7 Mart 2016 Pazartesi

Bir Doğum Günü, Annelik ve Çocukluk yazısı...

Yine bir mart ayı, yeni bir doğum günü heyecanı derken; daha 8 Mart gelmeden, bundan 6 yıl önce bu zamanlarda Mert halen daha karnımdayken biz cumartesi ve pazara 2'si Mert'in  dogum günü kutlaması olmak üzere 3 kutlamayı ve bir "anne-baba" seminerini sığdırdık! Pazar gecesi itibariyle şu anki durumum duygusal olarak yo(rg/ğ)un!

Bir dogum gunu pastasi tabii ki cocuklarla yapilir!😂



İpek'in bana annelik yolculuğumda öğrettikleri/ bana sağladığı kolaylık/ yaşattığı zorluk farklı, Mert'in farklı; çünkü ikisi birbirinden farklı iki karakter... Ancak şu bir gerçek ki anneliğin her yaştaki yansımasını öncelikle Mert'le geçtiğim için birbirimizi eğitiyormuşuz gibi hissediyorum. Sonra o açılan yoldan sanki İpek daha kolay geçiyor... Bir yandan da şöyle bir başka gerçek var: İpek, Mert'in açtığı yoldan geçiyorsa evet daha kolay geçiyor ama eğer kendine ait bir başka yol açıyorsa beni oldukça zorlayabiliyor; belki kendimce "bu sefer daha rahat olacak" dediğim ne varsa kendi yolunu yaratıp beni şaşırtabildiği içindir! Sonuçta ise:  oğlumla ve kızımla olan annelik yolculuğunda, her an kendi çocukluğumu da yeniden yaşıyor ya da sorgulayabiliyorum; bugünün izlerini oralarda arayabiliyorum!

Bu hafta sonu da ne garip ki hiç planımda yokken bu arayışın tam ortasında buluverdim kendimi! Bir yandan arkadaşları ile kutlayacağı doğum gününün heyecanı ile duygu karmaşasının ortasında yer alan bir "6 yaş" ve bu doğum günü heyecanının tam ortasında kendi doğum gününe henüz çooook zaman olduğunu net bir şekilde anlamış ama  bir an önce kendi doğum gününün gelmesini buyuran bir "2,5 yaş" zaman zaman duygularını en tepede yansıtabildiler son 48 saatte! :) Bense kimi zaman bu duygu patlamalarının tam ortasında, kimi zaman 6 yaş grubu çocukların çok sevgili anneleriyle, kimi zaman Kerem ile, kimi zaman da kendi kendime sordum, sorguladım, düşündüm kendimi, anneliğimi...

Pazar sabahına "kaçırmamalısın!" denilen bir seminere Kerem'i de sürükleyerek başladım... Anne- baba olarak çocuklarımızın karşısında duruşlarımızla ilgili, girdiğimiz roller, tutunduğumuz tavırlarla ilgili çok çok etkileyici bir seminerdi. Maalesef burada uzun uzun yaz(a)mayacağım; zira buraya yazmak isteyeceğim pek çok şeyin seminerini dinlediğimiz Doç Dr Azmi Varan'ın konuşmasının yanında o kadar sönük kalacağını düşünüyorum ki mutlaka takip edin ve yakalayabiliyorsanız bir seminerini dinleyin diyebiliyorum. Aslında iki bölümlü bir seminerin biz ikinci bölümünü dinlemiş olduk, ilk bölümü bir önceki hafta gerçekleşmişti.


Çocuklarımızla ve aslında çevremizdeki herkesle olan iletişimimizde içimizde var olan 3 kişilik ile ilgili konuştu Azmi Bey: Ebeveyn(lerimiz), Yetişkin (şu anki biz) ve Çocuk(luğumuz)... Ebeveyn ikiye ayrılıyor: Bakım / şefkat veren ebeveyn ve eleştirel ebeveyn; çocuk da üç bölüme ayrılıyor: Doğal çocuk, uyumlu çocuk ve isyankar çocuk... Çocuklarımızla iletişimde ne kadar bakım veren ebeveyn, yetişkin ve doğal çocuk bileşiminde kalabiliyorsak çocuğumuzu o derece az örselemiş oluyoruz... Bir diğer deyişle ne kadar eleştiren ebeveyn, uyumlu çocuk veya isyankar çocuktan anne/ babalık yapıyorsak çocuğumuzu o derece çok örseliyoruz! Çocuğumuza çocuk egomuzla anne babalık yapmak ne demek ilk bakışta pek anlaşılmıyor belki böyle yazınca; kısaca bir örnek vereyim: biz çocuğumuza bakım verecekken onun bu sorumluluğu almasına zorlamamız, yani "offf bu babanla ne yapacağım ben bak yine beni ne kadar üzdü!!" gibi çocuğun sorumluluk alanının çok dışında, bizim yetişkin dünyamızda çözmemiz gereken sorunları çocuğa taşımamız! Ya da küçük kardeşinin sorumluluğunu tamamen büyük kardeşe vermemiz ya da ev işlerinin sorumluluğunu çocuğumuza vermemiz gibi! Bu durum daha çok çok çocuklu, gelir düzeyi düşük ailelerde görülebiliyor!

Her çocuk doğuştan "Doğal Çocuk". Eleştiren ebeveyn çocuğa "sen OK değilsin!" mesajını veriyor ve çocuk kabul görmek için ya uyumlu çocuğa dönüşüyor ya da isyankar çocuğa... Uyumlu çocuk, anne- babanın, öğretmenin hatta devletin istediği çocuk ama kendi değil! Uyum, çocuğun baskıya uyumu aslında! İsyankar çocuk da uyumlanmayan ve bu baskıya/ eleştiriye isyan eden çocuk oluyor; yani skalanın diğer ucu...

O kadar nefesimi tutarak dinledim ki Azmi Bey'i, akşam Kerem'le oturduk çocuklarımıza davranışlarımızı, kendi çocukluklarımızın bugüne yansımalarını, çocuklarımıza ne zaman, hangi "ben" ile yaklaştığımızı uzun uzun konuştuk... Bana çok ama çok iyi geldi; ama Azmi Bey'in de dediği gibi "değişim zordur! değişim için önce niyet gerekir!" Semineri dinledik, iyi geldi, düşündük demek değil; gerçekten bir dönüşüm başlatmak önemli, ben "çocuklarıma bağıran, eleştiren ebeveyn" olmak istemiyorum! 35 yaşımda "yetişkin" egosu ile çocukları ile iletişimde olan bir anne olabilmek istiyorum; en azından onlarla geçirdiğim sürenin çoğunluğunda! 65 yaşıma geldiğimde (umarım!) onlar da kendi çocukluklarını sorguladıklarında (ki mutlaka her insanın sorgulayacak bir şeyleri olacaktır dedi Azmi Bey :) ) eleştirel bir anne tutumu ile beni anmalarını, hatta hatta suçlamalarını istemem! Hem kendi mutlulukları için hem de benim mutluluğum için :))

Çocuk sahibi olmak ya da olmamak hayat içinde bir tercih; pek çok zorluğu da güzelliği de beraberinde getiriyor... Ancak şöyle bir gerçek var ki çocukla birlikte insan kendi çocukluğuna bir parça ışık tutmaya başlıyor, belki de çocuğu olana kadar hiç aklına gelmeyen/ hiç önemsemediği çocukluk hikayeleri bir anda çok büyük önem arz ediyor! Sanki çocuklarımız kendi yaşam örgülerini oluştururlarken bize de kendi örgülerimizdeki ilmek hatalarını / ip kaçıklarını gösteriveriyorlar!!! İlla kendimizin doğurması da gerekmiyor sanki, birlikte yaşadığımız, büyümesine eşlik ettiğimiz her  bir çocuk aslında daha iyi birer insan olabilmemiz için bizlere sunulmuş birer şans olabilir mi bu hayatta?

8 Mart'a 1 kala: "iyi ki doğdun benim canım oğlum"...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder