4 Mayıs 2014 Pazar

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 1

Yaz yaklaşırken, tatil planları yapıldı yapılacak derken çocukla tatil, çocukla seyahat çok konuşulan konular arasına girmeye başladı. Nereye gitsek, çocukla nerede tatil rahat olur, çocuk dostu oteller vs vs.. Tabii ki eş ile baş başa tatilin yeri ayrı ama ben çocukla her yere gidilebileceğini savunanlardanım; tabii ön koşulları hazırladıktan, iyi plan yaptıktan sonra... En azından bizim için...

Biz de şu aralar planlarımızı yapmaya çalışıp daha netleştirememişken bizim 2 çocukla birlikte yurtdışı kış tatilimizle ilgili Internet Anneleri 'nde yazdığım yazıyı okudum, gülümsedim...

2 Çocukla yurtdışı deneyimimizi buraya da aktarmak istedim, buyrun:

Eylül 2013…
En yakın arkadaşlarımdan birisi evlenme kararı aldı…  Nikah, kutlama Almanya’da olacak… Çoluk çocuk onun yanında olmak istiyoruz… Hazırlıklar başlasın…
Ekim 2013…
Benim ve Kerem’in pasaportu hazır, vizemiz de var… Mert’in pasaportunun süresi dolmuş, e İpek’e de çıkartmak lazım… Emniyet Müdürlüğü’nden randevu alınır, anne baba randevu günü randevu saatinde gerekli belgelerle Emniyet Müdürlüğü’nde hazır ve nazır bulunurlar… Bu süreçten aklımda en çok kalan o sırada 2- 2.5 aylık olan İpek’in biyometrik fotoğrafının çekilmesinin 2-3 saniye sürmesi, 3.5 yaşındaki Mert’in fotoğrafının çekilmesindeki büyük zorluk! Pasaportlar başvurunun yapıldığı hafta içinde eve teslim… Anne kişisinin pasaportları eline alınca garip bir şekilde, çocukları sanki üniversiteden mezun olmuş da elinde diplomaları varmış gibi  gözlerinin dolması…
Kasım 2013…
Mert’in okulunun 1 haftalık sömestr tatili de düğünün olacağı hafta sonunun devamında…  Hazır giderken biz bu haftayı Almanya’da bir tatil olarak değerlendirelim… Hava soğuk olur ama çocukları ona göre giydiririz… İki çocukla yurtdışı zor olmaz mı diyenlere kulağımı tıkamayarak cevap bile verebiliyorum: “ İstanbul’un keşmekeşinde yaşadıktan sonra Avrupa’da iki çocukla gezmek zor olmasa gerek!”  Hadi bakalım ukalalığım umarım bana pahalıya patlamaz!
Uçak biletlerimizi alalım… Düğün Karlsruhe’de olacak, İstanbul’dan Frankfurt’a uçalım, oradan araba kiralarız ya da trenle geçeriz Karlsruhe’ye. 2 gün Karlsruhe’de kalır, sonra  Münih’e geçer birkaç gün de Münih’te gezeriz. Öncelikle, düğün nedeniyle Karlsruhe’de kalacağımız oteli ayarlamak lazım… Uçak biletlerini de şimdiden alalım da uygun fiyata getirelim. İstanbul- Frankfurt; Münih- İstanbul…
Aralık 2013…
Çocukların pasaportu hazır ama vize evraklarını toplamaya üşeniyorum.. Aralık’ta Noel öncesi vize ofisleri de yoğundur, ben en iyisi bu başvuru sürecini yılbaşı ertesine erteleyeyim! Münih’te kalacağımız oteli de Ocak’ta ayarlasak olur herhalde…
Aralık ayının ikinci yarısı bizim eve grip virüsü girdi evdeki herkesi kırdı geçirdi, bir de İpek hastalanıp bir hafta hastanede kalınca Ocak ayı sonundaki tatili resmen unuttuk! Hazırlıklar son dakikaya kalacak gibi!
Ocak 2014…
Yılın ilk haftası hastalıkları atlatmakla geçti… Hastalıklar biter bitmez en hızlısından harekete geçtim… Evraklar hazır, Mert ve İpek’in vize başvurusu için randevu da aldım, neyse ki sadece ebeveynlerden birinin başvuruda olması yeterliymiş-bunun için hep birlikte çıkış yapacağımıza dair uçak biletimizi ve otel rezervasyonlarımızı istiyor vize ofisi… Bir öğle vakti İpek’le birlikte gittik, başvurumuzu yaptık, Noel yoğunluğundan kaçtık sömestr yoğunluğuna takıldık, o ayrı… 3 gün sonra evin iki bıdığının Vizeli pasaportları elimizde…
Tatile iki hafta var, biz hala Münih’te kalacağımız yeri ayarlamadık… Hem biz yalnız da değiliz,  iki çocuklu, bir de bir çocuklu arkadaşlarımız daha var… O hafta da Münih’te oteller bayağı dolu, otel fiyatları bir anda uçmuş… Ev kiralamak, evlenecek arkadaşımızın aklına geliyor ve başlıyoruz araştırmaya… Şansımıza arkadaşımızın evinin bir sokak ötesinde, şehir merkezinde, tertemiz, güzel de döşenmiş bir ev buluyoruz, hem de otelden daha uygun fiyata… E çocuklu aileye bundan güzel seçenek mi olur…
Pasaport tamam, vize tamam, uçak bileti, otel, ev hepsi  tamam. Mert de tamam,3 aydır bu tatile hazırlanıyor…
Sıra geldi bavullar hazırlansın.  Zeynep iki bavula; 2 büyük, 1 küçük, 1 bebek için kış mevsiminde  1 haftalık eşyaları haydi sığdırsın… Ama son hafta artık çok planlıyım , o kadar ki oğlak burcu listeleri tavan yapıyor, her şeyin listesi hazır, ben iş yapıp tik atmakla meşgulüm… Hastalıklar ve hazırlıklar neticesinde kendini unutmuş bir anneye / kadına dönen ben maniküre öyle hasret kalmışım ki! planımda, Çarşamba bavulların toplanması, Perşembe manikür var… O manikür bozulmayacak diye bavulu hep son güne bırakan ben hayatımda ilk kez yolculuktan iki gün önce bavulun genelini hazırladım, Perşembe günü yapılan manikürüm neredeyse tatil sonuna kadar dayandı… Ne manikür motivasyonuymuş arkadaş!
devamı için: İki Çocukla Yurtdışı - 2

26 Nisan 2014 Cumartesi

Kimyayı küçük yaşta çocuklara sevdirmek mümkün: Kids' Lab

24 Nisan, benim için çok keyifli bir gün oldu... İpek'i babaanneye emanet edip Mert'in bir günlük okul kırmasına (!) eşlik edip keyifli bir anne-oğul günü geçirdik. İpek'ten ve Mert okula başlamadan önce biz Mert'le çok gezerdik, o zaman henüz 2.5- 3yaşlarında olmasına rağmen bana çok keyifli bir yol arkadaşı olur,bol bol sohbet ederdik Mert ile... İpek doğduktan sonra zaruri bakım süreci ve tabii ki Mert'in gün boyu okulda olması ile bizim geziler daha çok hafta sonu ve ailece gerçekleşen gezilere dönüştü... Bugün, oğlumla başbaşa gezmek bana çok iyi geldi...

(Kimya şirketi) BASF*'nin davetlisi olarak Mert, İstanbul Modern'deki "Kids' Lab"e katıldı. 
Kids' Lab'e katılmadan birkaç gün önce Mert'e nereye gideceğimizi anlatmıştım. Sabah uyandığında da "bugün deney yapmaya gideceğiz" diyerek uyandı. Gidilecek yer İstanbul Modern, yani Karaköy olunca arabayla gitmek istemedim. Hem trafikten kaçmak hem de Mert'le keyifli bir gezi yapabilmek için vapuru tercih ettim. Gördüğü her şeyi sordu, dolmuşta, vapurda, sokakta, dönüşte vapurdan sonra bindiğimiz çift katlı otobüste pek çok kişi ile sohbet etti, yağmurlu hava ve yağmur çizmeleri birleşimi sayesinde sularda zıpladı... Yani Mert de keyifli bir yolculuk gerçekleştirdi.



Peki Kids' Lab nedir? 


BASF’nin, çocuklara kimyayı sevdirme misyonuyla hayata geçirdiği bir sosyal sorumluluk projesi. Bu proje ile çocuklar özel eğitmenler eşliğinde, ücretsiz olarak interaktif deneyler yapma imkanı buluyorlar. Hayatın içinden deneylerle çocukların kimyayı güvenli yollarla daha yakından tanıması; görerek, dokunarak deneyimlemesi amaçlanıyor. Her ay 4 gün süreyle İstanbul Modern’de 6-12 yaş arası çocuklar Kids' Lab ile buluşabiliyor. Mayıs ayı Kids' Lab tarihleri ise 8-11 Mayıs.

BASF, geçen yıl 6 bin çocuğun kimya ve bilimle tanıştırdığı Kids’ Lab’te bu yıl da 5 bin çocuğu ağırlamayı hedefliyor. Kids’ Lab’te ilk olarak suyun depolanması (water storage)  deneyi  yapılıyor ve yıl içinde çocuklara yepyeni deneyler yapma fırsatı sunulacak.

Rezervasyon sistemiyle ziyaretçilerini ağırlayacak olan Kid’s Lab’e katılım için 0212 334 73 16 numaralı telefonu arayarak rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. BASF aktivite günlerini ise “BASF.KidsLabTurkey”, “BASF.Turkiye” adlı Facebook hesaplarından takip etmek mümkünmüş.

Mert, 6-12 yaş aralığının dışında kalan, deney grubunun en miniği ama konuya gayet meraklı bir çocuk olarak geçirdiği 45 dakikalık süreden çok memnun bir şekilde ayrıldı. Ne deneyi yaptınız diye sorduğumda gayet net bir şekilde "suyun geçirgenliği deneyini yaptık" diyerek adım adım yaptıklarını anlattı.  Hatta deney sonrası kendisine hediye edilen mutfak deneyleri setinin içindeki üç deneyi bu sabah babası ile birlikte hevesle, istekle ve merakla yaptı. Hayatı boyunca fen derslerine ilgi duymamış hatta zaman zaman bu derslerden korkmuş bir geçmiş zaman öğrencisi olarak Mert'in bu durumunu gıpta ile izleyip, zaman içerisinde bu merakının hiç azalmamasını diliyorum. Deneylerden sonra sürekli şöyle diyor: "Deney, adı üzerinde deniyorsun." :))






Kısacası, Perşembe günü Mert, hem yaşadığı keyifli "deney"im hem de benimle başbaşa gezisi; ben de oğlumla başbaşa olmanın verdiği haz ile çok güzel bir gün geçirdik. Bu güzel etkinlik ve bizi, anneli çocuklu keyifle misafir ettikleri için BASF'ye teşekkürlerimi iletmek isterim. 

Kids' Lab sonrası, İstanbul Modern'den de hemen ayrılmak istemedik, sergileri gezdik. Mert'le resimlere baktık, anlamaya çalıştık. Kendiliğinden ortaya çıkan resim inceleme sürecimiz Mert'e bir oyun oldu: Önce bir resim seçiyorsun, sonra o resimde ne gördüğümüzü söylüyoruz, en son olarak da ben resmin bilgi yazısını okuyup Mert'e anlatıyorum... 

Son olarak, Perşembe günleri İstanbul Modern'in ücretsiz olarak ziyaret edilebildiğini de ekleyeyim...


* Dünyanın lider kimya şirketi BASF portföyünde; kimyasallardan plastiklere, bitki koruma ürünlerinden petrol ve doğalgaza kadar birçok ürün yer alıyor. Ekonomik başarıyı, sosyal sorumluluk ve çevresel korumayla birleştiriyor. Toplumun bugüne ve geleceğe dair ihtiyaçlarını karşılamak adına, hemen hemen bütün endüstriyel alanlarda bilim ve inovasyon aracılığıyla müşterilerine hizmet sunuyor. Ürünleri ve çözümleri ile kaynakların korunmasına, sağlıklı gıda teminine ve hayat kalitesinin artırılmasına katkı sağlıyor. Kurumsal hedefleri doğrultusunda; sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyor. 2013 yılsonu itibarıyla dünya çapında 112 binin üzerinde çalışanı bulunan ve bu dönemde satışları yaklaşık 74 milyar Avro olarak gerçekleşen BASF’nin hisseleri Frankfurt (BAS), Londra (BFA) ve Zürih (AN) borsalarında işlem görüyor. BASF hakkında daha ayrıntılı bilgiye www.basf.com.tr internet sitesinden ulaşılabiliyor.

22 Nisan 2014 Salı

Çocuk kitapları yazarı Defne Ongun Müminoğlu ile röportaj

Birkaç ay önce Mert'e babaannesinin hediye ettiği "Sağlıklı Beslenme" isimli kitap vesilesi ile tanıştık Defne Ongun Müminoğlu'nun kitapları ile... Evde sürekli bir sağlıklı beslenme konusu söz konusu olduğundan babaannesi kitabı görünce Mert'in ilgisini çekeceğini düşünmüş, nitekim öyle de oldu... Bu kitap ile biz "Burcu ve Berk" isimli iki kardeşin hikayelerini anlatan, anlatırken de çocuklara mesajlar veren altı kitaplık bir seri ile tanıştık, kısa zamanda seriyi tamamladık ve o kadar çok okuduk ki Mert artık serinin tüm kitaplarını ezberledi...

Tam yoğun bir şekilde "Burcu ile Berk" serisini okuduğumuz zamanlardı, "mahallemizin çocuk kitapçısı" İyi Cüceler'de bu kitapların yazarı Defne Ongun Müminoğlu'nun bir okuma saati yapacağını haber aldık ve tabii ki bu okuma satine katıldık:) Sürekli okuduğu kitapları yazan insanı görüyor olmak Mert'i oldukça şaşırttı, önce benim kucağımda kitabı dinlerken sayfalar ilerledikçe Mert de kendini ön sıraya atıverdi, günün sonunda Mert kitaplarından birini imzalatırken ben de Defne Hanımile sohbet etme imkanı buldum. O sohbet sırasında kendisi ricamı kırmadı ve Anne Baaaak!'ta yayınlanmak üzere sorularımı yanıtlamayı memnuniyetle kabul etti.

Buyrun, karşınızda "Burcu ile Berk" serisinin yazarı, kızının doğumunun ardından profesyonel hayattan başka bir hayata yelken açan bir anne, http://sifirkilometrebizdiklar.com/ blogunun bloggerı, benimergenlik dönemimde keyifle kitaplarını okuduğum yazar İpek Ongun'un kızı Defne Ongun Müminoğlu...

Kimdir Defne Ongun Müminoğlu?

Bu çok zor bir soru. Özgür ruhlu, seyahate bayılan, çalışmadan duramayan ama hayatında denge ve huzur isteyen bir kişi. Pek çok işe el atmaktan çekinmeyip, sonra kendini tüketebilen de bir varlık! Hayatta dengeyi bulmaya çalışan, yaptığı işlerin fayda sağlaması için uğraşan, bunu hedefleyen biri Defne. Bazen oluyor, bazen olamıyor ama denemeye devam... J

Çocuktan önceki Defne ile çocuktan sonraki Defne arasındaki farklar neler oldu?

Çocuktan önceki Defne, çok yoğun çalışan, çocuklarla nasıl iletişim kurabileceğini keşfedememiş(!), özgürlüğüne son derece önem veren, maceraperest  bir insan. Çocuktan sonraki Defne ise, önceliğini koşulsuz şartsız başkasına veren (yani kızına), daha temkinli, hâlâ özgürlüğüne düşkün ama bu konuda kendinden pek çok konuda özveride bulunan, çocuk dünyasını hayranlıkla izleyen biri. 

Sizce, siz nasıl bir annesiniz?

İyi olmaya çalışan, kimi zaman başaran kimi zaman başaramayan bir anneyim J



Annelikte sizi en çok ne/ler zorladı şimdiye kadar?

Sabretmek, sabretmek, sabretmek ve tüm çabalara rağmen, zaman zaman kendini yeterli bulamamak.

Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?

Okul yıllarında olsun, iş hayatımda olsun, yazı ile ilintili olan her şey hoşuma giderdi. Kızım doğduktan sonra yoğun iş hayatına ara verme kararı aldım. Çünkü işe devam edersem onu bir başkası büyütecekti. Çok sevdiğim fakat çok yoğun bir işim vardı. Dolayısıyla bu kararı almak hiç de kolay olmadı. Yine de bir seçim yapmam gerektiğine inandım ve kızımı seçtim.
Ancak uzun yıllar çalışmış biri olarak, başkaları ile paylaşabileceğim, sosyalleşebileceğim bir şey yapmadan günlerimi geçiremezdim. Böylelikle zaten çok sevdiğim yazı yazmayı, bir blog çerçevesinde yapmaya karar verdim ve bir gecede “0 km.Bızdıklar”ı kurdum. Bu olduğunda 2009 senesiydi.
Kısa süre sonra “Mini Baby&Pregnancy Dergisi”nde köşem oldu. Ardından” ALL,forkids Dergisi”nde yazmaya başladım. Bu iki dergiye ek olarak okulumun (Tarsus Amerikan Koleji) dergisi olan “BizLetter”da da yazıyordum.
Derken, 2011 senesinde Edukids, birlikte” Hikâyeli Yapboz” yapmak için teklif getirdi. Onlarla çok keyifli ve faydalı bir çalışma yaptık. Dört ayrı hikâyeyi anlatan, her hikâyenin altı karttan oluştuğu bir yapboz seti çıkarttık. Sette bir de minik hikâye kitapçığı var. Hikâyeler ve yapboz içerik tasarımını ben yaptım. Böylelikle ilk hikâye kitabı tecrübesini edindim.
2013 senesinde de Artemis Yayınları’ndan “Burcu ve Berk ile...” serim çıktı J

Geçenlerde anneniz İpek Ongun’un 1995 yılında ben 14 yaşında iken okuduğum “Lütfen Beni Anla” adlı kitabını buldum evde. İçine göz gezdirdim, düşündüm, yazılanları yıllar sonra bir anne olarak okudum… Bir anne olarak kendisini sıklıkla çocuğunun yerine koyabilen, empati kurabilen bir anneniz varmış sizi büyütürken, kitap bana böyle hissettirdi… Hepimiz anne olmadan önce “anne olunca annem gibi olmayacağım” dediklerimiz vardır sonra anne oluruz ve annemiz gibi de oluruz sıklıkla J Sizin de kendi anneliğinizde “tıpkı annem gibi bir anne oldum” dediğiniz neler oldu bugüne kadar?

Çok haklısınız. İstediğimiz kadar annemizi eleştirelim, sonunda bizler de anne olunca onlar gibi oluyoruz. Benim annem pek eleştirilecek bir anne değildi. Hâlâ da öyle.
Öte yandan, genç kızken oflayıp pufladığım şeyleri şimdi ben kızımdan istiyorum. O değerleri ve öğretiyi ben ona aktarmaya çalışıyorum, aynı annemin bize yaptığı gibi. Kızım da oflayıp pofluyor, aynı benim anneme yaptığım gibi J

Kızınız “Anne baaak ne yaptım?!!” dese çok mutlu olursunuz?

Öğendiklerini uyguladığında, hatta onlara kendince bir şeyler  katıp, yepyeni bir şey yarattığında çok gururlanıyorum. O da çok güzel hikâyeler yazmaya başladı. Kullandığı dil çok net, çok güzel. Sekiz yaşında bir çocuk olarak beni bazen çok şaşırtıyor.

“öğretici” /”mesaj veren” kitaplarınız var;  hangi konuda yazacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? Kızınızla gündelik yaşadığınız olayların etkisi oluyor mu?

Kesinlikle! Malzemem kızım J
Şaka bir yana, aslında ihtiyaçtan yola çıkarak konuları belirledim. Önemli olduğunu, benim olduğu kadar başka ebeveynlerin de bu bilgilere ihtiyacı olduğunu, olacağını düşündüğüm için yazdım. Kendim kitap seçerken de bana ne veriyor diye düşünürüm. Vakit çok dar. O nedenle okuduğum kitabın bana bir şeyler katması benim için çok önemli.
Ancak çocuklara kitap yazarken, okutabilmek lazım. Yoksa işe yaramıyor. Haklı olarak sıkılıyorlar. Doğru mesajı çaktırmadan vermek lazım J “Burcu ve Berk ile...” serisinde bunu yapmaya çalıştım. 

Neden “0 km bızdıklar”?

Çünkü bir insan doğduğunda hayatının sıfırıncı kilometresinde oluyor. Son derece saf, temiz, almaya ve algılamaya açık oluyor. Onların çocukluk hâllerine hayranım. Bloğumun çocukların ve onların ebeveynlerinin bu dönemlerine yardmcı olmasını arzuladım. Bu nedenle “0 km.Bızdıklar” dedim. (Bızdık kelimesi bizim ailede çok kullanılırdı)

Hem çocuğunuz olup hem de işiniz çocuklarla alakalı olunca dört bir yanınız mecburen çocuklarla çevrili gibi. Çocuklar ve annelik dışında hangi konuda ve ne zaman bir sohbetin içindeydiniz?

Ben birbirinden farklı konularda bir şeyler yapmak, birbirinden çok farklı yapıda insanlarla vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum. Her yapılan iş, her atılan adım ve her tanıdığım insan bana bir şey öğretiyor, bir yenilik, bir heyecan katıyor hayatıma. Bazen fazla dolduruyorum sepeti, boğuyorum kendimi. Sonra tekrar gözden geçirip, hafifletiyorum ki nefes alabileyim. Ama her türlü, tekdüze bir hayat hiç bana göre değil.

Yani kızıma bayılıyorum ama onsuz vakit de geçirmek istiyorum. Pek çok seyahate birlikte gidiyoruz fakat eşimle başbaşa olmaya da ihtiyaç duyuyor, arada buna göre program yapıyorum. Ya da çocuk ilintili çalışmalar yaparken, arkadaşlarımla ya da aile büyükleriyle de vakit geçiriyor, dengeyi kurmaya çalışıyorum. Akşam arkadaşlarla keyifli bir yemek bazen çocuksuz olmayı gerektiriyor ve iyi geliyor. Pek çok şapkamız var. Zaman zaman değiştirmek bizi dengeliyor adeta.


Veee Son soru… (oğlum)Mert soruyor: Burcu ile Berk nerede?

Hayalimde J                                       

17 Nisan 2014 Perşembe

Rutin Hayat

Başlığı görüp de sıkıcı bir konudan bahsedeceğim sanılabilir; aksine amacım rutin hayatın renkliliğinden bahsetmek:)

Bebekler nasıl bir adım sonra ne olacağını bilmek ve güvende olmak ister; yani öyle diyor ya literatür; hah işte ben de iki çocuklu hayatın şu ilerleyen günlerinde de rutini çok sever, peşinde ayrılmazbir takipçisi oldum... Çünkü çocuklu hayatta rutinin bozulması demek hastalık demek, bir sıkıntı demek, sorun demek... Bu nedenle de o hani bizim zaman zaman söylediğimiz "off çok monoton bu hayat" ve benzeri cümleler var ya işte ben bu cümleleri söyleten hayatı seviyorum:)))

Yok canım rutin çok monoton, çok çok sıkıcı diyorsanız buyrun monoton olmayan,sürprizi bol hayata: gece 2 kez uyanmak yerine her saat başı uyanmak ya da en iyisi daha büyük bir sürpriz olsun: gece hiç uyumamak, sabah 7 yerine 5.30'da uyandırılmak, sabah kahvaltısında çocuklardan birinin evde olmayan bir kahvaltılığa takması ve huysuzluğunun doruğuna çıkması, büyük çocuğu okula geç bırakmak ve dolayısıyla tüm gün programının sarkması, evin bebeğinin gündüz uykusundan 10 dakikada uyanması ve tekrar uyumamak için direnmesi, sabah evin toplanmasına vakit bulunamaması ve gün içinde de monotonluğun pek çok tona geçmesi evin yine toplanamaması ve annenin günün sonuna doğru sinirini evin dağınıklığından çıkarması, diş çıkaran evin küçüğünün gün boyu mızıldaması, okuldan alınan büyüğün bir önceki gece az uyuması ya da sabah erken uyanması nedeniyle okul sonrası akşam üzeri huysuzluğu, akşam yemeğinin yenmekle yenmemek arası sinir harbi ve 'hadiiiii'ler içinde yenmesi, iki uyumak isteyen ama uymak istediğinin farkındaolmayan çocuğun direnme süreçleri vs vs vs... Bu örnekler çoğalabilir, çoğaltılabilir... Bir de bunun hepimizin evinden uzak olsun mümkünse, hastalık versiyonu var, onunla ilgili örneklere hiç girmeyeceğim!

Sabah 7'de uyanıp, geceden kalma olmayınca ve bugünlük rutinimize bağlı kalıp gayet monoton :) bir gün geçirirken bunları düşündüm: Rutin güzel şey:)

16 Nisan 2014 Çarşamba

#OtizmiFarketYasamiPaylas

Geçtiğimiz hafta başında Sosyal Anneler'in Otizm Dostları Derneği (ODDER) ile anneleri buluşturmayı hedeflediği organizasyonun duyurusunu görünce hemen katılım için kaydımı yaptırdım. Otizm ile ilgili son bir yıldır, bence sosyal medyadaki annelerin de başarılı çalışmaları sonucu bir farkındalık edindiğimi düşünüyorum, ancak ilk elden dinlemek, farkındalığımı belki çevremdekilerin farkındalık kazanması için bir adım öteye taşımak için bu buluşmaya katılmak istedim. Katılımım sonrasında da "iyi ki gelmişim" diyerek ayrıldım, özellikle de her alanda ayrımcılığın yoğun şekilde yapıldığı günümüzde her türlü ayrımcılığa karşı olan ve olmaya çalışan bir birey ve iki çocuk yetiştirmeye çalışan bir anne olarak bu buluşma bana çok iyi geldi?


- çünkü çocuklarımı ayrımcı zihniyetten uzak, her türlü farklılığın zenginlik olduğunu bilerek büyütmek istiyorum.
- çünkü çocuklarımın her tür ayrımcılığa karşı sesi çıkan, ayrımcılığa karşı gelebilen bireyler haline gelebilmelerini istiyorum.
- çocuklarımın ayrımcılıkla karşılaşan insanlara karşı acıma duygusu ile bakmalarını değil vicdanlarıyla yaklaşmalarını istiyorum.
- çocuklarımın ayrımcılığa maruz kalmaları durumunda güçlü durabilmelerini istiyorum.

Bunlar kendi çocuklarım için kendi içimdeki isteklerim ve bunların gerçekleşmesi için küçük yaşlarından itibaren (şimdilik sadece Mert'e) farklılıklarla ilgili pek çok şey anlatıyorum... Ancak bir de çevremiz var, onların zihinlerinde de eğer varsa ayrımcı fikirler, onları biraz olsun değiştirebilmek, onların zihinlerinde farkındalık yaratabilmek de müthiş bir amaç... Zaten dünkü buluşmanın da bir amacı bu idi...

Gelelim Otizm ile ilgili dinlediklerime:

Konuşmacı, geçen yıl yine Nisan ayı (Otizm farkındalık ayı) içerisinde Twitter'da takip etmeye başladığım bir anne, İrem Afşin idi.

ODDER, yeni bir dernek ve sadece Otizmli çocukların ailelerinden oluşmuyor, normal gelişim gösteren çocukların ailelerinden de üyeleri var. ODDER'in öncülüğünde gerçekleştirilen "Anneler Buluşmaları" yaklaşık 1 yıldır devam ediyor.

Öncelikli olarak bugünden aklımızda kalması gereken bir sözcük var: Otistik değil OTİZMLİ ÇOCUK diyoruz ya da OTİZMİ OLAN ÇOCUK. Otistik kelimesini zihnimizden atıyoruz, çünkü kullanımında aşağılama var; yerine OTİZMLİ'yi kullanmaya başlıyoruz.

OTİZM

- Doğuştan gelişiyor. Henüz hamilelik sırasında, anne karnında tespit edilemiyor.
- Beynin ve sinir sisteminin farklı gelişen yapısından ye da işleyişinden kaynaklandığıdüşünülüyor.
- Genetik altyapıya dayanıyor.
- Karmaşık nörolojik- biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu

Türkiye'de 1 yaş sonrası (18 ay civarı) teşhis edilebiliyor,Avrupa'da 8. ayda teşhis var.

İstatistiklere bakarsak
- bugün ABD'de 0-6 yaş aralığında her 50 çocuktan biri otizmli. Türkiye'de ise maalesef sağlıklı sayısal veri yok! 0-14 yaş arası 550000 olduğu tahmin ediliyor, aileleri/ yakınlarıyla yaklaşık 2.5 milyonluk bir nüfusu direkt etkiliyor.
- dünyada son yıllarda şeker, kanser, aids dahil olmak üzere birçok hastalıktan daha fazla otizm teşhisi alınıyor.

Otizmde, eğitimle ilerleme çok mümkün ancak çoğunlukla düzelme inancının düşük olduğu gözlemleniyor.

Nedenleri:

- Otizm genetik bir rahatsızlık
- Genetik faktörler çevresel koşullardan etkileniyor, örneğin:
  • yanlış beslenme
  • çevre kirliliği
  • kimyasal maddeler
  • aşırı antibiyotik kullanımı
  • hamilelikte yanlış ilaç kullanımı
  • leaky gut aşırı geçirgen bağırsak sendromu
Nedenleri ile ilgili yanlış bilinenler ise şöyle:

Otizm,
  • çocuk yetiştirme biçimiyle
  • ırkla
  • sosyoekonomik koşullarla
  • toplumla ilgili değildir.
Çocuklarda otizmden ne zaman şühelenilmeli?
  • Annesi olarak sizinle ya da başkalarıyla göz kontağı kurmuyorsa
  • İsmi söylendiğinde veya çağrıldığında dönüp bakmıyorsa
  • Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa
  • Konuşmada yaşıtlarının gerisinde kalmışsa
  • Başkalarıyla söyleşi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğu varsa
  • Basmakalıp yineleyici ya da özel bir dil kullanarak garip konuşuyorsa veya konuşması hiç gelişmemişse
  • Gözleri sık sık bir şeye takılıp kalıyorsa
  • Anlamsız gülme ya da ağlama krizleri yaşıyorsa
  • Parmağıyla istediği şeyi işaret edip gösteremiyorsa
  • Oyuncaklarla amacına uygun oynamayı beceremiyorsa
  • Bir şarkının bir bölümünü sürekli söylüyorsa
  • Ayak parmakları ucunda odanın bir ucundan diğer ucuna koşturuyorsa
  • Düzeni bozulduğunda aşırı tepki veriyorsa
  • Kendisine ve çevresine yönelik zarar verici davranışlara sahip ise
çocuklarda otizmden şüphelenilebilir.

(Zeynep'in notu: ancak ben kişisel olarak şunu da eklemek isterim: Çoğumuz çocuklarımızın büyüme/ gelişim sürecinde pek çok sorunla, bazen çocuğun karakterinden ya da büyüme sürecinden kaynaklı sorunla karşılaşabiliyoruz. Karşılaştığımız/ karşılaşacağımız yukarıdaki herhangi bir durumda DİREKT otizm ya da farklı bir rahatsızlık şüphesine girmek de annelik sürecimizin sağlıklı ilerlemesinde sıkıntı yaratabilir diye düşünüyorum. Bu nedenle evet farkındalığımızı koruyalım, hastalıklarla ilgili bilinçli olalım ama bence öncelikli olarak çocuklarımızı çok çok iyi gözlemlediğimizden emin olalım.) 

Peki Otizmin tedavisi var mı?

Otizmin nedenleri ve yapısı tam olarak çözülemediğinden KESİN tedavisi de HENÜZ mevcut değil.

uygulanan yöntemler şöyle:

1. Biyolojik tedaviler- özellikle beslenme beynin gelişimi için çok önemli
2. Eğitim şart!- bireyselleştirilmiş özel eğitim tedavi sürecinde çok çok çok önemli. Çeşitli eğitim metodları var:

  • oyun terapisi
  • konuşma terapisi
  • resim terapisi
  • duyusal bütünleme
  • müzik terapisi- ORFF
  • AIT- işitsel terapi
  • neurofeedback
eğitimle ilgili Türkiye'den üzücü bir bilgi: Yoğun eğitim süresi gelişmiş ülkelerde HAFTADA 40 saat, Türkiye'de AYDA 6-12 saat!!

Otizm yaklaşık 1 yaş civarıteşhis ediliyor ve erken teşhis erken bireysel gelişim anlamına geliyor. Erken bireysel gelişim de erken gelişme demek oluyor.

Eğitim her vatandaş için anayasal bir hak, otizmli çocuk için ise anayasal bir hak olmanın ötesinde bir tedavi.

Ne yazık ki eğitimde en büyük sorun AYRIMCILIK! Yazılı kurallar var ancak uygulamada sorun var! Sadece okullarda değil, normal gelişimli çocukların velilerinden tanık olduğu çok üzücü konuşmaları aktarınca İrem Hanım bu yazıyı kesinlikle yazmama gerektiğine inandım. Çünkü, sadece otizmli değil tüm farklılıkları kucaklayıcı çocuklar yetiştirdiğimizde daha yaşanabilir bir ülkede, dünyada yaşıyor olacağız. Ayrımcılık her türü ile çok acıtıcı, cinsiyet için de din için de,ırk için de, fiziksel ya da gelişimsel özelliklerimiz için de! Ve ne yazık ki çocukların ayrımcılığı anne babalarının bir yansıması!

KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİ çok çok önemli... Peki nedir Kaynaştırma Eğitimi? Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitimlerini, destek eğitim hizmetleri de sağlanarak normal gelişim gösteren akranları ile birlikte resmi ve özel; okul öncesi, ilköğretim, orta oğretim ve yaygın eğitim kurumlarında sürdürmeleri esasına dayanan özel eğitim uygulamalarıdır. Daha detaylı bilgi için buradan MEB'in sayfasına bakılabilir.

ODDER, Otizmli çocukların anneleri ile biraraya gelmenin yanı sıra tüm anneleri kapsamaya devam etmeyi planlıyor. Nisan ayı, Otizm Farkındalık Ayı ve bu ay etkinlikler, buluşmalar devam ediyor:

18 Nisan Cuma 12:00-14:00 arası Birsen Başar ile Otizmin İç Sesi Beyoğlu Mısır Apartmanı'nda...

22 Nisan Salı Otizmde Beslenme Şişli Florance Nightingale'de...

26 Nisan Cumartesi 9. Anneler Buluşuyor Toplantısı; Uzman Psikolog Pınar Mermer ile "Otizmli Bireylerin Rahat Etmesi için Diğerleri Ne Yapmalı?" saat 13:00'te Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde...




12 Nisan 2014 Cumartesi

uykusuzken ben, ben degilim!!

Dun sabah "uykusuzken ben, ben degilim" diye attigim tweet ile gune basladim! Zaten bir onceki gunu de pek sonlandiramamistim!!!

Oncesindeki iki gece guguk kusu gibi saat basi uyanan Ipek, dun sabaha baglanan gece, tarihinde ilk defa neredeyse butun gece uyumama rekorunu kirdi!

Saat 1 civari gece uykusundan uyanan Ipek Hanim butun gece sut emmek, kucakta durmak ve mizildanmak uzere kendince tercihlerini bana dikte ettirdi! !! Arada kendince uyudu!! Tabii ki kucagimda!!!

Tam olarak yataginda uyudugunda saat 6'ya geliyordu!!!

Eh Mert de 8'e dogru uyaninca ve Ipek de uyanmak için ufacik bir sesi bile bahane olarak kullanabilince bizim evde gun baslayiverdi... hem de Ipek'in butun gun surecek vizildamalariyla!!!

Sanirim Ipek'in 3. dişi yolda... gelecek daha 25 dis oldugunu düşündükçe  sanirim uykusuzluga daha dayanikli bir hale getirmeliyim kendimi, cunku gercekten "uykusuzken ben, ben degilim!" Huysuzum, hem de cooook!!!

Ha bi de şu dişlerle bi' anlaşma yapabilsem: cikma günleri mümkünse evin baba kişisinin şehir dışında olmadığı gunlerde olsa....





11 Nisan 2014 Cuma

Sinebebe ile bebekli sinema keyfi :)

Birkaç haftadır yazmak isteyip de araya başka işlerin,sonra üzücü pek çok konunun girmesi sonucu yazmaya elimin gitmediği bir başlığım daha var, onu da bugün paylaşayım daha da geciktirmeyeyim istedim.

25 Mart günü,2 anne, biri 8 aylık, biri 11 aylık 2 bebekle sinemaya gittik. Nasıl mı gittik, hemen paylaşayım:

Başka Sinema, Sinebebe adı ile sadece bebekli annelere özel film seansları sunuyor. Salonda bebek arabası serbest, bebeklerin ağlaması, uyuması, oyuncakları serbest:) Biz,Başka Sinema'nın bu uygulamasını duyunca hemen kendimizi Kadıköy Rexx'e attık,arkadaşım Tuba ve benim için izleyeceğimizfilmin ne olduğunun galiba bir önemi yoktu, önemli olan bebeklerle birlikte sinemaya gidebilme lüksünü yaşaycak olmaktı."Şarkı Söyleyen Kadınlar" isimli filme gittik, biletlerimizi aldık,salona girdik, sanki daha önceden tanışıyormuşuzcasına film başlayana kadar salondaki annelerle sohbet ettik.Eh ortak noktamız bebekler ve bebeklerle sinemaya gelme isteği olunca sohbet etmemek mümkün olmazdı sanırım...

Film başlamadan önce görevliler bize filmi, ışıklar açık mı kapalı mı izlemek istediğimizi sordu, bebekleri için bir ses ayarı yapıldı, filme 10 dakika ara vermek isteyip istemeyeceğimiz soruldu ve tüm yorumlarımız sonrasında salon karanlık, filmin sesi ortalamada ve 10 dakika aranın olmasına karar vererek film başlatıldı.

Karanlıkla birlikte hafif mızıldamalar oldu, bir süre sonra ise sessizlik... Sonra ara ara minik mızıldanmalar ya da ağlamalar, derken film araya girdi... film başladı, ara verildi vs derken bence esas ilginç olan şu oldu: filme kaç kişi başladıysak o kadar kişi filmi bitirdik. Kimse, yaygarayı koparan bebeği nedeniyle stres olup salondan kaçmadı yani:)

Benim bu uygulama ile ilgili yorumum şöyle oldu:

Normal bir zamanda, normal bir seansa bebekle gitmeye kalkışsak ne olur? Bebek mızıldadığında biz etrafı rahatsız ettiğimiz düşüncesiyle gerilmeye başlarız, bir mızıldama, iki mızıldama, arada bir çığlık derken kendimizi bebeğimiz kucağımızda saloonun dışında buluruz... Sinebebe'de ise durum daha farklı,  bir kere anne olarak ben çok rahatım, çünkü İpek istedği kadar mızıldayabilir, ağlayabilir; çünkü birazdan arka sıradaki bebek de aynı gürültüyü çıkartma potansiyeline sahip:) Ben rahat olunca ne oluyor peki? Bebek de rahat oluyor, iki mızıldanıyor, sonra sütünü emmeye başlıyor, zaten salon karanlık, e film de aksiyon içerikli, gürültülü bir film değil; bebekler mışıl mışıl bir uykuya dalıyor. Sonra bir bakıyorsun salonda çıt çıkmıyor,çünkü hepsi uyumuş:) Biz de keyifle filmimizi izliyoruz...

Sinemaya girerken Tuba, "biz çocuklara TV izletmiyoruz, burada maruz kalacakları ışık, görüntü acaba onları rahatsız etmez mi?" diye o an aklına gelen soruyu sordu;sonra da rahatsız olacaklarını düşünürsek çıkarız diye konuyu neticelendirdik. Ancak Sinebebe'yi tecrübe edince gördük ki çocukları rahatsız eden bir görüntü, ışık vs olmuyor çünkü bebekler uykuya dalıveriyorlar annelerinin kucaklarında ya da pusetlerinde...

Sinebebe, 12 aylığa kadar olan bebekli anneler için. 12 aya kadar olan bir bebeğiniz varsa ve yolunuzu Kadıköy ya da Beyoğlu'na düşürmeniz mümkünse mutlaka deneyimlemenizi öneririm, keyifli ve düşünceli bir uygulama olmuş. Ben kendi adıma çok teşekkür ederim Başka Sinema ekibine:)

Bu arada gösterimler devam ediyor, buradan Başka Sinema'nın takvimini takip etmek mümkün...

E, keyifli seyirler o zaman... Bebeklere de iyi uykular... :)))



10 Nisan 2014 Perşembe

Kidzania'da bir Cumartesi

Mart ayının son Cumartesisi hava pek bir soğuktu, Uykusuz Anneler Kulubu'nün davetlisi olarak Mert'e, yeni açılan Akasya Alışveriş Merkezi içindeki Kidzania'da eşlik ettik.

Nedir Kidzania?

4-14 yaş arası çocuklara eğlenerek öğrenme deneyimi sunmak için, gerçek bir şehir mantığıyla, çocuk ölçeklerinde inşa edilmiş temalı bir park. Çocuklar burada çalışarak para (Kidzania parası) kazanabiliyor, kazandıklarını alışveriş yaparak ya da bir aktiviteye katılarak harcayabiliyor,nerede para kazanıp, nerede para harcamak istediğine kendisi karar veriyor; kısacası bir yetişkin gibi yaşamayı deneyimlemeye çalışıyor. 90'a yakın meslek alternatifi var, çocuklar bu mesleklerden tercihlerine ve yaşlarına uygun olanları seçip deneyimleyebiliyorlar. İsteyen doktor olup bir ameliyata katılıyor, isteyen itfaiyeci olup yangın söndürüyor, kimisi süpermarkette kasiyer oluyor, kimisi ise benzin istasyonunda arabalara benzin dolduruyor... Bir tararfta araba tamir eden var, diğer yanda polis olan... Kimisi hamburger yapıyor, kimisi biskuvi ya da çikolata...


Park, 4 saatlik zaman dilimlerinde misafirlerini ağırlıyor. Biz saat 11:00- 15:00 aralığında parkı ziyaret ettik, gerçi 1 saat gecikerek gidince Mert, 3 saatlik bir deneyim yaşadı... İtfaiyeci oldu,  Benzin istasyonunda benzin doldurdu, lastik şişirdi, cam sildi (benzin istasyonunda çalışmayı o kadar sevdi ki iki  kez burada çalıştı), biskuvi yaptı, çikolata yaptı... Okuldan da pek çok arkadaşı olduğu için oradan oraya birlikte koşturdular, birlikte sıra beklediler, çoğu aktiviteye birlikte katıldılar, birlikte yemek yediler...

Bazı meslekleri deneyimlemek istedi ancak yaşı tutmadığı için  katılamadı, bazılarında da sıra olduğu için o anda başka bir mesleğe katılmak istedi, sonra da unutup sıra olana girmedi. Biz, Kidzania'ya hazırlıksız gitmiş olduk, aslında girmeden önce harita üzerinden çocuğun katılmak isteyeceği meslekleri seçmesi ve seçtiklerinin yaşına uygun olup olmadığının kontrol edilmesi içeride zaman kaybetmemek adına yararlı olabilir. Zira,içeride sürekli bir ses ve etrafta koşuşturan çocuklar nedeniyle biz "büyükler"in kafaları, bir süre sonra rölantiye alıyor kendilerini...

Biz anne-baba kimliklerimizle Kidzania'yı şöyle değerlendirdik eşimle:

* pek çok mesleği deneyimleyebilme imkanını
* özellikle arkadaşlarıyla birlikte gidildiğinde keyifli paylaşımlar yapabilmelerini
sevdik...

* parkın kapalı alan olması ve içerinin sürekli bir ses ile yankılanması sonucu 2. saatten sonra (ara ara Truman Show'da gibi hissedebiliyor insan kendini) özellikle "büyükler" için yorucu olmasını
* evet gerçek hayatın bir yansımasını yaşatıyor Kidzania ancak bir çocuk parkı için markaların çok önplanda olmasını
sevmedik...

Mert'in değerlendirmesi ise "çok eğlendim" olarak hafızalarımızda yerini aldı.

Uykusuz Anneler Kulubu'ne davetleri için tekrar teşekkür ediyoruz ailecek:)


5 Nisan 2014 Cumartesi

hep mi kötüydük sonradan mı kötü olduk?!!!

Yaşadığım ülkede...

... bir park yıkılmak ve yerine bir AVM yapılmak istendi; bir grup kocaman bir gruba dönüştü, parkı korumak için can siperane direndi. Kimileri çıktı bu kocaman gruba "terörist" dedi!

... özgürlüklere müdahale edildi. Kimileri çıktı yapılan müdahalelere direnen insanlara "provakatör" dedi!

... yaşanan protestolar sırasında öldürülen gencecik çocuklar oldu. Kimileri çıktı "ama elinde sapan vardı." dedi!

... yaşanan protestolar sırasında öldürülen ve yaralanan insanlar için üzülürken kimileri çıktı "buna üzülüyorsun da bilmem ne zaman bilmem ne olduğunda neredeydin?!" dedi! (belirttiği olaya üzülüp üzülmediğimizi/ kızıp kızmadığımızı/ tepki verip vermediğimizi bilmeden!)

... 2 hafta kadar önce daha önce hiç tanımadığım, ne yazık ki minik kızının hiç beklenmedik ölümü nedeniyle sosyal medya üzerinden tanıdığım bir blogger anne için kimileri çıktı annenin acısını hiçe sayarcasına "neden öldü?" diye yargılayıcı tavırla sorular sorabildi!

... Bugün sabahtan beri kayıp bir minik çocuk var, hala aramalar devam ediyor. Kimileri çıkıp sorumlulukla ilgili ahkam kesiyor!

Hayatta bildiklerimiz gibi bilmediklerimiz, gördüklerimiz gibi görmediklerimiz var! Ahkam kesmek, hatta hatta kötü imalarda bulunmak bizi hiçbir zaman daha akıllı, daha zeki yapmayacak! Ölüm, hastalık, üzüntülü anlarda destek olamıyorsak, içimizden iyi bir dilek geçiremiyorsak susalım bari! Susalım da o üzüntüyü yaşayan anne babanın, ailenin üzüntüsünü daha da derinleştirmeyelim. İyilik, vicdan sahibi olmak, merhamet duymak... Biz bunları unuttuk da ne zaman bu kadar 'kötü' olduk! :(

26 Mart 2014 Çarşamba

2 aylik kati gida deneyimimiz ve baby led weaning uzerine

Ipek 6. Ayini doldurunca kati gida deneyimlerimize baslayacagimizi burada ve burada  paylasmistim. Evde bir boy buyuk bir cocugun da olmasi ve okudugum "o tabak bitecek!  Mi?" Isimli kitapta yazanlarin aklima bayagi yatmasi sonucu Ipek'le baby led weaning/ bebeklerin kendi kendine yemesi yolunu tercih ettik. 2 aydir da bu tercihle yolumuza devam ediyoruz... metodla ilgili burada yazdiklarim var ama metodun anne ya da bebeğe bakan kişi/ler tarafından kesinlikle sindirilmesi ve cok iyi anlasilmasi gerektigine inaniyorum... Hem annenin/ bebeğe bakan kişinin sureci saglikli surdurebilmesi icin hem de bu süreçte annenin etrafinda olabilecek mahalle baskisini bertaraf edebilmesi icin...



Biz bu sürece once benim kitabi okumam ve yontemi sindirmem ile basladik. Ipek, 6 aylik olup doktorumuz kati gidaya ufak ufak gecebilecegimizi soyleyince denemeler basladi.

Doktorumuz tarafından önerilen ilk yiyeceklerimiz havuc, patates ve kabakti. Mevsimi olmadigi icin kabagi simdilik liste disi biraktim. Firinda havuc ve patates ile konuya giris yaptik. Kitabin onerisi bebegin (tabii icinde bulundugu aya da gore) ne cok sert olarak bu sebzelerle tanismasi ne de iyice haslanmis ve eline aldiginda eliyle pure yapacagi kivamda olmasi. Buharda hafif pisebilir ya da firinlanabilir. Firinlanma fikri bana daha yakin geldi. Parmak boyutunda kestigim havuc ve Patatesleri firinda 7-8 dakika tuttum, sonra da sogutup Ipek'in mama sandalyesinin tepsisine koydum.
Ve bekledim:)

Ilk is aldi agzina soktu, etrafinda buldugu her sey gibi... sonra sanirim bir tat aldi, arada yere firlatip atsa da ara ara emmeye çalıştı.  Bu durum boyle 3-4 gun devam etti. Arada elmayi da denedim, sanirim tadi nedeniyle onun elde tutulma, emilme suresi daha uzun oldu...

Sonra bir gun yutabildigini gordum, nasil mutlu oldugumu anlatamam... Ayni kitapta yazdigi gibi isliyor oldugunu gormek umut verdi:)

Yutma sureciyle birlikte alt değiştirme surecleri de senlikli (!) Olmaya basladi: "bakalim ne kadar yutmus, bakalim ne cikacak" gibi insanogluna has merakli (!!!) sorularla alt değiştirmeye basladim...

2 ayin sonunda simdilerde Ipek masaya oturunca onune yiyecek bir şey vermemişsek kizmaya baslar oldu!

Peki simdiye kadar neleri yemeyi deneyimledi, aklima gelenleri şöyle bi'listeleyeyim:

* patates
* havuc
* elma
* armut
* muz
* balkabagi
* karnibahar koftesi
* brokoli
* haslanmis et
* tam bugday ekmegi
* yumurta sarisi (bunu elle yemesi icin yontem bulmaya calismak da ayri bir yaraticilik geliştirdi)
* çökelek peynirli yumurta sarili omlet- yumurta sarısının elle yenilememe sürecinde yumurtayı güçlendirip elle yenilebilir konuma getirmek için bulduğum çözüm bol çökelek peyniri kullanarak omlet yapmak oldu:)
* pazi sarma (sonrasinda pazidan cok emin olamadim, acaba yaprakli urin vermek guvenlik acisindan sakincali olabilir mi diye dusundum)
* tam bugday unundan makarna
* kereviz
* çiğ pirasa
* taze soğan
* sulu köftenin köfteleri
* yoğurt - şimdiye dek kendi kendine yemesi için bir yol bulamadım. Ancak yoğurda batırdığım kaşığı elimden alıp ağzına götürmeye çalışıyor:)

Şimdilik aklima gelenler bunlar, unuttuklarim varsa hatirladikca eklerim mutlaka...

Kısaca özetlemek gerekirse: baby led weaning/ bebeğin kendi kendine yemeye çalışması ve hatta yemesi müthiş bir şey! Zaman içinde elleri ve parmakları ile tutma becerisinin nasıl geliştiğini görmek de inanılmaz! Ancak sürekli gözünüzün üstünde olması gerekiyor... Bir de günde kaç öğün yemek var ise evinizde o kadar yer temizliği var olacaktır anlamı taşıyor baby led weaning!!!

24 Mart 2014 Pazartesi

Goztepe Ozgurluk Parki icinde bir Cocuk Kutuphanesi...

Türkiye’nin ilk İnteraktif Çocuk Kütüphanesi açıldı…
Sanırım geçtiğimiz yılın son aylarıydı, takip ettiğim anne gruplarından birinde Kadıköy ilçesi içerisinde bir çocuk kütüphanesi açabilmek için bir annenin  –Esra Akçay Duff-  insiyatifi ile başlatılan bir imza kampanyasından haberdar oldum… Konu kitap olunca, kitlesi de çocuk olunca… Benim için bir araya gelmesi en keyifli ikililerden… Önce imzamı attım internet üzerinden, sonra da imzalamaları için konuyu arkadaşlarımla paylaştım… Konu sadece beni heyecanlandırmamış ne güzel ki; 10.000’i aşkın kişi Kadıköy’de interaktif bir çocuk kütüphanesi açılması için imza atmış… Birkaç gün önce, kütüphanenin bugün (19Mart) açılacağı duyurusunu görünce hem heyecanlandım hem de mutlu oldum: “Demek ki verdiğimiz imzalar dikkate alınabiliyormuş”  dedim kendi kendime… “Demek bu ülkede kitapla ve çocukla ilgili güzel şeyler de olabiliyormuş” diye geçirdim içimden… ve tabii ki bu insiyatifi başlatan anneye gıpta ettim: “ne güzel bir şeydir çocuklarına ‘ben sizler ve sizin gibi pek çok çocuk için iyi bir şeyler yapmaya çalıştım ve yaptım’ diyebilmek” diye düşündüm…
Bugün de kütüphanenin açılışına gittim, hem nasıl bir yer olduğunu merak ettiğim için hem de “o” anne ile tanışmak istediğim için…
Sıcacık, güzel bir bahar havası… Özellikle hafta içi en sevdiğim parkların başında gelen Özgürlük Parkı… Bisikletler, scooterlar, kumda, salıncakta, kaydırakta çocuklar, banklarda insanlar, anneanne, babaanne, dedelerin torun keyfi vs derken kalabalığa ulaştım. Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nın kuzey yönü girişinden girince hemen sağda… Ya da kumlu park alanının hemen yanında…  Tek katlı, aydınlık, şirin bir bina… İçinde kitaplar var, öyle kıyıda köşede kalmış, sadece kitap olsun diye konulmuş kitaplar değil… Çoğu Mert’le bizim çok büyük keyifle okuduğumuz kitaplardan… Arada ebeveyn kitapları da var dikkatimi çeken, Montessori kitabı algıda seçicilikle ilk gözüme gözüken belki de…  Tahta oyunlar, oyuncaklar var raflarda ve aktivite masalarında… Kısacası Mert’i gözümün önüne getirdiğimde keyifle zaman geçirebileceği bir yer…
Geçtiğimiz aylarda gittiğimiz Almanya tatilinde orada yaşayan arkadaşımızın evinin hemen karşısındaki çocuk kütüphanesini çok beğenmiştik… Orada şu yorumu yapmıştım: “ne yazık ki bizler Türkiye’de, kendimiz ya da çocuklarımızın bir aktiviteye katılması için para ödemeye alıştık!” Halka açık, hele hele çocuklar için bu şekilde var edilen alanların çok çok çok değerli olduğuna inanıyorum bundan dolayı…  
Biz ortamın keşfini İpek’le yaptık bugün, sonra da Mert’i okuldan alıp tekrar parka uğradık. Saat 5’te kapanacak olan kütüphaneye giremedik ancak Mert’e nasıl bir yer olduğunu anlattım, ilk fırsatta Mert’le gelmeyi arzu ediyorum. Evet ben park, bahçe,kum, sahil, deniz, Açıkhava seven bir anne olarak parkın ortasında kitap okuma, aktivitelere katılma fikri beni çok mutlu ediyor… Belki bir umut diyorum,  ne kadar çok çocuk alışveriş merkezleri dışında da hayat olduğunu bilirse büyüdüklerinde daha da çok sahip çıkarlar toprağa, ağaca, doğaya…
 Peki nedir  bu “Türkiye’nin ilk interaktif çocuk kütüphanesi” ?
Amacı nedir?
-          Özellikle 0-6 yaş arası okul öncesi çocukların sosyalleşerek, deneyerek, gözlemleyerek, hissederek ve keşfederek öğrenmeleri, küçük yaşta kitap okuma kültürü kazanmalarını amaçlıyor.
-          Ailelerin çocuklarıyla kütüphaneye gelip okumalar yapıp aktif okuma kültürünü oluşturmalarını sağlamak.
-          Ailelere çocuklarıyla nasıl kaliteli vakit geçirebileceklerini ve çocuklarına pedagojik açıdan nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol göstermek.
-          Aileleri; aile içi şiddet, çocuk hakları, çocuk bakımı gibi konularda belediyenin pedagogu ve uzmanlar liderliğinde eğitim seminerleri düzenleyerek bilgilendirmek.
-          Çocukların sosyalleşerek, deneyerek, gözlemleyerek, hissederek, keşfederek öğrenmelerini sağlamak.
-          Özellikle büyükşehirlerde yaşayan ailelerin bir araya gelerek çocuk yetiştirmenin yüklerini paylaşarak bu yükün azalmasına yardımcı olmak.
-           
Neler yapılacak burada?
-          Çocuklara yönelik gönüllü veliler tarafından düzenli kitap okuma saatleri düzenlenecek
-          Deneyler yapılacak
-          Hayaller kurulacak
-          Un ve su gibi yenilebilir malzemelerden oyun hamuru, parmak boyası yapılacak
-          Ahşap bloklarla oyunlar oynanacak
-          Çocuk eğitimi, çocuk gelişimi, çocuk-aile ilişkisi gibi konularda eğitimler, seminerler düzenlenecek
Çocuklarımızın İnteraktif Kütüphanesi nasıl işleyecek?
-          Kış aylarında 10.00- 17.00, yaz aylarında ise 09.00- 18.00 saatleri arası kütüphane açık olacak.
-          Pazartesi günleri dışında her gün açık olacak.
-          Her gün saat 11.00 ve 15.30’da okuma saati düzenlenecek.
-          Okuma saatleri haricinde, aileler diledikleri kadar kütüphanede kalıp, kitapları okuyup çocuklarıyla vakit geçirebilecekler.
-          İlk dönemlerde kitap ödünç verme sistemi bulunmayacak.
-          Kitapların sayısını arttırmak yapacağımız kitap bağışları ile bizlerin elinde
Bakın başka neler düşünülmüş?
-          Bebekli anneler için emzirme koltuğu
-          Çocuk tuvaleti
-          Alt açma ünitesi
Kütüphane içerisinde mevcut.

Daha detaylı bilgi istersek:



Bugün açılışı yapılan küçük bir kütüphane bana umut verdi, çocuklar, kitaplar, oyunlar ve hayal gücü… Ne güzel ki bunları çıkarsız olarak düşünen insanlar hala var; sadece düşünmekle kalmayıp aksiyona geçmeleri, bizlerden imza desteği, yerel yönetimlerden de yönetim desteği bulmaları “galiba hala ümit var!” dedirtti bana bugün…

* Bu yazı 24 Mart 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde de yayınlanmıştır.

21 Mart 2014 Cuma

Özgürlüğümüz kısıtlanamaz!

Dün gece Twitter'in engellemesi ile günü sonlandırdım. Üzüntüyle... Bir sonraki adımda azaba hangi özgürlüğümüzün kısıtlanacağını düşünerek sonlandırdım günü... Ve sabah uyandığımda bu konuda pekçok yazı, mesaj okudum. Blogcu Anne 'nin sitesinde de bu ortak bildiriyi görüp buradan da paylaşmak istedim...  Bu bir ortak yayın yazısıdır. 

"insanın özgürlüğü; istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır." J.J. Rousseau


Özgürlüğümüz kısıtlanamaz

#TwitterisBlockedinTurkey
T.C. Anayasası
VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.
Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslararası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.
T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter’e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye’den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter’a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.
Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.
Sayıları 12 milyona yaklaşan Türkiyeli Twitter kullanıcıları #TwitterisBlockedinTurkey etiketiyle konuyu bir saat içinde Twitter’da dünya çapında en çok konuşulan etikete taşımış,farklı etiketlerle gece boyunca TT listesinde kalarak, dünya kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Yasaklamadan sonraki ilk 4 saat içinde 2,5 milyondan fazla Türkçe tweet gönderildiği hesaplanmaktadır. Şu anda dünya basını Türkiye’deki Twitter yasağını öncelikli haber olarak vermekte, bunun özgürlükleri baltalama yönünde bir girişim olduğunu söylemektedir.
Biz, ülkemizin geleceğini oluşturacak çocukları yetiştiren anne babalar olarak Gezi Parkı direnişi ile tırmanan ve 17 Aralık süreciyle hızlanan şiddet ve sansür uygulamalarını esefle izlemekteyiz. Türkiye’nin gerçek demokrasiden gün be gün uzaklaşmasından, meclisinden medyasına, emniyet güçlerinden yargısına kadar her türlü sistemin çivisinin çıkmış olmasından derin bir endişe duymaktayız.
Dün geceki yasak kararıyla Türkiye dünya üzerinde Twitter’a erişimin engellendiği Çin dışındaki tek ülke olmuştur. Bunun utancı ve ayıbı bu yasağı getirmeye cesaret edenlere ait olmakla birlikte, ağırlığını omuzlarımızda taşımaktayız.
Bu ülkenin gelecek nesillerinin özgür bireyler olarak büyümesini en çok isteyen ve bunun için emek veren anne babalar olarak hükümetin son aylarda giderek artan baskıcı tavırlarını kabul etmiyor ve bu sansürü şiddetle kınıyoruz.
Herkesi gerek internet üzerinden, gerekse etrafımıza bu durumu anlatarak konuyu protesto etmeye ve nihai olarak da 30 Mart 2014 Pazar günü yapılacak olan yerel seçimlerde vatandaşlık hak ve sorumluluğu olan oy kullanma görevini mutlaka yerine getirmeye davet ediyoruz.

Blogger Anne ve Babalar

13 Mart 2014 Perşembe

umutsuz!!!

Bir suru soz var aklimda... yazsam dedigim... sonra "yazsan ne olacak ki, kendini tatmin etmekten baska!!!" Dedigim bir suru soz! Ve yazmaktan vazgectigim!

Çünkü ne yazik ki umudum kalmadi! Bu ulkede vicdanin sesinin duyulacagina dair artik hic umudum kalmadi!!!  

11 Mart 2014 Salı

Bir doğum gününün ardından...

Cumartesi günü Mert'in doğum günüydü... Benim minik oğlum, bebeklik zamandında konuştuğum anneler kendi çocuklarının 4-5 yaşında olduğunu söylediklerinde "ooo kocaman olmuşlar" dediğim yaşa geldi! Doğumuydu, emmesiydi, uykusuydu, katı gıdasıydı, yürümesiydi, konuşmasıydı, 2 yaş krizleriydi, emzik bırakmasıydı, tuvalete alışmasıydı, 3 yaş çılgınlıklarıydı, anaokuluna başlamasıydı derken 4 yaşına geldi bizim evin delidolusu! Bir yandan her bir gelişiminden mutluluk duyarken bir yandan "günler, yıllar hızlı mı geçiyor ne?" telaşına ve hatta hüznüne kapılıyorum... Neyse annelik duygusallığına verin artık!

Son bir haftadır resmen doğum günü için gün sayıyordu Mert! hatta hatta daha da geriye gidersek yazın bana doğum gününe ne kadar kaldığını sormuştu ben de ona yaz bitecek,  sonbahar bitecek, kışın önce Manne'nin (yani teyzesi), sonra kuzeninin, sonra benim, sonra Aba'nın (büyük halası) doğum günlerini kutlayacağımızı ve kış bittikten sonra da baharla birlikte onun doğum günün geleceğini anlatmıştım. Hatta ablamın doğum gününde Mert'i okuldan alıp "Manne'nin doğum gününü kutlamaya gidiyoruz" dediğimde çok mutlu olmuştu. "Noldu?" diye sorunca da "Manne'nin doğum günü geldiyse benimki de yaklaşıyor demektir!" demişti heyecanla...

Neyse... Ben geçen sene de bu yorumu yapmıştım kendimce, yineliyorum: "Çocukların doğum günü heyecanlarını görünce biz kendi doğum günlerimizi kutlamıyoruz, alışkanlıkla kutluyormuş gibi yapıyoruz galiba"...

Birkaç hafta önce Mert'e nasıl bir pasta istediğini sordum, 2 yaşındaki doğum günü resimlerinden gördüğü ve çok beğendiği Mickey Mouse'lu pastasından istediğini söyledi. Bu işin kolay kısmı oldu... Peki kimleri davet edecektik? Ben, konunun ne kadar komplike hale gelebileceğini düşünmeden okul listesini açtım, başladım isimleri okumaya... Her isimden sonra Mert "evet onu da çağıralım" dedikçe neredeyse okul nüfusuna yaklaşan bir listemiz oluverdi. Ne yapsak, ne etsek, bu işin doğrusu nedir diye düşünürken Kerem mantıklı bir öneride bulundu. Salon masasını ve etrafındaki sandalyeleri çizdim ve Mert'ten bu sandalyelere davet edeceği arkadaşlarını oturtmasını istedim. Yerimiz bu kadardı ve yerimiz kadar arkadaşını davet etmemiz mümkün olabilirdi. Sanırım Mert de bu açıklamamı mantıklı buldu, arkadaşlarını kağıt üzerinde sandalyelere oturttu, sonra kendisine yer kalmadığını farketti,onun için de mutfaktan bir sandalye ilave edebileceğimiz konusunda anlaştık. Bu liste hazırlama evresinde "keşke" dedim "bizim de dünyamız onlar kadar 'ayıp olur'lardan,mecburiyetlerden uzak olsa...." "Ayşe'yi çağırırsam Fatma'ya ayıp olur!", "Ahmet beni doğumgününe çağırmıştı, şimdi ben de onu çğırmalıyım!" düzeni yok... Her şey basit... Bu ara kiminle daha çok oynuyorsa, kiminle bu aralar daha çok eğlendiğine inanıyorsa onuçağırıyor. Bu kadar basit, net...

Neyse...  Mert'in yeni listesi üzerinden ben anneler ile iletişime geçtim. Geçen hafta içinde evi süslemek için gerekli malzemeleri aldık. Menümüzü oluşturduk. Kısacası tamamen organize olmaya çalıştık...Geçtiğimiz hafta benim babaannemin bir sağlık sorunu nedeniyle koşuşturmalı bir hafta geçirmemiz nedeniyle ara ara acaba doğum gününü ertelesek mi diye düşündüm, Mert'in hevesle cumartesi gününü beklediğini her görüşümde bu düşüncemden vazgeçtim...

Sonunda Cumartesi günü geldi çattı, Mert sabahın 6'sında büyük bir heyecanla uyandı ve tabii ki bizi de bir şekilde zorla uyandırdı! Bütün sabah "arkadaşlarım ne zaman gelecek?" diye sordu. Biz sürekli saat 2 diye yanıt verdik, Mert sürekli "hadi şimdi gelsinler!" dedi... Saat 2 olup da küçük misafirlerimiz anneleri, bazıları anneleri ve babaları ile gelmeye başladıkça Mert'in öncesindeki mızmız hali keyifli bir hale dönüşmeye başladı...

Dün hiç saymadım kaç kişiydik ama bugün şöyle kabataslak saydım: 10 çocuk, 1 büyük çocuk, 3 bebek, 20 büyük olmak üzere toplam 34 kişiymişiz:) Herkesin gelmeye başladığı saat 2 ile pasta kesme faslı arasındaki sürede çocuklar henüz ısınma turlarında olduklarından herkes ayrı telden çaldığı için ben içimden "eyvah yoksa pek eğlenemeyecekler mi!" diye geçirdim açıkçası... Ama çocuklar karınlarını doyurup, yavaş yavaş aralarında 2'li 3'lü gruplar halinde oyun oynamaya başladıklarını görünce "oh" dedim:) Yemek sürecinin ardından araya Kerem'in animasyon saati girdi, çocuklara bir sticker oyunu oynattı, arada pinyata çılgınlığı yaşandı ve çocuklar maça hazır sporcular gibi ısınmalarını tamamlayarak günün anlam ve önemine uygun olarak kendilerini oyun ve eğlencenin kollarına bıraktılar.

Arada ben ne yaptım? Başlayan her sohbetim yarım kaldı tabii ki:)) Günün hatırladığım anahtar sözcükleri: çocuk sesleri, sonsuz hareket, koridorda 3 tekerlekli bisiklet ve scooter gezintileri, boyama çalışmaları, oyun hamuru çılgınlığı, oyuncaklar ve oyuncaklar, keyifli anne sohbetleri ...

Akşam olduğunda birer birer arkadaşları evden ayrılmaya başladı Mert'in... Arada "bugün eğlendiniz mi?" diye sorabildiklerim oldu, ağız dolusu kocaman "ben çok eğlendim" ya da annelerine dönüp "anne daha gitmeyeliiiiim!" demeleri benim için harika birer hediye oldu... Akşam olduğunda Mert bu kez halaları ile oyuna devam etti, arada "bugün istediğim saatte yatabilirim di mi anne?" diye sorararak... Ben de her seferinde gayet emin "tabii oğlum dedim" ve Mert o yorgunlukla ancak 10 civarına kadar dayanabildi..

Günün sonunda belki dağınık bir evdi bize kalan ama ben daha çok günü keyfiyle yaşayan Mert tarafından baktım ve iyi ki Mert'in doğum gününü evde arkadaşlarıyla kutlamasına imkan sağladık dedim... Gönlünce azıtmasına, bazen mızıldanmasına, coşkuyla doğum gününü kutlamasına iyi ki ortam sağladık...Çünkü kendimden biliyorum, insan büyüdüğünde çocukluğundan bu anları bir şekilde anımsıyor:) Cumartesi günkü telaşın hemen üzerine bile biri gelip de bana "gelecek sene yine bu şekilde bir doğum günü organize eder misin?" diye sorsa cevabım hiç tereddütsüz "evet!" olurdu. Biliyorum ki bu anıların hiçbirini gidip bir yerden satın alamayız... Bu dönemde çocukların, ya da genellemeyeyim en azından bizim çocuğumuzun kalesi kendi evi, kendini en güvende hissettiği, "benim" diyebildiği, her deliğine hakim olduğu yeri arkadaşlarına açtı, bundan daha keyifli bir parti/ eğlence mekanı olamazdı sanırım Mert için... En azından bu yaşta...

Umarım küçük & büyük tüm misafirlerimiz de keyif almışlardır...

İyi ki doğdun oğlum, iyi ki:)))

Mert'in günün sonunda deterjan reklamları için süper uygun olan beyaz gömleği!

28 Şubat 2014 Cuma

Yazıp içimi dökesim var...

Eskiden kafamı boşaltmak istediğimde açardım televizyonu eğlenecek, gülecek ya da kafamı boşaltmama yarayacak bir şey bulur boş boş otururdum, iyi de gelirdi... Artık onu da yapamıyorum, artık televizyonda ne seyrediyorduk onu da unuttum! Televizyon oyalanma, kafa dağıtma aracı değil sinirlerimi iyice oynatma aracı oldu... Ben de kafamı boşaltmak için daha çok yazıya sarmaya başladım...

Dün gece İpek, uykuya pek bir direnç gösterip beni de ayakta tutunca, 2-3 saatlik bir uykuyla bugünü biraz zor akşam ettim! Dün gece tam olarak uyku sürecine geçtiğimde saat 4'e geliyordu, sonra 6 civarı Mert beni yanına çağırdı 7'ye kadar da onun yanında uyumuşum... 7'de sırtım tutlmuş olarak kalkıp kendi yatağıma yattım, hayalimde bir yarım saat sıcacık, geniş yatakta uyumak vardı. 5 dakika sonra yine Mert seslendi, sonra İpek uyandı vs vs vs... Gün başlayıverdi...

Mert'in yoğun burun akıntısı olduğunu görünce hadi bugün okula gitmesin, evde dinlensin dedim kendimce... Biraz da okula götürmeye üşendim sanırım... Sabah kahvaltısı, biraz oyun, Mert'in çizgi film süreci, İpek'in ara uykusu derken neredeyse öğlen oldu, ben yapmam gereken hiçbir işimi tamamlayamadım! Ardından telefonda konuştuğum bir sırada Mert'in huysuzluğu tutup bana "telefonu kapa" diye bağırmaya başlaması, bacaklarımdan beni çekiştirmesi derken ben telefonu kapadım ama ben benlikten de çıktım! Mert'e bayağı bir söylendim, kızdım, insanlara saygı duyması gerektiği ile ilgili uzun bir seminer de verdim! Kızdım, çünkü biz kendisini birey olarak sayıp düşüncelerine, hareketlerine saygı gösterirken benim telefon konuşmamın bitirilmesi gerektiğini belirleyecek olanın kendisi olmadığını söyledim! Bendeki uykusuzluk ve bu aralar aklımı çok meşgul edip canımı sıkan bir konu ile ilgili telefonda konuşmamın üzerine Mert'in sabırsızlığı ekleniverince ben benlikten çıkıverdim ama akşamın bu saati oldu hala bağırışım aklıma geldikçe üzülüyorum! Ha arada bir de olan telefonuma oldu, arada sinirimden nasibini aldı, ekran siyah ekran oldu! Eskiden annelerimiz sinirlenince terlik fırlatırdı, valla daha ekonomik oluyormuş! Ben sinirle telefonu yere vurunca ekran error verdi!

Akşam, Kerem de geç kalacağını söyleyince akşam yemeği faslını hızlıca sonlandırıp saat 7 buçuk itibariyle İpek'i ve Mert'i aynı anda uyutuverdim... Mert'te de bugün yediği zılgıtların etkisi ile ne bir itiraz ne bir direniş! valla sabır gösteren anne, alttan alan anne, makul konuşan anne, saygı gösteren anne karakterinden bugün sıyrılıp "bi çeki düzen ver evladım kendine" tonunda anne, "ben senin arkadaşın değil annenim" cümlesini kullanan anne, "sen saygı göstermezsen kimden saygı bekleyeceksin" didakliğinde anne, arada küçük dili ağzından fırlama durumuna gelen anne oldum... Evet ben de insanım canım, benim de duygularım var, "aa üstüme gelmeyin canım" modum da olabilir... dedim bütün gün kendime... Dedim de hala bu saatte neden içim rahat edemedi, hala içimde "bağrışmadan da halledebilir miydik?" sorusu dönüp dolaşıyor? Pofffff pofffff... Yazmadan,içimdeki irini akıtmadan rahat edemedim işte...

Böyle, çocukların annelerini (özellikle annelerini diyorum, çünkü babalarını bile daha az kaprisle sınadıklarını düşünüyorum) sınadıkları, sınırlarını nereye kadar zorlayabileceklerini merak ettikleri anların sonunda kendime kızıyorum da: çok şükür sağlıkları yerinde, şükretmek gerek diyorum... Diyorum ama sınırların ekstra zorlandığı anlarda, düdüklü tencere misali tepemden duman püskürmeye başlamışsa o duman tepemden pıssssslayarak boşalmadıkça rahatlayamıyorum!

Bu yazıyı tamamen bugün yaşadıklarımı yazarken "üfff ne eften püften konuymuş"diyebilmek ve rahatlayabilmek için yazmaya koyuldum ve yazarken de gerçekten ne gereksiz yere bir sinir harbi yaşamışız onu çok daha iyi farkettim. İçimi boşalttım, şimdi çekilebilirim... Yani daha çekilebilir bir tip haline dönüşebilirim...

Mutlu (bol uykulu) geceler ve tabii ki sağlık...

26 Şubat 2014 Çarşamba

Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken...

Beni tanıyanlar bilir, öyle sevgililer günü, anneler günü, babalar günü ve türevi günler pek bir önem arz etmez benim için... Öyle aykırı olayım, farklı durayım falan derdinde olduğumdan değil... O güne uygun davranmak zorunda olmak hoşuma gitmez... İçimden gelmeden sanki birinin zorlamasıyla kutluyormuşum fikri hoşuma gitmez...falan falan... Amacım burada bir tartışma açmak ya da bu konuda bitmek bilmez tartışmalara eklenmek değil... Kısacası ben bu günleri "almayayım" diyorum alana da mani olmuyorum! :)

Neyse paylaşmak istediğim bu günlerin dışında tuttuğum 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile ilgili... Bu günü diğerlerinden farklı tutuyorum kendimce çünkü evet sadece bir gün değil her gün kadınlarla ilgili çözülmesi gereken sorunlar olduğuna inanıyorum, kadınlarla ilgili sorunlar çözüldükçe insanlığın daha medeni hale geleceğine inanıyorum... Bu günün sembolik olarak ülkeler, karar vericiler, yasa yapanlar vs nezdinde yapılacaklara/ yapılması gerekenlere bir başlangıç günü olduğu/ olması gerektiğine inanıyorum...

Buna inanarak bu ayki ANNE BEBEK dergisinden "Türkiye'de Kadın Olmak"la ilgili kısa bir görüş yazmam istenince hiç tereddütsüz yazdım. ANNE BEBEK dergisinin Mart sayısında benim görüşümle birlikte farklı alanlardan farklı kadınların görüşlerini de okuyabilirsiniz...









17 Şubat 2014 Pazartesi

"Hayatın İlk Yıllarında Montessori Etkisi" Semineri, 23 Şubat Pazar

Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği'nin anne-baba seminerleri devam ediyor. Bu kez konu Montessori'nin kendisi... 

23 Şubat Pazar günü saat 14:00-16:00 arası Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek seminere katılmak isterseniz kayıt@montessori.org.tr  adresine bir e-mail göndermeniz ve seminer için kayıt olmanız gerekiyor. Seminer ücreti 50 TL.

Detaylı bilgi için derneğin Facebook sayfasına gözatabilirsiniz:  https://www.facebook.com/events/1408518412732370/


9 Şubat 2014 Pazar

"Domestik Anne" modu...

Geçen gün domestik yanım bayağı beslendi sanırım… Hem gerçek anlamda hem de ruhen… Lesaffre- Yuva Maya’nın davetlisi olarak Genel Müdürlük binalarında yer alan araştırma geliştirme bölümünde, yani işin mutfağında poğaça, ekmek ve simit yaptık…  Hamura elimin değmesi benim için ayağımın toprağa değmesi etkisi yaratıyor; rahatlıyorum, sinirlendiğim zaman kendimi mutfağa atıp bir şeyler yapmak çocukluğumdan beri hep iyi gelmiştir bana… Ama tabii hiçbir zaman son iki senedir içinde bulunduğum “evde olma” dönemi kadar domestik yapım ortaya çıkmamıştı. Hatta bugün firma yetkilileri ile sohbet ederken ve benim evde yaptığım kolay ekmek tarifinden bahsederken “annenizden öyle görmüşsünüzdür herhalde” denildiğinde düşündüm annemin evde ekmek yaptığını hiç hatırlamıyorum ki! Yoğurt mayaladığını da… Hatırladığım kadarıyla evde peynir de yapmaya kalkışmadı! Ki kendisi hep aşçılığı ile hatırlanan bir anne oldu benim arkadaş çevremde…
Peki bana ne oldu da kendimi kurumsal hayat sonrası zaman zaman annemden bile daha domestik bir yapıda bulabildim? Bugün bir yandan hamurla uğraşırken, işin ustalarından ipuçları öğrenirken bunu düşündüm… Sonunda bir yargıya vardım gerçi ama ne kadar geçerlidir, doğrudur bilemiyorum…  İş hayatı içinde çoğu zaman geç saatlere kadar çalışınca eve geldiğimizde bende yemek yapmaya pek hal kalmamış oluyordu. Sürekli dışarıdan yemek söylediğimiz fazlasıyla “sağlıksız” bir dönemimiz var bizim… Sonra iş yaşamından çekilince o dönemde Mert’in de beslenmesine biraz daha dikkatle eğilince, okuyunca ve denemeler yapınca aslında “zor” diye tasvir ettiğim pek çok şeyin ne kadar kolay olduğunu öğrenme fırsatı yakaladım. Sütten yoğurt, yoğurttan da lor peyniri pek kolay yapılabiliyormuş mesela… Ya da ekmek yapmak öyle zor, handikaplı bir iş değilmiş… Ya da şimdi 10 dakikada hazırladığım ve gayet sağlıklı olan yemekler… Yani bu domestiklik biraz da kendi kendime “sen de yapabilirsin!” “niye denemeyesin” dediğim bir sürecin eseri…
Neyse… Bugün de bundan 2 sene öncesine kadar yakınından bile geçmediğim mayalama konusunda bayağı bilgi edindiğim bir gün oldu… Mesela yaş maya hala “aman ben yaşatamam onları” diyerek pek yanaşmadığım bir konu bugün kendi kendime “bak bu da tahmin ettiğin kadar zor bir şey olmayabilir” diye düşünürken yakaladım kendimi!
Neler attım bilgi dağarcığıma kendimce?
·         Hamur işlerinde yaş maya da kuru/instant maya da kullanıyor olabiliriz. Dikkat etmemiz gereken konu ölçüsü: 1 birim kuru maya kullanılan bir tarifte yaş maya 3 birim olmalı.
·         Ne hamuru olursa olsun tarifteki sıvıları hep birlikte koymamak gerekiyor. Hamurun kıvamına bakarak sıvılar eklenmeli. Örneğin 1 adet yumurta konulacaksa 40 gramlık yumurta da var 70 gramlık yumurta da var. İkisi de 1 adet ama hamurun kıvamını değiştirir.
·         Unun cinsine, markasına, kalitesine göre farklı miktarda sıvıyı kaldırabilir.
·         Glutensiz un kullanılacaksa, normal un ile verilen tarife göre neredeyse 2 kat sıvı kullanılması gerekebilir.
·         Bizim mutfaklarımızdaki fırınlar buharlı fırın değil. Ekmek yaptığımızda fırına bir kapta su koymak ya da ekmeğe su pışpışlamak yararlı olacaktır.
·         Yaş maya kullanıyorsak hamurun sıcaklığı 23 derece, instant maya kullanıyorsak ise 27 derece iyi bir sonuç elde ettirir.
·         Instant mayayı suyla çözdürmeye gerek yok, direkt unun içine katılabilir.
·         Misafir geliyor 5 dakikaya bir şey hazırlayayım diyorsan mayalı bir tarif o anki çözümün olamaz.
·         Maya, bebek gibidir; ilgi ister, bakım ister…
·         Ekmek yapacaksak fırını 200-220 derecede ısıtmak gerekir, poğaça için 170-180 derece yeterlidir.
Ben ürünlerden en çok simit karışımı ile ilgilendim ve sokak simidine ulaşmak için iki ipucu öğrendim:
·         Kutudaki tarifte yazandan daha az su kullanırsak simit pastane simidinden çok sokak simidine benzermiş.
·         Simide esas lezzet katan şey mahlepmiş.
Evet ben Yuva Maya yetkililerinden bunları öğrendim ve not ettim. Ha tabii hamur yuvarlamanın inceliklerini, baget ekmek hamurunun nasıl elde şekillendirildiğini, pastane poğaçasına nasıl şekil verildiğini, ekmek üstüne nasıl çizik atıldığını da Erol Usta’nın sabırla birkaç kez göstermesi sonucu öğrendik.

Öğrenmenin sonu yok, öğrenilecek konu yelpazesi bu kadar genişken insanın içinde bulunduğu döneme göre öğrendiği konular başlık değiştiriyor belki ama insanın öğrenme algısı açıksa ve istek varsa öğrenemeyeceği şey yok, kesin bilgi… Bugün çok çok uzak olduğum bir konu belki gelecekte çok ilgimi çeken, öğrenip hayatımın eksenini değiştirecek bir güce sahip olabilir… Bir hamur bana bunları düşündürttü işte!

*Bu yazı 6 Şubat 2014 tarihinde www.internetanneleri.com'da da yayınlanmıştır.