11 Mayıs 2014 Pazar

Pozitif Düşünceler'in Oyun Atölyesi

Bu ara yazmak istediklerimle yazmak için bulabildiğim vakit ters orantılı maalesef... Daha fazla gecikmeden geçen Cumartesi günü Mert ile katıldığımız Pozitif Düşünceler'in Oyun Atölyesi'ni yazmak, paylaşmak istiyorum...



Pozitif Düşünceler, kadınlara ve annelere hitap edecek konularda, gelenekselleşmiş yaklaşımların dışına çıkarak, değişik bakış açılarını da kucaklayan, yüksek enerjili ve interaktif eğitim, atölye ve aktiviteler düzenlemek amacıyla kurulan bir kadın+anne girişimi... Güncel, çok tartışılan ya da merak edilen konularda uzmanları, ve pratik deneyimleri olan bireyleri kadın ve anneler ile buluşturuyor.

Pozitif Düşünceler'in ilk etkinliği de 3 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşen ve tüm gün biz anneler için farklı panellerle, çocuklar içinse farklı aktivitelerle süren Oyun Atölyesi oldu.



Açılışın ardından biz annelerin ilk durağı Kahkaha Yogası Lideri Aydan Ermiş oldu. Hayatın koşuşturması içinde benim gibi zaman zaman nefesini farkında olmadan tutan birine çok iyi geldi Aydan Hanım'ın anlattıkları... Son zamanlarda sık tekrarladığım bir cümle: "hiçbir şey tesadüf değil, yaşadıklarımızın hepsinin bir nedeni var!" Biliyorum ki bu nefes teknikleri ile sık karşılaşmamın da bir nedeni var: doğru nefes almayı hatırlamam gerekiyor! Hatırlamak diyorum çünkü Aydan Hanım'ın dediğine göre "doğru nefes almak" aslında doğuştan bildiğimiz ancak zamanla unuttuğumuz bir şey! Biz "yetişkinler" çoğunlukla diyafram nefesi yerine göğüs nefesi alıyor(muş)uz. Sürekli göğüs nefesi almak bir çeşit "savaş kaç" komutu imiş beynimiz için ve bu da bizleri çok sinirli, gergin, endişeli yapabiliyormuş. Göğüs nefesi ile diyafram nefesini bir arada kullanmak gerekirmiş. Aydan Hanım'dan kısa kısa bilgileri aldıktan sonra nefes ve kahkaha egzersizleri yaptık ve tabii ki rahatladık:) Biliyor musunuz çocuklar günde 300-400 kahkaha atarlarmış! Günde 1 kahkaha bile atmadığımız günler olduğunu düşünürsek ne kadar kendimizi gerdiğimizi anlamak mümkün!

Ardından Zürafa Anaokulu Kurucusu Esra Akalın ve www.terazilastikcimnastik.com blogunun yazarı Mine Topal "Oyun ve Çocuğa Katkılarını" paylaştılar:

- oyun=öğrenme

- ne işe yarar oyun?
1. fiziksel gelişimi destekler
2. çocuk duygularıyla başedebilmeyi öğrenir
3.sosyal becerilerini geliştirir (paylaşma becerisi, tartışma... gibi)

- Oyunda patron çocuktur

- Oyunun bir hedefi yoktur. Yani çocuk sonunda amacım şu diye başlamaz. süreç odaklıdır.

- Oyun, esnek ve spontandır.

- Oyun, merak uyandırır,sürükleyici ve düşündürücüdür.

- Oyun, gerçeklere uygun olmak zorunda değildir.

- Peki genelde biz ebeveynler ne gibi hatalar yapıyoruz?
  • "Ne oynamak istersin?" yerine "haydi gel (saklambaç) oynayalım!" diyoruz!
  • "Dengeni sağlamak için...." diyeceğimize "dur yapma!" "düşersin!" gibi engelleyici cümleler kurabiliyoruz.
  • Kafasına geçirdiği bir sepet gördüğümüzde "ne akıl etmişsin öyle!" demek yerine "o şapka değil ki!" deyiveriyoruz! 
- çocukların TV izleme süresine araştırmacılar şöyle bir formül önermişler: ÇOCUĞUN YAŞI/10*60. Mert 4 yaşında olduğuna göre maksimum TV izleme süresi bu formüle göre 24 dakika... Günde bir çizgi film izleme hakkı olan Mert'e bu yaklaşıma göre doğru bir sınırlama getirmişiz galiba :)

Bu söyleşiden aklımda en net kalan cümlelerden biri de "Sıkılan çocuk fikir üretir." oldu. Buna benzer cümleleri sıklıkla kullandığım ve şimdiki zamanda çocukların sıkılmalarına izin vermediğimiz için kendimizi sıklıkla eleştirdiğim için bu cümleyi sevgi ile kucakladım! :) Bu cümleden yola çıkarak da "teknolojiden dadı olmaz!" dedi konuşmacılar... Teknolojik oyuncaklar hayatımızın bir gerçeği, eğitici oyunlar seçmek gerek ve en önemlisi de zamanı sınırlamak.

Önerilen keyifli fikirlerden de özellikle "mutluluk defteri"ni yakın bir zamanda hayata geçirmek üzere cebime koydum. Nedir bu mutluluk defteri? Aileye ait bir defter... Ailenin her bireyi o deftere gün içinde yaşadığı mutlulukları yazabiliyor, henüz yazmayı bilmeyen çocuklar ise resimleyebiliyor. Böylece hem güzel bir anı defteri oluyor, hem de mutluluklar hatırlandıkça mutluluklar yeniden yaşanıyor:)

Son olarak "Çocuk, Oyun ve Kitap" üzerine Uzman Pedagog Belgin Temur, Çocuk Kitapları Yazaruı Aytül Akal ve (bizim ailemizin, mahallemizin, cücelerimizin kitapçısı) İyi Cüceler Çocuk Kitabevi'nin İyi Devi Biranda Çoban bizlerle görüşlerini paylaştılar Tülay Sarı'nın moderatörlüğünde...

- Çocuklarımız kitaplarını kendileri seçsin, almadan önce bizler okuyabiliriz ancak kendi istediğimiz kitabı almaya dayatmamamız gerekir.
- Okul öncesi dönemde çocuklarımıza kitap okuyoruz, ancak çocuklarımız okumayı öğrendiklerinde "kendin oku!" diyoruz... Bu zorlama yerine karşılıklı ilişkimize devam etsek keşke..
- Çocuklarda değişmesini istediğimiz bir davranış varsa eczaneden ilaç alır gibi kitapçıdan bir kitap alıp soruna çözüm bulabilir miyiz? Bu soruya verilen yanıtı sanırım uzun uzadıya yazmama gerek yok; aslında her konunun çözümü bizimle çocuğumuz arasındaki ilişkide...
- "Kitap okumak çocukların hayal gücünü geliştirir." demek çocuklara yapılan bir haksızlık! Çocukların hayal gücü zaten geniş!
- Kitapların üzerinde yazan yaş grupları genellikle anlamlı, bu yaş gruplarına bakılarak yaşa göre kitap seçilebilir.
- Kitap bittikten sonra çocuğunuzdan kitapla ilgili aklında kalan en etkileyici şeyi resmetmesini istemek kitabın çocukta nasıl bir iz bıraktığını görmek adına çok iyi bir fikir.
- Okumayı bilen çocuğun okuduğunu anlaması için ne yavaş, ne hızlı ne de orta hızda okuması doğru bir çözüm olur. Okuduğunu anlaması için okumayı noktalama işaretlerine uygun olarak yapması gerekir.






Ben bu keyifli sohbetleri dinlerken Mert de bütün gün çocuklara ayrılan alanda T-shirt boyadı, şarkılar söyleyip dans etti, tahta oyuncaklardan gemiler, kuleler inşa etti, resim çizdi ve pek çok oyuna katıldı... Kısacası keyifli bir gün geçirdi... Keyifli olduğunu bir kendi sözlerinden anlıyorum bir de gün boyu beni hiç yanına çağırmamasından ve/ya yanıma gelmek istememesinden anlıyorum... Bir tarafta anneler için besleyici diğer tarafta çocuklar için de keyifli bir program hazırlanmış olmasından dolayı biz çok memnun olarak ayrıldık Oyun Atölyesi'nden... Hem de elimizde günün sonuna doğruyapılan çekilişte kazandığımız "HADİ HAM YAP" kutusu ile... Çok lezzetli,sağlıklı atıştırmalıklar yedik Hadi Ham Yap sayesinde...

Mert'in okulundaki veli toplantısına yetişmek zorunda olduğum için ne yazık ki günün sonunda İstanbul Drama Sanat Akademisi'nin düzenlediği Yaratıcı Drama çalışmasına katılamadık Mert ile. Eminim o da ayrıca keyifli bir çalışmaydı...

Annelerin bilgilenirken,sosyalleşirken ve eğlenirken çocuklarının keyifli zaman geçirebildiği bu insiyatifi ben çok sevdim. Pozitif Düşünceler ekibinin yollarının hep açık olması dileğiyle... :)

Son bir not, ama ÖNEMLİ bir not:

Pozitif Düşünceler, etkinliklerinin her birinde bir sosyal sorumluluk projesi desteklemekte.

Bu kapsamda, "Oyun Atölyesi"nin tanıtım sürecinden gerçekleştiği tarihe kadar olan sürede Şanlıurfa'ya bağlı Deniz Mezrası'ndaki Deniz İlkokulu'nun Anasınıfı için kitap,oyuncak ve materyal toplandı, detayları okumak isterseniz: http://pozitifdusunceler.com/denizanasinifi/

Pozitif Düşünceler'e ulaşmak için:

http://pozitifdusunceler.com/
https://www.facebook.com/pozitif1dusunce?ref=ts&fref=ts
https://twitter.com/Pozitif1Dusunce

*Çocukların çalışmalarına ait fotoğraflar Pozitif Düşünceler Facebook Sayfası'ndan alınmıştır.

4 Mayıs 2014 Pazar

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 3

İki Çocukla Yurtdışı’ için hazırlık süreciydidüğün telaşıydı derken tatilin ikinci bölümü Münih’e varmamız ile başladı.
Karlsruhe sonrası Ulm, Ulm sonrası Münih derken akşam geç saatte vardığımız şehirle ilgili aklımda ilk canlanan sıcacık arabadan inip buz gibi kuru soğuğun yüzümüze çarpması oldu! Araba için Pazar akşamı Münih’in merkezi denilebilecek bir yerde evin hemen önünde park yeri bulmak ve o soğukta bavullarımızı ve uyuyan çocukları eve kolayca taşıyabilmek bizim için gayet mutluluk verici oldu…
Eve taşınırken uyanan Mert, evi keşfetmeye koyuldu… Bizim ailece kalacağımız oda, bebekli arkadaşlarımızın ailece kalacağı oda, mutfak, salon, banyo derken her nokta en ince detayına kadar Mert tarafından incelendi… Biz de kendimizi evde hissetmenin rahatlığı ile çayımızı demleyip kalabalık bir sohbete girdik… Tabii arada bebekler uyandı, emzirildi, tekrar uyutuldu, Mert zorla (!) yatağa sokuldu vs…
İstanbul’da tatil hazırlıkları yapmaya başladığımızdan beri ve yolculuğun bir hafta öncesindeki “haydi planlayalım artık” buluşmamızdan beri tatilin Münih safhasını gün gün planlama isteğindeydik ancak sürekli koşturmacalı halimiz bu planı sürekli ertelememize neden oldu…  Münih’e geldiğimizde kafamızda görmeyi istediğimiz yerler aşağı yukarı netti ama detaylarına hakim değildik. Geçen yıl Aralık ayında bu grubun kadınları olarak “müthiş 3’lü” Münih’te toplanmış ve şehri keşfetme, alışveriş ve yeme&içme odaklı bir ”kızlar buluşması” gerçekleştirmiştik. Bu kez alışveriş odağından uzak şehirde öne çıkan noktaları gezme ve tabii ki yeme & içme odaklı bir 4 gün geçirmek istiyorduk “geniş grup” olarak…
Bu 4 günde nereleri gezdik?
  • Münih, metro & tramvay ağı çok gelişmiş bir şehir olduğundan öncelikle kiraladığımız arabayı geri vererek şehirde sürekli araba parkı ile uğraşmaktan kendimizi kurtardık. Hiçbir gün de arabanın yokluğunu hissetmedik, her yere ulaşımımız çok rahat gerçekleşti. Her yere metroyla gidebilmemiz Mert’in de çok hoşuna gitti. Hatta İstanbul’a döndükten sonra birkaç kez “anne, Almanya’da ne güzel hiç trafik yoktu, değil mi?” cümlesini kendisinden işittim.
  • Münih, Almanya, üretim, fabrika, araba deyince ve arabalara deli gibi ilgi duyan bir oğlum olunca BMW müzesi gezmek istediğimiz yerlerden biri oldu. BMW’nin yönetim binasının hemen yanında bulunan müze Pazartesi günleri kapalı, çok arzu etsek de müzeyi gezemedik ama müze binasının yanında bulunan bir müze edasında kendini gezdirten BMW showroomda oldukça uzun zaman geçirdik. Sadece Mert değil, 30’lu yaşlardaki grubun 3 erkeği de burada bayağı keyifli zaman geçirdi. Showroom içerisinde BMW’nin elektrikli arabasını test etme fırsatımız da oldu…
  • Münih’te olup da Nazi Dönemi Almanya’sına ait kilit bir yer olan Dachau Toplama Kampı’nı görmeden dönmek istemedik. Seneler önce Berlin’de bir toplama kampı gezmiş ve çok çok etkilenmiştimSeneler içinde bu dönem Almanya’sına ait çok kaynak okumuş ve bu döneme ait pek çok film izlemiş olmamdan dolayı bir önceki ziyaretim kadar çok etkilenmedim diye düşünsem de orada yaşananlarla ilgili okuduğum her bir cümle yine beni dağıttı! Ve çok derin düşündürdü… Mert tarafındansa sanırım burası oldukça sıkıcı bir yer olarak algılandı… Çok fazla bir açıklama yapmadık kendisine, insanların çok eskiden yaşadığı ancak artık müze olarak gezilen bir yer olduğunu söyledik sadece… Bizim oldukça soğuk bir havada üzerimizde montlarımız, elimizde eldivenlerimiz, ayağımızda botlarımızla zaman zaman üşüyerek gezdiğimiz alanlarda insanların yarı çıplak çalışmak zorunda bırakıldıklarını düşünmek bile yeterince haksız geldi! Dachau  Toplama Kampı, 1933’te kurulmuş ve diğer tüm kampların kurulmasına model olmuş. Dachau ile ilgili anlatılacak bence çok şey var: çok fazla acı var, haksızlık var, hüzün var! Sadece geçmişe ait dersler değil bugüne ait çıkarımlar yapabilme imkanı da sağlıyor insana… Bol bol düşündürtüyor!  Merak ediyorsanız, yolunuz Münih’e düşerse mutlaka uğramanızı öneririm… Münih’in biraz dışında, tren ve kısa bir otobüs yolculuğu ile ulaşım çok rahat…
  • Münih’te gezintimizin bence çok çok akılda kalan bir diğer mekanı Deutsches Museum/ Alman Müzesi oldu… Burası bizim için “bir daha Münih’e gitme nedenidir”, bunu net olarak söyleyebilirim. Alman Müzesi, insanlığın başlangıcından günümüze kadarki teknolojik/ bilimsel gelişimin adım adım izlenebileceği kocaman bir müze… Sabah ilk açıldığı saatte gidip kapandığı saat olan 17.00’da çıktığında hala gezilecek birçok yerinin kaldığı, insanın damağında müthiş bir tat, bir daha gelme isteği bırakan bir yer…  Çıktığımda şöyle diyordum: “Buraya 14-15 yaşında gelmiş olsaydım kesin fen bilimleri üzerine eğitim almak isterdim.”… Arabaların tarihi gelişiminden uçaklara, matematikten astronomiye, denizcilikten bilgisayarın gelişim sürecine, jeodeziye,  eczacılığa pek çok alana ait bilgiyle donanmak mümkün…  Hani hep söylenir ya bilgisayarlar yıllar önce bir oda büyüklüğündeydi diye… Hah, o oda büyüklüğünde bilgisayarı biz Alman Müzesi’nde gördük işte  Çocuklar için inanılmaz keyifli, merak uyandırıcı bir yer… Mert, hala “tekrar Münih’e gidelim ve Alman Müzesi’ni tamamen gezelim!” diyor.
  • Münih’te çocuklarla bir diğer gezilesi/ dinlenilesi mekan, Englischer Garten (İngiliz Bahçesi)… Münih’in ortasında, içinde bir nehir barındıran devasa bir park… Baharda ya da yazın gelindiğinde çok çok keyifli olduğuna eminim ya da kışın bol karlı bir günde…
  • En son akşam bir Alman restoranında, hem de çocuk oyun alanı olan, mama sandalyeleri bol olan bir restoranda bu sefer 9 büyük, 2 çocuk, 3 bebek bol sesli, hareketli, muhabbetli bir yemek yedik. Uzun yıllardır görmediğimiz lise arkadaşımızla yıllar sonra çocuklu olarak buluştuk, Almanya’da kurduğu yaşamı konuştuk, çocukları, iki dille büyümenin nasıl olduğunu, işte anneler birbirini bulunca neler konuşursa hepsini bol bol konuştuk…
Münih’te gezidğimiz yerler buralar oldu ama buralarla birlikte çok keyifli akşam yemekleri (genelde İtalyan veya Alman restoranlarını tercih ettik), öğle molaları, kahve araları verdik… Kahvaltıları ise çocukların da olmasından dolayı evde geniş geniş yaptık. Evet, sabahın ilk saatlerinde  evden çıkıp gecenin bir yarısı eve gelmedik,  kahvaltı sonrası öğlene doğru ancak hazırlanıp gezilecek yerleri koşturmacalı bir şekilde değil “olduğu kadar” gezdik… Her tarafı bitireceğiz diye “hırs” yapmadık yani..
Her tatil sonrası Kerem’le oynadığımız “bu tatilden ne öğrendik?” oyunumuza, Münih dönüşü uçağımıza giderken Mert’i de ekledik. Neler öğrenmişiz neler…
Ben: Bu tatilden ne öğrendik?
Mert: Ne öğrendik?
Ben:  Aile olarak tatil yapmak yorucu ama çok eğlenceli…
Kerem: Bu tatilden ne öğrendik?
Ben: Ne öğrendik?
Kerem:  Alman Müzesi’ni tamamen gezmek için bir kez daha Münih’e gelmeliyiz.
Mert: Bu tatilden ne öğrendik?
Kerem: Ne öğrendik?
Mert: Almanya’da her yere metro ile gidilebilir.…
Böyle sonsuz bir şekilde neler öğrendiğimizi konuşmak çok çok eğlenceli ve güzel bir kapanış oldu Münih dönüşü…
Peki, ben “iki çocukla yurtdışı” tatilinden ne öğrendim?
Çocuğu bir yerlere giderken yük olarak görmemize gerek yok, onları yaşlarına uygun olarak bu sürece hazırlayınca uyum sağlamaları pek de zor olmuyor. Hele hele gidilen yerler Avrupa şehirleri ise… Avrupa’da çocuklarla bol yürüyüşlü bir gezi emin olunabilir ki, İstanbul’da bir günlük toplu taşımalı gezintiden daha kolay, daha rahat, daha az yorucu olabiliyor… Çocukları bu tatile dahil edince inanılmaz güzel anılarla donanıyor insan… Bizde ayrı anılar mevcut, Mert’te ayrı… Sonrasında bunları konuşmak bile büyük zenginlik… Ha yorulmadık mı? Yorulduğumuz anlar oldu, özellikle de ben evden çıkma süreçlerinde herkesin gün içinde olası ihtiyaçlarını düşünüp sırt çantamızı hazırlarken yoruldum… Mevsimin kış olması da dışarı çıkarken giyin, içeri girince üstündekileri çıkar sürekliliğinden dolayı belki yorucu… Son iki gece İpek’in sürekli benim üstümde uyumak istemesi sebebiyle uykusuz kalmam ve son gün huysuzlanmam da evet zorluk olarak hatırladıklarımdan… Ancak genel toplama baktığımda biz ailecek ve arkadaşlarımızla çok eğlendik, gezdik, yedik, içtik, yeni şeyler öğrendik ve ne güzel ki bunu çoluk çocuk yaptık… En önemlisi de bundan sonraki gezilerimiz için daha da kendimize güvenir olduk.
Herkesin yaklaşımı farklı olabilir pek tabii, ancak biz bu tatilden en çok çocukları ayağımıza dolanan varlıklar olarak görmeyi değil bize ayak uyduran ve bizimle zaman geçirirken çok keyif alan, bizim de keyif aldığımız hayatımızın parçaları olduğunu daha da iyi öğrendik…

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 2

En son burada iki çocukla yurtdışı için hazırlıklar tamam demiştik…
Uçak biletimizi alırken Frankfurt’a gün içinde birçok uçuşun olması avantajını da kullanarak günün ortasındaki uçuşla gitmeyi tercih ettik. Sabah erkenden çocukları uyandırmakla ve toparlamakla uğraşmayalım, akşam huysuzluklarına da denk gelmeyelim diyerek öğlen uçuşunu tercih ettik.Çocuklu olmadığımız zamanki Zeynep olsa “neeee öğle uçuşu mu? Bütün günümüz yolda ölecek yani !!” derdi ama iki çocukla benim için öğle saati uçuşu varken diğerleri düşünülmedi bile!!!
Sabah son kontrollerimizi de yaptıktan sonra cümbür cemaat evden iki büyük, bir çocuk, bir bebek, iki bavul, bir sırt çantası, bir “Mert çantası” ve bir puset çıktık… Planımız iki bavullu olmaktı, evet kış seyahati olmasına rağmen bunu başardık ama pusetti, sırt çantasıydı derken yine elimiz kolumuz dolu olarak havaalanına vardık… Mert, kendi bavulu ile seyahat etmek istediği için(!) biz de onun bu arzusunu kırmadık ama bütün seyahat boyunca çekçekli çantasının kendi sorumluluğunda olacağı ve bizim bu çantayı taşımamızın mümkün olmayacağı konusunda karşılıklı anlaştık.
Havaalanında üzerini arama ihtimalleri olacağını, çantasına bakmak isteyebileceklerini ve bizim büyük bavulları uçağın bagajına gitmesi için görevli ağabey ve ablalara vereceğimizi sanırım birkaç kez Mert’e anlattık. Sonuçta üzerinin aranması veya çantasına bakılması onun özel alanına girmek olacağı için arıza çıkarması olasıydı… Bütün bunlar önceden anlatılınca, anlatılanları sırasıyla Mert yaşayınca hiçbir pürüz çıkmadı. Demek ki neymiş, ilk defa yaşanacak bir sürece çocuğu hazırlamak çok çok önemliymiş, en azından bizim çocuğumuz için geçerli. Uygulamış olduğumuz bir numaralı kural bu oldu bu tatilde.
Sonrasında uçakta da belli kurallar olduğunu anlattık Mert’e, en önemli kural ise bağırarak konuşmamak, “çünkü uyuyanlar ve dinlenenler olabilir uçakta” dedik. Bu arada İpek, tüm yolculuk boyunca ya kucağımda ya da slingde olduğu için bir sıkıntımız olmadı. Uçak kalkarken emzirdim ve sonrasında motorun müthiş sesi ile uzun bir uyku çekti İpek, ama inerken emzirmeye fırsat bulamadım…
Uçaktan indik düğün grubunun bir bölümü ile havaalanında buluştuk.  Frankfurt’tan Karlsruhe’ye gitmek için evin baba kişisi, Kerem bu kadar çok ıvır zıvırımızla araba kiralamanın daha uygun olduğunu düşünerek araba kiraladı. Bu arada arabanın kiralanması, içine bir çocuk koltuğu ve bir ana kucağının yerleştirilmesi belli bir zaman alınca evin anne kişisi, ben bir nebze(!) huysuzlanıverdim… (benim huysuzluklarımı uzun uzadıya anlatmaya gerek yok sanırım. Sonuçta İpek’i arada emzirememenin verdiği bir rahatsızlıktı diye tahmin ediyorum.) Frankfurt’tan Karlsruhe’ye yaklaşık 1.5 saatlik, iki çocuğun da -sanırım yol yorgunluğu ya da hava değişikliğinden dolayı- uyuduğu bir yolculuk sonrası ulaştık. Tabii ulaştığımızda artık akşam olmuştu. Hızlıca oteldeki odamıza yerleştik, havanın kuru soğuğunda donmamak için eldiven, bere gibi önemli aksesuarlarımızı aldıktan sonra ver elini akşam yemeği dedik…
Düğün sahibi arkadaşlarımızın otelde bizler için bıraktıkları süper zarif hoşgeldin mektuplarımızın içinde, bu akşam için restoran alternatifleri de vardı. İçlerinden içimize sinen birini aradık yer ayırtmak istedik, ancak o an çok dolu olduklarını söyleyerek biz gidene kadar yer açılabileceğini ve bizi misafir edebileceklerini söylediler… Eveeet hoş geldik Almanya’ya, her şey planlı, programlı yani tam bir liste delisi olan oğlak burcu insanı bana uygun… Yürüme mesafesinde olan restorana iki bebek ve bir çocuk, dört büyük yürürken bir anda bize şirin gelen bir İtalyan restoranında boş bir masa bulunca tercihimizi buradan yana kullandık. Gayet butik bir restoran, inanılmaz kibar bir restoran sahibi, lezzetli bruschettalar ve pizzalar… Restoranın tek dezavantajı bizim için, mama sandalyesinin olmamasıydı! Restorandakiler içinse tek dezavantaj arada mızıldanması çok normal olan iki bebek ve sesli konuşmaya bayılan Mert idi sanırım! Almanlarla Türklerin en büyük farkı ne olabilir diye düşünen varsa hemen söyleyeyim: SES AYARI…
Keyiflı akşam yemeğimiz sonrası otele dönüp çocuklu iki anne olarak ilk hedefimiz emzirme ve uyutma faslını olabildiğince hızlı tamamlamak oldu… Sonra babaları odada çocuklarla bırakıp lisede okul gezisine gelmiş ve gece gizlice bir yerlere kaçacak tipler gibi lobiye indik… Evet evet öyle uzağa falan değil, bir gece kulubu de değil, otelin keyifli oturma alanı olan lobisi bizim veTürkiye’den gelen ve yorgun olan diğer tüm misafirler için harika bir “ bekarlığa veda” alanı oluverdi. Gelinimizin bu sürpriz organizasyondan haberi yoktu tabii ki! Bir pasta, şampanya ve sürpriz hediyelerle ve tabii ki olmazsa olmaz sohbetle çok da keyifli bir bekarlığa veda oldu…
Sabah, tabii ki düğün telaşı ile başladı…  Ama önce kahvaltı… Kerem çocukları kahvaltı için giydirirken ben gelin odasındaki hazırlıkları kaçırmamak ve bu anları fotoğraflamak için gelin odasında yerimi aldım… Gelinimiz kuaföre giderken ben de çocuklar ve Kerem’le buluşup kahvaltıya indim… Mama sandalyesi çokluğu ve bir Avrupa kahvaltısına göre pek çok çeşit ile Karlsruhe Novotel bir anne olarak kalbimi kazandı doğrusu.
Kahvaltıyı takiben hızla hazırlanıp saat 12’deki Belediye nikahına yetişmeye koyulduk. Mert’e papyonu takıldı, İpek’e rugan ayakkabısı giydirildi… Anne giyindi, makyajını yaptı, saçlarını kendi usulünce düzenlemeyi tercih etti, zira kuaföre gitmeye hiç zaman yoktu, baba traşını oldu, takım elbisesini giydi ve süper dörtlü olarak kendimizi arabamıza atıp, nikahın yapılacağı adresi navigasyon cihazına yazıp yola çıktık…
Tabii yolda anne olarak Mert’i uyarmaya devam ettim… (çok mu sıkıcıyım? galiba evet!!!) “Mert, nikah süresi biraz uzun olabilir, birbirimize bir şey söylemek istediğimizde kesinlikle sessiz konuşmamız gerekiyor ” gibi cümleleri Mert birkaç gündür duya duya ezberlemişti…  Nikah sırasında upuzun Almanca konuşmalar ve bürokrasiden Mert sıkıldı ama arada yerinden kalkıp yürümek dışında bir taşkınlığı olmadı oğlumun… Grubumuzun iki bebeği de nikah boyunca bence süper performans gösterdiler…
Nikah sonrası, damadın ailesinin evinde yemek ve kutlama için kalabalık bir grup olarak toplandık. Mert işte orada iplerinden kurtldu cozutmanın keyfine vardı, İpek ise kalabalığın da verdiği rahatlıkla bir kucaktan ötekine dolaşıp durdu… Bütün gün boyunca “aman ne güzel işte iki çocukla hiçbir arıza çıkmadan ve kimseyi rahatsız da etmeden düğün sürecine ayak uydurduk” dedim kendi içimde…
En çok annenin nazarı değermiş ya…  Nikahın ve evdeki kutlamanın ardından akşam otelde bir düğün yemeği olacaktı. Bu yemeğe kadar bir saatlik aramızda kendi otelimize gidip biraz dinlenip, İpek’i rahatça emzireyi düşündüm… Düşündüm de kendimizi bol aksiyonlu bir akşamın göbeğinde buluverdik! Tam yemek için odadan çıkmak üzereyken Mert’in yan odada kalan arkadaşlarımızın kapısını tıklatmak üzere odadan koşarak çıkması ve ayağının takılıp düşmesi sonucu Mert’in ağlamasıyla biz de yan odaya koştuk! Mert’i yerden kaldırdığımızda alnından kan geliyordu… Bizdeki panik bir anda tavan yaptı tabii.. Kerem, “hadi çabuk hastaneye gidelim” derken ben birkaç hafta önce katıldığım ilkyardım eğitiminin etkisiyle midir bilmem “dur bir dakika bakalım ne olduğunu anlamaya çalışalım” falan dedim.  Bir havlu kaptığım gibi Mert’in alnına bastırdım. Bastırınca duran kan, havluyu çekince kanamaya devam ediyordu ama bastırınca kanamanın durması beni biraz olsun rahatlattı. Hızla hastanenin adresini öğrendik, bu arada Mert’i sakinleştirmek pek de kolay olmadı. Elinde, gömleğinde kanı görünce bayağı korktu tabii bizim ‘cengaver’… Neyse ki hastaneye gittiğimizde kanama durmuştu, sıramızı bekledik biraz uzunca bir süre, hattabu sürede Mert bekleme odasındaki oyuncaklarla oynayacak kadar normalleşmişti bile… Sıramız gelince doktor yarığın çok geniş olmadığını söyleyerek dikiş atmak yerine bir çeşit yapıştırıcı ile yapıştırmanın daha iyi bir çözüm olacağını söyledi… Yapıştırma işlemi ne kadar kolay olursa olsun bu Mert için bir olay haline geldi ve o 2-3 dakikalık sürede hastaneyi inletti!
Hastaneden çıktığımızda ben de Kerem de bayağı bir rahatlamıştık, Mert’in ise anlatacak kocaman bir hikayesi ve alnında yunus resimli bir yara bandı olmuştu! İpek ise olanların pek de farkında olmadan gününe devam etmişti… Ve biz tabii ki güne kaldığımız yerden yani biraz geç de olsa düğün yemeğinden devam ettik! Düğün hazırlıklarının başından beri söylediğim şu cümle kulaklarımda yankılandı: “Nikah sırasında sessizlik gerekiyor ya, tam o sırada Mert sesli sesli bir şeyler söyleyecek ,düğünde gelin ve damattan rol çalacağız diye ödüm patlıyor!” Müthiş hastane maceramızla düğün yemeğinde Türk & Alman herkesin ilgi konusu olduk ve evet beklediğim rol çalma nikah sırasında değil ama düğün yemeğinde yaşandı…
Nikah, kutlama ve araya sıkışan hastane maceramız derken bir günde 3 güne yakışan anı toparladık. Ertesi gün biraz dinlenme fırsatını kendimize verip Münih’e doğru yola çıktık. Münih’e giderken Ulm’e de uğrayıp orada Kerem’in liseden yakın bir arkadaşıyla keyifli bir Pazar günü geçirdik… Ve ben,o araba kiralama sırasında mızmızlanan ben, bütün yol boyunca: “iyi ki Frankfurt- Münih arası araba kiraladık” dedim…
İki Çocukla Yurtdışı - 3: Münih’te bir evde iki bebek, bir çocuk maceralarımız & gezdiğimiz ve gördüğümüz yerler...

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 1

Yaz yaklaşırken, tatil planları yapıldı yapılacak derken çocukla tatil, çocukla seyahat çok konuşulan konular arasına girmeye başladı. Nereye gitsek, çocukla nerede tatil rahat olur, çocuk dostu oteller vs vs.. Tabii ki eş ile baş başa tatilin yeri ayrı ama ben çocukla her yere gidilebileceğini savunanlardanım; tabii ön koşulları hazırladıktan, iyi plan yaptıktan sonra... En azından bizim için...

Biz de şu aralar planlarımızı yapmaya çalışıp daha netleştirememişken bizim 2 çocukla birlikte yurtdışı kış tatilimizle ilgili Internet Anneleri 'nde yazdığım yazıyı okudum, gülümsedim...

2 Çocukla yurtdışı deneyimimizi buraya da aktarmak istedim, buyrun:

Eylül 2013…
En yakın arkadaşlarımdan birisi evlenme kararı aldı…  Nikah, kutlama Almanya’da olacak… Çoluk çocuk onun yanında olmak istiyoruz… Hazırlıklar başlasın…
Ekim 2013…
Benim ve Kerem’in pasaportu hazır, vizemiz de var… Mert’in pasaportunun süresi dolmuş, e İpek’e de çıkartmak lazım… Emniyet Müdürlüğü’nden randevu alınır, anne baba randevu günü randevu saatinde gerekli belgelerle Emniyet Müdürlüğü’nde hazır ve nazır bulunurlar… Bu süreçten aklımda en çok kalan o sırada 2- 2.5 aylık olan İpek’in biyometrik fotoğrafının çekilmesinin 2-3 saniye sürmesi, 3.5 yaşındaki Mert’in fotoğrafının çekilmesindeki büyük zorluk! Pasaportlar başvurunun yapıldığı hafta içinde eve teslim… Anne kişisinin pasaportları eline alınca garip bir şekilde, çocukları sanki üniversiteden mezun olmuş da elinde diplomaları varmış gibi  gözlerinin dolması…
Kasım 2013…
Mert’in okulunun 1 haftalık sömestr tatili de düğünün olacağı hafta sonunun devamında…  Hazır giderken biz bu haftayı Almanya’da bir tatil olarak değerlendirelim… Hava soğuk olur ama çocukları ona göre giydiririz… İki çocukla yurtdışı zor olmaz mı diyenlere kulağımı tıkamayarak cevap bile verebiliyorum: “ İstanbul’un keşmekeşinde yaşadıktan sonra Avrupa’da iki çocukla gezmek zor olmasa gerek!”  Hadi bakalım ukalalığım umarım bana pahalıya patlamaz!
Uçak biletlerimizi alalım… Düğün Karlsruhe’de olacak, İstanbul’dan Frankfurt’a uçalım, oradan araba kiralarız ya da trenle geçeriz Karlsruhe’ye. 2 gün Karlsruhe’de kalır, sonra  Münih’e geçer birkaç gün de Münih’te gezeriz. Öncelikle, düğün nedeniyle Karlsruhe’de kalacağımız oteli ayarlamak lazım… Uçak biletlerini de şimdiden alalım da uygun fiyata getirelim. İstanbul- Frankfurt; Münih- İstanbul…
Aralık 2013…
Çocukların pasaportu hazır ama vize evraklarını toplamaya üşeniyorum.. Aralık’ta Noel öncesi vize ofisleri de yoğundur, ben en iyisi bu başvuru sürecini yılbaşı ertesine erteleyeyim! Münih’te kalacağımız oteli de Ocak’ta ayarlasak olur herhalde…
Aralık ayının ikinci yarısı bizim eve grip virüsü girdi evdeki herkesi kırdı geçirdi, bir de İpek hastalanıp bir hafta hastanede kalınca Ocak ayı sonundaki tatili resmen unuttuk! Hazırlıklar son dakikaya kalacak gibi!
Ocak 2014…
Yılın ilk haftası hastalıkları atlatmakla geçti… Hastalıklar biter bitmez en hızlısından harekete geçtim… Evraklar hazır, Mert ve İpek’in vize başvurusu için randevu da aldım, neyse ki sadece ebeveynlerden birinin başvuruda olması yeterliymiş-bunun için hep birlikte çıkış yapacağımıza dair uçak biletimizi ve otel rezervasyonlarımızı istiyor vize ofisi… Bir öğle vakti İpek’le birlikte gittik, başvurumuzu yaptık, Noel yoğunluğundan kaçtık sömestr yoğunluğuna takıldık, o ayrı… 3 gün sonra evin iki bıdığının Vizeli pasaportları elimizde…
Tatile iki hafta var, biz hala Münih’te kalacağımız yeri ayarlamadık… Hem biz yalnız da değiliz,  iki çocuklu, bir de bir çocuklu arkadaşlarımız daha var… O hafta da Münih’te oteller bayağı dolu, otel fiyatları bir anda uçmuş… Ev kiralamak, evlenecek arkadaşımızın aklına geliyor ve başlıyoruz araştırmaya… Şansımıza arkadaşımızın evinin bir sokak ötesinde, şehir merkezinde, tertemiz, güzel de döşenmiş bir ev buluyoruz, hem de otelden daha uygun fiyata… E çocuklu aileye bundan güzel seçenek mi olur…
Pasaport tamam, vize tamam, uçak bileti, otel, ev hepsi  tamam. Mert de tamam,3 aydır bu tatile hazırlanıyor…
Sıra geldi bavullar hazırlansın.  Zeynep iki bavula; 2 büyük, 1 küçük, 1 bebek için kış mevsiminde  1 haftalık eşyaları haydi sığdırsın… Ama son hafta artık çok planlıyım , o kadar ki oğlak burcu listeleri tavan yapıyor, her şeyin listesi hazır, ben iş yapıp tik atmakla meşgulüm… Hastalıklar ve hazırlıklar neticesinde kendini unutmuş bir anneye / kadına dönen ben maniküre öyle hasret kalmışım ki! planımda, Çarşamba bavulların toplanması, Perşembe manikür var… O manikür bozulmayacak diye bavulu hep son güne bırakan ben hayatımda ilk kez yolculuktan iki gün önce bavulun genelini hazırladım, Perşembe günü yapılan manikürüm neredeyse tatil sonuna kadar dayandı… Ne manikür motivasyonuymuş arkadaş!
devamı için: İki Çocukla Yurtdışı - 2

26 Nisan 2014 Cumartesi

Kimyayı küçük yaşta çocuklara sevdirmek mümkün: Kids' Lab

24 Nisan, benim için çok keyifli bir gün oldu... İpek'i babaanneye emanet edip Mert'in bir günlük okul kırmasına (!) eşlik edip keyifli bir anne-oğul günü geçirdik. İpek'ten ve Mert okula başlamadan önce biz Mert'le çok gezerdik, o zaman henüz 2.5- 3yaşlarında olmasına rağmen bana çok keyifli bir yol arkadaşı olur,bol bol sohbet ederdik Mert ile... İpek doğduktan sonra zaruri bakım süreci ve tabii ki Mert'in gün boyu okulda olması ile bizim geziler daha çok hafta sonu ve ailece gerçekleşen gezilere dönüştü... Bugün, oğlumla başbaşa gezmek bana çok iyi geldi...

(Kimya şirketi) BASF*'nin davetlisi olarak Mert, İstanbul Modern'deki "Kids' Lab"e katıldı. 
Kids' Lab'e katılmadan birkaç gün önce Mert'e nereye gideceğimizi anlatmıştım. Sabah uyandığında da "bugün deney yapmaya gideceğiz" diyerek uyandı. Gidilecek yer İstanbul Modern, yani Karaköy olunca arabayla gitmek istemedim. Hem trafikten kaçmak hem de Mert'le keyifli bir gezi yapabilmek için vapuru tercih ettim. Gördüğü her şeyi sordu, dolmuşta, vapurda, sokakta, dönüşte vapurdan sonra bindiğimiz çift katlı otobüste pek çok kişi ile sohbet etti, yağmurlu hava ve yağmur çizmeleri birleşimi sayesinde sularda zıpladı... Yani Mert de keyifli bir yolculuk gerçekleştirdi.



Peki Kids' Lab nedir? 


BASF’nin, çocuklara kimyayı sevdirme misyonuyla hayata geçirdiği bir sosyal sorumluluk projesi. Bu proje ile çocuklar özel eğitmenler eşliğinde, ücretsiz olarak interaktif deneyler yapma imkanı buluyorlar. Hayatın içinden deneylerle çocukların kimyayı güvenli yollarla daha yakından tanıması; görerek, dokunarak deneyimlemesi amaçlanıyor. Her ay 4 gün süreyle İstanbul Modern’de 6-12 yaş arası çocuklar Kids' Lab ile buluşabiliyor. Mayıs ayı Kids' Lab tarihleri ise 8-11 Mayıs.

BASF, geçen yıl 6 bin çocuğun kimya ve bilimle tanıştırdığı Kids’ Lab’te bu yıl da 5 bin çocuğu ağırlamayı hedefliyor. Kids’ Lab’te ilk olarak suyun depolanması (water storage)  deneyi  yapılıyor ve yıl içinde çocuklara yepyeni deneyler yapma fırsatı sunulacak.

Rezervasyon sistemiyle ziyaretçilerini ağırlayacak olan Kid’s Lab’e katılım için 0212 334 73 16 numaralı telefonu arayarak rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. BASF aktivite günlerini ise “BASF.KidsLabTurkey”, “BASF.Turkiye” adlı Facebook hesaplarından takip etmek mümkünmüş.

Mert, 6-12 yaş aralığının dışında kalan, deney grubunun en miniği ama konuya gayet meraklı bir çocuk olarak geçirdiği 45 dakikalık süreden çok memnun bir şekilde ayrıldı. Ne deneyi yaptınız diye sorduğumda gayet net bir şekilde "suyun geçirgenliği deneyini yaptık" diyerek adım adım yaptıklarını anlattı.  Hatta deney sonrası kendisine hediye edilen mutfak deneyleri setinin içindeki üç deneyi bu sabah babası ile birlikte hevesle, istekle ve merakla yaptı. Hayatı boyunca fen derslerine ilgi duymamış hatta zaman zaman bu derslerden korkmuş bir geçmiş zaman öğrencisi olarak Mert'in bu durumunu gıpta ile izleyip, zaman içerisinde bu merakının hiç azalmamasını diliyorum. Deneylerden sonra sürekli şöyle diyor: "Deney, adı üzerinde deniyorsun." :))






Kısacası, Perşembe günü Mert, hem yaşadığı keyifli "deney"im hem de benimle başbaşa gezisi; ben de oğlumla başbaşa olmanın verdiği haz ile çok güzel bir gün geçirdik. Bu güzel etkinlik ve bizi, anneli çocuklu keyifle misafir ettikleri için BASF'ye teşekkürlerimi iletmek isterim. 

Kids' Lab sonrası, İstanbul Modern'den de hemen ayrılmak istemedik, sergileri gezdik. Mert'le resimlere baktık, anlamaya çalıştık. Kendiliğinden ortaya çıkan resim inceleme sürecimiz Mert'e bir oyun oldu: Önce bir resim seçiyorsun, sonra o resimde ne gördüğümüzü söylüyoruz, en son olarak da ben resmin bilgi yazısını okuyup Mert'e anlatıyorum... 

Son olarak, Perşembe günleri İstanbul Modern'in ücretsiz olarak ziyaret edilebildiğini de ekleyeyim...


* Dünyanın lider kimya şirketi BASF portföyünde; kimyasallardan plastiklere, bitki koruma ürünlerinden petrol ve doğalgaza kadar birçok ürün yer alıyor. Ekonomik başarıyı, sosyal sorumluluk ve çevresel korumayla birleştiriyor. Toplumun bugüne ve geleceğe dair ihtiyaçlarını karşılamak adına, hemen hemen bütün endüstriyel alanlarda bilim ve inovasyon aracılığıyla müşterilerine hizmet sunuyor. Ürünleri ve çözümleri ile kaynakların korunmasına, sağlıklı gıda teminine ve hayat kalitesinin artırılmasına katkı sağlıyor. Kurumsal hedefleri doğrultusunda; sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyor. 2013 yılsonu itibarıyla dünya çapında 112 binin üzerinde çalışanı bulunan ve bu dönemde satışları yaklaşık 74 milyar Avro olarak gerçekleşen BASF’nin hisseleri Frankfurt (BAS), Londra (BFA) ve Zürih (AN) borsalarında işlem görüyor. BASF hakkında daha ayrıntılı bilgiye www.basf.com.tr internet sitesinden ulaşılabiliyor.

22 Nisan 2014 Salı

Çocuk kitapları yazarı Defne Ongun Müminoğlu ile röportaj

Birkaç ay önce Mert'e babaannesinin hediye ettiği "Sağlıklı Beslenme" isimli kitap vesilesi ile tanıştık Defne Ongun Müminoğlu'nun kitapları ile... Evde sürekli bir sağlıklı beslenme konusu söz konusu olduğundan babaannesi kitabı görünce Mert'in ilgisini çekeceğini düşünmüş, nitekim öyle de oldu... Bu kitap ile biz "Burcu ve Berk" isimli iki kardeşin hikayelerini anlatan, anlatırken de çocuklara mesajlar veren altı kitaplık bir seri ile tanıştık, kısa zamanda seriyi tamamladık ve o kadar çok okuduk ki Mert artık serinin tüm kitaplarını ezberledi...

Tam yoğun bir şekilde "Burcu ile Berk" serisini okuduğumuz zamanlardı, "mahallemizin çocuk kitapçısı" İyi Cüceler'de bu kitapların yazarı Defne Ongun Müminoğlu'nun bir okuma saati yapacağını haber aldık ve tabii ki bu okuma satine katıldık:) Sürekli okuduğu kitapları yazan insanı görüyor olmak Mert'i oldukça şaşırttı, önce benim kucağımda kitabı dinlerken sayfalar ilerledikçe Mert de kendini ön sıraya atıverdi, günün sonunda Mert kitaplarından birini imzalatırken ben de Defne Hanımile sohbet etme imkanı buldum. O sohbet sırasında kendisi ricamı kırmadı ve Anne Baaaak!'ta yayınlanmak üzere sorularımı yanıtlamayı memnuniyetle kabul etti.

Buyrun, karşınızda "Burcu ile Berk" serisinin yazarı, kızının doğumunun ardından profesyonel hayattan başka bir hayata yelken açan bir anne, http://sifirkilometrebizdiklar.com/ blogunun bloggerı, benimergenlik dönemimde keyifle kitaplarını okuduğum yazar İpek Ongun'un kızı Defne Ongun Müminoğlu...

Kimdir Defne Ongun Müminoğlu?

Bu çok zor bir soru. Özgür ruhlu, seyahate bayılan, çalışmadan duramayan ama hayatında denge ve huzur isteyen bir kişi. Pek çok işe el atmaktan çekinmeyip, sonra kendini tüketebilen de bir varlık! Hayatta dengeyi bulmaya çalışan, yaptığı işlerin fayda sağlaması için uğraşan, bunu hedefleyen biri Defne. Bazen oluyor, bazen olamıyor ama denemeye devam... J

Çocuktan önceki Defne ile çocuktan sonraki Defne arasındaki farklar neler oldu?

Çocuktan önceki Defne, çok yoğun çalışan, çocuklarla nasıl iletişim kurabileceğini keşfedememiş(!), özgürlüğüne son derece önem veren, maceraperest  bir insan. Çocuktan sonraki Defne ise, önceliğini koşulsuz şartsız başkasına veren (yani kızına), daha temkinli, hâlâ özgürlüğüne düşkün ama bu konuda kendinden pek çok konuda özveride bulunan, çocuk dünyasını hayranlıkla izleyen biri. 

Sizce, siz nasıl bir annesiniz?

İyi olmaya çalışan, kimi zaman başaran kimi zaman başaramayan bir anneyim J



Annelikte sizi en çok ne/ler zorladı şimdiye kadar?

Sabretmek, sabretmek, sabretmek ve tüm çabalara rağmen, zaman zaman kendini yeterli bulamamak.

Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?

Okul yıllarında olsun, iş hayatımda olsun, yazı ile ilintili olan her şey hoşuma giderdi. Kızım doğduktan sonra yoğun iş hayatına ara verme kararı aldım. Çünkü işe devam edersem onu bir başkası büyütecekti. Çok sevdiğim fakat çok yoğun bir işim vardı. Dolayısıyla bu kararı almak hiç de kolay olmadı. Yine de bir seçim yapmam gerektiğine inandım ve kızımı seçtim.
Ancak uzun yıllar çalışmış biri olarak, başkaları ile paylaşabileceğim, sosyalleşebileceğim bir şey yapmadan günlerimi geçiremezdim. Böylelikle zaten çok sevdiğim yazı yazmayı, bir blog çerçevesinde yapmaya karar verdim ve bir gecede “0 km.Bızdıklar”ı kurdum. Bu olduğunda 2009 senesiydi.
Kısa süre sonra “Mini Baby&Pregnancy Dergisi”nde köşem oldu. Ardından” ALL,forkids Dergisi”nde yazmaya başladım. Bu iki dergiye ek olarak okulumun (Tarsus Amerikan Koleji) dergisi olan “BizLetter”da da yazıyordum.
Derken, 2011 senesinde Edukids, birlikte” Hikâyeli Yapboz” yapmak için teklif getirdi. Onlarla çok keyifli ve faydalı bir çalışma yaptık. Dört ayrı hikâyeyi anlatan, her hikâyenin altı karttan oluştuğu bir yapboz seti çıkarttık. Sette bir de minik hikâye kitapçığı var. Hikâyeler ve yapboz içerik tasarımını ben yaptım. Böylelikle ilk hikâye kitabı tecrübesini edindim.
2013 senesinde de Artemis Yayınları’ndan “Burcu ve Berk ile...” serim çıktı J

Geçenlerde anneniz İpek Ongun’un 1995 yılında ben 14 yaşında iken okuduğum “Lütfen Beni Anla” adlı kitabını buldum evde. İçine göz gezdirdim, düşündüm, yazılanları yıllar sonra bir anne olarak okudum… Bir anne olarak kendisini sıklıkla çocuğunun yerine koyabilen, empati kurabilen bir anneniz varmış sizi büyütürken, kitap bana böyle hissettirdi… Hepimiz anne olmadan önce “anne olunca annem gibi olmayacağım” dediklerimiz vardır sonra anne oluruz ve annemiz gibi de oluruz sıklıkla J Sizin de kendi anneliğinizde “tıpkı annem gibi bir anne oldum” dediğiniz neler oldu bugüne kadar?

Çok haklısınız. İstediğimiz kadar annemizi eleştirelim, sonunda bizler de anne olunca onlar gibi oluyoruz. Benim annem pek eleştirilecek bir anne değildi. Hâlâ da öyle.
Öte yandan, genç kızken oflayıp pufladığım şeyleri şimdi ben kızımdan istiyorum. O değerleri ve öğretiyi ben ona aktarmaya çalışıyorum, aynı annemin bize yaptığı gibi. Kızım da oflayıp pofluyor, aynı benim anneme yaptığım gibi J

Kızınız “Anne baaak ne yaptım?!!” dese çok mutlu olursunuz?

Öğendiklerini uyguladığında, hatta onlara kendince bir şeyler  katıp, yepyeni bir şey yarattığında çok gururlanıyorum. O da çok güzel hikâyeler yazmaya başladı. Kullandığı dil çok net, çok güzel. Sekiz yaşında bir çocuk olarak beni bazen çok şaşırtıyor.

“öğretici” /”mesaj veren” kitaplarınız var;  hangi konuda yazacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? Kızınızla gündelik yaşadığınız olayların etkisi oluyor mu?

Kesinlikle! Malzemem kızım J
Şaka bir yana, aslında ihtiyaçtan yola çıkarak konuları belirledim. Önemli olduğunu, benim olduğu kadar başka ebeveynlerin de bu bilgilere ihtiyacı olduğunu, olacağını düşündüğüm için yazdım. Kendim kitap seçerken de bana ne veriyor diye düşünürüm. Vakit çok dar. O nedenle okuduğum kitabın bana bir şeyler katması benim için çok önemli.
Ancak çocuklara kitap yazarken, okutabilmek lazım. Yoksa işe yaramıyor. Haklı olarak sıkılıyorlar. Doğru mesajı çaktırmadan vermek lazım J “Burcu ve Berk ile...” serisinde bunu yapmaya çalıştım. 

Neden “0 km bızdıklar”?

Çünkü bir insan doğduğunda hayatının sıfırıncı kilometresinde oluyor. Son derece saf, temiz, almaya ve algılamaya açık oluyor. Onların çocukluk hâllerine hayranım. Bloğumun çocukların ve onların ebeveynlerinin bu dönemlerine yardmcı olmasını arzuladım. Bu nedenle “0 km.Bızdıklar” dedim. (Bızdık kelimesi bizim ailede çok kullanılırdı)

Hem çocuğunuz olup hem de işiniz çocuklarla alakalı olunca dört bir yanınız mecburen çocuklarla çevrili gibi. Çocuklar ve annelik dışında hangi konuda ve ne zaman bir sohbetin içindeydiniz?

Ben birbirinden farklı konularda bir şeyler yapmak, birbirinden çok farklı yapıda insanlarla vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum. Her yapılan iş, her atılan adım ve her tanıdığım insan bana bir şey öğretiyor, bir yenilik, bir heyecan katıyor hayatıma. Bazen fazla dolduruyorum sepeti, boğuyorum kendimi. Sonra tekrar gözden geçirip, hafifletiyorum ki nefes alabileyim. Ama her türlü, tekdüze bir hayat hiç bana göre değil.

Yani kızıma bayılıyorum ama onsuz vakit de geçirmek istiyorum. Pek çok seyahate birlikte gidiyoruz fakat eşimle başbaşa olmaya da ihtiyaç duyuyor, arada buna göre program yapıyorum. Ya da çocuk ilintili çalışmalar yaparken, arkadaşlarımla ya da aile büyükleriyle de vakit geçiriyor, dengeyi kurmaya çalışıyorum. Akşam arkadaşlarla keyifli bir yemek bazen çocuksuz olmayı gerektiriyor ve iyi geliyor. Pek çok şapkamız var. Zaman zaman değiştirmek bizi dengeliyor adeta.


Veee Son soru… (oğlum)Mert soruyor: Burcu ile Berk nerede?

Hayalimde J                                       

17 Nisan 2014 Perşembe

Rutin Hayat

Başlığı görüp de sıkıcı bir konudan bahsedeceğim sanılabilir; aksine amacım rutin hayatın renkliliğinden bahsetmek:)

Bebekler nasıl bir adım sonra ne olacağını bilmek ve güvende olmak ister; yani öyle diyor ya literatür; hah işte ben de iki çocuklu hayatın şu ilerleyen günlerinde de rutini çok sever, peşinde ayrılmazbir takipçisi oldum... Çünkü çocuklu hayatta rutinin bozulması demek hastalık demek, bir sıkıntı demek, sorun demek... Bu nedenle de o hani bizim zaman zaman söylediğimiz "off çok monoton bu hayat" ve benzeri cümleler var ya işte ben bu cümleleri söyleten hayatı seviyorum:)))

Yok canım rutin çok monoton, çok çok sıkıcı diyorsanız buyrun monoton olmayan,sürprizi bol hayata: gece 2 kez uyanmak yerine her saat başı uyanmak ya da en iyisi daha büyük bir sürpriz olsun: gece hiç uyumamak, sabah 7 yerine 5.30'da uyandırılmak, sabah kahvaltısında çocuklardan birinin evde olmayan bir kahvaltılığa takması ve huysuzluğunun doruğuna çıkması, büyük çocuğu okula geç bırakmak ve dolayısıyla tüm gün programının sarkması, evin bebeğinin gündüz uykusundan 10 dakikada uyanması ve tekrar uyumamak için direnmesi, sabah evin toplanmasına vakit bulunamaması ve gün içinde de monotonluğun pek çok tona geçmesi evin yine toplanamaması ve annenin günün sonuna doğru sinirini evin dağınıklığından çıkarması, diş çıkaran evin küçüğünün gün boyu mızıldaması, okuldan alınan büyüğün bir önceki gece az uyuması ya da sabah erken uyanması nedeniyle okul sonrası akşam üzeri huysuzluğu, akşam yemeğinin yenmekle yenmemek arası sinir harbi ve 'hadiiiii'ler içinde yenmesi, iki uyumak isteyen ama uymak istediğinin farkındaolmayan çocuğun direnme süreçleri vs vs vs... Bu örnekler çoğalabilir, çoğaltılabilir... Bir de bunun hepimizin evinden uzak olsun mümkünse, hastalık versiyonu var, onunla ilgili örneklere hiç girmeyeceğim!

Sabah 7'de uyanıp, geceden kalma olmayınca ve bugünlük rutinimize bağlı kalıp gayet monoton :) bir gün geçirirken bunları düşündüm: Rutin güzel şey:)

16 Nisan 2014 Çarşamba

#OtizmiFarketYasamiPaylas

Geçtiğimiz hafta başında Sosyal Anneler'in Otizm Dostları Derneği (ODDER) ile anneleri buluşturmayı hedeflediği organizasyonun duyurusunu görünce hemen katılım için kaydımı yaptırdım. Otizm ile ilgili son bir yıldır, bence sosyal medyadaki annelerin de başarılı çalışmaları sonucu bir farkındalık edindiğimi düşünüyorum, ancak ilk elden dinlemek, farkındalığımı belki çevremdekilerin farkındalık kazanması için bir adım öteye taşımak için bu buluşmaya katılmak istedim. Katılımım sonrasında da "iyi ki gelmişim" diyerek ayrıldım, özellikle de her alanda ayrımcılığın yoğun şekilde yapıldığı günümüzde her türlü ayrımcılığa karşı olan ve olmaya çalışan bir birey ve iki çocuk yetiştirmeye çalışan bir anne olarak bu buluşma bana çok iyi geldi?


- çünkü çocuklarımı ayrımcı zihniyetten uzak, her türlü farklılığın zenginlik olduğunu bilerek büyütmek istiyorum.
- çünkü çocuklarımın her tür ayrımcılığa karşı sesi çıkan, ayrımcılığa karşı gelebilen bireyler haline gelebilmelerini istiyorum.
- çocuklarımın ayrımcılıkla karşılaşan insanlara karşı acıma duygusu ile bakmalarını değil vicdanlarıyla yaklaşmalarını istiyorum.
- çocuklarımın ayrımcılığa maruz kalmaları durumunda güçlü durabilmelerini istiyorum.

Bunlar kendi çocuklarım için kendi içimdeki isteklerim ve bunların gerçekleşmesi için küçük yaşlarından itibaren (şimdilik sadece Mert'e) farklılıklarla ilgili pek çok şey anlatıyorum... Ancak bir de çevremiz var, onların zihinlerinde de eğer varsa ayrımcı fikirler, onları biraz olsun değiştirebilmek, onların zihinlerinde farkındalık yaratabilmek de müthiş bir amaç... Zaten dünkü buluşmanın da bir amacı bu idi...

Gelelim Otizm ile ilgili dinlediklerime:

Konuşmacı, geçen yıl yine Nisan ayı (Otizm farkındalık ayı) içerisinde Twitter'da takip etmeye başladığım bir anne, İrem Afşin idi.

ODDER, yeni bir dernek ve sadece Otizmli çocukların ailelerinden oluşmuyor, normal gelişim gösteren çocukların ailelerinden de üyeleri var. ODDER'in öncülüğünde gerçekleştirilen "Anneler Buluşmaları" yaklaşık 1 yıldır devam ediyor.

Öncelikli olarak bugünden aklımızda kalması gereken bir sözcük var: Otistik değil OTİZMLİ ÇOCUK diyoruz ya da OTİZMİ OLAN ÇOCUK. Otistik kelimesini zihnimizden atıyoruz, çünkü kullanımında aşağılama var; yerine OTİZMLİ'yi kullanmaya başlıyoruz.

OTİZM

- Doğuştan gelişiyor. Henüz hamilelik sırasında, anne karnında tespit edilemiyor.
- Beynin ve sinir sisteminin farklı gelişen yapısından ye da işleyişinden kaynaklandığıdüşünülüyor.
- Genetik altyapıya dayanıyor.
- Karmaşık nörolojik- biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu

Türkiye'de 1 yaş sonrası (18 ay civarı) teşhis edilebiliyor,Avrupa'da 8. ayda teşhis var.

İstatistiklere bakarsak
- bugün ABD'de 0-6 yaş aralığında her 50 çocuktan biri otizmli. Türkiye'de ise maalesef sağlıklı sayısal veri yok! 0-14 yaş arası 550000 olduğu tahmin ediliyor, aileleri/ yakınlarıyla yaklaşık 2.5 milyonluk bir nüfusu direkt etkiliyor.
- dünyada son yıllarda şeker, kanser, aids dahil olmak üzere birçok hastalıktan daha fazla otizm teşhisi alınıyor.

Otizmde, eğitimle ilerleme çok mümkün ancak çoğunlukla düzelme inancının düşük olduğu gözlemleniyor.

Nedenleri:

- Otizm genetik bir rahatsızlık
- Genetik faktörler çevresel koşullardan etkileniyor, örneğin:
  • yanlış beslenme
  • çevre kirliliği
  • kimyasal maddeler
  • aşırı antibiyotik kullanımı
  • hamilelikte yanlış ilaç kullanımı
  • leaky gut aşırı geçirgen bağırsak sendromu
Nedenleri ile ilgili yanlış bilinenler ise şöyle:

Otizm,
  • çocuk yetiştirme biçimiyle
  • ırkla
  • sosyoekonomik koşullarla
  • toplumla ilgili değildir.
Çocuklarda otizmden ne zaman şühelenilmeli?
  • Annesi olarak sizinle ya da başkalarıyla göz kontağı kurmuyorsa
  • İsmi söylendiğinde veya çağrıldığında dönüp bakmıyorsa
  • Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa
  • Konuşmada yaşıtlarının gerisinde kalmışsa
  • Başkalarıyla söyleşi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğu varsa
  • Basmakalıp yineleyici ya da özel bir dil kullanarak garip konuşuyorsa veya konuşması hiç gelişmemişse
  • Gözleri sık sık bir şeye takılıp kalıyorsa
  • Anlamsız gülme ya da ağlama krizleri yaşıyorsa
  • Parmağıyla istediği şeyi işaret edip gösteremiyorsa
  • Oyuncaklarla amacına uygun oynamayı beceremiyorsa
  • Bir şarkının bir bölümünü sürekli söylüyorsa
  • Ayak parmakları ucunda odanın bir ucundan diğer ucuna koşturuyorsa
  • Düzeni bozulduğunda aşırı tepki veriyorsa
  • Kendisine ve çevresine yönelik zarar verici davranışlara sahip ise
çocuklarda otizmden şüphelenilebilir.

(Zeynep'in notu: ancak ben kişisel olarak şunu da eklemek isterim: Çoğumuz çocuklarımızın büyüme/ gelişim sürecinde pek çok sorunla, bazen çocuğun karakterinden ya da büyüme sürecinden kaynaklı sorunla karşılaşabiliyoruz. Karşılaştığımız/ karşılaşacağımız yukarıdaki herhangi bir durumda DİREKT otizm ya da farklı bir rahatsızlık şüphesine girmek de annelik sürecimizin sağlıklı ilerlemesinde sıkıntı yaratabilir diye düşünüyorum. Bu nedenle evet farkındalığımızı koruyalım, hastalıklarla ilgili bilinçli olalım ama bence öncelikli olarak çocuklarımızı çok çok iyi gözlemlediğimizden emin olalım.) 

Peki Otizmin tedavisi var mı?

Otizmin nedenleri ve yapısı tam olarak çözülemediğinden KESİN tedavisi de HENÜZ mevcut değil.

uygulanan yöntemler şöyle:

1. Biyolojik tedaviler- özellikle beslenme beynin gelişimi için çok önemli
2. Eğitim şart!- bireyselleştirilmiş özel eğitim tedavi sürecinde çok çok çok önemli. Çeşitli eğitim metodları var:

  • oyun terapisi
  • konuşma terapisi
  • resim terapisi
  • duyusal bütünleme
  • müzik terapisi- ORFF
  • AIT- işitsel terapi
  • neurofeedback
eğitimle ilgili Türkiye'den üzücü bir bilgi: Yoğun eğitim süresi gelişmiş ülkelerde HAFTADA 40 saat, Türkiye'de AYDA 6-12 saat!!

Otizm yaklaşık 1 yaş civarıteşhis ediliyor ve erken teşhis erken bireysel gelişim anlamına geliyor. Erken bireysel gelişim de erken gelişme demek oluyor.

Eğitim her vatandaş için anayasal bir hak, otizmli çocuk için ise anayasal bir hak olmanın ötesinde bir tedavi.

Ne yazık ki eğitimde en büyük sorun AYRIMCILIK! Yazılı kurallar var ancak uygulamada sorun var! Sadece okullarda değil, normal gelişimli çocukların velilerinden tanık olduğu çok üzücü konuşmaları aktarınca İrem Hanım bu yazıyı kesinlikle yazmama gerektiğine inandım. Çünkü, sadece otizmli değil tüm farklılıkları kucaklayıcı çocuklar yetiştirdiğimizde daha yaşanabilir bir ülkede, dünyada yaşıyor olacağız. Ayrımcılık her türü ile çok acıtıcı, cinsiyet için de din için de,ırk için de, fiziksel ya da gelişimsel özelliklerimiz için de! Ve ne yazık ki çocukların ayrımcılığı anne babalarının bir yansıması!

KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİ çok çok önemli... Peki nedir Kaynaştırma Eğitimi? Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitimlerini, destek eğitim hizmetleri de sağlanarak normal gelişim gösteren akranları ile birlikte resmi ve özel; okul öncesi, ilköğretim, orta oğretim ve yaygın eğitim kurumlarında sürdürmeleri esasına dayanan özel eğitim uygulamalarıdır. Daha detaylı bilgi için buradan MEB'in sayfasına bakılabilir.

ODDER, Otizmli çocukların anneleri ile biraraya gelmenin yanı sıra tüm anneleri kapsamaya devam etmeyi planlıyor. Nisan ayı, Otizm Farkındalık Ayı ve bu ay etkinlikler, buluşmalar devam ediyor:

18 Nisan Cuma 12:00-14:00 arası Birsen Başar ile Otizmin İç Sesi Beyoğlu Mısır Apartmanı'nda...

22 Nisan Salı Otizmde Beslenme Şişli Florance Nightingale'de...

26 Nisan Cumartesi 9. Anneler Buluşuyor Toplantısı; Uzman Psikolog Pınar Mermer ile "Otizmli Bireylerin Rahat Etmesi için Diğerleri Ne Yapmalı?" saat 13:00'te Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde...




12 Nisan 2014 Cumartesi

uykusuzken ben, ben degilim!!

Dun sabah "uykusuzken ben, ben degilim" diye attigim tweet ile gune basladim! Zaten bir onceki gunu de pek sonlandiramamistim!!!

Oncesindeki iki gece guguk kusu gibi saat basi uyanan Ipek, dun sabaha baglanan gece, tarihinde ilk defa neredeyse butun gece uyumama rekorunu kirdi!

Saat 1 civari gece uykusundan uyanan Ipek Hanim butun gece sut emmek, kucakta durmak ve mizildanmak uzere kendince tercihlerini bana dikte ettirdi! !! Arada kendince uyudu!! Tabii ki kucagimda!!!

Tam olarak yataginda uyudugunda saat 6'ya geliyordu!!!

Eh Mert de 8'e dogru uyaninca ve Ipek de uyanmak için ufacik bir sesi bile bahane olarak kullanabilince bizim evde gun baslayiverdi... hem de Ipek'in butun gun surecek vizildamalariyla!!!

Sanirim Ipek'in 3. dişi yolda... gelecek daha 25 dis oldugunu düşündükçe  sanirim uykusuzluga daha dayanikli bir hale getirmeliyim kendimi, cunku gercekten "uykusuzken ben, ben degilim!" Huysuzum, hem de cooook!!!

Ha bi de şu dişlerle bi' anlaşma yapabilsem: cikma günleri mümkünse evin baba kişisinin şehir dışında olmadığı gunlerde olsa....





11 Nisan 2014 Cuma

Sinebebe ile bebekli sinema keyfi :)

Birkaç haftadır yazmak isteyip de araya başka işlerin,sonra üzücü pek çok konunun girmesi sonucu yazmaya elimin gitmediği bir başlığım daha var, onu da bugün paylaşayım daha da geciktirmeyeyim istedim.

25 Mart günü,2 anne, biri 8 aylık, biri 11 aylık 2 bebekle sinemaya gittik. Nasıl mı gittik, hemen paylaşayım:

Başka Sinema, Sinebebe adı ile sadece bebekli annelere özel film seansları sunuyor. Salonda bebek arabası serbest, bebeklerin ağlaması, uyuması, oyuncakları serbest:) Biz,Başka Sinema'nın bu uygulamasını duyunca hemen kendimizi Kadıköy Rexx'e attık,arkadaşım Tuba ve benim için izleyeceğimizfilmin ne olduğunun galiba bir önemi yoktu, önemli olan bebeklerle birlikte sinemaya gidebilme lüksünü yaşaycak olmaktı."Şarkı Söyleyen Kadınlar" isimli filme gittik, biletlerimizi aldık,salona girdik, sanki daha önceden tanışıyormuşuzcasına film başlayana kadar salondaki annelerle sohbet ettik.Eh ortak noktamız bebekler ve bebeklerle sinemaya gelme isteği olunca sohbet etmemek mümkün olmazdı sanırım...

Film başlamadan önce görevliler bize filmi, ışıklar açık mı kapalı mı izlemek istediğimizi sordu, bebekleri için bir ses ayarı yapıldı, filme 10 dakika ara vermek isteyip istemeyeceğimiz soruldu ve tüm yorumlarımız sonrasında salon karanlık, filmin sesi ortalamada ve 10 dakika aranın olmasına karar vererek film başlatıldı.

Karanlıkla birlikte hafif mızıldamalar oldu, bir süre sonra ise sessizlik... Sonra ara ara minik mızıldanmalar ya da ağlamalar, derken film araya girdi... film başladı, ara verildi vs derken bence esas ilginç olan şu oldu: filme kaç kişi başladıysak o kadar kişi filmi bitirdik. Kimse, yaygarayı koparan bebeği nedeniyle stres olup salondan kaçmadı yani:)

Benim bu uygulama ile ilgili yorumum şöyle oldu:

Normal bir zamanda, normal bir seansa bebekle gitmeye kalkışsak ne olur? Bebek mızıldadığında biz etrafı rahatsız ettiğimiz düşüncesiyle gerilmeye başlarız, bir mızıldama, iki mızıldama, arada bir çığlık derken kendimizi bebeğimiz kucağımızda saloonun dışında buluruz... Sinebebe'de ise durum daha farklı,  bir kere anne olarak ben çok rahatım, çünkü İpek istedği kadar mızıldayabilir, ağlayabilir; çünkü birazdan arka sıradaki bebek de aynı gürültüyü çıkartma potansiyeline sahip:) Ben rahat olunca ne oluyor peki? Bebek de rahat oluyor, iki mızıldanıyor, sonra sütünü emmeye başlıyor, zaten salon karanlık, e film de aksiyon içerikli, gürültülü bir film değil; bebekler mışıl mışıl bir uykuya dalıyor. Sonra bir bakıyorsun salonda çıt çıkmıyor,çünkü hepsi uyumuş:) Biz de keyifle filmimizi izliyoruz...

Sinemaya girerken Tuba, "biz çocuklara TV izletmiyoruz, burada maruz kalacakları ışık, görüntü acaba onları rahatsız etmez mi?" diye o an aklına gelen soruyu sordu;sonra da rahatsız olacaklarını düşünürsek çıkarız diye konuyu neticelendirdik. Ancak Sinebebe'yi tecrübe edince gördük ki çocukları rahatsız eden bir görüntü, ışık vs olmuyor çünkü bebekler uykuya dalıveriyorlar annelerinin kucaklarında ya da pusetlerinde...

Sinebebe, 12 aylığa kadar olan bebekli anneler için. 12 aya kadar olan bir bebeğiniz varsa ve yolunuzu Kadıköy ya da Beyoğlu'na düşürmeniz mümkünse mutlaka deneyimlemenizi öneririm, keyifli ve düşünceli bir uygulama olmuş. Ben kendi adıma çok teşekkür ederim Başka Sinema ekibine:)

Bu arada gösterimler devam ediyor, buradan Başka Sinema'nın takvimini takip etmek mümkün...

E, keyifli seyirler o zaman... Bebeklere de iyi uykular... :)))