20 Kasım 2017 Pazartesi

Ne menem şey şu "kariyer"?

"Bir meslekte zaman ve çalışmayla elde edilen aşama, başarı ve uzmanlık"mış tanımı TDK 'ya göre...  Yani "acaba zaman içinde farklı farklı meslekler ya da uzmanlıklarda elde edilmiş olsa o kariyer olmaz mı?" diye içimdeki protest taraf bir ayaklanıverdi "Kariyer"in sözlük anlamını okuyunca...

İnsan Kaynakları'nda çalıştığım o çooook eski zamanlardaki ilk direktörüm bana "Kariyer, kişinin kendi elindedir." demişti. "Yani biri istedi diye bir şey olmazsın, terfi etmezsin ya da görev değiştirmezsin, ancak sen istiyorsan bir şeyler değişir, aynı kalır ya da gelişir." Bu duyduğum söz bana, her, bir şey yapmak istediğimde güç verdi; başkasının benim hayatım, benim ihtiyaçlarımla ilgili farkında olması mümkün olamazdı ki! Farkında olacak olan, isteyecek olan, peşinde duracak olan ben olmalıydım! Bu cümle kendi hayatımda da, İnsan Kaynakları'nda çalıştığım süre boyunca mülakatlarını yaptığım kişilere de, şirket içinde İK sürecine ortaklık ettiğim arkadaşlarıma da, kendi özel yaşamımda fikir soran arkadaşlarıma da sıklıkla tekrarladığım bir cümle oldu... Sen istediğin kadar işini iyi yap, sorumluluk al, geliştir kendini, ne istediğini kendin bilmezsen ya da bilsen bile bunu ilgili kişilere karşı dile getirmezsen kimse gelip de sana "elimizde şöyle bir iş var, gel onu sen yap!" demez (yani genelde)! Çünkü çoğunlukla o konuya ilgin olabileceği bile bilinmiyordur. Oysaki sen bunu dile getirdiğinde, öncelikle sen ne istediğini fark etmişsindir, bunun için kendince bir yol kurmuşsundur, sonrasında da yöneticini, konuyla ilgili kişiyi ya da iş arkadaşını bu isteğinle ilgili bilgilendirmişsindir. Yani artık ilgili kişi de konudan haberdardır, daha da fazlası senin isteğinin olması yolunda bir parça sorumluluk sahibidir de hatta! (tabii konu olasılıklar dahilinde bir konu ise! Yani şimdiye kadar muhasebede uzmanlaşmış bir kişi iken "ya benim çocukluk hayalim astronot olmaktı. Bu konudan yöneticimi haberdar edeyim." demek ne kadar anlamlı olur bilemiyorum! :) )

Aylar sonra, unuttuğum bloguma bu konu ile dönüş yapmam manidar tabii... TDK'nin tanımı ile tam da kariyer değiştirme amacı güttüğüm bu dönemde, bugün Kerem'in (kendisi 36 yıllık yaşamımın 18 yılında yer alan, 11 yıllık eşimdir.) üniversite öğrencilerine "kariyer" üzerine yaptığı bir konuşmayı dinleme fırsatı yakaladım. O konuşma ile kafamdaki bazı kavramlar tekrar anlam kazanmak istedi sanırım!

Mesela, performans. TDK, bu sözcüğü de "başarım" olarak açıklıyor. Neyse ki, peki "başarım" nedir diye baktığımda ilk anlamda "elde edilen başarı" yazsa da ikinci anlamda "Herhangi bir olayı veya durumu başarma isteği ve gücü" yazmış da TDK, yine benim protest yanımdan fırlayan "ne yani sonucunda başarı yoksa o bir performans değil midir?" sorumla muhatap olmak zorunda kalmayacak kimse! 

Performans için Kerem bir yerde şu eşitliği kullandı: 
Performance = Potential - Interference

Bu eşitliği anlamak için bir de Potansiyel ne demek onu hatırlayalım: TDK pek hoş yazmış ama uzun uzun yazmak yerine kendi sözcüklerimle "içimizde var olan, açığa çıkmamış güç/ yetenek" demek istiyorum.

Interference 'ın da Türkçe karşılığı "engel" demek.

Yani "içimizde var olan güç"- "karşılaştığımız/ yarattığımız engel(ler)" = "ortaya çıkan sonucumuz/ işimiz" oluyor.

Hah burada, her an hazır nazır bekleyen kendimi sorgulama sürecim devreye giriverdi, yukarıdaki işleme biraz tersinden baktı ve "ÇAT!" diye yargısını zihnime yapıştırıverdi:

Değiştirmek istediğim kariyer (!) yolumda 100 birim potansiyelim olsun, bu 100 birim, bu işi yapacağıma olan inancım, bugüne kadar kendimi eğitmem, hazırlamam, geliştirmem, konuya hakimiyetim vs olsun. Sonuca, yani performansa baktığımda ortaya çıkan henüz somut bir şey yok, yani planlarım, düzenlemelerim var ama hayata geçmiş olumlu ya da olumsuz bir sonuç yok; yani Performans 0. Eeee o zaman bu eşitlikten "engel" başlığına ne düştü?! Pek tabii ki kocaman bir 100!!! 

Yani, uzun lafın kısası bir iş yapmak istiyorsanız, onu hayal etmek, planlamak, istemek süper bir başlangıç. Ama o işin ortaya çıkması için zihninizde sürekli konuşan bir engel makinesi varsa, onun farkına varmak da ayrıca iyi bir itici güç olabilir. Ben bugün, evde sürekli konuştuğum eşimin kalabalık önündeki konuşmasından kendime bu eşitliği aldım çıktım! Haaaa, engel dediğimiz şey sadece insanın kendisi değil pek tabii... İş yaparken pek çok dışsal engel çıkacak, ama en sıkıntılısı "şu sıkıntı olabilir, bu problem çıkabilir!" diyen, daha o dışsal engel çıkmadan engeller üreten zihindeki "engel makinesi" sanki...

Sonuç olarak ister adına kariyer diyeceğimiz "iş yapma, para kazanma, meslek sahibi olma" sürecimiz olsun, ister hayatımızın bambaşka alanları... Elimizde bir "çıktı" olmasını istiyorsak, potansiyelim var, aklım başım da yerinde, neden yap(a)mıyorum diyorsak, dönüp bir bakalım; dışsal engeller varsa o engeller ne, aşılabilir mi, farklı bir şekilde çözülebilir mi? Dışsal bir engel henüz gözükmüyor ama zihinde olası engellerle boğuşuyorsak fark edelim, o olasılıkları selamlayalım ve yapılacaklar listemizdeki ilk maddeye odaklanalım...

Son not: "yapalım, edelim..." dediğime bakmayın her bir cümle zihnimi bu konuda sakinleştirmek, içsel engelleri farkettiğimi belirtmek ve kendi kendime "harekete geç!" demek üzere, tamamen kendime yazılmıştır. Buraya da yazılmak sureti ile konulmuştur ki yeri geldikçe dönüp dönüp yine okuyabileyim! :))






26 Ocak 2017 Perşembe

Alternatif Eğitime bir veli bakışı

Merhaba sevgili okul arayışında olan ebeveyn arkadaşım,

Öncelikle bu (okul) arama, (çocuğu) kurtarma sürecinde ben kimim, ne sıfatla bu yazıyı yazıyorum ondan bahsedeyim kısaca: Yaklaşık 7 yaşında ve anaokul süreci + 1. sınıfın ilk dönemini arkasında bırakmış bir yavru kuşu ile 3.5 yaşında anaokulunun ilk dönemini arkasında bırakmış bir yavru kuşu daha olan bir anneyim.

İlk çocuğunda, yanlış saymıyorsam uygun olmayan 2 oyun grubu ve 2 anaokulu denemesi sonrasında doğru anaokulunda çocuğu 3 yılını geçirirken büyük  bir rahatlıkla gözü arkada hiç kalmamış; ikinci çocuğunda ise 3 yıl "kesintisiz" ev ortamı, arkadaş çocukları ve parklar diyerek en ufak bir oyun grubu denememiş bir anneyim. (0-3 yaş oyun/ çalışma/ eğitim gruplarıyla ilgili fikirlerimi de bir ara uzun uzadıya yazmayı planlamakla birlikte şu an bu derin konuya dalmamayı tercih ediyorum.)

İlk çocuğu ilkokul dönemine doğru yaş alırken, var olan ezberci, ödül ve cezacı (özellikle stickerlı ödül sistemine (!) ayrı bir antipati duymaktayım), merkeze çocuğu koymayan eğitim sisteminden çocuğunu nasıl en az hasarla kurtarabilirim diye araştıran/ soruşturan ve son dönemece doğru "hepsi farklı bir özelliğini öne çıkarıyor ama aslında hepsi hemen hemen birbirinin aynısı!" demiş bir anneyim.

11 Ağustos 2016 Perşembe

Anne Oldum ve Hayatım Değişti! Mi?




“Anne oldum ve hayatım değişti! Çocuklarıma kendimi adadım ve tüm hayatım onlar oldu! Onlar benim her şeyim!” gibi cümleler kursam bu toplumda hatta hatta bu dünyada hiç de yadırganacağımı sanmıyorum, hatta “iyi anne” etiketini pek hızlıca yapıştıranlar bol olabilir! Gerçek ise aslında şöyle benim için: “Anne oldum ve hayatım değişti! Çocuklarım büyürken kendi çocukluğuma, kendi büyüme sürecime, kendi yetişkinliğimle yüzleşmeye, hadi yüzleşme keskin bir kelime oldu, farkındalık ilişkisi kurmaya başlamanın keyfini fark ettim!” Keyif derken, içinde acının bol olduğu ama o acıyı aşabilirsen sonucunda bir iç huzur ihtimali taşıyan bir ihtimal…

Bu yukarıdaki bir paragrafçığı yazdım diye iç huzurunu bulmuş, yaşadığı anda kalmayı becerebilen, sonsuz keyifte bir insan olmadım pek tabii! Okuyorum, düşünüyorum, konuşuyorum: kendimce bir yoldayım- pek doğrusu, yanlışı olduğunu düşünmediğim… Kerem’le birlikte, çocuklarımızın bize, büyüme süreçlerinde ışık tutmalarına izin vermeye çalışıyoruz gücümüz el verdikçe… Kimi zaman ışık tutmalarına izin ver(e)mediğimiz de oluyor, o içimizdeki alışkanlıklardan, yaşadığımız kültürün bizdeki yansımalarından veya sadece ve sadece yüzleşme korkumuzdan dolayı…

Neyse… Bu yolculuk sonuçta bir yaşam boyu devam edecek diye zannediyorum… Kendimce bu süreçteki çıkarımımı paylaşmak istiyorum: Biz insanlar/ ebeveynler, ne kadar iyi çocuklar yetiştirirsek bu dünya o kadar güzel olacak diye düşünmüyorum ben! Bizler, ne kadar iyi (ya da ruhen sağlıklı ya da dengeli ya da farkındalığı yüksek) olursak bu dünya o kadar iyi olacak… Çünkü çocuklarımız bize, bizim onlardaki yansımalarımızı sunarak kendimize bir dönüp bakma imkanı sağlıyorlar ve biz ne kadar “iyileşirsek” onlar da zaten doğal olarak “iyi” oluyorlar! Bu, benim titrlerden, sıfatlardan, uzmanlıklardan, mesleklerden bağımsız sadece bir insan olarak görüşüm…

Ebeveynlik sürecimin başından beri ebeveynlikle ilgili “reçetevari” olan ya da okuyucuya farkındalık katmayı hedefleyen pek çok kitapla yolumu kesiştirdim…  Yaz başlamadan önce de bir kitap kulübü vesilesi ile elime geçen ve son bölümü hariç okuyabildiğim Brene Brown’ın “Cesur Yanınızı Kucaklayın” adlı kitabı benim için bir “kişisel farkındalık” yolunda çok anlamlı bir kitaptı… “İçten Ebeveynlik” adlı son bölümü ile aslında kişisel farkındalık ile ebeveynliği nasıl birbirinden ayıramayacağımı, ebeveynliğin kişisel farkındalık yolunda ne büyük bir anlamı olduğunu fark ettirdi bana. (bu arada kitapla ve içten ebeveynlikle ilgili sevgili arkadaşım Perihan Gürer de kendi yorumunu kendi blogunda paylaşmıştı, okumak isteyenler buyursun:))

Kitabın son bölümünden çok sevdiğim birkaç yeri alıntılamak istiyorum: 

 “Çocuk yetiştirmek gibi belirsiz bir çaba içindeyken kesinliğe duyduğumuz ihtiyaç, kesin ve açık “nasıl ebeveynlik yapılır” stratejilerini hem baştan çıkarıcı, hem de tehlikeli kılar. Tehlikeli deme nedenim, kesinliğin çoğunlukla mutlaklık, müsamahasızlık ve yargılamayı beraberinde getirmesidir. 

Ebeveynlerin birbirlerine karşı bu kadar eleştirel olma nedenleri de budur; bir yöntem tuttururu ve bizim yöntemimiz, kısa süre içinde genel yöntem haline gelir. Kendi ebeveynlik seçimlerimizi çoğumuzun yaptığı şekilde saplantılı hale getirdiğimizde ve başkalarının farklı seçimler yaptığını gördüğümüzde , bu farklılığı sıklıkla kendi ebeveynliğimiz hakkında doğrudan eleştiri olarak algılarız.

İronik olarak , ebeveynlik bir utanç ve yargılama mayın tarlasıdır, çünkü çoğumuz çocuk yetiştirmek söz konusu olunca belirsizlik ve kendinden kuşku içinde zorlukla ilerleriz. Dahası kendi kararlarımızdan emin olduğumuzda, ender olarak kendimizi üstün gördüğümüz yargılamalarda bulunuruz… (sayfa 267-8)

… Doğum sancısı, sünnet, aşılar, beraber uyuma ve beslenme gibi ebeveynlik hakkında ayrılık yaratan ve/veya ihtilaflı meseleler hakkındaki sohbetleri dinlerken ya da blogları veya kitapları okurken duyduğunuz şey utanç, gördüğünüz şey ise acıdır… Yaptıkları seçimler yüzünden diğer insanları utandırıyorsanız, çocukların selametini önemsediğinizi ileri süremezsiniz. Bunlar devasa değer boşlukları yaratan karşılıklı dışlayıcı davranışlardır… (sayfa 285)

… Bir yılını Çocuk Koruma Hizmetleri’nde staj yaparak geçirmiş bir sosyal hizmet görevlisi olarak , sırf yanlış, farklı ya da kötü olarak yargıladığımız ebeveynleri korkutmak ya da küçümsemek için kötü muamele veya ihmal kavramlarını gelişigüzel biçimde kullanan tartışmalara çok da müsamaha gösteremiyorum… (sayfa 286)”

Bunu alıntılamak istememin en büyük nedeni, anne/ baba olduğumuz andan itibaren hepimiz çevremizden pek çok farklı konuda eleştirilere maruz kalıp bunaldık  değil mi? Ama, hadi itiraf edelim (mi?), çevremizde kendi ebeveynlik tarzımıza uymayan anne/baba davranışları gördüğümüzde onları eleştirdik mi?!!! 

Burada alıntıladığım kısım ebeveynliğimizin nasıl eleştirildiği ya da bizlerin ebeveynleri nasıl eleştirdiğimiz kısmı gibi gözüküyor belki ama kitabın taaa başından bir alıntılama yapmam gerekse seçeceğim yer tam da şu olurdu:

“Yetersizliğin 3 bileşeni ve bunların kültürü nasıl etkilediği üzerine düşünmenin bir  yöntemi de, aşağıdaki sorular üzerine kafa yormaktır:

  1. Utanç: İnsanları yönetmek ve/ya onları hizaya getirmek için alay konusu olma/ küçümsenme korkusu kullanılıyor mu? … Suçlamak veya kınamak norm haline gelmiş mi? … 
  2. Kıyaslama: … sürekli açık ya da gizli bir kıyaslama/ sıralama mevcut mu? Yaratıcılık bastırılmış mı? … Kendi yeteneklerinin ve katkılarının kabul edilmesinden ziyade, insanlar dar standartlara mı bağlı kalıyor?…
  3. Kopukluk: İnsanlar risk almaktan veya yeni şeyler söylemekten korkuyor mu?… Sessiz kalmak, hikayeleri, deneyimleri ve fikirleri paylaşmaktan daha kolay geliyor mu?…  (sayfa 42)“

Kısacası, ebeveyn olduktan sonra sıklıkla, günlük rutinde karşılaştığımız eleştiriler ve/ya istenmeden verilen tavsiyeler aslında sadece ebeveyn olmamızla/ olunmasıyla alakalı ve sınırlı değil sanırım! Yetersilik hissini utanç, kıyaslama ve kopukluğun bol olduğu topluluklarda her alanda yaşamamız pek bir olası bu kitaba göre!!! Peki ne yapacağız? Pek tabii bu kitapta bunun reçetesi yok! Kim bilir belki her birimiz için çözüm/ yanıt her ne ise kendi içimizde?!


Kitaptan "İçten Ebeveynlik Manifestosu"



29 Haziran 2016 Çarşamba

Çaresizlik, üzüntü ve kaygı...

Yazmak benim için bir terapi! Dün gece sabaha bağlanırken içimdeki tarifsiz üzüntü ve yüksek kaygı seviyesi bir araya geldi, çaresizliği yazdım :(

Benim biyolojik olarak iki çocuğum olabilir; ama ben 21 yaşındayken, anne olmadan 8 sene önce teyze oldum ve çok sevdim teyze olmayı... Hatta anne olmadan teyze olduğum için bi nebze mutlu saydım kendimi! Çünkü bu mutluluğun arkasında çocuklarımın bebeklik ve bebeklikten çıkış sürelerinde teyzeliğimde, teyzeliğimin  ilk 7 senesindeki kadar çok var olamama hüznü vardı...

Bu gece, bu ülkede yine bazı evlere ateş düşmüşken ben tüm olanlara karşı içimde öfkemi ve üzüntümü yaşarken- bir anda kafamda bizden neredeyse 10000 km uzakta olan canımın İstanbul'a tek başına döneceği uçağının bu geceyi sabaha bağlayan saatlerde olduğu dank ediverdi! Bir yandan "çok şükür bu vahşete denk gelmedi!", bir yandan "ya böyle bir şeye denk gelirse!...", başka bir yandan "haberlerin ne kadarını duydu acaba? upuzun yol boyunca tek başına çok korkar mı acaba?", bambaşka bir yandan "yarın ablamlar o havaalanına nasıl girecekler-offf"!!! 

Uçağa binmesine 1 saat kala, sabaha karşı 4'te bunları yazmak istedim; uyuyamıyorum! Hiç bir şeye etki etme imkanım olmayan bir ortamda, 13 yaşında upuzun ve belki (biraz/çok) endişeli yolculuk yapacak bir genç kızı düşünüyorum... Sağ salim gelsin ve ona sımsıkı sarılalım istiyorum... İyi olsun istiyorum...

Hepimiz iyi olalım istiyorum...

Kimsenin canı yanmasın istiyorum...

Bu felaketlere alışmamak istiyorum...

Her, bir can yandığında olayı lanetleyip hayatımıza devam etmeyelim istiyorum...  

offff "barış istiyorum, sevgi istiyorum" denilince herkes tek bir dilek etrafında toplanabilsin istiyorum...


31 Mayıs 2016 Salı

Ben bugün parkta bir okul gezisi gördüm!!!

Bugün öğlene doğru İpek'le birlikte bir arkadaşım ve İpek'le yaşıt oğlu ile buluşmak üzere botanik parklardan birine gittik... Genelde hafta sonları düğün, nişan fotoğraf çekimleri bol olduğundan bir iki gidişimde pek de keyif almadığım bir yer iken hafta içi sakinliğinde tüm keyfini çıkarırız zannediyorduk... Taa ki gidene kadar! Meğerse bugün tüm an okulları için -neredeyse- "resmi botanik bahçesi gezi günü" ilan edilmiş de bizim haberimiz yokmuş! :)))  Her taraf çocuklarla doluydu; ne güzel. Düğün, nişan fotoğraf merkezi olmasındansa çocukların oyun merkezi olması kesinlikle daha normal... Normal de ortamda bir anormallik var: sürekli etrafta bağrışan, çocukları alenen bağıra bağıra azarlayan, düzene sokmaya (!!) çalışan yetişkinler! Bu gözler, bileklerinden tutularak çekiştirilen çocukları da gördü!! Bu kulaklar, "sen gelme o zaman" diye azarlanmaları da duydu!! Ve ardından azarlanan çocukların iç çeke çeke sessiz ağlamalarını da gördü bu gözler!!!

ve bu düzen (!!!) içinde arada telefonlar elde fotoğraflar da çekiliyordu, kaydıraktan kayan çocukların en (!!!) mutlu halleri mesela- fotoğrafı çeken kişinin birkaç adım yanında o iç çekerek ağlayan çocuklardan biri olduğunu yazmaktan ben utanıyorum!

Çok değil, bundan birkaç hafta önce okuduğum yazıyı yaşadım ben bugün resmen: http://www.egitimpedia.com/egitimpedia-yazari-mujdat-ataman-yasak-kardesim/
:(((

Bugün, bizim tanık olduğumuz okul gezillerinde çok eğlenmiş çocuklar vardı muhtemelen; ama örselenmiş, zorlanmış, anlaşılmamış çocukların olduğunu da üzülerek eklemek isterim! Hani anne baba sohbetlerinde çocuklarımızın okul seçimleri ile ilgili konuşuyoruz ya; uzmanlara "nasıl seçmeli?" falan diye soruyoruz ya!! Hah, işte galiba ben bugün bir cevap buldum kendimce: "çocuğumuzu vermeyi düşündüğümüz okulun, okul gezi tarihini bir şekilde öğrenip, geziye uzaktan uzağa katılarak ve o okuldaki yetişkinlerin çocuklara nasıl davrandığını, çocuklarla nasıl konuştuğunu gözlemleyerek!" 

Eminim, bir okul gezisi sırasında özellikle küçük çocukların sorumluluğunu taşıyan yetişkinler pek çok olasılık nedeniyle stres içinde bulunuyorlar... Mutlaka bu stres faktörlerini minimuma indirecek güvenlik kuralları belirleniyordur/ belirlenebilir; ama çocuklara bas bas bağırmanın, bir yerden bir yere bileğinden tutup sürüklercesine götürmenin, tehditler savurmanın makul olan hiçbir tarafı yok! İnsan, içinden "beceremeyeceksen gezi senin neyine!!?" diyor; ama bunları okul gezisinde yapanların okul içinde neler yaptığını/ söylediğini de hayal etmek istemiyor!

12 Nisan 2016 Salı

Psk Nilüfer Devecigil ile Akran Zorbalığı

Psk. Nilüfer Devecigil'i ile ilk defa 2013 yılında verdiği bir seminerde dinlemiştim ve çok da etkilenip  burada seminer notlarını paylaşmıştım "Oyunumu İstiyorum" seminerinin notlarını; bu notları bugün okuduğumda hala çok etkileyici bir seminer dinlediğimi hatırlıyorum... Sonra başka konularda da dinleme fırsatı yakaladım kendisini... Hatta bir sohbetinde katılımcılara tek tek "bugün neden buradasınız, ne bekliyorsunuz bugünden?" gibi bir şey sorduğunda ben "siz ne anlatırsanız gelirim!" gibi bir şey söylemiştim! :)


Geçtiğimiz Cumartesi günü de canımız derneğimizin (Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği) organizasyonu ile Nilüfer Devecigil ile "Akran Zorbalığı" konusunda oldukça derin bir konuşma dinledik...

18 Mart 2016 Cuma

"Güzel günler göreceğiz güneşli günler..." değil mi??

Yazmayacaktım...

Bu konuda yazmak içimden gelmiyordu, konuşmak da... Kimseye inandığım şeyleri anlatmaya takatim kalmadı gibi geliyordu, hele hele internet üzerinde insanların birbirlerine nasıl kin ve nefretle yazdıklarını gördükçe ne ağzımı açasım ne elime kalem/ bilgisayar alasım vardı!

Onca insan hayatı hiçe sayıldı/ sayılıyor ve sayılacak ya! Umudumuz kalmadı diyoruz ya! Sonra çocuklarımıza sarılıp, içimizdeki çocuğa sarılıp yaşamaya devam ediyoruz ya! Bazen "utanıyorum" diyoruz, bazen sövüyoruz ya... Yazmak istemiyordum!!! 

Bir korku imparatorluğunda yaşıyoruz!!! Yediğimizden içtiğimizden korkuyoruz, ya hasta olursak diye! Çocuklarımızı okula göndermeye korkuyoruz, ya travmatize edilirlerse diye! Trafikte üstümüze süren bir arabaya söylenmekten korkuyoruz, ya içinden bir silahlı özgüven inerse diye! Çocuklarımızı sokakta seven insanlardan ürküyoruz, ya amacı başkaysa diye! Yazı yazmaktan korkuyoruz, fikirlerimizi açık açık konuşmaktan korkuyoruz, ya adalet mülkün temeli olmaktan çok uzaklaşmışsa diye! Şimdi bir de sokağa çıkmaya korkar olduk; acaba bu sefer hangi otobüs durağında, hangi parkta ya da meydanda bir bomba patlar diye!

Sonra sabah uyanıyorum, pek de iyi uyumamışım gece! Ne o güneş mi parlamaya başlamış, "evet ya bahar gelmişti sahi" diyorum kendi kendime! Oğlumu okula gönderiyorum, kızımı alıp sahile iniyorum bisikletimle! Evde oturup sürekli okuduğum haberlere, yazılara, olacaklara kulağımı tıkayıp bisikletime atlıyorum, düşersek bizi koruyacak kasklarımız kafamızda! Çünkü bizi dışarılarda bekleyen tek tehlike bisikletten düşmek ya! Sonra parka gidiyoruz sahil kenarında kızımla, bir arkadaşımla buluşuyorum, kızımla onun oğlu parkta koşturuyorlar, oyun oynuyorlar, parkta onlara ikram edilen bir bisküviyi alır gibi oluyorlar; o an bi' gerçek dünyaya döner gibi oluyoruz! "Yok teşekkürler, birazdan yemek yiyecekler!" diyoruz, sonra çocuklara dönüp "tanımadığınız hiç kimseden bir şey almayın kesinlikle!" diyoruz... 

Neyin kenarındayız, nereye doğru gidiyoruz, biz hayatlarımızda bir şeylere tutunurken, tutunacaklarını kaybetmiş/ kaybetmeye başlamış insanları düşünüp umutsuzluğum canlanıyor! içimdeki çocuk hüngür hüngür ağlamaya başlıyor! Ne kadar yaşayacağız, 3 gün mü 5 gün mü, yoksa "bir ömür" diyebileceğimiz kadar uzun mu bilmiyorum! İşte bu karanlık ruh halim içinde bugün bahar havasında çevremizdeki korku imparatorluğundan biraz kaçıyoruz sanki! Sonra oğlumun okulundan çocukların fotoğrafları geliyor, umut dolu, pırıl pırıl gülen, ağaçlara tırmanan... İçimdeki çocuğu okşuyor, çocuklarımın bugün yaşadıkları anlar...Arka fonda bir müzik çalıyor: 




Kim bilir belki de...