21 Temmuz 2014 Pazartesi

sut kokulu bebekten sogan kokulu yataga!!!

Geçen yıl bu saatlerde anne karninda 41. Haftasini doldurmus olan Ipek'in dogumunu bekliyorduk hastane odasinda... ben de muhtemelen sabah ya da oglene dogru dogumu baslayacagini umit eden bir gebe olarak biraz guc toplamak icin uyumaya calisiyordum. Ertesi gun Ipek doğdu ogleden sonra, hikayemiz burada mevcut :)) sonrasinda bir sut kokusu sardi etrafimizi, odamizi, yatagimizi; belki gercek belki de psikolojikti...

Simdi tam 1 yil sonra yine uyumaya çalışıyorum;  son 2 gecedir ayyuka cikan Ipek'in "annemin tepesinde uyuyacagim ve butun gece emecegim" istegi ile bas basa!!! 3-4 disi bir arada gelmeye karar veren Ipek, rahatlamayi benim kucagimda buluyor. .. bu uykusuzluga biz de surekli bir cozum bulmaya calisiyoruz; biraz once en aon yatagimizda Ipek'e kuru sogan veriyordum dislerini kasisin diye... sanirim rahatlatti, şu an en azindan dalmış gozukuyor! Ve bana kalan elimde bir sogan kokusu, yatagimda nefes alip verdikçe buram buram sogan kokan bir 1 yas minigi!!!! :)) sanki bir lahmacun salonu edasinda!!


Bu 1 senede kat etigimiz yola bak!! :))

Iyi geceler, tatli ruyalar... simdi oda havalansin diye cami acsam uyanir bu bidik, iyisi mi sogan kokusu esliginde uyumaya calismak! :)

11 Temmuz 2014 Cuma

İki Çocuk ZOR! (mu acaba?)

Sokakta dolaşıyorum bizim evin minikleriyle, gören hemen "zor! değil mi?" diyor...

Marketteyim İpek slingde, Mert market arabasında akrobasi halinde, hemen bir "zor! değil mi?"

Parktayım, İpek'i sallıyorum, Mert tırmanma duvarında!!! Arkadan bir ses "zor! değil mi?"

"Yazın ev tutacağız, hafta içi çocuklarla ben kalacağım, hafta sonları Kerem gelecek" diyorum, arkadaşlarımdan bir ses: "Zor olmayacak mı? Bak çok yorulacaksın!"

Deniz kenarında İpek kovaya kum doldurup boşaltıyor,biz Mert'le inşaat (!) yapıyoruz, bir teyze geliyor: "Zor! Değil mi?" diyor...

Akşam yürüyüşe çıkıyoruz, İpek pusette, Mert Scooterında dondurmacıya gidiyoruz; arkadan bir fısıltı duyuyorum: "Zor ama!"

Dışarıdayız, Mert tırlatmış, krizlerde, bir şeye tutturmuş belli; İpek'in de eşref saatine denk gelmiş, bas bas ağlıyor! Yandan bir ses: "n'oldu, ay neden ağlıyorsun; yavrum üzme anneni!" "Zor tabii ikisiyle uğraşmak!"

ve daha bir sürü aklıma gelmeyen sahne...

İki çocuk zor mu peki? hayatta her şey zor, yani zor olabilir... Bu bize bağlı... "ah çok zor, vah çok zor" diye hayıflanınca hayatın kolaylaştığını görmedim ben. Ama zor değil demek de kolay olduğu anlamına gelmiyor... Zor değil ama normal olabiliyor bazı şeyler.. O kadar her şeyden şikayet etmeye alışığız ki "Normal"i unuttuk sanki!

İkisiyle yalnız, tabii zorlandığım anlar oluyor ama bu hiç vah vahlandığım bir şey olmadı; "normal" diyorum soranlara da ... Zor diyerek haksızlık etmek istemiyorum, ne kendime, ne yaşamıma ne de çocuklarıma... Ama çoooook kolay diyerek saçma bir Polyanna'cılık da yapmıyorum.... Çünkü gerçekten yorulduğum anlar oluyor, ama ne yaparsak yorulacağız öyle değil mi? Çok sevdiğimiz bir sporu yaparken de, işe gittiğimizde de, çok sevdiğimiz bir yere uçakla seyahat ederken de, çok sevdiğimiz bir yemeği pişirirken de, hiçbir şey yapmamıza gerek olmayıp birilerinin yapmasını organize ederken de... Kısacası yorgunluk her işin içinde var, önemli olan biz nasıl bakıyoruz, biz nasıl yaşıyoruz?

"(Çok) zor değil mi?" diye sorana (ki genellikle ayak üstü tanıştığım kişilerle) "yoo bir şekilde halloluyor, normal" deyince fark ediyorum ki sohbet kesiliyor; tam tersi "zor"u kabullenirsem muhabbet bayağı uzuyor da uzuyor ... Acaba şikayetler dışında pek fazla muhabbet konumuz yok mu diye düşünüyorum... İyi şeyleri, hadi en azından normalleri konuşmak pek rating getirmiyor galiba?

Kültürel bir şey mi bu bilmiyorum ama bizim ülkemizde yaşlılarla sohbet edince çoğunluğun sohbetinin hastalıklar yurt dışındakilerin ise gezme tozma olduğunu fark ediyorum... Tabii bu benim küçük dünyamda gözlemlediğim bir örneklem...  Ha bu arada tabii ki ülke koşullarımız, yaşam koşullarımız daha "zor"lu, daha az medeni vs olabilir... Ben bunlardan bağımsız, o an sağlığımız iyiyken, sevdiklerimizle birlikteyken gerçekleştirdiğimiz konuşmalardan bahsediyorum.

Şikayet, ahlanıp vahlanma damarlarımıza işlemiş ve hayattan zevk almamızı engelliyor olabilir aman dikkat diyeyim :) "Çoooook zoooooor!!!! ile Polyanna arasında "normal" diye bir şey olduğunu unutuyor olabilir miyiz acaba?" diyerek de bitireyim...

Sevgilerle :)


9 Temmuz 2014 Çarşamba

yaz tatiline devam: Rodos

Biz bu hafta sonu itibariyle başka bir tatile daha doğrusu yazlık hayatına yelken açmışken Marmaris tatil yazıma Rodos'la devam edeyim... Farkındayım; sürekli bir tatil yazısı yazmak okuyana "amma tatil yaptın kardeşim!" hissi veriyor olabilir ama yine yazayım geçen seneki yazın ortası doğum süreci nedeniyle adam gibi bir tatil yapamadığımızı ve bu sene onun da ivmesiyle iyi bir tarih planı yaptığımızı belirtmeden geçemeyeceğim...

Çocukların ve bizim henüz süreleri dolmamış Schengen vizelerimiz olunca (Schengen vizesi olmayanlar için Yunan adalarına girişte "kapıda  vize " uygulaması bulunuyor. Detaylı bilgi burada mevcut.) Marmaris'e giderken pasaportları da çantama attım, iyi ki de atmışım... Marmaris'in merkezinden 1 saatlik bir deniz otobüsü yolculuğu ile Rodos'a geçtik. Biletlerimizi yolculuktan sadece bir gece önce internetten alabilince boş bir deniz otobüsü ile karşılaşacağımızı düşünmüştüm; yanılmışım! Tamamen doluydu! Marmaris'ten Rodos'a biri sabah biri akşam üstü olmak üzere iki sefer yapılıyor; Rodos'tan Marmaris'e de aynı şekilde... Bu arada Marmaris'te limanın bir otoparkı var, günlük ücret karşılığı arabanızı buraya park edip deniz otobüsüne binebiliyorsunuz. Mutlaka ve mutlaka kalkıştan bir saat önce limanda bulunmakta fayda var, yurt dışı çıkış harcını ödemek ve biniş kartını almak için ve en son olarak da pasaport kontrolünde olmak üzere ayrı ayrı sıralarda uzunca beklemek mümkün. Bir de bunun iniş versiyonu var, inişte bebekli ve çocuklu olmamızdan dolayı bize bayağı bir öncelik verildi; verilmese o sıcakta uzunca bir kuyruk beklememiz gerekebilirdi...

Rodos'a gelip, limandan adaya ayak basınca hemen limanın karşısında lokal araç kiralama büroları bulunuyor. Biz onlardan birinden küçük bir aile aracı kiralamak istedik, sezon artık başladığı için araba kalmamış bir günlük idare etmemiz için bir Fiat Doblo verdiler bize, ertesi gün minik arabamıza geçebildik. Fiat Doblo ile kendimizi kah bir küçük esnaf, kah bagajı açıp mangalı çıkarıverecek bir piknikçi gibi hissettik. En süper tarafı İpek'in pusetini kapatmak zorunda kalmadan bagaja koyabilmekti sanırım :) Araç kiralama bürosunun bize önerisi, bir dahaki sefere gelmeden önce araç rezervasyonumuzu mutlaka yaptırmamız yönünde oldu.

Arabamızı da aldıktan sonra ver elini (yine bir gece önce rezervasyonumuzu yaptırdığımız) Hotel Alga. Son dakikaya kalınca  Rodos'ta istediğimiz lokasyonda, istediğimiz oteli bulmamız mümkün olamadı. Biz aslında plajları çok güzel olan adanın güney kısmında yer alan Lindos'ta konaklamayı istiyorduk. Daha önce Rodos'a gelmiş arkadaşlarımızın önerileri hep Lindos'ta birleşiyordu. Biz Lindos'ta yer bulamayınca şehir merkezine yakın, Yeni Rodos olarak bilinen yerdeki oteli seçtik. Bütün gün plajları gezeceğimiz ve yemeği sürekli dışarıda yiyeceğimizden dolayı bizim için temiz ve rahat bir otel olması yeterliydi. Otele yerleştik, plaj çantamızı aldık ve önce yemek yemek, sonrasında da denize girmek üzere adanın güneyine doğru yola çıktık. Ancak açlık ağır basınca fazla güneye inmeden bize önerilen plajlardan birisi olan Kalitheas'a saptık. Plaja gelmeden bir ormanlık alanda da bizim yol üstü piknik alanlarına, "kendin pişir kendin ye" tarzı yerlere benzeyen bahçeli restoranlardan birine oturduk. Ben bir Greek Salata ve Pirzola siparişi verdim. Pirzola tabağı evde yapsam tüm aileye yetecek kadar dolu geldi. O sırada Mert de uyuyor olduğundan biraz İpek'le paylaştım, geri kalanını da sabah kahvaltı edememiş olan mideme bayram niyetine sundum. (aşağıdaki resimleri de yemek bitmeye yakın fotoğraf çekmek aklıma gelince çektim)




Yemekten sonra plaja gitmek üzere az bir yol daha devam ettik ve Kalitheas Plajı'na geldik. Plaj uzun bir şeride yayılmış ve plajın en sonunda bir  baby beach bulunuyor: kumlu, sığ alanı bol olan yeşilli mavili denize sahip bir plaj burası ve biz burada Rodos'ta ilk deniz deneyimimizi yaşadık. Akşama doğru plajdan ayrılırken ilk dikkatimi çeken plajın tertemiz hali oldu! sanki hiç kimse plajdan denize girmemiş gibi tertemizdi! Akşam ne yesek, nerede yesek derken geç saatte plajdan çıkınca otele varmamız da geç olunca banyo sırasıydı, İpek'i uyutmaktı, Mert'in yorgunluğuydu derken erkenden hepimiz uyuduk.

Rodos'ta 2. günümüzde istikamet adanın güneyindeki Lindos oldu. Lindos yokuşu bol, taşlık bir alan... Minik arabamızla denize en yakın otoparka indik, inerken de bu minicik arabayla acaba dönüşte bu yokuşu çıkar mıyız diye düşündük... Dönüşte araba tık bile demedi o dik yokuşları gayet rahat çıkıverdi. Lindos'un denizi ve tamamen tesadüfen tercih ettiğimiz plajı çocukla ve bebekle çok rahat edilebilecek plajlardan bir tanesi. Tamamen kum... Mert de İpek de denize girdi çıktı, kumlarla bol bol oynadı... Günün arasında plajın hemen arkasındaki restoranda güzel bir yemek yedik... Günün sonunda yine plajı en geç terk edenler bizdik sanırım... Lindos'tan Rodos'a 1 saate yakın bir yol gitmek gerekiyor. Çok şanslıydık ki bu bir saatlik yolun hem gidişinde hem dönüşünde İpek uyudu arabada...



Bir önceki günkü erken uykunun aksine 2. gün kendimizi Yeni Rodos yollarına attık, bol rüzgarlı bir gecede... "Rodos'a gidince mutlaka TAMAM'da yemek yiyin" demişti bir arkadaşımız, otele de yakın olunca biz burayı es geçmek istedik. Hatta pek tarzımız olmamakla birlikte 1 saatten biraz fazlaca bir süre restorana girmek için sıra bekledik! Hatta beklerken İpek, sıra bize gelip de restorana girdiğimizde Mert uyudular... Tamam'daki yemek de iki uyuyan bıdık eşliğinde baş başa bir yemek oldu... "İyi ki gittik" hatta "tekrar Rodos'a gelme nedeni olabilecek kadar güzel" dediğimiz bir yer oldu bizim için TAMAM. Ben öyle uzun uzadıya gurmevari bir yazı yazamam, o incelikleri de bilemem ama yediğim yemeklerin her birinin ayrı ayrı çok leziz olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bir aile işletmesi olan sanırım 15 masası olan TAMAM daha önce Vedat Milor tarafından yazılmış. Ben balık, Kerem de kuzu eti yedi ana yemek olarak; ikisi de ayrı ayrı çok lezzetliydi... Rodos'ta her gün öğle ve akşam yemeklerinde Greek Salata yedik mutlaka ama buradaki bir başka tat bıraktı damağımızda...ve yemeklerin aralarında servis edilen ikramlar... Bütün bu ikramlara ve yediğimiz leziz yemeklere rağmen akşamın sonunda gelen oldukça ekonomik olan hesap çok şaşırtıcı oldu bizim için.. Kısacası biz TAMAM'ı sevdik, TAMAM'daki aile ruhunu ve sohbeti sevdik...

Rodos'taki son günümüzde de yine adanın güneyine doğru gitmek istedik. Lindos kadar aşağıya inmedik ama yine çok tavsiye edilen plajlardan biri olan Anthony Quinn Koyu'na gittik. Anthony Quinn, "The Guns of Navarone in Rhodes" filminin çekildiği Rodos'tan kendne ait, izole bir plaj almak istemiş ve bu koyu satın almış. Denizi süper olan bir koy burası da ancak kayalıklı ve plajı da taş/ kayalık olduğu için bize pek uygun gelmedi ve hemen bu koyun ön yüzünde olan bir diğer plaja gittik. Kumu hafif çakıllı olan denizi soğuk ama gayet güzel olan bu plajı çok çok sevdik ve Rodos'tan döneceğimiz saate kadar burada zaman geçirdik. Ardından Rodos'un merkezinde bir öğlen yemeği ve tabii ki bir dondurma molası ve arabamızı teslim noktasına bırakmamızın ardından deniz otobüsümüze yetişme telaşımızla Rodos maceramız sona erdi.

Rodos ile ilgili şunları hatırlatmakta fayda var:

- Rodos'ta Türkiye'deki gibi her yerde kredi kartı ile ödeme yapabileceğinizi düşünmeyin. Mutlaka yanınızda nakit Euro bulundurun. Gittiğimiz restoranların neredeyse çoğunda kredi kartı geçmiyordu, e plajlarda şezlong ve şemsiye kiralayacaksanız zaten nakit ödemek zorundasınız.

- ATM'lerden para çekerim diyorsanız merkezi yerlerde ATM bulduğunuzda mutlaka ihtiyacınız olan parayı çekin; plajlar çevresinde ATM bulmak pek mümkün olmayabilir.

- Araba kiralayacaksanız yüksek sezonda arabasız kalmamak için önceden internetten rezervasyon yapmakta fayda var.

Rodos'la ilgili kendime notlarım:

- Buraya tekrar gelinebilir. Biz biri bebek biri çocuk iki bıdıkla yolculuk yaptığımız için her saat bir plaj şeklinde dolaş(a)madık. Ya da Rodos'un içindeki eski şehirde uzun bir yürüyüş yapamadık. Yani yapılacak/ gidilecek yerler konusunda normalde azimli olan Zeynep'ten farklı bir kişilik sergiledim. Aile sağlığımız için de çok iyi oldu:) Sakin ve bir yerlere yetişme telaşı olmayan bir Zeynep hepimize iyi geldi sanırım. Hepimiz sevdik Rodos'u, Mert bile dönüşte "Anne, Yunanistan'a tekrar gelelim!" dedi... Tabii bunda yediği kocaman porsiyon dondurmaların da etkisi büyük!

- Bir daha gelirsem yine TAMAM'da bir akşam yemeği yemek sözüm olsun. Çok çok sevdim işte... Bu arada belirteyim rezervasyonla çalışmıyorlar, yani kalabalıksa sıra beklemekten başka yol yok.

Son not:

İki ülke de Ege'ye bakıyor, iklimi benzer, ha oradasın ha burada pek bir fark yok diyorsanız... Belki kısmen haklısınız ama benim için iki ülke arasında çok büyük bir fark var: akşam üstü insanlar çekildikten sonra geri kalan plajlar iki ülkenin, iki kültürün farkını tüm netliği ile ortaya çıkıyor! Temizlik, çevre ve saygı... Maalesef bizim içinde yaşadığımız kültür çevreye, doğaya saygı duymayı bilen bir kültür değil, yiyelim, içelim, atalım, saçalım bizimkisi...Nasıl olsa bizim evimiz değil!!! Rodos'ta (ki bu sadece Rodos'ta değil, daha önce gittiğim başka ülkelerde de) insanlar plajlardan çekildiğinde plajlarda o gün insan var mıydı yok muydu pek anlamak mümkün olmuyor, işte fark burada!

Rodos sonrası gittiğimiz (Gökova Körfezi'ndeki) Akyaka'da da sürekli bunu söyleyip durdum... Muhteşem bir doğa, güzel bir deniz, harika bir iklim ama gün içinde plajda eline gelen, ayağına takılan sigara izmaritleri, pet şişe kapakları, hatta kırık camlar! Günün sonunda ise durum daha da vahim!!!

ve maalesef Akyaka Plajı gün sonu :(

1 Temmuz 2014 Salı

Yaz Tatili ilk durak: Marmaris - Hisarönü

Dikkat! Bu yazı bol miktarda deniz, kum ve güneş içerir! :))

Bloga bir şeyler yazarken tavsiye mahiyetinde yazılar yazmaktan ziyade kendi deneyimlerimi anlatmayı tercih ediyorum. Konu isterse tatil, isterse doktor, isterse okul olsun herkesin beklentisi birbirinden farklı olabiliyor... Bu nedenle öncelikle, yazıda geçecek hiçbir otel, restoran ya da benzeri yeri önermediğimi; bizim ailece yasadigimiz deneyimler, begeniler ya da olumsuzluklari paylastigimi belirtmek isterim...

Haziran'ın tam ortasına denk gelen bir düğünümüz vardı, hem de Marmaris'te ve o hafta Mert'in okulu kapalı olacaktı. Eh biz de içeriğini tamamen doldurmasak da o haftayı ailemizin tatil haftası ilan ettik. Gerçekten de yola çıktığımız güne kadar tatil haftamızın içeriğini doldurmadık; daha da doğrusu zaman bulup dolduramadık! Bizim için öncelikli konu arabayla çıkacağımız yolculuğu minimum ağlama ile sonlandırmaktı; bunun da yolu maksimum uykudan geçiyordu. O da ancak bir gece yolculuğu ile mümkündü; zira ben de Kerem de gece araba kullanmaktan hiç hoşlanmıyorduk. Şöyle bir çözüm bulduk: Cuma akşamı saat 18:30 Yenikapı-Bandırma feribotuna binecektik ve böylece yolun bir kısımını ve de çocukların uyanık olduğu bir kısmını çocuklarla sakince geçirebilecektik. Sonrasında da amacımız gece yarısı İzmir'e varmış olmak ve orada konakladıktan sonra sabah erkenden yola çıkıp Cumartesi öğlen başlayacak olan düğün kutlamasına Marmaris Hisarönü'ne yetişmekti. Tatil ile ilgili yaptığımız tek plan olan ulaşım planı hiçbir sıkıntı yaşamaksızın süper işledi... Ne "sıkıldım, ne zaman geleceğiz" diye mızıldayan bir Mert ne de yorgunluktan ve sıkıntıdan ağlayan/ bağıran bir İpek ile karşılaştık...



Düğünün olacağı ve bizim de konaklayacağımız Golden Key Hisarönü'ne geldiğimizdeki ilk izlenimim de orada geçirdiğim iki günün sonunda ayrılırkenki son izlenimim de aynı oldu: "çocukla çok çok rahat edilen, keyifli tatil geçirilebilecek bir otel"... Öğlen geldiğimizde otelin sahilindeki geniş çimenlik alanda düğün pikniği başlamak üzereydi. Düğüne uygun plaj giysilerimizi giydik ve kendimizi çimlere bıraktık. İpek bütün alanı emekleyerek gezinirken Mert de kah çimlik alanda kah kumsalda, zaman zaman düğün modundan çıkıp tatilci moduna geçerek ve kendini denize atarak gündüzün keyfini sonuna kadar çıkardılar... Arada yorulan İpek Hanım ağaçlar altında serin bir köşede uyuyarak bana ayrı bir huzur da kattı:)) Sonrasında akşam havuz kenarında daha düğün formatına geçerek devam ettik eğlenceye... Kısacası oldukça eğlenceli bir düğün günü ve gecesi geçirdik ailecek:)




Tatilimiz plansız başladı ama plansız devam etmedi; tatilin genelinde bir ya da iki günlük planlar yaparak devam ettik tatil haftamıza... Golden Key Hisarönü'nde düğün nedeniyle bir gecelik olan konaklamamızı da otelden çok keyif alınca günlük planlamamız çerçevesinde otelde yer de olunca bir gece daha uzattık. Otelden neden memnun kaldık? Çünkü biz (yani ben ve Kerem) kocaman tatil köylerinde tatil yapmaktan keyif almıyoruz; otelden havuza yürü, havuzdan denize taşın, denizden yemek saati gelince haydiiiii restorana, "eyvah yemek saati bitiyor; acele edelim" telaşı içerisinde bir bakıyorum ben tatilin sonunda bayağı bir yorulmuşum. Bu nedenle tercihlerimiz daha düz ayak, deniz, kum, yemek yenecek yer ve oda birbirine birkaç adım mesafede olan oteller... Hatta hatta sahilini, plajlarını gezebileceğimiz, gittiğimiz yerde otel yemeği dışında pek çok alternatif bulabileceğimiz yerler... Golden Key Hisarönü de böyle bir tatil sunuyor bence... Marmaris'ten Selimiye, Bozburun tabelası yönüne sapıp 20 dkika kadar gittikten sonra geliyorsunuz Hisarönü'ne... Yandex ile oteli bulmaya çalışıyorsanız dikkat, neden bilmiyorum otelin olduğu yerden 1.5 km ötede gösteriyor oteli... Tesadüfen yoldaki küçük tabelayı görünce döndük biz ve otele ulaştık. Otel ağaçlar arasındaki ikişer katlı minik yazlık formatında evlerden oluşuyor, alt katı ayrı bir oda üst katı ayrı... Yani bizim kaldıklarımız öyleydi, farklı oda formları da var sanırım.  Odaların içi tahta, önü çim ve taşlık... Tüm evlerin ortasında orta büyüklükte bir havuz ve otelin restoranı var. Otelin havuzunda düğün gecesi havuza atlayan bizler dışında kimseyi görmedim diyebilirim. Deniz o kadar güzel ki, havuz olmasa da olurmuş. Zaten benim için havuz her daim gereksiz ayrıntı :)) Plaja inerken geçtiğimiz geniş çim alan bizim için harika bir alandı. Denizden çıkıp güneşin tam tepede olduğu saatlerde çim alana geçip oradaki tenteli şezlonglarda uzandık, Mert etrafta koşuşturup durdu, çocuk parkında oynadı, babasıyla masa tenisi denemeleri yaptı ve koşturduğu her alanı buradan görebildik, üstüne bir de deniz bisikleti turu yapınca buraya bayıldı! İpek de çimlerde bütün bir gün emekleyip durdu, yorulunca da uyudu... :) Otelin restoranında tatil köylerindeki gibi (gereksiz) envai çeşit seçenek yok; az ama öz, yediğim çoğu şey de gayet lezzetliydi...



Benim için yaz tatili deniz, kum, doğa, temiz hava, eh biraz da fırsat bulunca uzanabilmek demekse ben Golden Key Hisarönü'nü çok sevdim. "Burada bütün yaz kalırım, burada insan kitap yazar" falan diyordum ki Kerem hayallerimi "sıkılırsın o kadar uzun süre!" diyerek yıkıverdi...

Cumartesi ve Pazar günlerini Hisarönü'nde geçirdikten sonra plansız tatilimize "yanımıza pasaportları alalım belki Rodos'a geçeriz" diyerek ihtimal verdiğimiz Rodos ile devam etmeye karar verdik. Pazar gecesi Marmaris- Rodos denizotobüsü için biletlerimizi aldık, bavullarımızı toparladık ve Pazartesi sabahı erkenden otelden ayrıldık...




24 Haziran 2014 Salı

Çocukla yaz tatili

Geçen yıl bu zamanları hatırlıyorum da yaz başlamış, İpek'in karnımdaki 37. haftası dolmuş, ellerim ve ayaklarım içine hava basılmış balon şekline girmiş, Mert ise ilk anaokulu denememizin olduğu okulda yaz günlerini yaşıyordu... Benim içimde bir yandan doğuma yaklaşmanın telaşı (ne hikmetse 38. haftada doğum yapacağıma inanıyordum, oysaki İpek kendi rahatını hiç bozmayarak 41. haftayı tamamladıktan sonra geldi!) diğer yandan koskoca yaz mevsimini tatilsiz geçirecek olmanın verdiği garip bir huzursuzluk vuku buluyordu. Kendimin tatil yapamaması dert değildi de Mert'in 3 yaş döneminde deniz, kum ve güneşin tadını tam anlamıyla çıkaramayacak olması beni rahatsız ediyordu. Bu nedenle İpek biraz ele gelir gelmez, ki bunun için 40'ını beklemiş olduk, 2 haftalık bir tatile attık kendimizi Eylül ayında...

Geçen senenin tersine bu yıl (belki de geçen senenin eksiğini kapatmak amacıyla) sezonu erken açtık ailecek. Kerem'in Mayıs sonu Kemer'de olan bir toplantısına biz de eklendik; 4 gün boyunca Kerem toplantılarına katılırken ben iki çocukla daha kaynar noktaya gelmemiş ancak yazın geldiğini çok net belirten Antalya güneşi altında tatil(!) yaptığımı sandım! Mert, bir deniz bir havuz derken çok eğlendi; İpek, denizle yakından tanıştı; bendeniz Zeynep ise zavallı bir Sebastian edasında otelin çeşitli alanları arasında bir tır şoförü gibidolaştı! Tır şoförü diyorum,çünkü plaj çantası, puset, şişme bot, şişme simitler, kolluklar derken yollara sığamayan bir vasıta haline geliverdim!!!

Bol kardeş kıskançlığı, annenin huniyi kafasına taktığı anlar, gözyaşı ve yüksek volümün ağırlık kazandığı tatil görünümlü köleliğin ardından geçen hafta full kadro gerçek bir tatile çıkınca kendimi neredeyse kraliçe gibi hissettim desem pek de yalan olmaz:)

Geçen hafta, Mert'in okulunun bir haftalık tatili ile çok yakın arkadaşımın Marmaris'te gerçekleşecek düğünü aynı zamana denk gelince düğünün devamını bir tatil imkanına çevirdik. İstanbul'dan Marmaris'e araba yolculuğu ile vardık. Önce 2 gün Hisarönü'de, düğünün gerçekleşeceği yerde konakladık. Golden Key Hisarönü Otel çocuklu bir tatil için, benim açımdan mükemmel bir tesis olmasına karşın yeni yerler görmek amacıyla otelden ayrıldık ve önce Rodos'a sonrasında da Marmaris'e 30 km mesafedeki Akyaka'ya gittik. Tatil boyunca bulunduğumuz her yer deniz açısından harika idi...

Çocuklar sürekli deniz, kum ve güneş ile iç içeydiler... İpek'i denizden alamadık, Mert, İstanbul'a dönmek istemedi! Ara ara Kerem'le çocukları paylaştık; ben İpek'i uyuturken Kerem, Mert'e yüzme dersi verdi mesela... Ya da dördümüz birlikte kumlarla oynadık...Hatta kimi zaman Mert ve İpek birlikte kumda oynadılar bile diyebilirim ve biz o sırada şezlonglarımızda oturduk... Kısacası tatil gibi bir tatil yaptık; sonrasında kendim için bir tatile çıkmaya ihtiyaç duymayacak kadar keyifli bir tatildi!Bu sefer bir önceki tatilimsideki gibi kardeş kıskançlıkları da yüksek değildi,tutturma ve istekler de... Sanırım çocuklar için anne babalarının yanında olması ve bir de tabii ki su oyunları yeterli oluyor...

Gezdiğimiz yerleri, kaldığımız otelleri ve tatilimize ait detayları anlatacağım mutlaka, ancak şimdilik bu kadar... Detaylar bir sonraki yazıyaaaaaa...

22 Haziran 2014 Pazar

Fotoğraf çekmek ve çevreyi fark etmek...

Bu aralar yazmak istediğim çok şey var... Konu başlıklarımı liste yapsam yeridir... Araya yaz ve İpek'in ayaklanma çabaları girince, bu büyüme etkilerinin Mert'te yansımaları da görününce yazma koşullarım oldukça kısıtlandı...

Bu koşuşturmalı süreçte kendime hızla geçen zaman içinde etrafımdakileri daha iyi fark etmeme yarayacak bir hobi yaratmaya karar verdim. Daha doğrusu "odaklanmalıyım" (hayat çok hızlı akıyor, bu akışa kendimi kaptırıp etrafımdaki güzel detayları kaçırıyorum galiba) dediğim bir dönemde Latife'nin fotoğrafçılık derslerinin duyurusu karşıma çıkıverdi. Mert'in okulu Küçük Kara Balık'ın, Mert'e kattıkları dışında, bana da güzel katkıları oldu: çok güzel arkadaşlıklar kurduk anne ve babalarla bizim minikler sayesinde... Latife de bu vesile ile tanıdığım "büyük balık"lardan...

Latife'nin dersleri 3 yarım günlük teori ve 2 günlük fotoğraf çekme denemeleri yaptığımız gezilerden meydana geldi. Teorik dersler denilince sıkıcı  teknik bilgilerden oluşan saatler akla gelmesin... Latife'nin keyifli stüdyosunda kendi evimizdeymiş gibi rahat olduğumuz, kahvaltımızı edip çayımızı içtiğimiz, sohbet ettiğimiz bir "ders" ortamında bulduk kendimizi. Geziler ise bir başka alem... İlk gezimiz Kuzguncuk, ikinci gezimiz Karaköy'e oldu. Ben şehir dışında olunca Karaköy gezisine katılamadım ancak bir önceki gezinin güzelliğinden aklım Karaköy'de kaldı açıkçası! Sonrasında gezinin fotoğrafları da beni haklı çıkardı! Birlikte gezmekten ve fotoğraf çekmeye çalışmaktan çok keyif alan eğlenceli bir grup olarak yaz sonrası "photowalk"larımıza devam etme kararı aldık. Umuyorum bu isteğimizi gerçekleştirir ve hem farklı semtleri farklı bakış açıları ile keşfederiz hem de eğlenceli sohbetlerimize kaldığımız yerden
devam edebiliriz... :)


Bundan 10 sene kadar önce üniversitedeyken de fotoğraf çekmeye merak salmış ancak o dönem öğrendiğim teorik bilgiyi uygulama sürecinde ne yaptığımı görmek için filmin tab edilmesini beklemek benim tezcanlılığıma maalesef uygun düşmemişti. Fotoğraf, elime geldiğinde acaba bunda enstantaneyi kaç yapmıştım, diyaframı ne seçmiştim diye düşünürken büyük makineyle fotoğraf çekmekten uzaklaşıvermiştim. Bu olası maymun iştahlılığımdan dolayı bu sefer bir arkadaşımın fotoğraf makinesi ile derslere ve geziye katıldım, kendime de henüz isteğimi kanıtlamadan bir fotoğraf makinesi almayacağıma söz verdim; ancak evin koca kişisi bir gün bana bir fotoğraf makinesi sürprizi ile çıkageldi... O gün bu gün ben her yere makinemi yanımda taşıyorum ve deniyorum... Kendimce güzel fotoğraflar çekmeye çalışırken etrafa bakmaya çalıştığımı, detayları görmeye çalıştığımı fark ediyor ve mutlu oluyorum.


7 Haziran 2014 Cumartesi

Bir Küçük Kara Balık Hikayesi

Bugün yaşadığımız buydu benim için: Bir Küçük Kara Balık Hikayesi... Son bir haftadır yoğun olmak üzere geçtiğimiz 3 hafta Bir Küçük Kara Balık Hikayesi kurgulamışız hep birlikte... Kim miyiz biz? 3-6 yaş grubuna ait 44 çocuklu minik bir okulun velileri... Bir ticari kuruluş olmayan, kar amacı gütmeyen, veli insiyatifi ile ayakta olan bir okul bizimkisi... Okulumuz minik ama amaçlarımız bize hayat boyu öğretilen/ dayatılan standartlardan farklı... Okulumuzun, çocuklarımıza yaklaşımında yaşadığımız ülkenin standartlarından farklı bir yaklaşım var. Ama ben buna girmeyeceğim şimdi, okumak isterseniz buradan buyurun...

Bugün benim için, öncesinde koşturduğum, planladığım, çalıştığım, ürettiğim, paylaştığım (hava koşulları nedeniyle) kaygılandığım; gün içerisinde yine çalıştığım, paylaştığım, gün sonunda ise yorulduğumu anladığım ama çok keyif aldığım bir gün oldu... 1 ay kadar önceydi, bugün Küçük Kara Balık Kermesi'ni yapmaya karar verdik. Eski ilkokul zamanlarımdan kalma bir kavram benim için "kermes"... Eskilerde bir yerlerde anılarımda kermesler var da hiç organizasyonunda bulunmamıştım... Geçtiğimiz bir aylık süre içerisinde bu 44 çocuklu okulun velileri olarak organize olduk, ekiplere ayrıldık, kimimiz mekan sorumlusu olduk, kimimiz satılacak ürünler sorumlusu, kimimiz yiyecek sorumlusu,kimimiz süsleme, kimimiz de çocuklara yapılacak aktivitelerin sorumlusu... Bu 1 ay içerisinde 3 kez akşam saatlerinde çocukları babalaarına ya da annelerine teslim edip toplantı yaptık; mailler, whatsapp grupları derken her kanaldan iletişimimizi sürdürdük... Her birimiz görevimizi gayet ciddiye alarak bir kurumsal şirket düzeninde sorumluluklarımızı yerine getirdik. Son bir haftadır ise kah birimizin evinde kah birimizin iş yerinde bir araya gelip ürünlerimizi meydana çıkarttık, süslerimizi hazırladık, hayatım boyunca keyifle hatırlayacağım sohbetlere imza atarak kaynaştık...

Bugün kermes alanımızda hepimiz var gücümüzle hepimizin elinden çıkan ürünleri sattık, gelen misafirlerimizi ağırladık, çocuklarımızı eğlendirdik; kısacası eve gelip (çocukları da uyuttuktan sonra) ayaklarımı uzatınca fark ettim ki çok yorulmuşum ama çok da keyif almışım...

Yarın sabah Mert'e anlatacak bir Küçük Kara Balık Hikaye'm var benim: paylaşarak çoğalmanın, bir amaç için çalışmanın, kaynaşmanın güzelliğini anlatan, herkesten öğrenilecek bir şeylerin olduğunun altını çizen bir hikaye... Akşam sakinliğinde ayaklarımı uzatıp da bugünü düşününce beni gülümseten bir hikaye...