24 Eylül 2013 Salı

Babywearing 101: "bebeği üzerinde taşıma"ya giriş...

Sanırım 6 aylık falan hamileydim... Blogger annelerin bir aktivitesinde anneler yemek yaparken annesinin (http://legabebe.com/) sırtında kendiliğinden uyuyakalan küçük kız çocuğunu görünce merak ettim ve nasıl bu durumda uyuyabildiğini sordum ve bebekliğinden beri bu şekilde taşındığı için alıştığını ve bu şekilde rahatça uyuyabildiğini öğrendim... Sonra yine aynı dönemde bir başka blogger aktivitesinde http://www.minikaynam.com/ blogunun yazarı Nihan Kayalıoğlu'nu gördüm; üzerine kızını bir slingle bağlamış ve konuşmayı dinlemeye gelmişti. Bebek, annesinin göğsünde çok huzurlu olduğunu tahmin ettiğim bir şekilde uyuyordu. Yakın aralıklarla gördüğüm bu iki resimden çok etkilendim. Çünkü Mert özellikle ilk 3 ayında oldukça gaz problemi olan bir bebekti ve ne bu dönemde ne de (bebekliğinde) sonrasındaki dönemde dışarıda böyle sakince uykuya daldığını hatırlamıyorum...

Bu iki resim aklıma kazındıktan sonra her zamanki gibi yine araştırmaya giriştim. Ben daha önceleri kanguruyu biliyordum, bir kez de denemiştim ve ne ben ne de Mert rahat etmediğimiz için dolabın bir köşesine kaldırmıştım. Ama bu karşılaştığım iki resimdeki taşıyıcılar kangurudan görüntüde de (araştırdıktan sonra) kullanım ve rahatlıkta da farklıydılar. İlk gördüğüm carrier  denilen görüntüsü sırt çantasına benzeyen bir taşıyıcıydı (fotoğrafı için: http://store.bobafamily.com/baby-carrier/ , http://www.ergobaby.eu/en/s576/original-carrier-earth-black-taupe.html) ebeveynler bunu hem vücudunun önüne hem de sırtına asabiliyor. Bunu kangurulardan ayıran en önemli nokta bebeklerin/çocukların kalçalarına yük bindirmemesi...Henüz carrier kullanmaya başlamadığımız için bu üründeki detayları ve deneyimlerimi daha sonraya bırakıyorum.

İpek doğmadan dolabına koyduğum en değerli parçalardan biri oldu wrap slingimiz ve doğumdan sonraki birinci haftada da kullanmaya başladım; şu ana kadar da vazgeçilmezlerimiz arasına girdi bile... Evde yardımcısız iki çocuklu bir hayatta en büyük yardımcı gibi göründü sling bana ve gerçekten de öyle oldu. İpek gündüz uykularını slingde uyuyor çoğunlukla;ben de bu arada evdeki işlerimi yapıyorum, Mert'i giydiriyorum, kahvaltı ediyorum, yürüyüşe çıkabiliyorum, markete gidebiliyorum vs vs... Tek yapılmayacak şey: araba kullanmak... Onun dışında aklıma slingle yapılamayacak bir şey gelmiyor günlük hayattan... Bir de uyumak sanırım... Yani kısacası güvenliği tehlikeye atacak aktiviteler dışında her şeyi İpek'i üzerime takarak yapabiliyorum.


Avantajları: 

  • anne özgürce istediği işi yapabiliyor
  • bebek anneyle olan ten teması sayesinde huzurlu oluyor- bu konuda detaylı bilgi için bkz. attachment parenting (doğal ebeveynlik) üzerine yazılmış kitaplar ve makaleler
  • bence bebeğin gaz çıkarmasını da kolaylaştırıcı
Dezavantajları:

  • Bence tek dezavantajı sıcak havada hem anne hem de bebeği için ekstra sıcaklık sağlaması
  • Bir de eğer tek tek anlatmaktan hoşlanmıyorsanız herkesin size garip garip baktıktan sonra sordukları aynı sorulara cevap vermek durumunda kalmanız (ben bu durumdan rahatsız değilim ve olabildiğince çok kişiye de wrap sling'in yararlarını anlatmaktan mutlu oluyorum)
garip bakışların ardından gelen sorular/ yorumlar (ve benim cevaplarım) belli:
- aaaa bebek mi var orada? (evet, baktım ki hayat dışarıda zor tekrar içeri soktum yavruyu!!)
- nefes alabiliyor mu peki? (sizce???)
- sıkışmıyor mu orada? (anne karnında sizce nasıldı?) (Bodrum'da durumumu yadırgayan bir amcaya empati yapabilmesi için ee eskiden kundaklar vardı onda nasıl duruyordu bebekler? dedim)
- içinden düşmez di mi? (!!!)
- bağlaması zor mu? (birkaç kez yaptıktan sonra el alışıyor)
- kucak çocuğu olacak bu!!(bırakınız olsun, yürümeye başlayınca tutamayacağım zaten- Mert'ten tecrübeli olunca bu cümleyi rahatça kuruyorum)
- oooh rahatı bulmuşsun sen!! (önceki sorulara yanıt verip sınavdan geçince...)

Kısacası slingle pek çok şey çok rahat... Bir kere İpek'i kesin uyutabileceğimi bilmenin verdiği rahatlık çok güzel bir his...Bu nedenle yeni annelere kesinlikle öneririm.

Slinglerle ilgili deneyimlerinden faydalandığım bir diğer blog da http://www.slingomom.com/ oldu, mutlaka slingomom'un bu konudaki yazılarını okumanızı öneririm, bana buradaki yazılar çok iyi geldi/ geliyor... 

"Babywearing" konusunda yeni tecrübeler edindikçe paylaşmaya devam edeceğim... Bu arada son dönemde pusetin de varlığını sorgulamaya başladık diyebilirim. Pusetin ana kucağını arabada araba koltuğu olarak kullanıp, yürüyüşlerde slingi kullanmayı tercih ediyorum. Küçük bir kullanım önerisi:wrap sling + maclaren quest puset bence bebek taşıyıcılar olarak en pratik, en hafif, en yararlı iki ürün.. Bence daha fazlasına hiç ama hiç gerek yok... Tabii herkesin ihtiyacı farklı olabilir ben Mert'te yaşadığım klasik süreç ve şimdi yaşadığım daha rahat süreci kıyaslayarak bunu yazıyorum...

19 Eylül 2013 Perşembe

Bugün bana çok iyi geldi... Çocuk çocuğu istiyor anne de anneyi...

Bundan 1.5 sene kadar önceydi... Ben daha yeni iş hayatından çıkmış, full time ev hayatına alışmaya çalışıyor ve yeni taşındığımız evi bir düzene sokmaya çalışıyordum... Mert henüz 2 yaşında bile değildi... Yeni eve ve 1 yıllık Avrupa yakası macerasından sonra geri döndüğümüz Anadolu yakasına alışmak çok zor olmadı bizim için ama tüm arkadaşları çalışan ve çalışmayan "anne" tanıdığı olmayan benim için full time ev hayatı bilinmezliklerle doluydu... Çok sıkıcı olabilir miydi, evet belki....

Avrupa yakasındayken ve çalışıyorken Mert'i hafta sonları götürdüğümüz ebeveynli bir oyun merkezi vardı. İstanbul'da çok bilinen ve farklı semtlerde de şubeleri olan bu merkeze kayıt ettirdim Mert'i ilk iş olarak. Avrupa yakasındaki şubeden o kadar memnundum ki Anadolu yakasındakinden memnun olmayabileceğimizi düşünmedim bile! Ocak- Şubat ayı gibi başladığımız yeni "okulumuz"da ilk dikkatimi çeken şey iki şubenin birbirinden iletişim olarak ne kadar farklı olduğuydu ama çok da takılmadım. Sonuçta kış mevsimiydi, dışarıda çok fazla seçenek yoktu ve ne yazık ki ev hayatına ait benim de bir çevrem yoktu. Biz "okulumuza" yaklaşık 3-4 ay devam ettik. Ara ara ben uygulamalara kızdım, ara ara Mert içinde bulunduğu 2 yaş krizleri ile gitmeyi ya da orada oynamayı reddetti ama biz devamlılığımızdan ödün vermedik.

Artık dönemimizin son haftaları gibiydi, anneli "sanat" dersimizde yanımdaki bir anne ile ufaktan çocukların saçlarını nerede kestirdiğimizden, memnun olup olmadığımızdan vs konuştuk. Konuşmanın sonunda "biz haftada bir 3 anne 3 çocuk birimizin evinde ya da dışarıda buluşuyoruz;sen de Mert'le birlikte bize katılmak ister misin?" diye sordu.O anda gözümdeki parlamayı bilmem farketmiş midir ama içimdki mutluluğu anlatamam...

Bugün bu hikayeyi yazmak istedim... Uzuuun yaz tatilinden sonra bizim çocuklar bugün (1 eksikle- o eksiği de haftaya tamamlayacağız :) ) bir aradalardı. Zaman zaman çığlık çığlığa koşuşturdular, zaman zaman grubumuzun tek ve değerli "kız çocuğu"nun odasında oyuncaklarla oynadılar, arada oturup birlikte çizgi film izlediler... Biz anneler de durup durup "ya bunlar iyice çocuk oldular" "artık bayağı bayağı birlikte oyun oynuyorlar." "ay biz ne iyi oldu da biraraya geldik" gibi cümleler kurduk...

Ara ara kızdığım, buraya niye geliyoruz ki dediğim aktivite merkezine iyi ki gitmişiz Mert'le birlikte diyorum sürekli; iyi ki gitmişiz de çok keyifli, annece delirdiğimizde birbirini anlayan "boşver bizde de aynıları"oluyor diyerek birbirini rahatlatan, çocukların birbirine "arkadaşım" dediği bir "oyun grubu" kurmuşuz (biz kurulu düzene dahil olduk gerçi:))

Çocuklar (galiba) 3 yaşını geçtikten sonra (daha çok) etrafında çocuk istiyor, çocuk çocukla daha çabuk daha sağlıklı büyüyor bence; ama anne de yanında/etrafında anne arıyor... Anlaşılmak,aynı dilde konuşmak yaş kaç olursa olsun insana çok iyi geliyor...

Bugün de bana çok iyi geldi:)

16 Eylül 2013 Pazartesi

Evimizin en miniği hayatımıza giriverdi: İpek'in doğum hikayesi...

En son hamilelik hikayemi 40. Haftayı doldurduğumda yazmıştım… O ara sanki İpek’i hiç doğurmayacakmışım ve ebediyen hamile yaşayacakmışım gibi geliyordu… 2 günde bir gittiğim NST ve doktor kontrollerim sırasında artık sık sık doktoruma “doğmazsa ne yapacağız” gibi mantıklı (!) sorular sormaya başlamıştım… Ben nedense bu hamileliğimde 38. Haftada doğuracağıma inandığım ve herkese “Temmuz başı gibi bebeği bekliyoruz” dediğim için Temmuz ayı boyunca “sen daha doğurmadın mı?” cümlesini sıklıkla duydum!! Hatta son hafta artık bu sorudan o kadar sıkıldım ki birkaç kişiye “yok doğurdum da doğum sonrası kilolarını veremedim” dediğimi hatırlıyorum…
41. haftamın dolacağı Pazar gününden önceki Cuma yine hastanedeydim, NST’de doğuma dair hiçbir belirti yine yoktu ve yine o gün beni gören herkes “daha karnın inmemiş” diyor ben de bu yoruma karşılık “Mert’in doğduğu gün de bana karnın inmemiş daha senin doğumuna var diyorlardı” diye savunma yapıyordum. Cuma günkü kontrolde doktorum doğumun başlamaması durumunda Cumartesi gecesi hastaneye yatmamı istediğini ve o gece verecekleri bir ilaç ile doğumu tetiklemeye çalışacaklarını söyledi. Hamileliğimin başından beri normal doğum yapmak istediğim için bu durumda olmak beni gerdi. Ya suni sancı almak zorunda kalırsam, ya sezaryen olmak zorunda kalırsam gibi düşünceler stres katsayımı arttırdı. Ben her hamilelikte anne nasıl bir doğum arzu ediyorsa, kendisini strese sokmayacak seçenek kendisi için neyse o şekilde doğurmasının en güzeli olduğuna inanıyorum. Benim için de kendimi en mutlu hissedeceğim doğum normal doğum olduğu için sezaryen olasılığı bile oldukça üzücüydü. Oysaki önemli olan annenin ve bebeğin sağlığı; eğer doktorunuza güveniyorsanız o sizin ve bebeğinizin sağlığı için sizi en doğru yöntem için bilgilendirecektir.
Gelelim o cumartesi gecesine…
Daha önceden Kerem’le vermiş olduğumuz karar sonucu hastaneye giderken Mert’i de yanımıza alacaktık. Biz doğum için hastaneye giderken Mert’i evde bırakmak istemedik. Kafamda ben ve Kerem hastanedeyken, doğum sonrası Mert’in hastaneye gelip o tabloya dışarıdan bakan bir göz olmasını yerleştiremedim, içime sindiremedim.  Sonrasında biraz araştırdım, hastaneye götürenler var mı neler yaşamışlar diye; çok olumlu yorumlar okuyunca doğumdan haftalar önce Mert’e neyi tercih edeceğini sorduk. O da bizimle hastanede olmak istediğini söyledi. Duruma yavaş yavaş hazırlamak için ona hastanede sıkılabileceğini, her istediği an onun isteklerine cevap veremeyebileceğimizi ve hastanenin kurallarına uymak zorunda olduğumuzu anlattık. O da bunları kabul etti.
Cumartesi gece yarısına doğru arabanın bagajında bavulumuz ve oda süslerimiz, arka koltukta uyuyan oğlumuzla hastanenin otoparkına girdiğimizde kendimi tatil için otele gelmiş gibi hissettim.  Mert’i refakatçi yataklarından birine yatırdık, bavulumu boşalttık ve sabaha doğumu başlatacağını ümit ederek ilacı aldım ve uyudum. Doktorum ilk seferde ilacın etki etmemesi durumunda ertesi gün birkaç kez daha ilacı uygulayabileceğini, uygulama sayısının benim sabrıma bağlı olacağını vs söylemişti. Sabah saat 7 gibi Mert’in bizi uyandırması ile kalktık, sabah muayenemi yapan nöbetçi doktor ilacın henüz etki etmediğini söyledi. Ben de kahvaltı sonrası odayı süslemeye giriştimJ




Odayı süslemeye başlamıştım ki saat 9 civarı doktorum bizim odaya uğradı, benim “doğum ne zaman başlar acaba?” merakımı görünce beni muayeneye aldı. Bizim kızın gelmeye hala niyeti yoktu ki minik bir müdahale ile su kesesi patlatıldı! Veee doğum süreci o andan itibaren başladı. En baştan itibaren epidural anestezi almadan doğum yapmak istediğimden sürecin başında epidurali çok net bir şekilde reddettim. Sancılarımın yavaş yavaş başlamasıyla hemşirelerden pilates topu ve bir mat rica ettim. Güleryüzlü ve şefkatli olduğunu düşündüğüm ebe hemşire bana sadece istediklerimi getirmekle kalmadı, sancılar gelmeye başladığında nasıl sancıyı daha hafifletebileceğimi de gösterdi. İlk bir saatte durumum gayet iyiyken sancıların sıklaşması ama İpek’in henüz daha aşağı inmemesi nedeniyle ben sıkı bir epidural istekçisi oluverdim!!! Pazar günü, az sayıda anestezi doktoru ve tam o saatte bir başka doğumun olması derken ben yaklaşık 15 dakika epidural için anestezi doktoru bekledim, o 15 dakika benim için 1 saat de olabilir 2 saat de!!! İpek’in aşağı inmemesi nedeniyle doğumun sancı sürecinin daha çooooook süreceğini düşünüyordum ki öğlen saat 2 civarı nöbetçi doktorun muayenesinin ardından doğumun başladığı müjdesini aldımJ
Bu arada ben sancı sürecindeyken Mert de odamızı ikiye ayıran kapının diğer tarafında halası, babaannesi, teyzesi ve kuzeni ile çeşitli oyunlar oynuyor arada benim odama gelip beni kontrol ediyordu. O  geldiğinde ben tüm iyi halimle onunla konuşuyor onun kendi tarafına dönmesiyle ben de sancılarıma tekrar konsantre oluyordum. Doğumhaneye giderken Mert’e haber verdik, İpek doğar doğmaz, daha önce ona söz verdiğimiz gibi kardeşini ilk onun göreceğini söyledik.
Doğumhaneye giderken Mert’in doğumunda kurduğum cümlenin aynısını kurdum: “Senai Bey’e (doktoruma) haber verdiniz mi?” “evet geliyor şimdi” cevabını alınca rahatladım. Yaklaşık 15- 20 dakikalık, benim İpek’i kesinlikle çıkartamayacağımı düşündüğüm sürecin sonunda İpek kocaman gözlerini açmış ben nereye geldim modunda etrafı inceliyordu J
Evimizin en miniği 21 Temmuz 2013 günü 14.36’da tam istediğim gibi normal doğumla hayatımıza giriverdi ve söz verdiğimiz üzere doğumhaneden çıktığında onu ilk gören Abisi Mert oldu J Tabii ben bu buluşmaya sonradan resimlerden tanıklık edebildim. Doğumhaneden çıktığımda Mert hala koridorda, cam bölmeden kardeşinin yıkanmasını izliyordu. Ben, doğum yapmanın verdiği rahatlık, Mert’i görmenin mutluluğuyla “Mert’cimmmm bak ben çıktım ve çok iyiyim anneciğim” dedim, Mert’in yüzündeki şaşkınlık ifadesi beni görünce sıcacık bir gülümsemeye dönüştü ya da ben öyle görmek istedim…



Hastanedeki 2 günün sonunda eve geldiğimizde en çok şu iki cümleyi söyledim sanırım: “oh iyi ki doğurdum da rahatladım.” (hiç doğurmayacağım sanıyordum ya!!:)) ve “iyi ki hastaneye Mert’i  götürdük.” (eve geldiğimiz gün evdeki kalabalığa karşı çığlıklar atan oğlumu görünce hastaneye gelmeseydi ve İpek’in gelişi ile evde bebekli ortama ilk kez girseydi sanırım Mert’i idare etmek ve sakinleştirmek daha zor olabilirdi.)

İpek’in doğum hikayesini İpek doğduktan 2 ay sonra yazabildiğim düşünülürse 2 çocuklu hayatta günlerin nasıl hızla geçtiğini anlayabilmekte değilim. Ha 2 çocuk güzel mi, zor mu diye soran varsa ben hep kardeşli hayatın güzel olduğunu savunanlardanım, inşallah İpek’le Mert de kardeşliklerini  çooook güzel bir şekilde yaşarlar hayatları boyu. Blogger annelerden Slingomom sanırım twitter’da yazmıştı: “2.çocuk kolay; 2 çocuk zor…” diye. Kesinlikle sonuna kadar katılıyorum… 

8 Eylül 2013 Pazar

tanımadığım bir blogger anne :((

İpek doğduktan sonraki ilk blog yazımın doğum hikayemiz olacağını düşünüyordum ama ne yazık ki dünden beri beni çok etkileyen gün içinde ara ara aklıma geldikçe üzülmeme neden olan bir vefatı yazmak istedim...

Düne kadar ismini bilmediğim, hiç tanımadığım bir annenin vefatı :(

Kendimi bildim bileli özellikle geride küçük bir çocuk kalmışsa genç bir ölüm beni çok etkiler... Anne ya da babası yanında olmadan büyüyecek olan çocuğu düşünürüm...

Dünden beri de Stilettolu Anne  Güneş Sayın Kalyoncu'nun oğlunu düşünüyorum:(( Güneş Sayın Kalyoncu'nun oğluna hamilelik dönemini anlattığı ve bir hafta önce çıkan kitabı Stilettolu Anne ve Made in Barcelona Bebek 'ten ne yazık ki dün vefatı nedeniyle haberdar oldum... Hayat garip...

Güneş Sayın Kalyoncu'ya Allah'tan rahmet, tüm ailesine de çok büyük sabır diliyorum...Ama galiba en çok da henüz 2.5 yaşındaki oğluna annesini hayallerinde, anılarında hiç ama hiç kaybetmemesini diliyorum...


Stilettolu Anne'nin blogu: http://stilettoluanne.blogspot.com
Stilettolu Anne'nin kitabına ulaşabilmek için:



14 Temmuz 2013 Pazar

eveeet 40 haftayı doldurduk... henüz gelen giden yok:))

Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, bu hamileliğimde nedense erken bir doğum yapacağım düşüncesi (ya da hissiyatı) vardı içimde... Bugün itibariyle ortalama kabul edilen 40 haftalık hamilelik sürecini henüz doğurmamış bir hamile olarak tamamlıyorum... Mert 39 hafta 4 günde doğmuştu bakalım bu hamilelikte nerede duracağız:)))

Geçen hafta sonu doktorum şehir dışında olacağını söyleyince "kesin onun yokluğuna denk gelir doğumum" diyordum, hafta sonu bitti, ayın 8'i olur belki Mert gibi o da 8'i ve Pazartesi günü doğar diyordum, Kerem ayın 10'u diye tahminde bulunuyordu, babam kendi doğum günü olan 12'sini bekliyordu, Kerem'in küçük ablası ise ayın 14'ünü rüyasında gördüğünü söylüyordu.... Sonuç olarak o, bu,şu hiçbiri tutmadı... İpek Hanım ne zaman isterse o zaman gelecek... Tabii "keyfim yerinde ne çıkacağım dışarı" diyorsa haftaya kadar zamanımız var gibi gözüküyor; yoksa merhaba suni sancılar deme ihtimalimiz var...

Geçen haftadan bu yana gün aşırı hastanedeyiz, bu aralar NST ile yakın bir birliktelik içindeyim. Her kontrolde doktorumdan aynı sözleri duyarak eve yollanıyorum: "suyu var, plesanta iyi durumda, NST iyi"... Kısacası bekliyoruz... İnsan 40 haftasını da doldurunca sanki ilelebet bu durumda kalacakmış gibi hissediyor;dünden beri ha bugün ha yarın doğuracağım modundan da çıktım... Aslında hamileliğin en başından itibaren 40 haftaya programlanıyoruz, sanki hamilelik süresinin 40 hafta +/-2 olduğu gerçeğinin -2'sini kabul ediyoruz da +2 hafta kısmını biraz es geçiyoruz. Yani 38. haftada doğurabiliriz ve erken doğurmuş olmayız da 42. haftada doğurursak gecikmiş bir doğum olur gibi yaşıyoruz... Tabii bunda artık vücudun ağırlaşmasının, annenin hareketlerinin yavaşlamasının, yaz dönemi ise sıcakların bunaltmasının vs vs etkisi büyük gibi geliyor bana...

Aslında en iyisi hamileliğin son günleri olduğunu bilerek tadını çıkarmak ve sabretmek sanırım...

6 Temmuz 2013 Cumartesi

38+6'dan kisaca

Daha sabahin 6'si olmadi;  ben 2 saattir gozune ışık tutulmuş tavşan gibi gözler portlek uyanigim.... vucudum ve psikolojim dogum sonrasina hazirlaniyor sanirim da bi uyusam bi dinlensem daha hazır olmaz mıyım acaba????

5 Temmuz 2013 Cuma

Son dönemde okuduğum en iyi ebeveynlik kitaplarından... Aletha Solter "Çocuğunuza Kulak Verin"

Yeniden süt verme, emdi/emmedi, çiş, kaka, uyku düzeni, rutin oluşturma süreçleri başlamadan son dönemde Mert'in içinde bulunduğu 3 yaş dönemine ait okuduğum kitapla ilgili notlarımı buraya aktarmak istiyorum...

Aletha Solter ismini aslında biraz geç bir zamanda Mert neredeyse 2.5 yaşındayken, Aletha Solter Türkiye'ye geldiği zaman blogger anneler, Aletha Solter'in konuşmasını merakla beklediklerini yazdıklarında ve sonrasında da seminer notlarını paylaştıklarında duymuştum. O dönemde de kitabını okumaya fırsat bulamamış, bloglardaki notlarla görüşlerini öğrenme fırsatım olmuştu. Bloglardaki yazılara göz atmak isteyenler olursa; buradan buyursunlar:

http://blogcuanne.com/2012/09/18/aglamak-guzeldir/

http://www.pi.web.tr/bebekler-neden-aglar/

http://www.slingomom.com/anneolmak/aletha-solter-sayesinde-cocuguma-kulak-verdim/

Aletha Solter'in 2 ile 8 yaş arasındaki çocukların sorunlarına kalıcı ve yaratıcı çözümler ürettiğini belirten "Çocuğunuza Kulak Verin" isimli kitabını okuduktan sonra kitabın bende uyandırdığı hissiyat: "3.5 senelik annelik hayatımda okuduğum neredeyse en gerçekçi  ve anlamlı kitap" oldu ve kitap bitmeden bunun bebek versiyonu "Bilinçli Bebek"i de kütüphaneme (bence biraz geç oldu ama) ekledim. İpek'in gelişi ile bu kitabı da hızlıca hatmetmeyi planlıyorum.

Kitaptan kısa kısa notlarım şöyle:

"AĞLAMAK İYİ BİR ŞEYDİR"

Benim için kitap özellikle bu mesajı ile çok rahatlatıcı ve huzur verici bir özellik kazandı. Bizler çocuklar ağladığı zaman genelde onları susturmaya çalışırız; aslında ağlamak acı çekmekten kurtulma sürecidir ve çocuklar ağladıktan sonra kendilerini daha iyi hissederler. Kitaba göre çocuklarımızın her zaman neden ağladıklarını bilmemiz gerekmez, önemli olan ağlamasını kabul etmemizdir.

* Çocuklar neden ağlar
1. Başkalarının davranışlarından kaynaklanan acılar- azarlanmak, alay edilmek, küçük düşürülmek, utandırılmak, yargılanmak, eleştirilmek vs... "Çocuklar istemedikleri bir şey yapmaya zorlandıklarında, hayatları aşırı programlı olduğunda ya da fazlasıyla yönetildiklerinde acı verici duygular yaşarlar... Cezalandırılmak çocukları kaygılandırır, sevilmediklerini hissettirir ve kendilerine olan saygılarını azaltır." (sayfa 26)

2. İhmalden kaynaklanan acılar- Bir ihtiyacı olan ve karşılanmayan çocuk duygusal olarak acı çeker ve gerilir.Erken çocukluk döneminin temel ihtiyaçları yeterli beslenme, sevgi ve bol bol kucaklayıp sarılmakla sağlanacak fiziksel yakınlıktır.

3. Durumdan kaynaklanan acılar- hastalık, yaralanma, bir ebeveynin ölümü ya da uzun süre yokluğu, anne baba kavgaları ya da boşanması vs...

4. Bebeklikten gelen acılar- bebekliğinde karşılanmamış ihtiyaçlar... Ağlamaların baskılanması ya da ağlamaya terkedilme.

Peki Aletha Solter'e göre çocuğumuz ağladığında ne yapmalıyız? - ağlayarak gerilimini boşaltmasına yardımcı olmalıyız, gerek duyuyorsa ona sarılıp onu anladığımızı davranışlarımızla/ mimiklerimizle belirtmeliyiz ve ağlamasına bizim yaptığımız bir şey neden oldu ise öfkesini ve gözyaşlarını kabul etmenin yanısıra hatamızı farkettiğimizi belirtmeli ve ondan özür dilemeliyiz.

* Buharını çıkaracak delik arayan düdüklü tencere gibi çocuklar günlük stresini atmak amacıyla ağlamak için bahane arayabilirler.

* Öfke nöbeti,dışkılamaya benzer fizyolojik bir boşaltım sürecidir (sayfa 37)- yeterince ağlayan çocuk daha fazla ağlamaz. Öfke nöbetleri evde kabul edilir ve hoş görülürse çocuklar kamuya açık yerlerde öfke patlaması yaşamaya ihtiyaç duymayabilirler.

"KORKULAR"

*Çocukların korkularının nedenleri:

1. Bilgi eksikliğinden kaynaklanan korkular
2. Bebeklikte yaşanan sıkıntı verici deneyimlerden kaynaklanan korkular
3. Korkutucu deneyimlerden kaynaklanan korkular
4. İlişkilendirmeden doğan korkular
5. Başkalarından edinilen korkular
6.Ölümlülüğü kavramaya başlamaktan doğan korkular
7. Çocuğun gelişen hayal gücünden kaynaklı korkular
8. Sembolik Korkular

"Korkusunun nedeni ne olursa olsun ilk adım korkusunu kabul etmek, sempati göstermek ve umut vermek olmalıdır." ( sayfa 59)

* Çocukların ölüme ilişkin soruları somut ve doğru bilgiler ile yanıtlanmalı diyor Aletha Solter. Çocukların ölümü öğrenmelerininiyi bir yolu ölü hayvan ve bitkileri görmeleri olabilirmiş.Çocukların zihinlerinde ölüm ile uykuyu karıştırmamak çok önemliymiş ve ölen kişinin "cennete (vb) gittiğini" söylemek kafa karışıklığına ve korkulara yol açabilirmiş.

* ödül ve ceza  ile ilgili de kitapta yol gösterici ve bazen anne babaları (alışık olmadığımız için) şaşırtıcı yorumlar görmek mümkün. Ödül ve Ceza konusunda daha önce Psikolog Nilüfer Devecigil'in sohbetinde aldığım notları incelemek kitapta yazanlar ile paralel olduğundan fikir verebilecektir diye düşünüyorum.

Kitapta başka ne tür başlıklar var kısaca belirteyim: (yazmaya kalksam kitabın her tarafından alıntılar yapmam ve sonsuz uzunlukta bir yazı yazmış olmam gerekecek- ki bu bence kitabın yazarına da yapılmış bir saygısızlık anlamına gelebilir...)

* küçük çocuklar için hangi kitaplar yararlıdır?
* tv'nin çocuklar üzerinde etkisi...
* oyun oyun oyun- oyunun çocukların hayatındaki önemi
* ödül ve ceza üzerine benim hayran olduğum bir bakış açısı- "ödüllendirme de bir çeşit cezalandırmadır" "iç motivasyon/ dış motivasyon" kavramları
* çocuğu yeni doğacak bebeğe hazırlama süreci
* Beslenme ve hastalıklar

gibi daha pek çok başlık var kitapta.

Ben çocuk yetiştirirken okuduğum kitaplarla ilgili olarak şu sonuca varıyorum: Hayat, hiçbir kitapta yazdığı gibi bir reçete ve uygulayınca %100 sonuç alacağımız bir platform değil. Ama kitaplar çoğu zaman bize yaşadığımız dönemle, sorunla ilgili aklımıza hiç gelmeyecek çözümler önerebiliyor. Bu çözümler yaklaşımdan yaklaşıma da çok farklılaşabiliyor. Sanırım burada en önemlisi anne olarak kendimizi çok iyi tanımamız, neyi yapıp neyi yapamayacağımıza çok iyi karar verebilmemiz diye düşünüyorum.Çünkü her kitapta yazan çözüm önerisi her anneye ve çocuğuna uyacak diye bir kural olduğunu düşünmüyorum. Ben Aletha Solter'in kitabından, içindeki önerilerden, sebep-sonuç ilişkilerinden çok etkilendim ve mantıklı, uygulanabilir buldum kendimce ve paylaşmak istedim.

Bizim hayatımızda kitabın en önemli etkisi Mert ağladığında onu susturmak yerine bazen neden ağladığına anlam veremesem de onun yanında olduğumu ona belirtmeye başlamam ve sarılmam oldu... Hatta artık çoğu zaman ağladığında ve sakinleşmek istediğinde Mert kendiliğinden bana gelip "anne kucağına al, sakinleşmek istiyorum" diyor ve her seferinde de bu temasımız işe yarıyor;tabii bazen 5 dakika sonra takılacak ve öfke krizine yakalanacak başka bir konu başlığı da bulduğunu belirtmeliyim:))