20 Şubat 2013 Çarşamba

"çocuğunuza bisiklet alacaksanız alın hiçbir koşula bağlamadan alın" ve " 'hayır'lar 'evet'e dönerse tutarsız ebeveyn olmazsınız"

Cumartesi günü keyifli bir eğitim /sohbete katıldım. www.anneysen.com 'un düzenlediği ve "Daha mutlu ebeveyn çocuk ilişkisi için sınır koyma/ kuralları belirleme" başlıklı etkinliğin ilk konuşmacısı Psikoloji İstanbul'dan Psikolog Tolga Erdoğan'dı. Tolga Bey biz annelerle(ve sanırım birkaç baba da vardı) her şeye sınır koyan ebeveynlik ile hiç kural koymayan ebeveynlik davranışları ve çocuklardaki yansımalarını paylaştıktan sonra özellikle benim için çok ilgi çekici olan "ödül/ceza" başlığına geçti. Tolga Erdoğan'dan sonra Blogcu Anne Elif Doğan'ın kendi evinden tecrübelerini paylaştığı bölümü dinledik.

Her iki bölüm de benim için yer yer düşündürücü, yer yer eğitici, yer yer de eğlenceliydi...

Neler aklımda kaldı peki bu söyleşilerden:

Tolga Erdoğan'a göre bugünkü ebeveynlerin işini zorlaştıran temel konu şu: biz çocukken bizlerin sokaklarda harcadığı enerjiyi bizim çocuklarımız şimdilerde evde/ okulda yetişkin kontrolünde boşaltmak zorundalar. Bu da bizim sınırları daha çok arttırmamıza neden oluyor. Ayrıca hayatımız neredeyse 3. sayfa haberleri duymakla/ okumakla geçiyor. Bu da elimizde olmadan kaygı düzeyimizi arttırıyor ve sonucunda da (belki) gereğinden fazla kurallar koymaya başlıyoruz. Bu girişin ardından Tolga Erdoğan benim aklımdaki ilk soru ışığını yaktı: "Bu kuralların ne kadarı gerçekten gerekli? Kaygılarımızı azaltmak için mi bu kuralları koyuyoruz?"

Hiç kural konulmayan/ sınırların belli olmadığı bir evde öncelikle anne/babanın kendi hayatları yok oluyor. Çocuğa yatırım çok yüksek boyutta olduğu için beklenti yükseliyor, beklentiye karşılık alınamadığında anne/babanın hayal kırıklığı ve öfkesi artıyor ve ardından da tükenmişlik geliyor. MUŞ!! Ardından çocukta ise kendi sınırlarını çizememe sorunu ve hatta yetişkin olduğu dönemde "hayır" diyememe sorunu başlıyor. MUŞ...

Tam tersi durumda, yani gereğinden çok kuralları olan evde ebeveynin çocuğa verdiği otomatik mesaj ise: "sen kendi hayatını kontrol edemezsin; senin için en iyiyi BEN/BİZ bilirim/z." Örneğin 8 aylık bebek topunu koltuğun altına kaçırdı, ve topu almak istedi, anne "hayır" dedi ve topu alıp bebeğe verdi. Çocuğun ağır, uzak, yüksek vs gibi ilk matematiksel kavramları öğrendiği bu dönemde deneyimleyemediği için ilk matematik dersi boşa geçmiş oluyor.

Mert doğduğundan beri belki de Kerem'le en çok konuştuğumuz konulardan biridir bu: "Hayır"ları ekonomik kullanalım, gerçekten gereken hayati konular dışında "hayır" demeyelim." Bunu Kerem'in çok iyi uyguladığını, benimse evin daha kötü polisi rolünü üzerimde taşıdığımı kabul ederek Tolga Erdoğan'ı dinlemeye devam ettim. Hatta dayanamadım Tolga Bey'e de sorumu sordum: "Bizim ev hayatımızda hayati "hayır"larla ilgili şimdiye kadar bir sorunumuz olmadı. Mert'e gerekçesi ile elektrik prizine dokunmasının, kabloları ellememesinin vs neden hayır olduğumuzu anlattığımızda gizli saklı onları kurcalarken bulmadık kendisini. Ancak ben bir kitap alacağız diye girdiğimiz kitapçıda Mert'i 2-3 kitap alacağım diye tuttururken bulabiliyorum. Buradaki ve benzeri "hayır" meselesini nasıl değerlendireceğiz?" diye sordum Tolga Erdoğan da benim için hayati değeri olan bir yanıt verdi: "BAZEN HAYIRLAR EVETE DÖNEBİLİR" nasıl yani dedim kendimce... Sonuçta biz "Hayır diyorsam hayırdır" diyerek büyümüş bir nesiliz. Biz zannediyoruz ki bir kere "Hayır" dediğimizde sonra bunu "Evet"e dönüştürürsek tutarsız anne baba olabiliriz. Meğerse olmazmışız:)

Son dönemde benim de çok yararını gördüğüm bir konunun daha altını çizdi Tolga Bey. Ağladığı zaman çocuğun ağlamasına izin ver ve onunla göz temasını kesme, öfkeli değilsen ve duruma ayak uydurabileceksen o ağlarken yanında kalarak ona eşlik et ama ayak uyduramayacak durumdaysan  (ben bunu acelen varsa, o sırada anne olarak psikolojin ağlamasını kaldıramayacaksa vs) dikkatini dağıtarak çocuğun dikkatini başka yere çek. Ancak ağlamasına izin verip, hayalkırıklığı/ üzüntüsü ile yüzleşmesini sağlayıp konyu orada sonuçlanırmak en iyisi... Bizde dikkat dağıtma işi kesinlikle işe yaramadığı, Mert'in ağlama anında dikkatini dağıtsak ve konuyu değiştirsek bile konunun dönüp dolaşıp o çözülmemiş konuya gelip yeniden ağlamaya bağlandığını bildiğimizden biz artık  dağıtmayı pek kullanmaz olduk bizim evde... Ama tabii her çocuğun mizacı farklı...

Erken ergenlik denilen 2 yaş krizi ile ilgili de konuşurken bazen sorun çözülemeycek gibi olur, o zaman anne/baba olarak sorunu çözmeye uğraşmak yerine "bırak dağınık kalsın" düşüncesiyle yaklaşmak bazen hayatımızı kolaylaştırabilirmiş. Bunu da beynime yazdım illa her konu sorun olduğunda çözülmeli diyen bir anne olarak!!

Ödül/ceza başlığında ise beni derinden yakalayan cümlesi şu oldu Tolga Erdoğan'ın: "çocuk yetiştirirken özül kullanıyorum, ceza kullanmıyorum diye bir şey yoktur. Ödül ve ceza bir bütünün iki parçasıdır. Ödül veren ama ceza vermediğini düşünen bir ebeveyn aslında ödüle alıştırdığı çocuğuna ödül vermediğinde ceza vermiş olur."dedi ve ben yine deriiiiin düşüncelere daldım... Bu başlıkta aldığım notları kısaca şöyle paylaşmak isterim:

* ödül ve ceza ile "iyi şeyler yaparsan iyi, kötü şeyler yaparsan kötü şeyler hakedersin" diyoruz ve bu hikayede iyi ile kötünün tanımı anne ya da bize olarak bana ait.
* insan ceza aldığı zaman bedelini ödemiş olduğu için vicdani sorumluluk taşımamaya başlar.
* anne/ baba olarak "benim onayladığımın dışına çıkarsan seni reddedebilirim" mesajı taşıma riskin var.
* sürekli ödül ve ceza ile büyüyen kişinin kendisini kendi olarak değil de karşısındaki kim ise onun istediği şekilde ifade etmesi mümkün olabilir.
* ödül ve ceza ile aslında kişinin iç motivasyonu yok oluyor/ azalıyor ve dış motivasyon ile bir şeyleri yapmaya başlıyor. Örneğin öğrenmek (iç motivasyon) için ders çalışmıyorum, sene sonunda ailemin bana alacağı bisiklet (dış motivasyon) için çalışıyorum.
Tolga Erdoğan burada şu cümleyi kurdu ve aklıma kazındı: "çocuğunuza bisiklet alacaksanız alın, almak istediğiniz için alın; bir sebep aramayın,8 kırığı da gelse alın. Sınıfını geç bisiklet alacağım dediğinizde çocuk bu sene bisiklet için çalışacak seneye tablet için, peki öbür sene??"

Ben bu ödül/ ceza konusunun bana bu şekilde anlatılmasını çok sevdim, çok da mantıklı geldi burada anlatılan her bir söz. Gel gör ki ödül ve ceza dna'mıza işlemiş bir nesil olarak bunu tamamen bir kenara atmak gerçek hayatımızda nasıl mümkün olabilir ben onu düşünüyorum Cumartesi'den beri... Şu anda bu bilincin varlığı ve farkındalığın oluşmasının bile bir artı olduğunu düşünen içimdeki polyanna bu konuda ilerleme gösterebileceğime dair bir umut barındırıyor kendisinde; umarım becerebilirim:))  Cumartesi günü bu etkinliğe giderken burnu tıkalı olan ve burnuna tuzlu su damlattırmamak için benimle savaşan oğluma "sen ilacı damlattırmadın ben de seninle konuşmuyorum." diyen (kara vicdanlı) anne olarak,  Tolga Bey'in sözleri ile vicdan azabım tavan yaptı tavan... O andan itibaren "Al sana ceza Zeynep" diyorum...

Şunu da yazmadan geçmeyeyim: çocuklara bağırmak, bir şeyi yüksek sesle söylemek kontrolümüzü kaybetmek üzere olduğumuz mesajını veriyor çocuğumuza ve ciddiye alınmamamıza neden oluyor. MUŞ!!...

Tolga Erdoğan'ın konuşmasının ardından Blogcu Anne Eilf Doğan'ın sohbetiyle de pek çok kez gülümsedim, pek çok kez evlerde yaşanan durumlar,çocuklarla ilişkiler, eşler arası diyaloglar, iyi polis- kötü polis olmalar birbirine ne kadar benziyor düye düşündüm. Kısacası en başta da belirttiğim gibi keyifli, çoğunlukla düşündürücü ve öğretici birkaç saat geçirdim ben kendi adıma.

19 Şubat 2013 Salı

dünyanın en sıkı ağlarından biri annelerin arasındaki bağlantı

Bu ağı ilk farkettiğimde Mert'e hamileydim ve birbirini hiç tanımayan ve sadece ortak noktası çocuk/ bebek/ hamilelik olan iki kadının biraraya geldiklerinde ne kadar derin konulara girip samimileşebileceklerini farkettim. O dönemde çalışıyorken kadınlar tuvaletinde, çay sırasında beklerken, koridorda yürürken artık belirginleşen karnımla dolaştığım her an herkes ile muhtemel bir sohbetin ortasında olabiliyordum.

Mert doğdu, bebekle dışarıda gezerken, parkta onunla oynarken ya da çocukları olan arkadaşlarımla biraraya geldiğimde de durum hiç değişmedi aksine daha da çoğaldı.  Bu durumdan hiçbir zaman şikayet etmediğim gibi hep de çok sevdim, çünkü her bir sohbet yeni bir şey öğrenmeme fırsat yarattı. Anne bloglarının çoğalması, forumlarda annelerin annelik, çocuklar, kadın mevzuları üzerine her şeyi tartışması, konuşması da ayrıca pek çok annenin pek çok konuda farkındalıklarının artmasına neden oluyor.

Bu ara bizim anaokulu arayışımızda da anneler arası bu bağlantının ne kadar güçlü ve yararlı olduğunu farkettim. Internet anneleri mail grubu üzerinden annelerden aldığım yorumlar, Nurturia'da bir annenin bizim de ilgilendiğimiz bir anaokulu ile yazdığı yorumlar üzerine kendisiyle bireysel iletişime geçmem ve bir blogda okuduğum yazı üzerine blogger anne ile yazışmamız... Düşündüm de aslında çocuk meselesi olunca çevremiz ne kadar da kalabalıklaşıyor ve herkes paylaşıma ne kadar da açık...  Bu paylaşımı seviyorum:))

12 Şubat 2013 Salı

2-3 yaş aralığında bıraktığımız alışkanlıklar...

Mert ile birlikte yaşadığımız şu 3 yılı düşününce sanki 2 ile 3 yaş arasındaki değişim/ gelişim dönemini "bırakmalar/ vazgeçmeler dönemi" diye adlandırabilirim gibi geldi... Şöyle ki son bir yıl içinde doğduğundan beri önemli parçası olan o kadar çok şeyi bırakmış ya da bırakmak zorunda kalmış ki! İlk aklıma gelenler: bebek bezi, emzik, bebek yatağı, (şimdilerde) öğle uykusu... Eminim zorlasam bu listeye ekleyecek üç beş madde daha bulabilirim.

Bugün, biz nasıl bu bezi bıraktık diye düşünürken bu "bırakma" mevzusu oluşuverdi kafamda. Bazılarını bir anda bıraktık bazılarını kademeli... Mesela emzik bir günde bıraktığımız bir nesne oluverdi. Eylül'de 2.5 yaş doktor kontrolüne gittiğimizde doktorumuz dişlerde hafif bir bozulma eğilimi görünce emziği hemen bırakın dedi. Tabii ben o panikle sanki bir gün daha emzik takarsa dişleri yamulacakmış hissiyatıyla Mert'e emziğin dişlerine zarar verdiğini ve artık kullanmamamız gerektiğini anlattım ve tüm emzikleri yok ettim. Mert de bunu kabul etti (göründü) ancak birkaç gün her uykudan uyandığında emziği için ağladı, ben tüm sakinliğimle ona emziğin neden zarar vermeye başladığını en baştan bir kez daha anlattım. Taaa ki bir öğlen uykusundan uyanıp emziği olmasa bir daha uyuyamayacakmış gibi hissettiğim güne kadar: "al emziğini veriyorum bir daha da kullanma demeyeceğim. İstediğin kadar kullan"dedim bütün çaresizliğimle... Sanırım bazı çocuklar (ya da hepsi) kararları kendilerinin aldığını bilmek, kendilerine dikte ettirilmediğine inanmak istiyorlar. Benim bu geri adım atan (ve aslında Mert'in pek alışık olmadığı) tepkim sonrasında Mert emziği bir kez ağzına aldı ve geri çıkardı: "Artık emziği istemiyorum." dedi ve bir daha da emzik konusu açılmadı. Bu durum bana ders oldu mu; hem de nasıl:))

Bez ise tamamen kademeli bir süreçti tüm ev halkı için:) Yazın Mert'in tuvalet alışkanlığı kazanıp  kazanmayacağını gözlemlerken Mert'in bu değişime aslında hazır olduğunu farkettim. Ama ben hazır mıydım onu bilemiyordum. Sonuçta bezi bırakmak çocuk için büyük bir değişiklik olduğu kadar ebeveynler için de oldukça büyük bir değişiklik. Ağustos ayının tamamını Mert'le Erikli'de yazlıkçı modunda geçirince bu süreç kendiliğinden başladı. Zaten günün çoğu mayoylaydı, yani altı bağlı değildi. Bu da sürekli tuvalete taşınmamızı kolaylaştırıyordu ve Mert kısa bir zaman içinde (arada tabii ki kazalar olarak) bezi bıraktı. Bez olduğunda sıcak havada popsunun çok kaşınabileceğini, eğer külot giyerse poposunun hava alıp kızarmayacağını ve kaşınmayacağını söylememizin de etkisi vardır diye tahmin ediyorum. Neyse biz Eylül başı İstanbul'a döndüğümüzde Mert hemen hemen bu tuvalet mevzusunu oturtmuştu kafasında; ama sadece gündüzleri...

Diyorum ya anne babanın da tuvalet alışkanlığı sürecine hazır olması gerekiyor. Ben gece kısmına daha hazır olmadığımı düşündüğüm için her ne kadar kitaplar bezi bırakırken geceli gündüzlü tamamen bırakın dese de ben buna cesaret edemedim ya da kendime güvenemedim. Bir iki ay akşam bezli, gündüz bezsiz hayatımıza devam ettik. Ettik ama ben bir yerden sonra rahatsızlanmaya başladım. Gündüz tuvaletini tutan çocuk zamanla gece de tutmayı öğrenir ve sabahları yavaş yavaş daha kuru kalkmaya başlar tezi bizim evde çöktü. Mert, hiçbir sabah kuru kalkmadı. Ve bu tezin bizde çökmesi ile birlikte son paket bezimizin bittiği Kasım ayı gibi ben Mert'e yeni paket almayacağımızı ve (ne işe yaradığını anlattıktan sonra) alıştırma külotlarını kullanacağımızı anlattım.1 aya yakın alıştırma külodu denememizin ardından bazı sabahlar kuru kalkmaya başladı. Böylece alıştırma külotlarına da "hoşçakal" dedik. Bu arada her gece ben yatarken Mert'i de tuvalete kaldırmaya başladım. Böylelikle (tabii ki arada kazalar olmakla birlikte) tuvalet alışkanlığı kazanma sürecimiz de daha rayına oturmuş oldu. Yani umarım:)) Her bırakılan alışkanlığın geri dönüşü olabileceğini aklın bir köşesinde tutmak lazım sanırım...

Şimdi düşünüyorum da bu değişimler hemen bir çırpıda gerçekleşsin istiyoruz da aslında 2-3 yaş aralığında bir çocuk için ne kadar da büyük... Her çocuğun karakteri, düzeni farklı; her aile de kendi doğrusunu bulmaya,uygulamaya çalışıyor... Kimi zaman kitaplar, yazılanlar, önerilerle; kimi zaman da belki sadece iç sesini dinleyerek...

1 Şubat 2013 Cuma

Birinciyi İkinciye Hazırlamak

Bu ara en çok düşündüğümüz konuların başında Mert'e kardeşi olacağını nasıl söyleyeceğimiz geliyor. Ben yine açtım kitapları, interneti okuyup duruyorum. İnternetten konuyla ilgili bir şeyler ararken Google'a yazmaya başladım "how to tell your child..." diye... Cümlenin devamını "...about a new baby" yazmadan çıkan o kadar çeşitli dramatik konu başlığı belirdi ki benim aradığım konunun aslında ne kadar basit, ne kadar olağan olduğunu düşünüp rahatladım:)

Kerem'le ortak kararımız Mert'e hamileliğimi çok başlardan söylememek üzerine kurulu, sonuçta henüz 3 yaşında olmayan bir çocuğun beklentisinin, hayallerinin ne olabileceğini kestirmek güç. Ayrıca hamileliğin başındaki 3 aylık süreçte de hamileliğin nasıl devam edeceğini kestirmek güç. Son olarak da şöyle bir karar verdik karnım iyice belirginleşeceği ve detaylı ultrasonda pek çok şeyi öğrenme fırsatımız da olacağı için 20. hafta kontrolünden sonra Mert'le durumu paylaşacağız.Tabii bu arada bir ortama girdiğimizde hemen Mert'in henüz haberinin olmadığını söylüyoruz ki "Mert kardeş geliyormuş sana" türevinden konuşmalara maruz kalmayalım:)

Bu arada okuduğum yerlerden iki tanesindeki- ki genelde hemen hemen her yerde benzer şeyler yazıyor- notları da burada paylaşmak isterim.Notlar sadece bana kalmasın.

İlk kaynağım Mert'e de hamileyken ve bebekliğinden itibaren çok sık kullandığım www.babycenter.com internet sitesi. Burada da şimdi ikinci hamileliğimin takibini meyve / sebze bazında yapmaya devam ediyorum. Örneğin şu an kendileri karnımda bir turp büyüklüğünde:) Neyse gelelim babycenter'da ikincinin geleceğini birinciye nasıl ve ne zaman söylemeli başlığında okuduklarıma:

- Çocuğunuzun yaşına ve mizacına göre söyleyeceğiniz zamanlamayı seçebilirsiniz.

- Babycenter 1,2,3-4 ve 5-8 arası yaşlar için ayrı ayrı önerilerde bulunmuş

- 3 yaş önerilerine baktığımda

o İlk trimesterin bitimi/ yapılacak tüm testlerin sonlanmasını beklemek iyi bir tercih olabilir deniliyor

o Yavaş yavaş karın büyümeye başladığında söylenmesi de diğer iyi bir alternatif. Zira bu yaştaki çocuklar annede henüz hiçbir fiziksel değişiklik yokken bebeğin içerde nasıl varolduğunu anlamakta zorluk çekebiliyor

o Aile ve çevreye söyledikten sonra çocuktan bu durumu gizlemek zorlaşabileceği için etrafa söyledikten hemen sonra da bir tercih olabilir

o Çocuğa annenin hamilelik semptomlarından bahsetmek çocuğun bebeği suçlamasına neden olabileceği için bunlardan bahsetmemek en doğrusu

o Söylemek için sakin olduğu, yeni bir değişiklik (okula başlamak gibi) yaşamadığı, sorularını sorabilecek kadar geniş bir zamanıseçmek sağlıklı olabilir. Mümkünse ebeveynlerin ikisinin de yanında olması.

o Eğer bu konuşmadan sonra bir düşük yaşanırsa ne demek gerekir? – bebeğin doğacak kadar büyüyemediğini daha sonra belki yine karında bir bebek büyütmeyi deneyebileceğinizden bahsedebilirsiniz

o DURUMU ANLATMAYA BAŞLAMADAN birkaç hafta ÖNCE ortamı hazırlamaya başlayabilirsiniz. Kardeşler hakkında hikaye kitapları okunabilir, arkadaşlarınızın çocukları ya da çocuğunuzun arkadaşları ile biraya gelip “senin de bir gün kardeşin olabilir” diyebilirsiniz.

o Çocuklar ebeveynlerinin çocukluklarını dinlemeyi severler. Çocukken kardeşlerinizle olan hikayelerinizi anlatabilir, hissiyatınızı paylaşabilirsiniz.

o Çocuğunuzla hamileliğinizi paylaşmaya karar verdiğinizde pozitif bir tonda ve kısa-net bir konuşma ile bu durumu paylaşın:“şu anda karnımda bir bebek büyüyor ve gelecek yaz bir kız/erkek kardeşin olacak” gibi…

o Sonrasında merak ettiklerini sorması için zaman tanıyın, gereksiz bilgi ve detay ile kafasını karıştırmayın
İkinci kaynağım ise  pekçok konuda başucu kitabım olan Tracy Hogg serisinden:

“ Çocukluğa Geçiş Sorunlarına Mucize Çözümler” kitabından aldığım bazı notlar (325-  329 arası sayfalardan alıntılanmıştır)
-          Çok erken söylemeyin

o   Küçük çocuğun yaşamında 9 ay sonsuzluk gibidir.

o   Basit olarak söylenmeli ve çocuğun sorularını sormasına izin verilmeli. “Sana oyun arkadaşı geliyor” türünden bir açıklama yapmayın

-          Bebek doğmadan 6 ay kadar önce onu bir oyun grubuna sokun.

o   Paylaşma ve işbirliği en iyi arkadaşlardan öğrenilir

-          Diğer çocuklara da sevgi gösterin

o   Çocuğunuz diğer çocuklarla da ilgilendiğinizi görsün

o   Babaya da sevginizi sürekli gösterin ki çocuk kendisinden başka kimseler sevilse de kendisine olan sevginin azalmayacağını bilsin.

-          Çocuğunuza bebekler gösterin

o   Ona bebek kardeşler ile ilgili hikayeler okuyun

o   Kendi bebeklik fotoğraflarını gösterin

o   Bebeklerin ne kadar hassas oldukları anlatılabilir: “şu yeni doğmuş bebeğe bak. Parmakları ne kadar küçük. Çok dikkatli olmalıyız ki kırılmasınlar.”

o   Ona ait olan şeyler için şu ifadeleri kullanmayın: “bu senindi ama artık bebek giyecek” Yeni doğan bebek giysileri satan dükkana çocuğunuzla birlikte gidip birlikte seçim yapın ama giysilerin güzelliğini fazla abartmayın. Bir bebek oyuncağına dokunmak/oynamak isterse izin verin ama “bu bebek için sen artık büyüdün” demeyin.

-          Geceyi çocuk yanınızda olmadan dışarıda geçirmeyi planlayın. Doğuma gittiğinizde yanında olmadığınızda bu süreyi daha kolay geçirebilir.

-          Sağduyunuza ve içgüdünüze güvenin

o   Çocuğunuzun bebeğe hazırlanması konusunda birçok tavsiye alacaksınız ama duyduğunuz her şey kural değildir.

o   Ör: hazırlık sınıflarından birinde büyük çocuğa aşırı hoşgörülü davranılması öneriliyordu. Maya şöyle dedi: “Yeni çocuk, yaşamımızı zenginleştirmek için geliyor- yalnız kalsın ve büyük çocuk aileyi yönetsin diye değil. Bu böyle olursa sorun çıkar.”
Aslında en başta belirttiğim gibi hemen hemen her yerde benzer şeyler okudum ve en çok da sağduyu ve içgüdünüze güvenin başlığını kendimce benimsedim. Çünkü ne olursa olsun her ailenin ve her çocuğun düzeni, beklentisi, iletişimi birbirinden farklı olabilir ve en iyi nasıl/ ne zaman söylerim konusunu yine belirleyen ailelerin kendisi olacaktır.

Biz bu sürecin iletişimi öncesi biraz da çevresel etkenler gereği pek çok bebek ziyareti yapmak , hatta yeni doğmuş bebeklerle oldukça zaman geçirmiş bulunmaktayız ve bu durum devam edecek gibi gözüküyor. Yazdan bu yana yaptığımız bebek ziyaretleri oldukça yoğundu Mert'le birlikte:) 2.5 ay kadar önce de ailecek görüştüğümüz ve Mert'ten biraz büyük çocukları olan arkadaşlarımızın ikinci bebekleri oldu. Bu süreçte Mert bir anne ve babanın birden fazla çocuğun anne ve babası olabileceğini biraz kafası karışarak da olsa anladı:) Ayrıca sadece bu hafta biri 20 günlük biri 1.5 aylık bebekleri ziyaret etmeye evlerine gittik... Tabii bir de lise arkadaşım Tuba'nın Nisan sonu Mayıs başı gibi gelmesini beklediğimiz bebeği var... Mert onun da anne karnındaki sürecini yakından takip ediyor. Geçen gün arabada Tuba ile çok hoş bir sohbetleri vardı. Ben Mert'e Tuba'nın karnındaki bebeğin hareket ettiğini ve benim bunu farkettiğimi söyleyince o da klasik "neden?" sorusu ile başladı. Biz de "acıkmış olabilir" dedik.
Mert: o nasıl yemek yiyor?
Tuba: Ben ne yersem onu yiyor Mert'cim.
Mert: Nasıl yani? mesela sen makarna yersen o da makarna mı yiyor?
Tuba: Evet Mert'cim.
Mert: köfte yersen?
Tuba: O da köfte yiyor
.... Mert bir milyon tane yemek saydıktan ve Tuba'dan onay aldıktan sonra bana dönüp "anne biz başka ne yiyoruz?" diye sordu. Bu konu bayağı kafasında yer etmiş ki akşam da babasına anlatıyordu :))

Umarım tüm süreç yukarıdaki gibi eğlenceli hikayelerle devam eder. Tabii şunu da çok iyi biliyoruz ki hamilelik sürecinde ne konuşursak konuşalım gerçek, doğumdan sonra yaşanacak:))