14 Ocak 2014 Salı

Anne Baaak 1 yaşında:))


Geçen sene dün Anne Baaak'ı oluşturup "bir annenin kendince notları" diyerek Mert'le birlikte olan hayatımızı, 2. hamileliğimi, sonrasında da İpek'in aramıza katılmasıyla iki çocuklu anlarımızı yazmaya başladım...

Bakalım yazabilecek miyim, devam ettirebilecek miyim dedim ama her yazı yazmaya devam etmemi sağladı... Ne için yazıyorum dediğim her an kendim için,hatırlamak için, Mert'le İpek büyüdüğünde çocukluklarını okuyabilmeleri için dedim...

33 yaşındaki ben, 4 yaşına yaklaşan oğlumu, henüz yarı yaşına gelmek üzere olan kızımı 1 yaşındaki bloguma "bir annenin kendince notları" diyerek yazmaya devam ediyorum... Keyifle...




4 Ocak 2014 Cumartesi

Alternatif Egitim uzerine Finlandiya örneği... *

2 hafta önce Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminere katıldım, konusu: “Açık Alanda Eğitim ve Orman Anaokulları”. Finlandiya’da yaşayan çevre eğitmeni ve okul öncesi uzmanı Gaye Amus bize açık alanda/ doğada eğitimin yararlarını anlattı ve orman anaokulları ile ilgili Finlandiya’daki deneyimini paylaştı.

Ben böyle bir seminere neden gittim? Nedeninden önce şunu söyleyeyim, genelde dinleyici kitle anaokulu öğretmenleri, yöneticileri ve benzeri eğitmenlerden oluşuyordu, sadece “anne” kimliği ile katılan başka bir katılımcı var mıydı bilmiyorum. Bu seminere gitmek istedim çünkü içinde bulunduğumuz eğitim sisteminden ben öğrenciyken de memnun değildim, kaldı ki arada geçen 20 civarı senede eğitim sisteminin / sürecinin ve eğitime bakış açısının ne yazık ki geriye gittiğine inanıyorum. (Bunun nedenleri ayrı bir yazı konusu olur, bir gün onu da yazarım belki… ) Bu nedenle çevremde duyduğum alternatif eğitim şekillerini, süreçlerini, sistemlerini merakla takip ediyorum, dinlemeye/ okumaya çalışıyorum.
“Orman okulları” diye bir kavramdan ilk olarak yaklaşık 2-3  ay önce Mert’in yeni okuluna oryantasyon süreci devam ederken bir arkadaşımla beraber bir kitapçıda rastladığımız Mikado Çocuk’tan çıkmış olan “Benim Anaokulum” adlı kitap sayesinde haberdar olmuştum. Kitabı alma nedenim içinde anlatılan bir günün Mertlerin bir gününe benzemesiydi, böylece oryantasyon sürecinde işime yarayabileceğini düşündüğüm bu kitabı aldım. İçindeki bir sayfada da çocukların arada sırada ormanda yer alan doğa okuluna gittikleri yazıyordu. Okurken ilginç gelmişti böyle bir yaklaşım.

Neler dinledik Gaye Hanım’dan kısaca özetlemeye çalışayım:
Gaye Hanım, sunumuna başlarken dinleyicilere çocukları ayda bir ormana, ayda bir parka, 2 haftada bir ormana, 2 haftada bir parka, her hafta ormana, her hafta parka, her gün ormana ve her gün parka götüren kaç kişinin olduğunu sordu. Sorularda aydan güne geldikçe kalkan el sayısı azalırken ormana gitmekle ilgili sorularda parka göre kesin ve net bir şekilde daha az el kalktı. “e İstanbul işte” gibi bazı mırıldanmalar duyuldu arada…

Sonra açık havada eğitim ve orman anaokullarını 4 ana başlık altında anlattı ve bunların önemli olduğunu belirtti:
1.       Çevre
·         Eğitimin çoğu dışarıda gerçekleşiyor. (Zeynep’in notu: örneklenen anaokulu Helsinki’de Üniversite bölgesinde bir okul, alışık olduğumuz şekilde bir okul binası var, ancak alışık olmadığımız tarafı bahçesinin sadeliği ve haftanın 4 günü sabah buluşmasını okul binasında yaptıktan sonra yaklaşık yarım saatlik yürüme mesafesinde gittikleri ve günün büyük kısmını geçirdikleri orman)
·         Hava koşulları hangi şartlarda olursa olsun dışarıdalar.(Zeynep’in notu: örnek verilen ülke Finlandiya, dikkat çekmek isterim) -15 derece resmi rakam, yani -15 dereceye kadar dışarı çıkıyorlar. Yoğun bir fırtına olduğunda güvenlik önlemler alınarak dışarı çıkıyorlar yahut durum değerlendirmesi  yapılarak karar veriliyor ormana gidip gidilmeyeceği. Yağmur yağarken de ormana gidiliyor.
·         Geziler de yapılır bu okulda, öncelikli olarak da doğa gezileri
·         Orman ve bahçe ön planda
·         Doğa anaokullarında okulun bahçesi küçük ve sade (Zeynep’in notu: Bizim genelde alıştığımız sonradan yapma bahçeler, bahçesinde bir sürü plastik oyuncak vs yok; kumluk ve ağaçlık bir alan resimlerden gördüğümüz)
·         Ana yaklaşım şu: “okulun içinde yapılan her şey dışarıda da yapılabilir.”
·         Serbest oyun zamanları var, hatta çocuklar zamanlarının çoğunu serbest oyun şeklinde geçiriyor.  Bu oyun zamanlarında doğada buldukları malzemelerle oyun kuruyorlar. “Açık alanda olmak yaratıcılığı körükler” diyorlar.
·         Finlandiya’da  7 yaşına kadar okumayı öğrenme zorunluluğu yok, önemli olan oyuna odaklanmak. (Zeynep’in notu: ancak çevrelerinde herkesi bir şey okurken gördüklerinden dolayı okumaya ilgileri yüksek)
·         Okulun en küçüğü 2 yaşında ve 2 km yürümüşlüğü var J
·         Her zaman bir şey yapmak zorunda değiller, bir ağaç kovuğuna oturabilir ve diğer çocukları izleyebilirler ya da sadece dinlenebilirler.
2.       Esnek Parçalar (looseparts) :
·         Mimar Simon Nicholson’un geliştirdiği bir teoridir, esnek veya “dağınık” parçalar. Richard Louv da bunu “Doğadaki son çocuk” kitabında ele almıştır.
·         Çocuklar tek başına hiçbir şey ifade etmeyecek parçaları bir araya getirip oyun kuruyorlar.
·         Bahçede 3 hafta boyunca parça parça devam eden bir evcilik oyunu oynamışlar örneğin. Her gün oyuna yeni bir malzeme eklenmiş.
3.       Dayanıklılık (Resilience) :
·         Çocuklar birçok zorluk karşısında güç toplayıp yoluna devam edebilmeyi öğreniyor.
·         Risk alabilmeyi öğreniyor.
·         Fin kültüründe 3 yaş itibariyle çocuklara bıçak kullandırtıyorlar. Bizdeki “dur kesersin, dur düşersin” yaklaşımından farklı tabiiJ(Zeynep’in notu: biz de Mert’e keskin olmayan yemek bıçaklarını kullanabileceğini ancak dikkat etmesi gerektiğini söyleyerek başlamıştık sanırım 2.5 yaşındaydı o zamanlar; hatta aynı dönem babası ile birlikte tamir yaparlarken tornavida kullanmaya da minik minik başlamıştı. Burada bizim en temel kuralımız “elinde sivri, kesici bir şey varsa koşma” tabii bu yaklaşımımıza çevremizde irili ufaklı tepkiler olmadı değil!!)
4.       İşbirliği (collaboration):
·         Okulun yaklaşımında işbirliği, rehberli etkinlikler ve geleneksel oyunlar ön planda. (Zeynep’in notu: sunum sırasında izlediğimiz kısa bir videoda çocuklar kertenkelenin kuyruğu diye bir oyun oynuyorlardı. Arka arkaya dizilmiş bir grup bir çocuğun nünde duruyor, gruptakilerin hepsi bacaklarını A harfi gibi açıyor, çocuk da yerde kertenkele gibi sürünerek) sıranın en sonundaki çocuğun bacaklarının arasından geçtikten sonra ayağa kalkıyor ve sıranın en sonundaki çocuğun arkasına takılıyor, Böylece sıra uzadıkça uzuyor, kıkırdamalar, gülüşmeler arttıkça artıyorJ)
·         Veli katılımı çok önemli. Anaokuluna kayıt sırasında veliler hangi konuda okula destek verebileceklerini beyan ediyorlar. Veliler için gruplar var, böylelikle örneğin bahçeyle ilgilenen velinin bahçe işlerinde gönüllü olması veya gitar çalmayı bilen velinin bu yeteneğini etkinliklerde paylaşması sağlanıyor.

Diğer öne çıkan noktalar

Gaye Amus’un çalıştığı doğa anaokulunda
·         Çocuklar haftanın 4 günü dışarıdalar, 1 günü okul içindeler. Her gün bahçeye çıkarlar.
·         Yemeklerin hepsi organik.
·         Sanat etkinliklerini hem içeride hem de dışarıda yapıyorlar.
·         Çocuklara sıklıkla keşif fırsatları sunuluyor. Örneğin akşamdan bir buz kalıbına su dolduruyorlar ve bahçede bırakıyorlar. Sabah geldiklerinde kalıptaki suların donduğunu görüyorlar.
·         Okul haftanın 5 günü açık ve sabah 7’de girişler başlıyor, herkes geldikten sonra 8’de bahçeye çıkılıyor, akşam üstü 5 çıkış saati.
·         “Doğada evde olmak” prensipleriyle çalışan bir anaokulu.
·         2&3, 4&5, 6&7 yaşlar ayrı gruplardalar ama haftanın bir günü ormana gitmeyip  okulda kaldıklarında hep birlikte bahçedelerdir.
·         Bu okullardan Finlandiya’da 10 kadar varmış. Almanya’da 450 kadar, İsveç’te 190 kadar…
·         Bizim dinlediğimiz bu okul bir devlet okulu değil, özel okul. Ancak artık devlet de bu yaklaşımı desteklemeye başlamış. Devlet okullarındaki öğretmenlerin eğitilmesi için özel kurslar sağlanılıyor, pek çok devlet okulunda öğretmenler haftada bir ormana gidiyorlar.
·         Fotoğraf makinesi, kamera ve öğretmenlerin not defterlerine aldıkları notlar ile çocukların gelişimleri paylaşılıyor.
·         Müfredat- diğer anaokullarında nihayetinde ulaşılması beklenen,çocuğun gelişimini takip etmeyi sağlayan hedefler neyse bu okullarda da aynı sadece yöntem farklı.
·         Gidilen orman mutlaka önceden öğretmenlerce kontrol edilerek belirlenmiş bir alanı kapsıyor, orman anaokulunun kuruluş aşamasında da mekanın güvenli olup olmadığı önceden test ediliyor.
·         Ormanda hep aynı bölgeyi kullanıyorlar, hep aynı yeri kullanmak hem güvenlik açısından daha uygun hem de aynı yere gitmek çocuğa güvende duygusu veriyor.
·         Finlandiya’da 3 yaş üstü her 7 çocuğa 1 öğretmen, 3 yaş altı her 4 çocuğa 1 öğretmen düşüyor.
Benim bu seminerden aldığım notlar bunlarla sınırlı ama yaşananların, çocukların deneyimlerinin sonsuz olduğu muhakkak.  Bu şekilde okullar yurt dışında var bizde neden olmasın diyorum, yapmak istenirse yapılabileceğine inanıyorum. Mutlak bu okullardan yapılmalı, bizde de olmalı gibi bir yargım yok; ha tabii olsa, çoğalsa ne de güzel olur. Ama söylemek istediğim şu:
Bu okullar yurt dışında genelde büyük şehirlerde çocukların doğayla yeteri kadar iç içe büyümemeleri sonucu kurulmuş okullar olabiliyormuş. İstanbul’un da doğa, çevre anlamında durumu hepimizce malum… Belki eğitim yaklaşımlarımızın okullar bünyesinde değişmesi, çeşitlenmesi zaman alacaktır ama bizler bireysel olarak çocuklarımızı daha çok doğa ile bir araya getirebiliriz. Hala İstanbul’da ormanlar var, hala parklar var, deniz kenarı mevcut… Yazın yazlıklarda olan çocuklar hep yaz sonu bana büyümüş olarak gözükür. Neden? Doğayla, denizle, ağaçla, doğal malzemelerle, kumla, toprakla, suyla iç içe oldukları için…
Son olarak da kış aylarında olduğumuz ve neredeyse her çocuklu evde hastalığın kol gezindiği bu günlerde ben dışarılarda olmanın, temiz havanın, doğanın hastalıkları kışkışlayıcı tarafı olduğuna inanıyorum ve hemen sloganımı atıyorum: “kötü hava yoktur, kötü giyinmek vardır!” J Unutmayın, yukarıda bahsettiğim örnek Finlandiya’dan J


Kısa bir not: Seminerin sonunda Gaye Hanım, doğada eğitim ve orman anaokulları ile ilgili seminerler ve atölye çalışmalarının ileriki tarihlerde olabileceğini belirtti. İlgilenenler http://www.dogadaogreniyorum.org/ adresini takip edebilirler.

* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.

1 Ocak 2014 Çarşamba

bir 31 Aralık yazısı...

Hastanede bugün 7. günümüz ve bugün tarih 31 Aralık 2013 saat 08:53... Biraz önce doktorumuz geldi İpek'i kontrol etti, iyileşme sürecinde olduğunu söyledi ve fakat henüz eve gitmek konusunda aceleci davranmamamız gerektiğini de belirtti ki zaten bir acelemizin olmadığını çünkü evde de ağbi kişisinin Influenza A nedeniyle hasta olduğunu belirttim!! Evet İpek düzelme eğrisinde, Mert yeni bir virüsle karşımızda...

İçimi dökmek adına yazmak istedim ama "hala hastanede misiniz?" "ne Mert tekrar mı hasta!" gibi olası cümleleri cevaplamaya artık takatim kalmadığından yazıyı daha sonra yayınlamak üzere burada uykuya bırakıyorum.

Dün akşam üstü Kerem, Mert'in hiç huysuzluk yapmadan arabada uyuyakaldığını söyleyince aklıma ve dilime ilk gelen bu çocuk Influenza A olmuş olmasın!Duyan da sanacak ki 6 yıl tıp eğitimi üzerine çocuk pediatrisi, göğüs hastalıkları ve solunum uzmanlığı ve tabii ki psikoloji uzmanlığım, doçentliğim ve bilimum titrim var!!! Evet bunların hiçbirine sahip değilim, ama şu anne hissiyatı var ya, hah ben ondan korkmaya başladım artık! Kafamda "etraf Influenza A kaynıyor Mert kapmaz inşallah" derken ben mi bu hastalığı istemeden çağırdım yoksa geleceği vardı da geldi mi bilmiyorum ama ben bu anne hissiyatını susturmak istiyorum!!

Kerem dur bi'uyusun dinlensin bakalım derken eve gelip Mert'i kucaklayıp eve çıkardığı süre içinde ateşi bir anda 39.6'yı bulmuş Mert'in... Hızlı bir duşun ardından ateş çok da fazla düşmeyince yine doktorla bir telefon trafiği sonucu akşamın 7'sinde Anadolu-Avrupa geçişi yemyeşil gözükürken Kerem, Mert'i hastaneye getirdi... Dün akşam bi'ara hepimiz hastanedeydik ancak taşıdığımız virüs farklılıkları nedeniyle biraraya gelmedik!

Mert, kontrol edildi, tahlilleri yapıldı ve BİNGO! Influenza A! Bilgi Kütüphanemize yeni bilgiler de ardı ardına eklenmeye başladı:
  • Influenza A, bir grip çeşididir korkmayın!
  • Domuz gribi, Influenza A'nın bir çeşididir. Domuz Gribi olup olmadığını anlamak için 24 saatteki ateşini izlemek gerekir!
  • Domuz gribiyse de korkmayın! (peki biz niye 4 sene önce ben Mert'e hamiliyken deli bir domuz gribi salgınından çok feci korkuyorduk???- bununla ilgili hastalık daha bilinir oldu tedavi edilebiliyor diyen de var, hastalık mutasyona uğradı diyen de var, aslında 4 sene önce de böyle bir enfeksiyondu ancak bağışıklık sistemi çok güçsüz kişilerde ölüm vakaları yaşandığı için çok korku saldı diyen de var)
Dün akşam hastane çıkışı Kerem, nöbetçi eczanelerden tamiflu arayışına geçti, domuz gribi olasılığına karşı... Sabaha karşı Kerem'le konuştuğumuzda Mert'in ateşinin bayağı düştüğünü söyledi, bakalım bugün izlemedeyiz..

Peki ben bu arada ne hissettim? Hayatımda ilk defa "anne"liğin parçalanmak olduğunu hissettim. Daha önce Mert ne yaşarsa yaşasın yanındaydım, hasta olduğu her gece ona sarıldım, "geçiyor anneciğim" diyebildim. Dün akşam, endişeye gerek yok, bu ara bu virüs çok sık gözüküyor 3 gün içinde de geçiyor çoğunlukla dense de ben kendimi bir anne olarak "çocuğunu yalnız bırakmış" hissettim. Belki de Mertişimin gözünde "İpek hasta annem onun yanında ben hastayım benim yanımda değil" diye düşündürttüm! Yapacak hiçbir şeyim yok tabii, İpek'i ikinci bir virüsten de korumamız gerek, daha henüz zatürrenin etkileri yeni geçmeye başlarken; ama duygularım bunlardı, değilmiş gibi yapamayacağım! 

Kerem'in Mert'e "babacığım ateşin var, hastaneye gitmemiz gerkiyor" gibi bir şeyler söylediğinde Mert'in "annemlerin olduğu hastane mi?" diye sorup "evet" yanıtını alınca içten içe "annemle birlikte olacağım" diyerek hasta olduğuna sevindiğini bile düşünüyorum. Hastaneden eve gönderdiklerinde ve biz görüşemediğimizdeki kendi çocuk dünyasındaki hayal kırıklığını tahmin edebiliyorum...

Amacım duygu selleri falan yaratmak değil, ne zorunlu ayrılıklar yaşayanlar var biliyorum ama işte minik kızım bir yerde minik oğlum bir diğer yerde hasta ve bendeki "anne hissiyatı" derinleştikçe derinleşti...

Dün Twitter'da "Normal, sıradan, rutin, basit... Bunlar sıkıcı bir hayatın sözcükleri gibi gelebilir ama bir süre yok olunca ne kadar değerli oldukları anlaşılıyor" yazmıştım, bir kez de burada yinelemek istedim. Çocuklar neden rutini sever, neden bir adım sonrasında ne olacağını bilmek onlara güven verir işte bu tip durumlarda daha iyi anlıyorum... Akşam 7'den sonra İpek ve Mert'i uyku sırasına sokmanın, Mert'e yatakta kşitap okumanın, sabah okula yetişme telaşının, eve gel İpek'i uyut, uyansın, evde yemek ne var, hadi dışarı, hadi Mert'i okuldan al,eve gel rutininin güzelliğini hiçbir şeye değişmem, kesin net :) 

Sonuç: herkese herkese herkese sağlık sağlık sağlık diliyorum!!!

Sonraaaaa...

Arsız tipler, sevgisiz insanlar, mutsuzlar, etrafına mutsuzluk saçanlar, yalancılar, hırsızlar, kısacası kötüler gitsin rehabilite olsun, olamıyorsa da gitsin ve gelmesin!!!

Yani... 2014, iyi insanların yılı olsun.. Sevenler her daim birbirleriyle olsun... Anneler, babalar çocuklarına, çocukları anne babalarına sarılsın...

(Zeynep'in notu: Biz bugün yani 1 Ocak itibariyle hastaneden çıktık, evdeyiz; evde olmak süper ve tabii ki hastaneyle kıyaslandığında daha yorucu!!! Herkese tekrar tekrar sağlıklı seneler ve bu bir haftadır bizleri merak ederek arayanlara çok çok teşekkürler:))

29 Aralık 2013 Pazar

Her şeyin başı sağlık

Ülkede 17 Aralık'ta birinci 25 Aralık'ta ikinci dalga şoklar yaşanırken bizim evde de 17 Aralık'ta birinci çocuk 25 Aralık'ta ikinci çocuk virüs savaşları boy gösterdi!

Mert'in ateşlenmesi ve evde geçirdiğimiz benim"imtihan" deme cahilliğinde bulunduğum yazıyı burada paylaşmıştım. Mert 3 gün ateşli sonraki 2 günde ateşsiz olarak 5 günlük bir dinlenme dönemi sonrası geçen pazartesi doktor kontrolüne giderken yanımızda bu sefer baş rolde İpek vardı.

Olaylar kısaca şöyle seyretti:

ateş ve hafif öksürük -- tahlilde de çıkan RSV (edit: hemen açılımını da yazayım - Respiratuar Sinsiyal Virüs-yani solunum yolu enfeksiyonuna yol açan bir çeşit virüs- müş) -- İpek'in nebulizatör ile tanışması -- 2 gece sürekli inip çıkan ateş ve öksürük --- Çarşamba günü sürekli uyuma hali ve emmeyi reddetme ve en önemlisi kesik kesik soluma

Çarşamba sabahından öğleden sonraya hastalığın seyri inanılmaz hızlı oldu, saat 3 civarı doktorumuzla görüşüp benim harekete geçişim de aynı ölçüde hızlıydı:

hemen hastaneye gidin talimatı sonrası 10 dakikada toplanıp 20 dakikada Köprü geçerekten hastaneye nasıl vardığıma hala inanamıyorum... 

Kerem toplantıdaydı, ona ulaşamayınca Mert'in okuldan alınma işini ablama, okulda oluşabilecek krizin çözüm işini de Kerem'e pasladım... Mert'e sabah söz vermiştim, Cuma günü okulda yapılacak olan yılbaşı partisinde çekilişte ona çıkan arkadaşına vermek üzere bir kitap alacaktık ve bunu  o gün okul çıkışı yapacaktık! Ama kitap almaya gitmeyi bırak Mert'i almaya dahi gidememem başlı başına bir kriz oldu!

Hastaneye gelip İpek'i kontrol ettirince öksürüğün Akciğerlere indiğini söyledi hastanedeki doktorumuz.  Ben de "yani bir adım sonrası zatürre mi?" diye sordum, doktorumuz: "zaten şu anda orta şiddette zatürre geçiriyor bebeğiniz!" dedi... O an bütün kötü senaryoların beynimde dolaştığını çok net hatırlıyorum!  Doktorla konuşmamızdan en net aklımda kalan cümle "bu hastalık çok hızlı gelişir, yavaş düzelir; önce bir yükselen eğri çizecek peak noktasına gelecek ve bir süre bu noktada düz seyredecek sonra aşağı iniş başlayacak; ancak bunların kaç gün sonra olacağını söylemek zor!" idi. Ben o anki korkuyla "hayati tehlikesi var mı?" "ben nerede sorumsuz davranmış olabilirim?" gibi sorular da sorduğumu hatırlıyorum.

İpek'i hemen ilaç vermek için bir odaya aldılar, o sırada serum takılmıştı sanırım, yatış yapılacak denildi, bir sürü o sırada ne olduğunu anlattıkları ama benim kesinlikle ne olduğunu anlamama imkan olmayan kağıtlar imzaladım, arada akciğer sintigrafisi çekilecek denildi, çekim odasında 30 saniye süren bir film çekildiğini hatırlıyorum ve en son odaya yatışımız gerçekleşti...

Şimdi yazarken bile yoruldum o an resmen uyuşmuşum robot gibiydim...

Neyse Çarşambadan beri hastanedeyiz, bugün ilk kez evden bilgisayarımı istemeyi akıl ettim... 5 gündür en yakın arkadaşım telefonum oldu... İpek sürekli uyuduğu için aslında ben sadece başında bekliyorum, arada emziriyorum ve hemşireler İpek'e ilaç verirken onlara yardımcı oluyorum. 

Bu arada telefon aramalarına yüzde yüz cevap veremiyorum ama her türlü yazışmaya mutlaka yanıt verebiliyorum; arayan, yazan, soran herkese de çok teşekkür ediyorum...

5 günün sonunda ne durumdayız? Dünden beri solunumda düzelme var, 2 gündür ateş yok; bunlar bizi sevindiren gelişmeler... Düne kadar sürekli uyumak isteyen İpek, bugün uykuya biraz daha direnir oldu, çocuklarımın uykuya direnmesine sevineceğimi biri söylese inanmazdım ama evet normal hayatın bir parçasını görmek mutlu ediyor... Ancak meme emmeyle ilgili hala çok iştahlı değil maalesef, ama bunu çok dert etmiyorum açıkçası. Sonuçta biz de hastalandığımızda önümüze gelen yemekleri pek iştahlı yemiyoruz...

Ne zaman çıkacağımız henüz meçhul, hemen çıkalım, aman sıkıldım gibi bir düşüncem hiç yok açıkçası! Burada kendimizi daha güvende hissettiğim kesin ve tam iyileşmeden çıkmak da istemiyorum doğal olarak. Ancak Mert için durum "hadi artık çıkın" şeklinde... Her ne kadar evde babaanne ve halalarla birlikte olsa da benim baktığımdan çok daha iyi bakılsa da 1 günde oynanan oyun sayısı benim 1 ayda oynadığımdan daha çok olsa da akşam olup uyku saati geldiğinde "anneee gel artık" başlıyor... 

Neyse, her şeyin başı sağlık...Sağlık olsun da her şeyin bir çözümü olur... Herkese ve kendimize sağlık dolu yıllar diliyorum yeni yıla girerken... Çocukları virüslerden korumak mümkün değil, hele bu aralar... Ama mümkün olduğunca hızlı atlatmalarını, normalde olduğu gibi koşup, oynamalarını, ağlamalarını, mızıldanmalarını, gülmelerini diliyorum... 

23 Aralık 2013 Pazartesi

ÇOK ÖNEMLİ! Çocuk İstismarını önlemek için hepimizin yapabileceği bir şey var...

Çocuk istismarı her ülkede önlemler alınmasını gerektiren bir sorun olarak karşımızda. Bu konuda çalışan uzmanlar fiziksel istismarın çok daha yoğun olduğunu, çocuklarımızın yarısının fiziksel istismar yaşayarak büyüdüğünü, istismarın yanısıra çok yaygın  bir ihmal konusunun olduğunu vurgulamaktalar. Her 3 kız çocuktan 1’inin cinsel istismara uğradığı ve bu verilere çocuk gelinlerin dahil edilmediği bir ülkemiz var. (http://www.radikal.com.tr/turkiye/turkiyede_her_bes_cocuktan_biri_cinsel_istismara_ugruyor-1161744)
Buna karşılık Türkiye’de çocuk istismarının önlenmesine ilişkin sesler her geçen gün biraz daha artıyor. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil; yurtdışında da bu konuda farkındalığın artmasına yönelik çalışan pek çok organizasyon var. Bundan bir süre önce yurtdışında yaşayan iki Türk anne, çocuklarının devam ettiği devlet okulunun yönlendirmesi ile,  çocuklarının ve kendilerinin çocuk istismarını önleme konusunda bilgilendirilmesini içeren bir programa dahil oldular. Bu programın (www.thechildcenter.org) çok yararlı olduğunu düşündükleri için bu süreci detaylı olarak bloglarına (www.onlineanne.com) taşıdılar. Ailelerin ve çocukların istismar konusunda bilmesi gerekenler konusunda çok aydınlatıcı buldukları bu programın gelir seviyesinden bağımsız Türkiye’deki her çocuğun da hakkı olduğunu düşünüyorlar.
Türkiye’de böyle bir programın, en azından bahsedilen çocuk aktivitelerinin yararlı olacağını düşünen öğretmenlerden, annelerden, hatta kurumlardan kaynaklara ulaşmak isteyen mailer aldılar. Bahsettikleri programdaki tüm bilgiler İngilizce ve Almanca olduğu için de bu bilgileri ellerinden geldiği kadar Türkçe bir içerik altında toplamaya çalıştılar. Böylece çocuklar ve ebeveynler için çocuk istismarı hakkında çocuklarımıza öğretmemiz gerekenleri içeren Türkçe bilgilendirici aktivite kitabını herkesin kullanımına açtılar.
Bu kitapçığın amacı, Türkiye’de büyük eksikliği bulunan bir alanda, bütçesi olan, geniş kapsamlı, devlet destekli, kurumsal bir proje ile somut adımlar atılana kadar, ebeveynlerin kendi çocukları için kullanabilecekleri bilgilendirici bir Türkçe konuşma malzemesi yaratmak. Kullandıkları referanslar kitapçığın en arkasında yer almakta. Bu kitapçığı buradan indirebilirsiniz. “Bu kitap nereden çıktı” konulu yazıların linklerini de aşağıda bulabilirsiniz.
Bu iki anne ulaşabildikleri herkesten “Bu kitapçığı beğenirseniz yayın”, “Beğenmezseniz bize neden beğenmediğinizi bildirin” ricasında bulunuyorlar. Ayrıca benzer bir projeyi daha küçük bir yaş grubu için uygulamaya koyan Kırmızı Biber Derneği’ni de destekleme çağrısı yapmaktalar.
Bu kitapçığı  çocuğunuzun algısına, yaşına, ihtiyaçlarına uygun olarak, zamanı geldiğini düşündüğünüzde, ister tek tek sayfalar halinde; isterseniz bir seferde bir 15 dakikanızı ayırarak kullanabilirsiniz.
Bu konuyu sadece cinsel taciz boyutunda değil, çocukların kendi haklarını ve hakları ellerinden alınırsa yapabileceklerini öğrenmesi olarak düşünmek mümkün. Ve bunu aileler de, öğretmenler de çocuklara öğretebilir. Elde olan bu kaynağı  kendi filtrelerinden geçirerek çocuklarının gelişim düzeyine ve ihtiyacına göre kullanmak ailelerin insiyatifine kalmış. Ulaşabildiğiniz aileleri de bu kaynaktan haberdar etme kararı da sizlere…
Yararlı görürseniz paylaşmanız, ama yararlı görmezseniz de “beğenmedik çünkü…” diye bir ses vermeniz dileğiyle…
Bu konudaki yazılar:
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazı www.onlineanne.com yazarları tarafından ortak yayın için hazırlanmış bir yazıdır.
 Bugün https://twitter.com/Onlineannecocuk hesaplarında bu konudaki yazışmalarını görüp bu yazıyı ve Türkçe'ye çevirmiş oldukları kitapçığı izinleri olursa buradan paylaşmak istediğimi belirttim ve onların izinleri doğrultusunda burada paylaşıyorum.
Eminim ki bugün pekçok anne baba takip ettikleri bloglar/ twitter/ facebook hesapları aracılığıyla bu bilgilendirmeden haberdar olacaklar. Ancak sadece anne babalar olarak bizlerin değil çevremizdeki aile büyüklerimizin, eş dost, teyze, amcanın da haberdar olabilmesi için olabildiğince paylaşmamız gerektiğine inanıyorum. Daha önce katıldığım eğitimlerden ve okuduğum kitaplardan da şunu öğrendim:
Çocuklarımızı tamamen iyi niyetle, sevgilerini göstermek için öpen, sarılan aile büyüklerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız var. Kimi zaman bu sevgi gösterilerine çocuklarımız da ilgiyle karşılık verirken kimi zaman "is-te-mi-yo-rum!!!!" diye bağırarark vb yanıt verebiliyorlar. İşte bu istemedikleri anlarda çocuklarımızın yanında olduğumuzu onlara hissettirmemiz ve BİZİM sevgi gösterisinde bulunan kişiye "oğlum/kızım öpülmek istemiyor" veya benzeri bir sözle durumu sonlandırmamız çok önemli-ymiş! 
Tabii ki kötü hiçbir niyetin olmadığı bu ve benzeri durumlar aslında çocuklarımızın ileride hiç istemeyeceğimiz kötü niyetli davranışlara maruz kalması durumunda ilk bize anlatmalarını/ bizden yardım istemelerine ve istenmeyen bu olayların daha da öteye taşınmamasına olanak tanıyor/ tanıyabiliyor-muş.
Ha bir de şu var: "bizim başımıza gelmez" diye düşünmemek gerektiğine inanıyorum. Artık ne dünya ne de ülkemiz çok da korunaklı değil maalesef. Çocuklarımızın kendisini nasıl koruyacağını bilmesi bu nedenle kilit!
Onlineanne.com'a ve bu  konuya destek veren tüm annelere bu konuya verdikleri önem ve farkındalığımızı arttırma çabaları için teşekkürler...

21 Aralık 2013 Cumartesi

İpek'te katı gıdaya geçişimiz yaklaşırken: "o tabak bitecek! mi?"

İpek’in 5. Ayını doldurduğu tam bugün Kerem’le aramızda şöyle bir konuşma geçti:
Zeynep: son 3-4 gündür akşam uykularına geçişi ne kadar zor oluyor farkında mısın?
Kerem: Bu bir geçiş dönemi bence. Hareketleri arttı ve bir iki haftaya belki de yavaş yavaş katı gıda denemeleri yapabiliriz…
Ta-ta-ta-tammm… Ben daha en az bir ayımız var diye rahattım… Mert’te olduğu gibi katı gıdaya geçeceğiz, aman da geçelim, heyooo büyüyoruz heyecanında hiç değildim! Çünkü rahatım, çünkü İpek’in yemeğinin her daim yanımızda hazır nazır varlığından, yemek bitti, kapları steril edelim derdi olmamasından çok çok rahattım. Kerem’den böyle bir olasılığı duymak bir anda 1 haftadır masada el sürmemi bekleyen kitaba odaklanmama neden oldu: “o tabak bitecek! mi?”
Bence son zamanlarda tanıtımı çok iyi yapılan ebeveyn kitaplarından biri oldu… Ebeveynlikle ilgili nereyi açsam bu kitapla karşılaştım… Geçen hafta da sonunda aldım ama hastalıktı, elimde bitirmem gereken bir çeviri olmasıydı vs derken bakamadım bile…
“…Bebeklerini kaşıkla beslemeye başladıklarında katı gıdaya ne zaman ve nasıl başlanacağına… karar verirler. Bunu anne babanın kararıyla katı gıdaya başlamak olarak adlandırabiliriz. Bebeğin kendi kendine yemesi ise farklıdır. Bu yöntemle bebek tüm süreci yönetir…” (O tabak bitecek! mi? sayfa 13)

Haydi bakalım bu yöntemi ve bebeğin tüm süreci yönetmesini okumaya başlayayım, dikkatimi çeken yerleri de yine paylaşırım…

20 Aralık 2013 Cuma

Annenin Ateşle İmtihanı *

Saat 17.24… Bugün ilk kez oturdum ve ev ilk kez biraz sakinledi desem çok da yanlış olmaz…

Dün akşam Mert’i okuldan aldıktan sonra teyzesinin doğum gününü kutlamaya gittik. Gitmeye çok hevesli olan, kuzeni ile oyunlar oynayacak heyecanlı Mert yarım saatlik zaman içinde pek de öyle hareket etmek isteyen bir halde değil gibi gözüktü bana…  İlk önce “Hafiften yanakları mı kızardı ne?” ile başladım ardından “ay gözleri akıyor kesin hasta olacak!!”la devam ettim…
Bu annelik ilginç bir şey… Etrafınızda herkesin “bu çocuk mu hasta olacak?!!!” dediği sırada “evet hastalık geliyor!” bilincinin iliklere kadar hissedildiği bir başka insan ilişkisi var mı merak ediyorum… Buna paralel diğer bir cümle de “bu çocukta uyuyacak göz yok!” oysaki anne bilir: çocuk uykusuzluktan göçmüştür uzatmaları oynuyordur! 
İşte bu hesap Mert için “hasta oluyor” dediğimin yaklaşık 1 saat sonrası evde ateşi yükselmeye başlayan ve banyoya soktuğumuz bir 3.5 yaş insanıyla karşı karşıyaydık…

(Evet tekrar bilgisayar başına gelmem 18:13!! Sanırım 40 dakikadır İpek’in odasındayım ve yatağa her koyuşumda uyanan bir bebekle karşı karşıyayım!!! )

Neyse… Mert’i akşam yıkadık,  yatırdık, o sırada İpek’i de uyuttum... Ama tabii uyutunca iş bitmiyor, biliyorum ki gece ateş bize hızlı bir selam çakabilir. Nitekim öyle de oldu, gece 12 gibi ateş düşürücü veririm diye düşünürken ben Mert “annnneeeeeaaaa çişim kaçtı” gibi bir cümleyle alarma geçtim. Ateş 39 derece, yatak bayağı ıslak ve Mert’in çığlıkları: “annneeeeeeee göremiyorummmm!” Allahtan bu tip durumlarda sakin kalabiliyorum da Mert’in uyumadan önce gözlerinin aktığı aklıma geldi: tabii ki akan gözler kirpiklerde çapaklanıp yapışmış…
Mert’in üstü değişti, bizim yatağa paketlenip kondu, ateşi ölçüldü (39’u biraz geçmiş, ben de acil durum alarmı başladı başlatacak!!!) ilacı verildi, evde bir zaman alınmış ve öyle duran ateş bandı bulundu ve alına yapıştırıldı, uykuya dalmasını müteakip yatak çarşafları çıkarıldı, makineye atıldı, arada derede yıkandı, baba oturma odasına yollandı ve anne bir eli oğlunda  uykuya kucak açtı…

(saat 22:01 tekrar yazının başına bu sefer ikisinin de gece uykusuna geçtiğini ümit ederek oturuyorum)

Sanırım gece 2 ile 5 arası hepimiz uyuyorduk… 5 civarı İpek’i emzirdiğimi, Mert’in de ilacını verdiğimizi hatırlıyorum… Mert’in sıcaklığının normale dönmesi ile daha keyifli bir uykuya 6 civarı geçtim…
Hareketli gecenin ardından bizim evde sabah nispeten geç başladı. Saat 8’de ayaklandık, Mert’in ateşi yoktu ama bugün dinlensin diyerek okula götürmedim.  “Şoför Nebahat” kılığında yollara dökülmedim ya ben de bir rahatlık, bir şirinlik, bir kahvaltı hazırlayayım hali… Bu şirinlik bir anda Mert’in “ben okula gitmek istiyoruuuuum”uyla şaşkınlığa bıraktı kendini… Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim…  Kahvaltı, sohbet derken Mert’in okula gitmemesi bana iyi geldi, sabah geç kalkan İpek de lokumdu bu saatlerde… Mert’in çizgi filmi, İpek’i süt saati, uyku saati, araya sıkıştırılan banyosu derken bir baktım İpek uykuya direniyor! (Sanırım İpek, Mert’i okula bırakma rutinimize iyice alıştı ve evden çıkmamamız onun günlük düzeninin bozulmasına yol açtı. Mı acaba?) Mert peşimde dolanıyor! Mert peşimde dolandıkça zar zor uyuyan İpek uyanıyor! Nasıl oldu bilmiyorum öğlen oluverdi, arada öğle yemeği için Mert’e bir şeyler hazırladım. Hala iyi ve romantik halimi koruyormuşum o saatlerde ki Mert’e “e sen evdesin madem birlikte kek yaparız; öğlen dinlenme saatinden sonra da birlikte yeriz” deyiverdim! Uyumayan İpek, peşimde Mert, araya sıkıştırılan kek yapma seansı, dinlenme saatinde kitap okuma derken ben bittim… Saat 5’ti evde sıkı yönetim ilan ettim. Mert’e dinlenmesi gerektiğini çok net bir tonda, emir tonu olmuş olabilir, belirtip uyumasını sağladım. Bütün gün uyumayan İpek de o arada uyuyuverdi… O ara şöyle bir üstüme başıma baktım da üzerimde sabahtan beri çıkarmaya fırsat bulamadığım pijamam, arada İpek’ten hediye bir kusmuk izi!!  Sanırım İpek’in ilk doğduğu hafta bile bu halde değildim… Tabii ki sabahki romantizmimden eser yok, kendi kendime “eğitim şart, okul önemli” derken buldum kendimi…
Bir annenin ateşle imtihanından şu sonuç çıktı bizim evde: 
Birincisi, biz sadece basit bir ateşlenme vakası yaşadık 24 saatlik zamanda, çok ciddi hastalıklarla mücadele eden anne babalar var.  “Çocuklar hastalanmasa keşke” dedim…  Tüm hastaların iyileşmesini diledim…
İkincisi, gerçekten hafta içi Mert’in evde olmasını özlemişim aslında… İlk fırsatta şöyle bir planı hayata geçirmeye karar verdim: İpek’i babaanneye teslim edip Mert’le hafta içi baş başa bir gün geçireceğim. Sanırım onun ihtiyacı olduğu kadar benim de buna ihtiyacım var.

* Bu yazı 19 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com 'da yayınlanmıştır.