Dün akşam evdeki iki bıdığın uyku sürecinde ben de daha fazla dayanamayıp 9'da uyuyuverince sabahın 5'inde ayağa dikiliverdim işte "bugün bayram erken kalkın çocuklar" tadında...
Biraz önce İpek'i emzirirken aklıma geleni buraya yazmak istedim:
Evin ilk çocuğu "adapte olunan", ikinci çocuğu ise "adapte olan" oluyor dedim kendi kendime... Yani en azından bizim evde böyle sanki...
Yani ilk çocuk doğmadan önce tüm ortam ona göre hazırlanıyor, doğduktan sonra anne baba olan bizler ona göre günümüzü, hayatımızın akışını planlıyoruz... İkinci ise akışın içinde kendine yer buluyor,kendini o akışa adapte ediyor... Şanslı şanssız ayrımına, haksızlık muhabbetine girmeyeceğim çünkü ben daha önce de yazdığım gibi evin birinci çocuğu da ikinci çocuğu olmanın da kendine özgü şansı ve zorlukları olduğuna inanıyorum. Ve bu şans ve zorlukların da ileriki yıllarında insanın hayatına izler bıraktığına...
Çok kısa bir örnek: Mert doğduğu zaman (tabii gazlı bir bebek olmasının da etkisiyle) uykuları çok kısa süreli olunca ve ben yorgunluk içindeyken damarlarımda olduğunu düşündüğüm "otoriter murebbiye" kanı etkisiyle "bu çocuğu bir düzene sokmalıyım" demiş 3. aydan sonra bir uyku düzeni sağlamaya başlamıştım. Ama aslında Mert bizi kendi düzenine sokmuştu bence... Gündüz uyku saatiyse evde olalım, aman akşam rutinini bozmayalım, banyosu, emmesi ve uykusu üçlemesini sarsmayalım derken biz bayağı bayağı kendimizi Mert'e uydurmuştuk. Şimdi bakıyorum da İpek bizim düzene kendini uydurma sürecinde sanki... Tabii bunda artık her yazımın içinde geçen, olmazsa olmazımız "carrierımız da çokama çok etkili... İpek, bizim günlük düzenimiz içinde uykusunu da uyuyor, emmesini de tamamlıyor (ya da bazen reddediyor), etrafını da anlamaya çalışıyor... Hangisi daha iyi ya da doğru diye bir soru olsa bence bu işin tek doğrusu falan yok hepsi dönemine göre kendi doğrusunu bulmaya çalışıyor... Benim için Mert'in bebekliğinde düzen kurmak çok çok çok önemliydi şimdi ise şunu farkediyorum zorunlu bir düzen kurmasan da çocuk/bebek kendi düzenini yaratıyor... Tabii bu şimdi içinde bulunduğumuz zaman için geçerli kimbilir gelecek günler neler gösterecek, neler düşündürecek???
Ha bu arada "kıskanma" ya da ilk çocuğun ikinciyi "kabullenme" sürecinin bizim evdeki izleri önümüzdeki günlerde yazmayı planladığım "deriiiiiin" bir yazı konusu:)))
Hep söylediğim hep derinden hissettiğim esas gerçekse şu: "sağlıklı olsunlar da geri kalanı detay"... İstediğimiz çıkarımları, psikolojik analizleri yapalım, uykusu için şu, aman okulu için bu, yemekleri için bunlar diyelim... önce sağlık... Tabii sağlıklı olmaları için yemekleri, uykuları ve pek çok konunun peşinde dolaşıyoruz, "en doğruyu" yapalım istiyoruz bu inkar edilemez ama sağlık olmadığı zaman kendimizi bazen didikleyip durduğumuz konular da ne kadar basit kalıyor... Sabahın bu erken saatinde uyanmışken, bilgisayrı elime alıp bir şeyler yazmak istemişken ve kendimi konudan konuya atlama potansiyelinin en üst noktalarında bulmuşken her şeyin ötesinde tüüüüüüm çocuklara "sağlık" diliyorum...
2. çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2. çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
15 Ekim 2013 Salı
16 Eylül 2013 Pazartesi
Evimizin en miniği hayatımıza giriverdi: İpek'in doğum hikayesi...
En son hamilelik hikayemi 40. Haftayı doldurduğumda
yazmıştım… O ara sanki İpek’i hiç doğurmayacakmışım ve ebediyen hamile
yaşayacakmışım gibi geliyordu… 2 günde bir gittiğim NST ve doktor kontrollerim
sırasında artık sık sık doktoruma “doğmazsa ne yapacağız” gibi mantıklı (!)
sorular sormaya başlamıştım… Ben nedense bu hamileliğimde 38. Haftada
doğuracağıma inandığım ve herkese “Temmuz başı gibi bebeği bekliyoruz” dediğim
için Temmuz ayı boyunca “sen daha doğurmadın mı?” cümlesini sıklıkla duydum!!
Hatta son hafta artık bu sorudan o kadar sıkıldım ki birkaç kişiye “yok
doğurdum da doğum sonrası kilolarını veremedim” dediğimi hatırlıyorum…
41. haftamın dolacağı Pazar gününden önceki Cuma yine
hastanedeydim, NST’de doğuma dair hiçbir belirti yine yoktu ve yine o gün beni
gören herkes “daha karnın inmemiş” diyor ben de bu yoruma karşılık “Mert’in
doğduğu gün de bana karnın inmemiş daha senin doğumuna var diyorlardı” diye
savunma yapıyordum. Cuma günkü kontrolde doktorum doğumun başlamaması durumunda
Cumartesi gecesi hastaneye yatmamı istediğini ve o gece verecekleri bir ilaç
ile doğumu tetiklemeye çalışacaklarını söyledi. Hamileliğimin başından beri
normal doğum yapmak istediğim için bu durumda olmak beni gerdi. Ya suni sancı
almak zorunda kalırsam, ya sezaryen olmak zorunda kalırsam gibi düşünceler
stres katsayımı arttırdı. Ben her hamilelikte anne nasıl bir doğum arzu
ediyorsa, kendisini strese sokmayacak seçenek kendisi için neyse o şekilde
doğurmasının en güzeli olduğuna inanıyorum. Benim için de kendimi en mutlu
hissedeceğim doğum normal doğum olduğu için sezaryen olasılığı bile oldukça
üzücüydü. Oysaki önemli olan annenin ve bebeğin sağlığı; eğer doktorunuza
güveniyorsanız o sizin ve bebeğinizin sağlığı için sizi en doğru yöntem için
bilgilendirecektir.
Gelelim o cumartesi gecesine…
Daha önceden Kerem’le vermiş olduğumuz karar sonucu
hastaneye giderken Mert’i de yanımıza alacaktık. Biz doğum için hastaneye
giderken Mert’i evde bırakmak istemedik. Kafamda ben ve Kerem hastanedeyken,
doğum sonrası Mert’in hastaneye gelip o tabloya dışarıdan bakan bir göz
olmasını yerleştiremedim, içime sindiremedim.
Sonrasında biraz araştırdım, hastaneye götürenler var mı neler
yaşamışlar diye; çok olumlu yorumlar okuyunca doğumdan haftalar önce Mert’e
neyi tercih edeceğini sorduk. O da bizimle hastanede olmak istediğini söyledi.
Duruma yavaş yavaş hazırlamak için ona hastanede sıkılabileceğini, her istediği
an onun isteklerine cevap veremeyebileceğimizi ve hastanenin kurallarına uymak
zorunda olduğumuzu anlattık. O da bunları kabul etti.
Cumartesi gece yarısına doğru arabanın bagajında bavulumuz
ve oda süslerimiz, arka koltukta uyuyan oğlumuzla hastanenin otoparkına
girdiğimizde kendimi tatil için otele gelmiş gibi hissettim. Mert’i refakatçi yataklarından birine
yatırdık, bavulumu boşalttık ve sabaha doğumu başlatacağını ümit ederek ilacı
aldım ve uyudum. Doktorum ilk seferde ilacın etki etmemesi durumunda ertesi gün
birkaç kez daha ilacı uygulayabileceğini, uygulama sayısının benim sabrıma
bağlı olacağını vs söylemişti. Sabah saat 7 gibi Mert’in bizi uyandırması ile
kalktık, sabah muayenemi yapan nöbetçi doktor ilacın henüz etki etmediğini
söyledi. Ben de kahvaltı sonrası odayı süslemeye giriştimJ
Odayı süslemeye başlamıştım ki saat 9 civarı doktorum bizim
odaya uğradı, benim “doğum ne zaman başlar acaba?” merakımı görünce beni muayeneye
aldı. Bizim kızın gelmeye hala niyeti yoktu ki minik bir müdahale ile su kesesi
patlatıldı! Veee doğum süreci o andan itibaren başladı. En baştan itibaren
epidural anestezi almadan doğum yapmak istediğimden sürecin başında epidurali
çok net bir şekilde reddettim. Sancılarımın yavaş yavaş başlamasıyla
hemşirelerden pilates topu ve bir mat rica ettim. Güleryüzlü ve şefkatli
olduğunu düşündüğüm ebe hemşire bana sadece istediklerimi getirmekle kalmadı,
sancılar gelmeye başladığında nasıl sancıyı daha hafifletebileceğimi de
gösterdi. İlk bir saatte durumum gayet iyiyken sancıların sıklaşması ama İpek’in
henüz daha aşağı inmemesi nedeniyle ben sıkı bir epidural istekçisi
oluverdim!!! Pazar günü, az sayıda anestezi doktoru ve tam o saatte bir başka
doğumun olması derken ben yaklaşık 15 dakika epidural için anestezi doktoru
bekledim, o 15 dakika benim için 1 saat de olabilir 2 saat de!!! İpek’in aşağı
inmemesi nedeniyle doğumun sancı sürecinin daha çooooook süreceğini düşünüyordum
ki öğlen saat 2 civarı nöbetçi doktorun muayenesinin ardından doğumun başladığı
müjdesini aldımJ
Bu arada ben sancı sürecindeyken Mert de odamızı ikiye
ayıran kapının diğer tarafında halası, babaannesi, teyzesi ve kuzeni ile
çeşitli oyunlar oynuyor arada benim odama gelip beni kontrol ediyordu. O geldiğinde ben tüm iyi halimle onunla
konuşuyor onun kendi tarafına dönmesiyle ben de sancılarıma tekrar konsantre
oluyordum. Doğumhaneye giderken Mert’e haber verdik, İpek doğar doğmaz, daha
önce ona söz verdiğimiz gibi kardeşini ilk onun göreceğini söyledik.
Doğumhaneye giderken Mert’in doğumunda kurduğum cümlenin
aynısını kurdum: “Senai Bey’e (doktoruma) haber verdiniz mi?” “evet geliyor
şimdi” cevabını alınca rahatladım. Yaklaşık 15- 20 dakikalık, benim İpek’i
kesinlikle çıkartamayacağımı düşündüğüm sürecin sonunda İpek kocaman gözlerini
açmış ben nereye geldim modunda etrafı inceliyordu J
Evimizin en miniği 21 Temmuz 2013 günü 14.36’da tam
istediğim gibi normal doğumla hayatımıza giriverdi ve söz verdiğimiz üzere
doğumhaneden çıktığında onu ilk gören Abisi Mert oldu J Tabii ben bu buluşmaya
sonradan resimlerden tanıklık edebildim. Doğumhaneden çıktığımda Mert hala
koridorda, cam bölmeden kardeşinin yıkanmasını izliyordu. Ben, doğum yapmanın
verdiği rahatlık, Mert’i görmenin mutluluğuyla “Mert’cimmmm bak ben çıktım ve
çok iyiyim anneciğim” dedim, Mert’in yüzündeki şaşkınlık ifadesi beni görünce
sıcacık bir gülümsemeye dönüştü ya da ben öyle görmek istedim…
Hastanedeki 2 günün sonunda eve geldiğimizde en çok şu iki
cümleyi söyledim sanırım: “oh iyi ki doğurdum da rahatladım.” (hiç
doğurmayacağım sanıyordum ya!!:)) ve “iyi ki hastaneye Mert’i götürdük.” (eve geldiğimiz gün evdeki
kalabalığa karşı çığlıklar atan oğlumu görünce hastaneye gelmeseydi ve İpek’in
gelişi ile evde bebekli ortama ilk kez girseydi sanırım Mert’i idare etmek ve
sakinleştirmek daha zor olabilirdi.)
İpek’in doğum hikayesini İpek doğduktan 2 ay sonra
yazabildiğim düşünülürse 2 çocuklu hayatta günlerin nasıl hızla geçtiğini
anlayabilmekte değilim. Ha 2 çocuk güzel mi, zor mu diye soran varsa ben hep
kardeşli hayatın güzel olduğunu savunanlardanım, inşallah İpek’le Mert de kardeşliklerini çooook güzel bir şekilde yaşarlar hayatları
boyu. Blogger annelerden Slingomom sanırım twitter’da yazmıştı: “2.çocuk kolay;
2 çocuk zor…” diye. Kesinlikle sonuna kadar katılıyorum…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)