5 Aralık 2013 Perşembe

2 Çocuklu Gündelik Hayat*

Geçen sene bu zamanlar gibiydi İpek’e hamile olduğumu öğrendiğimde… İlk iş zaten Mert’i 3 yaşında başlatmayı planladığımız, hamilelikle birlikte de başlatmayı ertelemememiz gerektiğini düşündüğümüz anaokulu araştırmalarına başladım. Aslında aklımızda bir yer vardı ama hamileydim götürüp getirebilecek miydim, servis işine de en baştan girmek istemiyordum falan falan… Bunları bir ara bayağı yazdım kendi bloğumda…
Bu araştırmanın yanı sıra internette sıklıkla iki çocuklu hayatla ilgili yazılar ararken buldum kendimi… Ama öyle kıskançlık hikayeleri, birinci çocuğu kardeşe  hazırlamak, doğumdan sonraki ilk ay  gibi değildi aradığım konu… Tabii onlar da vardı ama öncelikli olarak merakım  farklıydı. Basit, düz… “2 çocuklu annelerin doğumdan sonraki ilk haftalar geçtikten sonra gündelik yaşamları nasıl?”dı onu merak ettim… Belki bana denk gelmedi, belki de kimse yazılmaya değer bulmadı ve yazmadı.
2 çocuklu hayatta 4 ayı geride bıraktık bu konuda yazabileceğim ilk cümle: “günler hangi hızda geçiyor hiç anlamıyorum!” olabilir.
Sabahları genelde 5 civarı İpek tarafından süt isteğiyle uyandırılıyorum. İpek ve ben “sütçü” anne  yarı uyanık yarı uykulu bir çift olarak süt işimizi hallediyoruz ve şanslıysam (şanslı değilsem 6- 6 buçuğa kadar İpek gayet uyanık bir şekilde mırıldanarak zamanını geçirebiliyor) uykuya dalmış olan İpek odasına bırakılmak ben odama dönmek suretiyle uykumuza devam ediyoruz. 7- 7 buçuk aralığında Mert’in uyanması ile hayat gerçek anlamda başlıyor- yani başlamak zorunda kalıyor. Mert’e “saat 8 olmadan ben uyanmam”  cümlesini çok net öğretmiştim aslında ama Mert uyanınca İpek’in uyanması da genelde kaçınılmaz oluyor ve ben saat 8 olmadan uyanmaya mecbur kalıyorum! Yataktan sürünerek çıkan ben, günde biri sabah biri okuldan geldikten sonra toplam 2 kez olan çizgi film hakkını mutlaka ve mutlaka kullanmak isteyen Mert’e kayıtlı çizgi filmlerinden birini açıyorum. Sonrasında sırayla yatağın toplanması, giyinmek, İpek’in giyinmesi ve Mert’in sabah kahvaltısını hazırlanması derken 20 dakikalık çizgi film sona eriyor.  Araya bir yerlere sıkışmış bir süt seansımız daha var tabii İpek’le… Bu arada bir de Mert’in giyinmesi var ki kendi giyinmek istediği için normale göre daha uzun sürme ihtimali olabiliyor. Ancak Montessori felsefesini destekleyen bir anne olarak ne yazık ki sabahları Montessori’ye ihanet edercesine “hadi, hadiiiii, hadi oğluuuuumm”ların sayısı artabiliyor…
Saat 9 gibi evdeki süper üçlü kapı önünde olmaya çalışıyoruz ki Mert’i saatinde okula teslim edebilelim. Evden çıkar çıkmaz “şoför” kimliğim ortaya çıkıyor, Mert’in okula adaptasyon sürecinde keyifli bir okula gidişimiz olsun diye başladığımız “Anne şimdi sen taksici ol” ile taksicilik oyunumuz başlıyor! Sırasıyla İpek’in, Mert’in ve benim kemerlerimiz bağlanıyor ve yola çıkıyoruz… Yolda genellikle geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi vermeye çalışıyorum Mert’e, erken midir geç midir bilmem ama yolları tanısın, yön duygusu gelişsin diye düşünüyorum. Zamanında ablamı okula bırakırken annem bana aynısını yapardı, ondan mıdır bilmem İstanbul içinde zor kaybolurum…
 Mert’i okula bıraktıktan sonra saat 4-5’e kadar zaman bizim… Bazen eve dönüyoruz, evdeki işlerimi bitirmek için, kimi zaman caddede yürüyüşe çıkıyoruz, bazen market alışverişi, ziyaretler, buluşmalar derken saatin nasıl 4 olduğunu anlamıyorum! Son zamanlarda eve girememekten dolayı evi özlediğim doğrudur! Tabii bu arada İpek saat 10 gibi (eğer çok huysuzlanmamışsa) tekrar sütlenip sabah uykusunu uyuyor (huysuzlanmışsa bu saatteki sütü pas geçtiğimiz oluyor), eve dönmüşsek yatağında, dönmemişsek slingde… Tabii ki slingdeki uykusu çok çok daha uzun oluyor. Öğlen saat 1 gibi ise İpek’in öğle sütü ve evdeysek biraz halı üzerinde zaman geçirmesi mümkün oluyor. Yok dışarıdaysak uyku zamanı ile uyanıklık birbiri içine geçmiş bir süreç oluyor. Mert bebekken Mert’e rutin oluşturmaya mutlak gözü ile bakan ben İpek’te gördüm ki her çocuk farklıymış: İpek kendi düzenini kendi oluşturan bir bebek oldu bizim gündelik akışımız içinde… Tabii bunda Mert doğduktan 6 ay sonra işe dönecek olmamın etkisi çok büyüktü bence… Mert’e bir rutin hazırlamalıydım ve onu o rutinle ona bakacak kişiye sunmalıydım! Yani böyle düşünmüşüm o zamanlar, şimdi daha iyi farkediyorum… O zamanlar Mert uykusunu atladığında ya da sütünü her günkü saat dışında emdiğinde benim için olay olurdu! O zaman rahatım sanıyordum ama şimdiki rahatlığımla kıyaslayınca “o zamanlar içimde bir stres canavarı büyütüyormuşum” diyorum!
Saat 4 civarı İpek’i (eğer istiyorsa) bir kez daha emzirip (istemezse Mert’i okuldan alıp geldiğimizde emziriyorum) Mert’i alma yollarına düşüyoruz. 4 buçuk 5 civarı Mert’i alıp eve dönüyoruz; ki bence günün esas zorlu saatleri bunlar… Mert, günün yorgunluğuyla huysuzluğa; İpek de bence bebeklerin güneşin batmasıyla başlayan “uyut beni” ya da “uyumak istemiyorum ama uyku saati geliyor” huzursuzluğuyla süper bir ikili olabiliyorlar. Buradaki en iyi çözüm İpek’e slingde kısa bir akşam uykusu uyutmak, o sırada da Mert’le akşam yemeğini hazırlamak olabiliyor. Ha bu arada 7’ye doğru evin baba kişisi eve gelip de Mert ya da İpek’i aldığında, hatta bazen ikisini de oyaladığında akşamı benden iyi geçiren yoktur diye düşünüyorum J
Elimizden geldiğince 7 civarı akşam yemeğini yemeye çalışıyoruz ki ben 7 buçukta İpek’i emzirip uyutayım. Yemeğin ardından evin tellaklığı babada olduğu için Kerem sırasıyla İpek’i ve Mert’i banyoya sokuyor. İpek banyodan çıkınca ben İpek’i teslim alıyorum, Mert’i banyoya gönderiyorum. İpek’i emzirip uyuttuğumda banyosunu yapmış, pijamalarını giymiş bir Mert teslim alıyorum. Bazen babayla kitap okumuş oluyorlar o zaman ben direkt  “haydi uyuyalım” diyerek “yastık” görevi gören anne oluveriyorum. Babayla kitap okumamışlarsa “okumacı” anneden sonra “yastık” görevim başlıyor. Genellikle 8 buçuk 9 civarı bizim evde uyku saati tamamlanmış, yorgun bir anne baba olarak biz, koltuğa yayılmış oluyoruz… Uykuda saat 9, hafta içi benim için görülmesi gereken en son sınır şeklinde! 9’u geçen her bir uyanık dakika ise beni hızlı bir şekilde “sinirli” anne sınıfına sokabiliyor…
Büyüme ile uyku arasında, hatta karanlıkta uyunan uyku arasında önemli bir ilişki olduğunu her yerde okumak mümkün; ben Mert’in doğumundan bu yana uyku konusuna takık (bu takıklığı abarttığımda zaman zaman gereksiz üzülmüş) bir anne olarak bebeklerin ve özellikle küçük çocukların, en azından bizim evdeki bebek ve çocuğun, akşam 8’den sonra ayakta olmamasını tercih ediyorum. Hem onların sağlıklı büyümelerine çok büyük etkisi olduğuna inanıyorum hem de günde tamamen bana kalan bir iki saate ihtiyaç duyuyorum. Gündelik hayat yazısını uyku konusuna bağlamak üzereyim, uyku ile ilgili milyonlarca fikrimden sıyrılıp bu yazının konusuna geri dönüyorum…
Gece, genelde gündüz yaşadığımız hızlı, oradan oraya koşuşturmalı hayatın tam tersini yaşıyoruz… Evimizde misafir de olsa, biz bir yere de gitmiş olsak genelde bu uyku saatine dikkat ettiğimizi söylemek mümkün… Zaten artık alışkanlıktan ve bütün gün okulda harcadığı enerjiden dolayı Mert, beden dili ile uyku saatinde uyumak istediğini bas bas bağırıyor; ona sorarsak “hayır uykum yok” diyebilir bunu da not düşeyim… Ama içinde bulunduğu ortamdan çıkarıp sakin bir ortama girdiğimizde uyumaması da mümkün değil. İpek için durum Mert kadar oturmuş değil tabii ki, onun mümkünse uyku öncesinde fazla uyarana maruz kalmamış olması tercihim, ki…
Akşam artık 10 buçuk civarı İpek “dream feeding” denilen uyku arası emme sürecini tamamlayınca artık benim için uyku çanları çalmaya başlayabiliyor. Ama ne yazık ki erken uyuyacağım dediğim her gün 12’den önce uyuyabildiğimi hatırlamıyorum; tabii yorgunluk nedeniyle sızdığım günler hariç…

Kısaca normal rutindeki bir gün böyle geçiyor bizim evde… Biraz koşturmacalı, yetişme telaşlı, arada İpek’in uyku saatlerinin süt saatlerinin birbirine karışabildiği, sanki dışarıda bir yerde çalışıyormuşum gibi mesai saatlerinin olduğunu hissettiğim, hatta fazla mesainin pek sık olduğu günler yaşıyoruz genelde… Arada çok gülüyorum, bazen diyerek ağladığım oluyor, bazen çok eğlenceli bir anne oluyorum, bazı gün ileri derecede kuralcı… Akşamları genelde yorgun buluyorum kendimi, sabahları uyanabildikten sonra ise şarj olmuş oluyorum, uyandırıldığım ilk dakikalardaki “öğlen İpek uyuduğunda ben de uyuyacağım düşüncesi” tamamen uyanmamla çoktaaaaan çöp olup gidiyor… Gün içinde yaşadıklarımız değişebiliyor, o değişenlerden bana kalan duygular da değişiyor doğal olarak. Ama değişmeyen tek şey, sabah uyandığımda ve gece uyumadan önce ve aklıma gelen her an “sağlıklı ve bir arada  olduğumuz” için şükretmem oluyor…

*Bu yazı aynı zamanda www.internetanneleri.com 'da da yayınlanmıştır.

4 Aralık 2013 Çarşamba

#BlogFırtınası : 4. gün - oyuncu anne Keriman...

Ehh bu aralar en öne çıkan kimliğim "annelik" ya  "Kafanızdan bir karakter atın ve onun hikayesini yazın" diyince de öyle süper kahramanlar, Balerina Cif kıvamında her şeye yetişir karakterlerden ziyade hayalimde çooook rahat hatta çocuk kısmı ağır basan bir anne canlandı... adı da Keriman (nedense bir isim bulayım dedim aklıma Keriman geldi; Kerem'in rahatlığından bu isim mi çağrışım yaptı acaba!!!???)

Keriman 32 yaşında 4 yaşına yaklaşan bir oğlu, 4 aylık da bir kızı var...Çalışmıyor, evde...Yani evde çalışmıyor... Saçma bulur "ev benim en rahat olmam gereken yer niye kasayım kendimi" der atar koltuğa kendini en rahatından... Evi derleyen toplayan ekstra kimse yok Kerimanların evinde; Keriman evi derliyor topluyor ama herkes kadar... Oğlu kadar, kocası kadar, hatta neredeyse kızı kadar! Salonda bir bardak kalmış onu mutfağa koyalım, hatta bulaşık makinesine koyalım ortalıkta sürekli alakasız şeyler dolanmasın derdi yok Keriman'ın, "amaaaan kullanırız kullanırız sonra hepsi birikince toplar kaldırırıız" der Keriman... Eve girince yere atılmış mont görünce etrafından dolanır Keriman, öyle alayım da asayım ya da "oğluma söyleyeyim de kendi asma sorumluluğu kazansın" falan diye de düşünmez Keriman, "amaaaaan çocuklu ev burası"der ve geçer, montu "yer"inde bırakır- ve geçer... "Çocuklar yemek yesin tabii, hem de en lezzetlisinden der Keriman, keyif alsınlar, lezzeti bilsinler" der; birlikte girer mutfağa ama öyle öncesinde temizlik kuralları, sıralı yapılacak işler listesi falan yoktur Keriman'ın... "Akşam uyku saati önemli tabii çocukların büyümesi için ööööyle çok geçlere kalmasınlar" der ama oğlu "bir kitap daha bir kitap daha bir kitap daha" derken 10 kitap okumaktan gocunmaz Keriman... Tabii çocuklar uyudu dur ben de mutfağı toplayayım, çamaşırları makineye atayım bıdı bıdı derdi de yoktur Keriman'ın "amaaaaan bir boş vakitte toplanır elbet, yıkanır elbet" der alır kitabını çekilir bir köşeye; kendiyle başbaşa kalmanın keyfini çıkarır Keriman...Dinlemez kimseyi, takmaz kafasına "doğru mu yaptım yanlış mı acaba" diye "olduğu kadar, olmadığı kader!" der yürür gider kendi yolunda... Yok bebeği sallamışım,yok uyku rutini yapmamışım,yok anne sütü 2 yaşına kadar vermişim ya da 2 aylıkken sütten kesmek zorunda kalmışım, emzik vermişim yanlış yapmışım,emzik vermişim doğru yamışım, tuvalet eğitimine geç kalmışım, katı gıdaya sebzeyle başlamışım,hayır hayır meyveyle başlamışım dertleri yoktur Keriman'ın önemli olan sohbettir çocuklarıyla oyundur... Oyuncu anne Keriman...

2 Aralık 2013 Pazartesi

#BlogFırtınası : 2. Gün


"...Tarih ve toplum arasındaki ilişki hangi yönde olursa olsun tek yönlü olmamalıdır..."* tarihçi olmamış bir tarih mezunu olarak evlendiğimde "çeyiz" namına kitaplarımı getirdim ben bizim eve... Bugünün görevi de "Herhangi bir kitabın, herhangi bir sayfasını açın ve bir satır seçin. O satırla yazıya başlayın, gerisi sizden…" olunca okul zamanındaki kitaplarımın önüne oturdum... birkaç kitap karıştırdım ama benim için pek de herhangi bir kitap olmayan bir kitabı seçtim, içini karıştırdım bu cümleyi görünce durdum sayfayı okudum... 

Düşündüm... Bundan 10 ve fazlası yıl önce okuldaydım ve o döneme dair en çok özlediğim anlar ders içi ve dışı gündemle, politikayla, tarihle, toplumla alakalı derinlemesine yaptığımız konuşmalar... Bugüne baktığımda yargılar, yorumlar maalesef geçmişe göre daha keskin, daha net, daha çerçeveli. Ya biz büyüdük, tartışmaya fırsat vermeyecek şeklide "insan sarrafı" olduk, net yorumlar yapıp her şeyi "çok" bilir olduk ya da içinde yaşadığımız dönem bizi tartışmalardan, farklı fikirlere saygı duymaktan alıkoymaya başladı.

Ve ne yazık ki çocuklar da bu kadar keskin hatlarla, siyah ve beyazlarla, "biz" ve "onlar" ile büyüyorlar; oysaki arada binlerce, milyonlarca renk; farklılık ve zenginlik var. Bir şeyin bize göre doğru olması her zaman ve herkesçe doğru olacağı anlamı taşımayabilir. 


En başta, tarih ve toplum arasındaki ilişki tek yönlü olmamalıdır diyerek başladım. Bence bu her türlü ilişkiyi anlamak, yorumlamak için doğru... Karşıdan bize gelen mesajları yorumlamakta çok ustayız da acaba bizim mesajlarımız nasıl anlaşılıyor onu da düşünmek gerek... Biri bize ya da çocuğumuza çaaat diye yaftayı yapıştırdı diye kızıyoruz da peki biz hiç mi etrafımızdaki insanları yaftalamıyoruz!! 


Tarih, tek yön, çift yön, düşünceler, tartışma, çeşitlilik, çocuklar, yaftalamak derken oradan oraya atladım, dağıldım... Aslında söyleyeceğim çok kısa ve öz: "biraz saygı!"


* "Geçmişin Sesi" Paul Thompson

1 Aralık 2013 Pazar

#BlogFırtınası : 1. gün :)

Bir varmış bir yokmuş... Zeynep, twitter'da timeline'da #blogfırtınası etiketi ile yazılmış tweetler görmüş, bu ne acaba demiş, gördüğü şu linke tıklamış, fikir hoşuna gitmiş haydi ben de yazayım demiş... Bugün 1 Aralık, 31 günlük ödevin ilk günü... Gün 2 Aralık olmadan yazayım istemiş...

Bir varmış bir yoknuş... yazı yazmak Zeynep'e hep iyi gelmiş, kendini en iyi ifade etme yolu olarak yazıyı hep öncelikli olarak tercih etmiş. Günlük tutmuş, notlar yazmış, anı defterleri doldurmuş, bunları saklamış... Okulda genelde "sıkıcı" bulunan kompozisyonları yazmaktan zevk almış, dönem ödevleri hazırlamış, arkadaşlarıyla mektuplaşmış... "Paper"lar yazmış üniversitede... Günlük tutmaya ara ara devam etmiş... Sonra ufak bir bebek vesile olmuş, bir blog tutmaya başlamış ama pek devamı gelmemiş. E ne de olsa çalışıyor o zamanlar... Ama çalışırken de bir bakmış yine yazmakla ilgili bir şeyler yapar olmuş yaptığı ana işin yanında; "çalışan iletişimi" ile ilgili kişi oluvermiş... Sonra iş hayatına ara vermiş, derken 2. bebek haberini almışlar... Zeynep, "bu blog tutmaya yeniden başlasam" demiş ve aklına geleni, ileride hatırlamak istediği her şeyi  bloguna taşımaya başlamış...

Gökten 3 elma düşmüş: biri kocasına, biri oğluna, biri de kızına...


29 Kasım 2013 Cuma

minik bir DUYURU: başka bir sayfaya haftada bir misafir oluyorum:))

Artık kendi sayfam Anne Baaak! dışında haftada bir www.internetanneleri.com 'da da yazılarım konuk yazar :) sayfasında yer bulacak... Benim için çok keyifli olacağını düşündüğüm bu durumu ve internet annelerinin adres bilgisini buradan da paylaşmak istedim. Zira www.internetanneleri.com 'da pek çok konuda annelerin kaleminden yazılar bulmak mümkün...

Şimdiye kadar emzirme odası ve "evde Montessori" eğitimi ile ilgili 2 yazım yerini aldı bile...   

26 Kasım 2013 Salı

okulu tamamlayici olarak "evde Montessori" eğitimi

Biz Eylül ayından bu yana Mert vasıtasıyla Montessori felsefesiyle içli dışlı bir haldeyiz.  Montessori nedir merak edenler buradan okuyabilirler. Sadece Mert değil "biz" diyorum çünkü Kerem de ben de çocuğun gelişim (biz gelişim süreci derken okul buna "normalleşme" süreci demiş bu tanımlamayı çok beğendiğim için ben de bu şekilde kullanacağım.) sürecinde ev ile okulun birbirini tamamladığına inanıyoruz. Mert'in okulu da bu şekilde düşünüyor ki  3 hafta kadar önce okuldan şöyle bir davet aldık:

"Normalleşmiş çocuk, biz Montessori öğretmenlerinin ulaşmak istedikleri en üst noktadır. Ancak; normalleşmiş çocuk, evde sağlanmış uygun koşullarla birlikte bizim onun için düşünüp hazırlayacağımız uygun koşullarda kendini gösterir. Evde, Montessori eğitimi adına nelere dikkat edebilirsiniz? Evinizde yapacağınız ufak değişikliklerle atabileceğiniz büyük adımların farkında mısınız?..

Bir süredir merakla beklediğim eğitimin daveti gelmişti ben de hemen akşam gerçekleşecek bu eğitim için organize oldum; babaanne ve hala bizim evin iki bıdığıyla ilgilenmek üzere bize geleceklerdi, biz de Kerem'le birlikte bu eğitime gidecektik. Bu eğitim için mümkünse kulaktan kulağa yapmayalım, ikimiz de anlatılanları birinci ağızdan dinleyelim istedik.

Bizim çocukların öğretmenlerinin bize anlattıklarını kısaca paylaşmaya çalışacağım: 

  • Montessori sadece bir eğitim sistemi değil; daha fazlası- ev, okul ve çocuk işbirliğinde bir yaşam biçimi, bir felsefe.
  • Amaçları:
    • Öğrenmeyi öğretmek
    • Bağımsız olmayı öğretmek
    • Dünyaya/ diğer insanlara saygı duymayı öğretmek
    • Kendine seçenekler yaratabilmeyi öğretmek
  • Okulda ve evde farklı şeyler öğrenmek karmaşaya yol açıyor.(Zeynep'in notu: kesinlikle! Ben de buna inanıyorum diyerek geçenlerde burada "Aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük Şans" demiştim.) 
  • Temel Noktalar Neler?
    • Özgürlük (limitler içinde)-Sınıfta çocuklar her çalışmayı yapmakta özgürler ama limitleri belirleme önemli. Örneğin istediği çalışmayı yapan başka bir çocuk varsa onu beklemesi gerektiğini bilmeli.
    • Bağımsızlık- Birinci yılda pek çok şeyi kendi başlarına yapabilmeyi öğreniyorlar.
    • Emici Zihin=Model çıkarma - Çocuklar ne görürse onu yapar. Her şeyin yeri bellidir, düzen vardır sınıfta; bu kendi evinde/ odadsında da sağlanabilir.
    • Hassas Dönemler- en önemli hassas dönem düzen dönemi- bu dönemde rutinler önemli. Diğer hassas dönem ise dil dönemi- bu dönemde de dil çok hızlı gelişiyor. Bu hassas dönemleri kaçırmamak çok önemli.
    • Hareket İhtiyacı
    • Tekrar Etme İhtiyacı 
  • Nasıl Bir Çocuk Odası?
    • Çocuğun kendi hareket edebileceği bir alanı olmalı.
    • Alçak ve açık raflar kullanılabilir. Kocaman bir oyuncak sepeti içine doldurulmuş oyuncaklar çocukta karmaşa yaratır.
    • Oyuncak ve kitap sayısını karşılıklı anlaşıp azaltmak ve kaldırmak yararlı olacaktır.  (Zeynep'in notu: biz bu hafta sonu bunu gerçekleştirebildik; inanılmaz bir nefes alma ve rahatlama sağlıyor özellikle anneye:))
    • yeni oyuncak alınacağı zaman "yeni bir şey alacaksak eskiyi birine verelim" diyerek vermek çoğalmayı engelliyor.
    • Odada sanat bölümü olması gerekli- yapılandırmaya gerek yok; atık malzeme, boya, kağıt vs konulan bir kutu olabilir.
    • Ortak alanlarda sadece kendi kararı/ tercihi geçerli değil; başkalarına da saygı duyması gerektiğini bilmeli.
    • Kitaplık az sayıda kitaptan oluşmalı- kitaplıklıktaki kitaplar her hafta değişebilir.
    • Duvarlarda resim olabilir ama dikkati dağıtacak kadar çok değil.
    • Beden farkındalığı sağlaması için odada ayna bulunmalı.
    • Odada saat bulunmalı.
    • Holde veya odasında kendi boyunda elbise askısı olmalı.
    • Mümkünse ışık açma düğmeleri boy hizasında olabilir.
    • Çocuğun dolabı kendi ulaşabileceği bir boyda ve düzenli olmalı.
    • Model olmak çok önemli- bizim hayatımız, dolaplarımız, odalarımız sadeleşirse çocukların dolapları ve odalarının sadeleşmesi daha kolay olacaktır.
  • Giyinme
"Yapılan her gereksiz yardım çocuğun gelişimini baltalar." Maria Montessori
    • Çocuklar bağımsız olmak ister.
    • Kendi giyebilecekleri kıyafetler alın.(lastikli pantolon, düğmesiz üstler gibi)
    • Kendileri giyinmeleri için zaman verin.
    • Çocuğunuz yardım istemeden yardım etmeyin.
    • Yardım istediğinde küçük gareketlerle yardım edin.
    • Giyindikten sonra "çok güzel giyindin aferin!" demek yerine "haydi gel birlikte aynaya bakalım" denilebilir. 
  • Mutfak
    • Çalışabilecekleri bir alan sağlamak önemli
    • Kullandıkları eşyaları ulaşabilecekleri yerde tutmak gerek.
    • Buzdolabında onlara ait bir raf bulundurulabilir.
    • Acıktıklarında kendi karınlarını doyurabilecekleri bir alan sağlanabilir.
  • Temizlik
    • Yerleri silebilecekleri bir paspas, bez ya da süpürge bulundurulabilir.
    • Çamaşır katlama görevi verilebilir (Zeynep'in notu: hem sorumluluk bilinci hem de motor gelişimi için faydalı bir çalışma-tabii anneye katkısı da yadsınamaz; sonsuz destekliyorum:))
  • Yeme Alışkanlıkları
    • Yemek konusunda rutininiz olsun.
    • Model olduğunuzu unutmayın; onlarla beraber aynı şeyleri yiyin.
    • Çok uzun zaman alsa bile kendi yemeklerini kendilerinin yemesini sağlayın.
    • Bir çok çocuk 1 yaşındayken çatal-kaşık tutmaya hazır olur. Çocuklarınıza kendi başlarına yemeleri için fırsat verin.
    • Düzenli beslenme alışkanlıkları kazandırın.
    • (Zeynep'in notu: Mert'in son dönemde artan sorumluluk alma isteğine bağlı olarak yemekte kendi servisini kendisi yapıyor. Ancak yemekte pilav, makarna gibi alternatifler olduğunda bunları tabağına gereğinden fazla doldurabiliyor, bu da diğer yemekleri yememesineneden olabiliyor. Bu durumda ne demek gerekir, okulda ne yapıyorlar sorusunu öğretmenlerine yönelttim, cevap şöyle: "yemekten, önce 2 kaşık al; sonra doymazsan tekrar 2 kaşık alabilirsin." - bunu uyguladım ve işe yaradı)
  • Banyo
    • Tuvalet kağıdı ulaşabileceği yerde olsun.
    • özbakım ürünleri bir sepette olabilir.
  • Kişisel Bakım
    • Her alanda model olun.
    • Kişisel temizlikleri için ulaşabilecekleri alanlar yaratın.
    • Sürekli hatırlatıcı tolde olmayın; geri çekilin ve takip edin.
    • "Burnunu sil!" yerine "Gel aynada yüzüne bakalım."
    • "Sifonu çek!" yerine "Çıkarken unuttuğun bir şey var mı?"
    • küçük yaştan itibaren tuvalet temizliğini kendisinin yapmasına izin verebilir(miş)iz
    • Alışkanlık kazanılana kadar konuya eğlenceli yaklaşılabilir.
  • Ortak Yaşam Alanları
    • Çocukların boyunda askılık sağlanmalı.
    • Ayakkabıları için ona özel bir sepet kullanılabilir.
    • Salon oyun alanı değildir. Salonda anne babasının yanında vakit geçirmek isteyen çocuk odasından getirdiği bir oyuncağı ile salonda uygun bir oyun köşesinde oynar ve sonra yerine götürür.
    • Çocuklar sorumluluk almayı sever- örneğin meyve/sebzelerin bittiğinin haberini verme sorumluluğu çocuğa verilebilir. Sebze ve meyveleri kontrol eder, lite hazırlar, birlikte alınır ve buzdolabına yerleştirilir.
  • Ev Dışında
    • Eline büyüteç verip inceleme yapmasını sağlamak çok değerli; bu arada annne babalar da onları izleme keyfini yaşayabilir.
"Dünyaya çocuklarınızın gözlerinden bakın; yere yakın ve dikkatli..."
  • TV
    • Ne izlediği ve ne kadar izlediği önemli
    • 3 yaşın altındaki bir çocuğun TV izlemesi hiç yararlı değil. Gerçeklik ve hayal ayrımı yapamıyorlar.
    • Kumandayı eline verip  seçmesine izin vermek yerine dvd almak, download etmek ve kayıt etmek daha kontrollü bir TV izleme süreci sağlar.
    • Yine model olmak çok önemli.
    • Aile zamanında, örneğin yemek saatinde TV olmamasına özen gösterin. Çocuklar mümkünse haberlere şahit olmasınlar!
    • Ipad, akıllı telefon gibi kullanımlar limitli ve kontrollü olmalı. Bazı eğitsel materyaller izlettirilebilir.
"Çocuğun eline koyamadığınız hiçbirşeyi zihnine koyamazsınız." Maria Montessori

Başta da söylediğim gibi bu eğitim bizim için çok önemliydi. Eğitimden çıktığımızda Mert'le neler yapabileceğimiz kadar bizim kendimizde neleri değiştirebileceğimizi de konuştuk Kerem'le. Sonuçta çocuklar model alıyor ve bizleri dikkatlice izliyorlar... Biliyorum bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız ara ara şöyle demiş olabilirsiniz: "yok artık!" "bu kadar da olamaz!" "bu koşuşturmacalı hayat içinde nasıl olacak!!"; biz de eğitimin son yarım saatinde izlediğimiz 20 aylık bir Montessori çocuğu olan Edison'un bir gününü (internette bu videonun bir linkini bulamadım;dvd'si var- bir yerde karşınıza çıkarsa mutlaka izlemenizi öneririm) izlediğimizde aynı tepkiyi verdik. Ama ben inanıyorum, "emek olmadan yemek olmaz" denir ya, biz inanırsak ve çocuklarımıza sorumluluklar verebilirsek ve genlerimize inat kendimizi biraz geride tutabilirsek çocukların pek çok şeyi kendi başlarına yapabileceğini ve gün içinde ne kadar daha az mızmızlandıklarını görebiliriz. 

Geçen yıl henüz 10'lu yaşlarına girmiş olan yeğenimin okulunda ablamla "ergenlik" konulu bir seminere katılmıştık. Oradan da aklımda kalan en temel nokta: "çocuklara sorumluluk vermenin ne kadar kritik olduğu"ydu. Yani yaştan bağımsız ve de yaklaşımlardan, aslında çocuklarımıza güvenmemiz, onlara sorumluluklar vermemiz, sonra da onları keyifle izlememiz ne kadar da güzel olur:)

Bu arada son bir nokta,eğitimde bize önerilen bir kitap vardı onu da paylaşmak isterim,son zamanlarda sosyal medyada pek çok anne de bahsetti bu kitaptan: "Daha Sade Bir Hayat"... Sadeleşmek isteyen aileler için faydalı olabilir, ben henüz okumadım ancak sırada bekliyor, okuyanların ve de uygulayanların yorumları olursa buyrun buradan paylaşın:)

Biz bu eğitimden temel olarak ne öğrendik?
  •  model olmayı
  • çocuğuna sorumluluk vermenin ne kadar önemli olduğunu
  • çocukların da birer birey olduklarını
  • sadeleşmenin hayatı kolaylaştırabileceğini

21 Kasım 2013 Perşembe

aklıma gelenleri öylesine yazdım...

Aslında başka bir yazı yazmak için oturdum bilgisayarın başına o sırada Blogcu Anne'nin "ödül yok tanıklık var; ceza yok sonuç var" başlıklı yazısına takıldı gözüm; önce onu sonra o yazının içindeki bir bağlantıyla "Devlet okulu hata mıydı?" yazısını okudum yorumlarıyla beraber hızlıca...Ödül- ceza konusuna neredeyse hepimizin çocukluğundan gelen alışkanlıkları reddederek ödülsüz cezasız çocuk büyütmeye her geçen gün daha çok inanıyor ve yaşantımıza genlerimiz elverdiğince (!) katmaya çalışıyoruz:)) Bu nedenle bu başlık direkt ilgimi çekti. Ödül-ceza ikilemi ile ilgili geçen aylarda katıldığım Psikolog Tolga Erdoğan'ın seminerinden oldukça etkilenmiş seminer notlarını da buradan paylaşmıştım.

Ödül-cezadan yola çıktım eğitim sistemine girdim, çocukların yeteneklerine göre değerlendirildiği bir eğitim sistemimiz/okullarımız/öğretmenlerimiz olsa yazılarını/yorumlarını okudum, devlet okulu özel okul ayrımına tekrar 1500. kere takıldım ve sonra dün haber sitelerinde okuduğum "artık şaşırmam sanıyordum ama pes" dediğim açıklama aklıma geldi. Kendi kendime oflanıp "her geçmiş gün yaşadığımız güne göre daha felsefik /daha değerli konuları tartışıp düşünüyormuşuz" dedim!!! Yani her geçen gün daha şekilci, korkutucu konular giriyor gündemimize!!! Her sene bu ülkede eğitim sisteminin (ki bence sınav sisteminin adı eğitim sistemi oldu artık!) değiştiğinden yakınır dururuz, alternatifler konuşulur, tartışılır belirli bir çevrede; ama yavaş yavaş (bazen çok hızlı) bu tartışmalarımız daha sığ noktalara çekiliyor ve ne yazık ki bizler de bu sığ noktalara gitmekten hiç çekinmiyoruz... Keşke öyle bir ortam olabilse ki çekilmeye çalıştığımız sığlığı kaale almamayı başarsak :( Keşke Ödül-ceza, sorumluluk bilinci, başarı kime göre nedir ne değildir, ve buna benzer pek çok konuyu tartışsak ve ortaya çocukların ruhsal gelişimine hizmet edebilecek, onların geleceğin "sağlıklı" bireyleri olmasına imkan sağlayacak çıktılar koyabilsek...

Bu hafta yine yazmıştım "aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük şans" diye...Doğru ama eksik! Biz çocuklarımızı istediğimiz kadar inandığımız felsefeye, düşünceye, vs uygun/ yakın/ benzer okullara gönderelim (bulabiliyorsak tabii); toplum genelinde baktığımızda eğitim felsefelerinden ziyade şekilci, hatta ayrımcı bakış açılarıyla büyüyen "neyi ne için yaptığını" bilmeme ihtimali yüksek bireylerle birarada yaşayacaklar "aman o okula mı gitse, yok bu şekilde mi eğitim alsa" dediğimiz çocuklar(ımız)... Trafikte, sokakta, işyerlerinde, hatta hatta belki kendi evlerinde... Şimdilerde bile sokakta insanların birbirlerine tahammülleri bu kadar azken, en ufak bir şey birbirimize öfkelenmemize neden olabiliyorken, küçücük bir tartışmanın sonunda insanlar birbirlerini öldürebiliyorken bundan 20-30 sene sonrasına dair ümit besleyemiyorum!

Kafamda uçuşan bir sürü şeyi sırasızca aklıma geldi şekilde düzenlemeden yazdım; galiba bir anda içimde birikenleri yansıttım. Ama her geçen gün konuşulanları duydukça, yazılanları okudukça üzülüyorum, sonra da üzülüyorum diye kendime kızıyorum. "Üzüleceğine ne yapılabilir onu düşünsene" diye!!! Sonra yine ümitsizlik!!!