9 Şubat 2015 Pazartesi

Beyoğlu'nda Çocukla gezmek...

Yılbaşında Mertlerin okulunda alıştığımızdan biraz farklı bir yılbaşı piyangosu çekildi. Her bir çocuk Ocak ayı içinde tamamlamak üzere bir gizli görev piyangosu çekti. Mert'in gizli görevi de Maçka Parkı'nda yürüyüş ve teleferiğe binmek idi... Piyangoyu çeken Mert, oğlumla buraları gezecek olmaktan ötürü pek bir keyifli olan bendim...




Geçen hafta Mert'in okulu bir hafta tatilken bir günümüzü bu gizli göreve(!) ayırdık, biraz da gezi mıntıkamızı genişlettik... Anne oğul başbaşa bol yürüyüşlü, bol toplu taşıma araçlı bir gezi yaptık...

Evden çıkıp önce Cadde'ye yürdük, amacımız çift katlı otobuse binip Kadıköy'e gitmekti ancak bir süre bekleyip de otobüse denk gelemeyince ilk aracımız  sarı dolmuş oldu. Dolmuşla Kadıköy rıhtıma gidip Karaköy vapuruna bindik. Bu geziyi yapmayı planladığımızda geziden önce Mert'le çocuk kitapları yazarı Sara Şahinkanat'ın "Beyoğlu Macerası " isimli kitabini okumayi kararlastirmistik... Gezi oncesi kitabi bi'turlu okuyamayinca kitabi yanima aldim; en azindan resimlerine bakar nerelerden bahsettigi ile alakali konusuruz diye dusundum... Iyi ki de almisim yanima vapurda keyifli bir tol arkadasi oldu bize... son sayfalari Karaköy 'e yanasmaktan ötürü  hizli okusak da tum gezi suresince kitabi pek cok kez referans olarak kullandik.

Karaköy 'de vapurdan inip Tunel'e binmek icin alt gecite yoneldik ama pek de cabuk cikamadik oradan... Alt gecitteki telefon, televizyon ve bilimum elektronik malzeme yan sanayisi Mert'in oldukca ilgisini cekti!

Ama tabii ki Tunel ile Beyoğlu'na cikacak kadar degil... Londra'dan sonra dunyanin ikinci metrosu olmasi, buna karsilik kisacik bir hatta gitmesi sanirim daha ilginc gelmistir Mert'e...
Tünelle İstiklal Caddesi'ne bağlandıktan sonra Tramvaya binmek istedik ancak durakta tramvay olmayınca Mert'e Galatasaray'a kadar yürümeyi önerdim, kabul etti... Biraz Alman Kitabevi, biraz St Antuan, Odakule ve pasajları anlatırken Galatasaray'a vardığımızda hala tramvayı beklememiz gerekiyordu... Galatasaray Lisesi, Balık Pazarı, Çiçek Pasajı ve karşılıklı hareket eden tramvayların karşılaşma alanında olduğumuzu anlatmaktı derken tramvay geldi ve bindik... Tramvayın arkasına asılan çocuklar çok ilginç geldi Mert'e... Bir de Sara Şahinkanat'ın kitabındaki "dan dan dan dan çekilin yoldan geliyor vatman"ın vatmanını görmek de pek hoş oldu kendisi için :)

Taksim'e gelince tramvaydan tabanvaya geçiş yaptık; Mert'in gizli görevini yerine getirmek üzere  Taşkışla'ya kadar yürüdük... Mert tam "off ne kadar kaldı?" gibi söylenmeye başlamıştı ki teleferiğe vardık... Teleferik öncesi oldukça heyecanlı olan Mert, teleferikle Maçka'ya geçtikten sonra tekrar binmeyi istedi! Maçka Parkı'nda dolaştıktan sonra dönüşte tekrar binebileceğimizi söyleyince de pek bir mutlu oldu. Parkta gezinip oynadıktan sonra basamakları tek tek çıkmak pek cazip gelmedi kendisine, "kaç basamak varmış gel sayalım" demem neyseki işe yaradı da o kadar basamak kucağımda taşımak zorunda kalmadım!!!! Zira sayınca gördük ki tam 150 adet basamak varmıs!! :)


Taşkışla'ya tekrar teleferikle dönüşümüz sonrasında Mert'i,dolayısıyla da beni, günün en zorlayan yolu Taşkışla- Taksim arası oldu! Yolun hem yokuşlu olması hem de parktaki koşturmacadan sonra yorgun olmamız ve tabii ki açlık bizi bayağı zorladı! Neyseki Taksim'e yürümekle kalmadık, Ağa Camii'ne kadar yürüyüp yemek için ara  sokaktaki Hacı Abdullah'a attık kendimizi... Ben bir yandan Lokantanın renkli camekanlarının fotoğraflarını çekmekle uğraşırken bir yandan da mis gibi gözüken yemeklerden bize bir şeyler seçmeye çalıştım... Bamya Çorbası'ndan, Hünkar Beğendi'ye, Kuzu Kapama'dan Tereyağlı Pilavı'na tüm yemekleri oğlumla paylaştık.... Uzuuun zamandır edemediğimiz gibi uzun uzun da sohbet ettik... Öyle iyi geldi ki bana, bağırış yok, çağırış yok, bölünmek yok; medeni bir şekilde yemek yedik ve sohbet ettik:)  Tatlılarımızı yeyip lokantadan kalktığımızda Mert "Anne Hünkar Beğendi gerçekten çok güzel bir yemekmiş!" dedi ya değmeyin keyfime :)


 Bu arada Hacı Abdullah Lokantası'nın renk renk, çeşit çeşit turşularının en eskisinin yaşının 44 olduğunu yine yolda okuduğumuz kitabımızdan öğrenmiştik; yerinde de görüp teyit ettik.  Domates Turşusunun, kapağını açsak içindeki havanın taaaa 70'lerin başına ait olması bana bile bir hoş geldi...

Hacı Abdullah'tan çıkınca yağan yağmurun da etkisi ile kendimizi yine Galatasaray'da tramvaya attık. Aslında zamanımız olsa Tünelden Karaköy'e yokuş aşağı yürüyelim demiştik ama Tünel'e geldiğimizde artık akşam olmak üzereydi. Mert'le bir gün de Karaköy, Galata turu yapmak üzere anlaştık ve Tünel ile Karaköy'e indik.

Bol toplu taşıma deneyimi yaşadığımız günü Kadıköy'de vapurdan inince Mert'in ısrarına dayanamayarak çift katlı otobüse binerek tamamladık... Mert'in şansına üst katta en önde yer de bulunca Mert'in keyfine diyecek yoktu...

Çocuklarım büyüdükleri zaman annem süper oyuncu değildi belki ama onunla gezmek çok keyifliydi deseler başka ne isterim ki... Zira ben (İpek henüz biraz küçük) Mert'le gezmekten çok çokkeyif alıyorum... Bu arada Beyoğlu, Taksim çok değişmiş, yer yer de çok sevimsizleşmiş; ama hala değerli benim gözümde ve evet hala en sevdiğim yeri de Odakule ile Tünel arası:)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder