Hep mi oradalar?" diye sordu, ben de çok doğal "eveeeeet sürekli oradalar" dedim. "Peki gece ne yapıyorlar?" dedi. Ben de gece de orada olduklarını hatta bir kısmının çadır kurup parktaki çadırlarda uyuduğunu söyledim. Mert'in bir anda gözleri parladı ve "anne orada kaydırak var mı?" diye sordu, ardından da çok büyük bir merak ve şevkle "anne ne zaman biz de gideceğiz?" dedi... Valla o an
hemen onu alıp hemen parka gitmek istedim:)))

Ezelden beri çocuğuyla sürekli alışveriş merkezi gezen bir anne olmadım... Birinci sebebi buraların hastalık yuvası olduğuna inanmam, ikincisi ise alışveriş merkezlerinden çıkınca kendimi inanılmaz yorgun hissetmem... Hep kendimce alacağın bir şey varsa çık caddeden, Kadıköy'den al; çocuğunu gezdireceksen de Özgürlük Parkı'na / Göztepe Parkı'na git, sahile çık dedim. Bundan sonra bunu daha da
inanarak söyleyeceğim ve uygulayacağım sanırım... 35 haftası dolmak üzere olan 1çocuklu1gebe olarak Gezi Parkı'na gidip Gezi Parkı'nın direnişine bilfiil katılamadım ama kendi çapımda alışveriş merkezi çılgınlığının "her mahallede bir tane" kıvamına gelmemesi için kendimce böyle bir direniş buldum...



31 Mayıs 2013 Cuma

anne karnındaki kızıma ve 3 yaşındaki oğluma mektup

Bugün 31 Mayıs 2013... Babanızla "çıkmaya başladığımız" 31 Mayıs 1999 tarihinden tam 14 yıl sonra... 31 Mayıs'ın bizim kişisel tarihimizde değeri ve önemi çok büyük; ama bugün itibariyle doğduğumuz ve yaşadığımız ülke için de unutulmayacak bir tarih oluyor... Bugünden bir 14 yıl sonra neler yaşıyor,neler konuşuyor oluruz bilemiyorum ama hala ümit etmek istiyorum- sizlerle birlikte sağlıkla, keyifle, insanca, yaşayabileceğimiz,düşündüklerimizi açıkça konuşabileceğimiz, inançlarımızı inandığımız şekilde yaşayabileceğimiz, doğayla içiçe olabildiğimiz, evimizin yanındaki parkın hala yaşadığı, sahilimizde hala yürüyüş yapabildiğimiz, gidebilecek ormanlarımızın olduğu doğduğumuz, büyüdüğümüz yerde yaşayabilmeyi ümit ediyorum...

Bugün, içinde bulunduğumuz ortamda benim aklımın almakta zorlandığı şeyler yaşıyoruz: konu bu kez din değil, etnik köken değil, ideoloji ya da siyasi görüş değil; sadece bu şehirde yaşayan insanlar şehirlerine sahip çıkmaya, tercihlerinin, sayısı neredeyse yüzlerce olacak alışveriş merkezinden yana değil; parklardan yana olduğunu anlatmaya, seslerini duyurmaya çalışıyor... Ama şehrin orta yeri savaş alanına dönmüş halde; ben elimde telefonum ve bilgisayarım insanların durumlarını ve şehrin merkezinde neler olduğunu izlemeye çalışıyorum... Televizyonlar sessizlik içinde...

Dün ve ondan önceki gün "hiçbir şey değişmeyecek biliyorum ama destek için ben de orada olmalıyım" dediğim ve gitmek istediğim ama karnımdaki seni tehlikeye atamayacağım için gitmediğim park için uzaktan, evimizden kendimce ne yapabilirim diye düşünüyorum sadece... Bugün yaşananları okudukça ve gördükçe çok üzülüyorum, ama bir yanımda da içimde garip bir ümit dalgalanmaya devam ediyor... Her şey için sessiz kalan, koyun olmaya alışmış bizler acaba kendi hayatımız, çocuklarımızın hayatları için sesimizi çıkarmaya başlıyor muyuz diyerek ümitleniyorum...

Bilmiyorum...Gelecek günler bize ne gösterecek,insanlar isteklerini, tercihlerini söyledikçe saldırıya maruz kalmaya devam mı edecek yoksa daha toleranslı, sağduyunun hakim olduğu günlerin bugün bir kıvılcımı mı olacak; bilmiyorum. Tek bildiğim bugün şehrin göbeğinde parkımızı, çevreyi ve doğayı bir nebze olsun korumaya çalışan insanların dün, bugün yaşadıklarını hak etmedikleri...



Ben bugün, dün, ondan önceki gün orada bulunamadım ama elimden geldiğince sizin parkta, sokakta, sahilde, ormanda ağaç, çiçek, böcek görerek büyümeniz için çabalayacağım. Haaa bugün bunu niye yazdım- yukarıda bahsettiğim gibi bugün ileride çok anımsanacak bir gün olabilir ve karıncanın dediği gibi: "Ben de biliyorum yalnız başıma yangını söndüremeyeceğimi, ama hangi tarafta olduğum belli olsun..." Ben sizi alışveriş merkezleri içinde oradan oraya koşturarak büyütmek değil, benim de çocukluğumda büyüdüğüm gibi sokaklarda kirlenerek, parklarda sallanarak, denizin tadını çıkararak büyütmek istiyorum...

Ümit işte...

30 Mayıs 2013 Perşembe

İlk hamilelikle ikincisi arasında şimdiye kadar olan farklar (2)

Aslında farkları yazmadan önce her iki hamileliğimde de sürecin (en azından şimdiye kadar) normal devam etmesi en büyük şansım onu mutlaka belirtmeliyim... Hamilelik sürecinde pek çok sağlık sorunu ile boğuşanlar, hamileliğinin bir bölümünü ya da neredeyse tamamını yatarak geçirmek durumunda olanlar olduğunu bilince insan bazen günlük rutini içinde yaşadığı sıkıntıları anlatmaya ya da yazmaya çekiniyor gerçekten...

14. haftamda yazdığım ilk yazıda o döneme kadar olan farkları yazmıştım ancak onlar daha durumsal farklardı; ilk hamileliğimde çalışıyor olmam ve şimdi olmamam; uyku saatlerim ve kilo alımı gibi... Şimdi ise yine durumsal farklar olmakla birlikte hamileliğin ilerleyen döneminde evde bir"büyük çocuk" varlığının ciddi farklılık yarattığını söylemem mümkün...


  • Bir önceki hamileliğimde hem işlerin yoğunluğu hem de o dönemki direktörümle çalıştığım dönemleri doğum sonrası izin olarak kullanabileceğim şeklindeki karşılıklı anlaşmamız sonucu 39. haftaya kadar ofisteydim. Hiçbir zorluk da çekmedim, masamın altına konulan puf, insanların sürekli ilgili alakalı (bazen birbirinin aynısı olduğu için toplu bir şekilde yanıtlamayı arzu ettiğim) soruları, öğle yemeğimin her gün aynı saatte yemekhanede hazır olacağını bilmem, akşamları eve geldiğimde kimsenin benden bir beklentisinin olmaması tabii ki süreci inanılmaz kolaylaştırdı. İlk hamileliğimin son dönemlerinde gece uyanmalarımın tek nedeni tuvalet ihtiyacıydı diye hatırlıyorum... Şimdi ise durum epeyce farklı: Bir kere talepleri pek bitmeyen ve 24 saat oyun desem oyun oynayabilecek bir 3yaş "ergeni" ile aynı evi paylaşıyorum (ne mutlu ki:))) sabah erken uyanmaları, kahvaltı edeceğim/ etmeyeceğim krizleri, bitmeyen "anne hadi oynayalım" istekleri, "kitap okumaaaa!", "tuvalete girmeeee!", "yanıma geeeeel!" naraları, gece sebebi olmayan uyanmalar derken ben bayağı yorgun olabiliyorum günün sonunda... Ki bu ergen arkadaş günün 4 saati okulda (çok şükür:)) Dolayısı ile benim bir önceki hamileliğimdeki gece uyanmalarının sebebi olan tuvalet ihtiyacı bu hamileliğimde vuku bulduğunda genellikle "boşver mert uyanmadı sen de uykunu bölme" şeklinde geçiştirilebiliyor.
  • Bence 2. en önemli fark ise şu Mert, Mart ayında doğan bir bebekti; İpek'in Temmuz ayı içinde gelmesini bekliyoruz normal koşullarda... Bu da demek oluyor ki yaz günlerinin Mayıs ayında başladığı 2013 yılında sıcaklığın etkisiyle aynı kiloları almama rağmen daha şiş bir halde dolanıyorum... Hem sıcakların vücudu daha çok şişirmesi, hem de yazın daha ince kıyafetler ve tüm şişliğin meydanda olması ile çevremde "ooo bu seferkinde daha mı çok şiştin ne?" gibi süper harika yorumlar duyabiliyorum:)) Birkaç gün öncesine kadar böyle soranlara bayağı uzun "yok aslında aynı kiloyu aldım da ama yaz da ama su tuttum da ama bıdı bıdı da ..." diye anlatıyordum artık onu da kestim "e hamilelik işte" diyip geçiyorum...
  • Konu kilodan açılmışken 34. haftadayım 12 kilo almış bulunmaktayım, nerede kaç ile sonlanacağımızı artık göreceğiz bakalım. Mert'e hamileyken toplamda 16 kilo almıştım, sanırım aşağı yukarı aynı gidiyorum gibi gözüküyor; bakalım!!! :))
  • Mert'e hamilelik dönemimi hatırlamıyorum ama bu hamileliğimde şunu çok rahat söyleyebilirim: çok sabırsızımve tahammül seviyem normale göre daha aşağılarda... Örneğin dün bizim evin sokağına doğru yürürken normalde Minibüs Caddesi üzerinde gitmesi gereken minibüslerden biri beni görmeyip neredeyse çarpacağı için anında aradım 155'i; şikayet ettim...  Minibüs Caddesi'nde bitmek bilmeyen yol inşaatından  dolayı minibüsler neredeyse bütün ara sokaklarda inanılmaz bir hızla cirit atıyorlar! Bunun bence tolere edilebilir bir tarafı yok zaten ama ben bu aralar böyle bir şey gördüğümde daha hızlı aksiyona geçiyorum.Mesela parkta görüdüğüm bakıcıların tutumlarına, konuşma tarzlarına, bazılarının boşvermişliklerine daha da çok sinirleniyorum. Tabii tahammül sınırımın düşmesi sadece sokak hayatımı etkilemedi evdekiler de bu durumdan nasibini alıyor zaman zaman: her şey düzgün yapılacak, her şey kuralına göre olacak derken zaman zaman bir askeri disiplin modu açılıyor bende...
  • Olmazsa olmaz bir diğer fark da şu tabii: evde bir çocuk halihazırda olunca hamilelik ve doğumla ilgili her konunun onu etkileyecek yönleri de ortaya çıkabiliyor ve sürece evdeki "ergen"i de hazırlamak gibi çok çok önemli bir boyut daha eklenmiş oluyor.
  • İlk hamileliğimde doğumla ilgili çok fazla şey bilmemeyi tercih etmiştim, kimsenin hikayelerini dinlememeyi ve çok da fazla doğum süreci ile ilgili şey okumamayı tercih etmiştim.Amacım, yaşanmış olumlu ya da olumsuz hikayelerden etkilenip doğum sürecini etkilememekti. Doktoruma güvendim (iyi ki de öyle yapmışım) başka da bir şey dinlemedim ve çok rahat bir doğum süreci geçirdim. Ama bu süreçte durum farklı: bir kere daha öncesine ait benim bir hikayem var ve onun rahat bir süreç olması ya bu kez rahat olmazsa endişesi taşımama neden olabiliyor zaman zaman... Ama aklımda hep tutmaya çalıştığım bir şey var: evet ikinci bebeğimi de normal doğumla doğurmak istiyorum ama nasıl doğurduğum değil esas önemli olan; bebeğin ve benim sağlıklı olmam. Böyle düşününce bayağı bir kendime geliyorum.
  • Son olarak aklıma gelen bir diğer fark da bu hamileliğimde yoğun bir iş temposu içinde olmadığımdan ve yoğun ev temposuna zaman zaman 4 saatlik okul araları verebildiğimden :)) İpek'in odası, doğum süsleri vs gibi daha yumuşak konularla ben daha çok ilgilenebiliyorum. Mert'te kapı süsünün siparişini x yere, çikolatanın siparişini y yere verdik bitti derken; bu süreçte ben daha çok işin içinde olayım, süsleri ben hazırlayayım, gidip Eminönü'nde de gezeyim modundayım. (Bu arada Eminönü ile ilgili şunu söyleyebilirim, pek çok dükkan birbirinin aynısı ve çok estetik olmayan bin tane şey barındırıyor; ancak çok sevgili arkadaşım Tuba'nın önermesi ile gittiğim 3aaa diye bir dükkandan çok memnun kaldım; hem içerik hem de müşteriyle sonsuz sabırla ilgilenme anlamında oldukça başarılı buldum) Bakalım ne kadar ilerleyebileceğim? :))

bu aralar aklımdakiler...

Bu ara kafamda yazmak üzere aslında çok konu var ama kafamdaki konu sayısı ile içimdeki bir şeyler yapma isteği ters orantılı...


  • 34. haftası içinde olan 1çocuklu1gebe olarak ilk hamilelik ve ikinci hamilelik kıyaslamasını esas şimdi yapabilirim gibi  mesela...
  • Doğum zamanı yaklaştıkça Mert'i bu sürece nasıl dahil edeceğimi(zi) daha çok düşünür / konuşur olduk Kerem'le mesela... (ki tam bu hafta bu konu bizim önemli gündem maddemiz olmuşken bugün SlingoMOM aynı konuya değinmiş kendi soru işaretleri eşliğinde)
  • Doğumun nasıl (tabii nasıl? sorusuna cevap gerçekleşmeden pek verilemez ama konuşuyoruz işte) ve nerede olacağı bir başka konumuz...
  • Bu ara her şeye normale göre daha aşırı tepkiler veriyorum (mu acaba?) ; bu da bir başka konumuz
  • Ha bu arada Mert'in okulunda yıl sonu ile birlikte keyifli aktiviteler oluyor; geçen hafta büyükanne& büyükbaba günü... Bugün de okulun bahçesindeki sergi mesela... Yılsonu gösterilerinden (özellikle de pekçok blogger annenin yazdıklarından sonra, okul hayatı yılsonu ve bayram gösterileri ile yoğun olarak geçmiş olan biri olmama rağmen) hiç hazzetmediğimi farkeden benim için bu aktiviteler çok şeker:))
Ben en iyisi ilk aklıma gelenle başlayayım, belki yazdıkça yazasım gelir:))