Psk. Nilüfer Devecigil'i ile ilk defa 2013 yılında verdiği bir seminerde dinlemiştim ve çok da etkilenip burada seminer notlarını paylaşmıştım "Oyunumu İstiyorum" seminerinin notlarını; bu notları bugün okuduğumda hala çok etkileyici bir seminer dinlediğimi hatırlıyorum... Sonra başka konularda da dinleme fırsatı yakaladım kendisini... Hatta bir sohbetinde katılımcılara tek tek "bugün neden buradasınız, ne bekliyorsunuz bugünden?" gibi bir şey sorduğunda ben "siz ne anlatırsanız gelirim!" gibi bir şey söylemiştim! :)
Geçtiğimiz Cumartesi günü de canımız derneğimizin (Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği) organizasyonu ile Nilüfer Devecigil ile "Akran Zorbalığı" konusunda oldukça derin bir konuşma dinledik...
anne eğitimde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anne eğitimde etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Nisan 2016 Salı
7 Mart 2016 Pazartesi
Bir Doğum Günü, Annelik ve Çocukluk yazısı...
Yine bir mart ayı, yeni bir doğum günü heyecanı derken; daha 8 Mart gelmeden, bundan 6 yıl önce bu zamanlarda Mert halen daha karnımdayken biz cumartesi ve pazara 2'si Mert'in dogum günü kutlaması olmak üzere 3 kutlamayı ve bir "anne-baba" seminerini sığdırdık! Pazar gecesi itibariyle şu anki durumum duygusal olarak yo(rg/ğ)un!
Bir dogum gunu pastasi tabii ki cocuklarla yapilir!😂 |
25 Aralık 2015 Cuma
Ali Koç ile "İmdat Veli Oluyorum!" Semineri
Ezber bozan, "genel geçer doğru" sandıklarımızı sorgulatan konuşmaları çok seviyorum ben...
Çocuklarımla ilgili olarak pek kaygılı bir anne olduğum söylenemez (baba tarafında ise gayet rahat bir baba mevcut); ancak bebekliklerinden bu yana hangi konuya kafam takılmışsa hep o konuyla ilgili bir sıkıntı yaşadığımızın farkındayım... Yavaş yavaş da ilkokul zamanı yaklaşıyor evin büyük çocuğu için... O kadar gönlümün, aklımın rahat olduğu bir anaokulunda ki mümkün olsa orada kalsın daha yıllarca...
Cumartesi günü Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği'nin organizasyonu ile eğitimci ve Eğitimpedia web sitesinin sahibi Ali Koç'un 2 saatten fazla süren "İmdat Veli Oluyorum!" seminerini keyifle dinledim... Ali Koç'un neler anlattığını özetlemeye çalışacağım ama öncelikli önerim Ali Bey'i dinleme imkanı bulabilirseniz mutlaka dinleyin; çünkü konuşmacı olarak çok etkileyici ve dinleyiciyi sürekli uyanık ve meraklı tutmayı başarıyor, anlattıkları dinleyenin aklına kazınıyor... Yer yer kendisini, ebeveynlikteki genel tutumlarıımızı, çocuklarımızın gözündeki hallerimizi inceden inceye ti'ye alıyor...
13 Aralık 2015 Pazar
Eğitimci Ali Koç ile "İmdat Veli Oluyorum" Semineri 19 Aralık'ta
Neyse... Anne duygusallığı bitmez! Siz de eğer "ilkokul zamanı geldi geliyor ama nelere dikkat etsek bilemiyoruz!" diyorsanız, "bu eğitim sisteminde neleri kabullenmeli, neleri kabullenmeyip daha iyisi nedir diye sorgulamalı?" merak ediyorsanız "Bu ilkokul seçimi öyle de sıkıntılı, böyle de sıkıntılı bıraktım bu işi sorgulamayı" deyip yine de için için düşünüyorsanız, ve benzeri bir çok soru ile eşiniz ve siz sorgulama halinde iseniz 19 Aralık Cumartesi günü Kozyatağı Byotell'de Küçük Kara Balık Çocuk Evi'nin organize ettiği ve Eğitimpedia internet sitesi kurucusu eğitmen Ali Koç'un konuşmacı olarak katılacağı "İmdat, Veli Oluyorum!" seminerine katılmanızda fayda olabilir...
Sınırlı sayıdaki katılım imkanı için kayıt@montessori.org.tr'den seminere kaydınızı yaptırabilirsiniz...
23 Mart 2015 Pazartesi
mutlu ebeveyn=mutlu çocuk
Her sene Mart ayı böyle oluyor: uzun ve hızlı... Bir önceki ayın kısalığından mıdır yoksa havalar soğuk olsa da günlerin uzamaya başlaması ile baharın geldiğine inanılması mıdır bilmem... İçinde bir de çok merakla beklenen, 6 ay öncesinden gün sayılmaya başlanan bir 5 yaş doğum günü olunca çok da hareketli başladı! Bir de araya bir haftalık güzel bir aile tatili sıkıştırılınca çok da keyifli başladı... Ama bu yazıda bunlardan bahsetmeyeceğim, arada derede yetişmek için çaba harcadığım keyifli bir seminerden bahsedeceğim.3 saat boyunca bir sürü şey yazmışım not defterime ancak öyle uzun uzadıya da bahsetmek değil istediğim; kısaca bende bıraktığı tadı aktarmaya çalışacağım...
HT Hayat'ın 6 Mart'ta düzenlediği ve Amerikalı ilişki terapisti Stan Tatkin'in konuşmacı olduğu "Wired For Love" / "Aşk ve İlişkiler Semineri"ne katılmak için koşuşturmalı bir haftanın içinde gerçek anlamda çaba gösterdim. İyi ki de göstermişim de katılmışım dedim seminerin sonunda... Kerem, o gün şehir dışında olmasaydı birlikte katılacaktık; gerçekten çift katılımı da ayrı bir güzel olurmuş...
HT Hayat'ın 6 Mart'ta düzenlediği ve Amerikalı ilişki terapisti Stan Tatkin'in konuşmacı olduğu "Wired For Love" / "Aşk ve İlişkiler Semineri"ne katılmak için koşuşturmalı bir haftanın içinde gerçek anlamda çaba gösterdim. İyi ki de göstermişim de katılmışım dedim seminerin sonunda... Kerem, o gün şehir dışında olmasaydı birlikte katılacaktık; gerçekten çift katılımı da ayrı bir güzel olurmuş...
22 Haziran 2014 Pazar
Fotoğraf çekmek ve çevreyi fark etmek...
Bu aralar yazmak istediğim çok şey var... Konu başlıklarımı liste yapsam yeridir... Araya yaz ve İpek'in ayaklanma çabaları girince, bu büyüme etkilerinin Mert'te yansımaları da görününce yazma koşullarım oldukça kısıtlandı...
Bu koşuşturmalı süreçte kendime hızla geçen zaman içinde etrafımdakileri daha iyi fark etmeme yarayacak bir hobi yaratmaya karar verdim. Daha doğrusu "odaklanmalıyım" (hayat çok hızlı akıyor, bu akışa kendimi kaptırıp etrafımdaki güzel detayları kaçırıyorum galiba) dediğim bir dönemde Latife'nin fotoğrafçılık derslerinin duyurusu karşıma çıkıverdi. Mert'in okulu Küçük Kara Balık'ın, Mert'e kattıkları dışında, bana da güzel katkıları oldu: çok güzel arkadaşlıklar kurduk anne ve babalarla bizim minikler sayesinde... Latife de bu vesile ile tanıdığım "büyük balık"lardan...
Latife'nin dersleri 3 yarım günlük teori ve 2 günlük fotoğraf çekme denemeleri yaptığımız gezilerden meydana geldi. Teorik dersler denilince sıkıcı teknik bilgilerden oluşan saatler akla gelmesin... Latife'nin keyifli stüdyosunda kendi evimizdeymiş gibi rahat olduğumuz, kahvaltımızı edip çayımızı içtiğimiz, sohbet ettiğimiz bir "ders" ortamında bulduk kendimizi. Geziler ise bir başka alem... İlk gezimiz Kuzguncuk, ikinci gezimiz Karaköy'e oldu. Ben şehir dışında olunca Karaköy gezisine katılamadım ancak bir önceki gezinin güzelliğinden aklım Karaköy'de kaldı açıkçası! Sonrasında gezinin fotoğrafları da beni haklı çıkardı! Birlikte gezmekten ve fotoğraf çekmeye çalışmaktan çok keyif alan eğlenceli bir grup olarak yaz sonrası "photowalk"larımıza devam etme kararı aldık. Umuyorum bu isteğimizi gerçekleştirir ve hem farklı semtleri farklı bakış açıları ile keşfederiz hem de eğlenceli sohbetlerimize kaldığımız yerden
devam edebiliriz... :)
Bundan 10 sene kadar önce üniversitedeyken de fotoğraf çekmeye merak salmış ancak o dönem öğrendiğim teorik bilgiyi uygulama sürecinde ne yaptığımı görmek için filmin tab edilmesini beklemek benim tezcanlılığıma maalesef uygun düşmemişti. Fotoğraf, elime geldiğinde acaba bunda enstantaneyi kaç yapmıştım, diyaframı ne seçmiştim diye düşünürken büyük makineyle fotoğraf çekmekten uzaklaşıvermiştim. Bu olası maymun iştahlılığımdan dolayı bu sefer bir arkadaşımın fotoğraf makinesi ile derslere ve geziye katıldım, kendime de henüz isteğimi kanıtlamadan bir fotoğraf makinesi almayacağıma söz verdim; ancak evin koca kişisi bir gün bana bir fotoğraf makinesi sürprizi ile çıkageldi... O gün bu gün ben her yere makinemi yanımda taşıyorum ve deniyorum... Kendimce güzel fotoğraflar çekmeye çalışırken etrafa bakmaya çalıştığımı, detayları görmeye çalıştığımı fark ediyor ve mutlu oluyorum.
Bu koşuşturmalı süreçte kendime hızla geçen zaman içinde etrafımdakileri daha iyi fark etmeme yarayacak bir hobi yaratmaya karar verdim. Daha doğrusu "odaklanmalıyım" (hayat çok hızlı akıyor, bu akışa kendimi kaptırıp etrafımdaki güzel detayları kaçırıyorum galiba) dediğim bir dönemde Latife'nin fotoğrafçılık derslerinin duyurusu karşıma çıkıverdi. Mert'in okulu Küçük Kara Balık'ın, Mert'e kattıkları dışında, bana da güzel katkıları oldu: çok güzel arkadaşlıklar kurduk anne ve babalarla bizim minikler sayesinde... Latife de bu vesile ile tanıdığım "büyük balık"lardan...
Latife'nin dersleri 3 yarım günlük teori ve 2 günlük fotoğraf çekme denemeleri yaptığımız gezilerden meydana geldi. Teorik dersler denilince sıkıcı teknik bilgilerden oluşan saatler akla gelmesin... Latife'nin keyifli stüdyosunda kendi evimizdeymiş gibi rahat olduğumuz, kahvaltımızı edip çayımızı içtiğimiz, sohbet ettiğimiz bir "ders" ortamında bulduk kendimizi. Geziler ise bir başka alem... İlk gezimiz Kuzguncuk, ikinci gezimiz Karaköy'e oldu. Ben şehir dışında olunca Karaköy gezisine katılamadım ancak bir önceki gezinin güzelliğinden aklım Karaköy'de kaldı açıkçası! Sonrasında gezinin fotoğrafları da beni haklı çıkardı! Birlikte gezmekten ve fotoğraf çekmeye çalışmaktan çok keyif alan eğlenceli bir grup olarak yaz sonrası "photowalk"larımıza devam etme kararı aldık. Umuyorum bu isteğimizi gerçekleştirir ve hem farklı semtleri farklı bakış açıları ile keşfederiz hem de eğlenceli sohbetlerimize kaldığımız yerden
devam edebiliriz... :)
Bundan 10 sene kadar önce üniversitedeyken de fotoğraf çekmeye merak salmış ancak o dönem öğrendiğim teorik bilgiyi uygulama sürecinde ne yaptığımı görmek için filmin tab edilmesini beklemek benim tezcanlılığıma maalesef uygun düşmemişti. Fotoğraf, elime geldiğinde acaba bunda enstantaneyi kaç yapmıştım, diyaframı ne seçmiştim diye düşünürken büyük makineyle fotoğraf çekmekten uzaklaşıvermiştim. Bu olası maymun iştahlılığımdan dolayı bu sefer bir arkadaşımın fotoğraf makinesi ile derslere ve geziye katıldım, kendime de henüz isteğimi kanıtlamadan bir fotoğraf makinesi almayacağıma söz verdim; ancak evin koca kişisi bir gün bana bir fotoğraf makinesi sürprizi ile çıkageldi... O gün bu gün ben her yere makinemi yanımda taşıyorum ve deniyorum... Kendimce güzel fotoğraflar çekmeye çalışırken etrafa bakmaya çalıştığımı, detayları görmeye çalıştığımı fark ediyor ve mutlu oluyorum.
11 Mayıs 2014 Pazar
Pozitif Düşünceler'in Oyun Atölyesi
Bu ara yazmak istediklerimle yazmak için bulabildiğim vakit ters orantılı maalesef... Daha fazla gecikmeden geçen Cumartesi günü Mert ile katıldığımız Pozitif Düşünceler'in Oyun Atölyesi'ni yazmak, paylaşmak istiyorum...
Pozitif Düşünceler, kadınlara ve annelere hitap edecek konularda, gelenekselleşmiş yaklaşımların dışına çıkarak, değişik bakış açılarını da kucaklayan, yüksek enerjili ve interaktif eğitim, atölye ve aktiviteler düzenlemek amacıyla kurulan bir kadın+anne girişimi... Güncel, çok tartışılan ya da merak edilen konularda uzmanları, ve pratik deneyimleri olan bireyleri kadın ve anneler ile buluşturuyor.
Pozitif Düşünceler'in ilk etkinliği de 3 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşen ve tüm gün biz anneler için farklı panellerle, çocuklar içinse farklı aktivitelerle süren Oyun Atölyesi oldu.
Açılışın ardından biz annelerin ilk durağı Kahkaha Yogası Lideri Aydan Ermiş oldu. Hayatın koşuşturması içinde benim gibi zaman zaman nefesini farkında olmadan tutan birine çok iyi geldi Aydan Hanım'ın anlattıkları... Son zamanlarda sık tekrarladığım bir cümle: "hiçbir şey tesadüf değil, yaşadıklarımızın hepsinin bir nedeni var!" Biliyorum ki bu nefes teknikleri ile sık karşılaşmamın da bir nedeni var: doğru nefes almayı hatırlamam gerekiyor! Hatırlamak diyorum çünkü Aydan Hanım'ın dediğine göre "doğru nefes almak" aslında doğuştan bildiğimiz ancak zamanla unuttuğumuz bir şey! Biz "yetişkinler" çoğunlukla diyafram nefesi yerine göğüs nefesi alıyor(muş)uz. Sürekli göğüs nefesi almak bir çeşit "savaş kaç" komutu imiş beynimiz için ve bu da bizleri çok sinirli, gergin, endişeli yapabiliyormuş. Göğüs nefesi ile diyafram nefesini bir arada kullanmak gerekirmiş. Aydan Hanım'dan kısa kısa bilgileri aldıktan sonra nefes ve kahkaha egzersizleri yaptık ve tabii ki rahatladık:) Biliyor musunuz çocuklar günde 300-400 kahkaha atarlarmış! Günde 1 kahkaha bile atmadığımız günler olduğunu düşünürsek ne kadar kendimizi gerdiğimizi anlamak mümkün!
Ardından Zürafa Anaokulu Kurucusu Esra Akalın ve www.terazilastikcimnastik.com blogunun yazarı Mine Topal "Oyun ve Çocuğa Katkılarını" paylaştılar:
- oyun=öğrenme
- ne işe yarar oyun?
1. fiziksel gelişimi destekler
2. çocuk duygularıyla başedebilmeyi öğrenir
3.sosyal becerilerini geliştirir (paylaşma becerisi, tartışma... gibi)
- Oyunda patron çocuktur
- Oyunun bir hedefi yoktur. Yani çocuk sonunda amacım şu diye başlamaz. süreç odaklıdır.
- Oyun, esnek ve spontandır.
- Oyun, merak uyandırır,sürükleyici ve düşündürücüdür.
- Oyun, gerçeklere uygun olmak zorunda değildir.
- Peki genelde biz ebeveynler ne gibi hatalar yapıyoruz?
Bu söyleşiden aklımda en net kalan cümlelerden biri de "Sıkılan çocuk fikir üretir." oldu. Buna benzer cümleleri sıklıkla kullandığım ve şimdiki zamanda çocukların sıkılmalarına izin vermediğimiz için kendimizi sıklıkla eleştirdiğim için bu cümleyi sevgi ile kucakladım! :) Bu cümleden yola çıkarak da "teknolojiden dadı olmaz!" dedi konuşmacılar... Teknolojik oyuncaklar hayatımızın bir gerçeği, eğitici oyunlar seçmek gerek ve en önemlisi de zamanı sınırlamak.
Önerilen keyifli fikirlerden de özellikle "mutluluk defteri"ni yakın bir zamanda hayata geçirmek üzere cebime koydum. Nedir bu mutluluk defteri? Aileye ait bir defter... Ailenin her bireyi o deftere gün içinde yaşadığı mutlulukları yazabiliyor, henüz yazmayı bilmeyen çocuklar ise resimleyebiliyor. Böylece hem güzel bir anı defteri oluyor, hem de mutluluklar hatırlandıkça mutluluklar yeniden yaşanıyor:)
Son olarak "Çocuk, Oyun ve Kitap" üzerine Uzman Pedagog Belgin Temur, Çocuk Kitapları Yazaruı Aytül Akal ve (bizim ailemizin, mahallemizin, cücelerimizin kitapçısı) İyi Cüceler Çocuk Kitabevi'nin İyi Devi Biranda Çoban bizlerle görüşlerini paylaştılar Tülay Sarı'nın moderatörlüğünde...
- Çocuklarımız kitaplarını kendileri seçsin, almadan önce bizler okuyabiliriz ancak kendi istediğimiz kitabı almaya dayatmamamız gerekir.
- Okul öncesi dönemde çocuklarımıza kitap okuyoruz, ancak çocuklarımız okumayı öğrendiklerinde "kendin oku!" diyoruz... Bu zorlama yerine karşılıklı ilişkimize devam etsek keşke..
- Çocuklarda değişmesini istediğimiz bir davranış varsa eczaneden ilaç alır gibi kitapçıdan bir kitap alıp soruna çözüm bulabilir miyiz? Bu soruya verilen yanıtı sanırım uzun uzadıya yazmama gerek yok; aslında her konunun çözümü bizimle çocuğumuz arasındaki ilişkide...
- "Kitap okumak çocukların hayal gücünü geliştirir." demek çocuklara yapılan bir haksızlık! Çocukların hayal gücü zaten geniş!
- Kitapların üzerinde yazan yaş grupları genellikle anlamlı, bu yaş gruplarına bakılarak yaşa göre kitap seçilebilir.
- Kitap bittikten sonra çocuğunuzdan kitapla ilgili aklında kalan en etkileyici şeyi resmetmesini istemek kitabın çocukta nasıl bir iz bıraktığını görmek adına çok iyi bir fikir.
- Okumayı bilen çocuğun okuduğunu anlaması için ne yavaş, ne hızlı ne de orta hızda okuması doğru bir çözüm olur. Okuduğunu anlaması için okumayı noktalama işaretlerine uygun olarak yapması gerekir.
Ben bu keyifli sohbetleri dinlerken Mert de bütün gün çocuklara ayrılan alanda T-shirt boyadı, şarkılar söyleyip dans etti, tahta oyuncaklardan gemiler, kuleler inşa etti, resim çizdi ve pek çok oyuna katıldı... Kısacası keyifli bir gün geçirdi... Keyifli olduğunu bir kendi sözlerinden anlıyorum bir de gün boyu beni hiç yanına çağırmamasından ve/ya yanıma gelmek istememesinden anlıyorum... Bir tarafta anneler için besleyici diğer tarafta çocuklar için de keyifli bir program hazırlanmış olmasından dolayı biz çok memnun olarak ayrıldık Oyun Atölyesi'nden... Hem de elimizde günün sonuna doğruyapılan çekilişte kazandığımız "HADİ HAM YAP" kutusu ile... Çok lezzetli,sağlıklı atıştırmalıklar yedik Hadi Ham Yap sayesinde...
Mert'in okulundaki veli toplantısına yetişmek zorunda olduğum için ne yazık ki günün sonunda İstanbul Drama Sanat Akademisi'nin düzenlediği Yaratıcı Drama çalışmasına katılamadık Mert ile. Eminim o da ayrıca keyifli bir çalışmaydı...
Annelerin bilgilenirken,sosyalleşirken ve eğlenirken çocuklarının keyifli zaman geçirebildiği bu insiyatifi ben çok sevdim. Pozitif Düşünceler ekibinin yollarının hep açık olması dileğiyle... :)
Son bir not, ama ÖNEMLİ bir not:
Pozitif Düşünceler, etkinliklerinin her birinde bir sosyal sorumluluk projesi desteklemekte.
Bu kapsamda, "Oyun Atölyesi"nin tanıtım sürecinden gerçekleştiği tarihe kadar olan sürede Şanlıurfa'ya bağlı Deniz Mezrası'ndaki Deniz İlkokulu'nun Anasınıfı için kitap,oyuncak ve materyal toplandı, detayları okumak isterseniz: http://pozitifdusunceler.com/denizanasinifi/
Pozitif Düşünceler'e ulaşmak için:
http://pozitifdusunceler.com/
https://www.facebook.com/pozitif1dusunce?ref=ts&fref=ts
https://twitter.com/Pozitif1Dusunce
*Çocukların çalışmalarına ait fotoğraflar Pozitif Düşünceler Facebook Sayfası'ndan alınmıştır.
Pozitif Düşünceler, kadınlara ve annelere hitap edecek konularda, gelenekselleşmiş yaklaşımların dışına çıkarak, değişik bakış açılarını da kucaklayan, yüksek enerjili ve interaktif eğitim, atölye ve aktiviteler düzenlemek amacıyla kurulan bir kadın+anne girişimi... Güncel, çok tartışılan ya da merak edilen konularda uzmanları, ve pratik deneyimleri olan bireyleri kadın ve anneler ile buluşturuyor.
Pozitif Düşünceler'in ilk etkinliği de 3 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşen ve tüm gün biz anneler için farklı panellerle, çocuklar içinse farklı aktivitelerle süren Oyun Atölyesi oldu.
Açılışın ardından biz annelerin ilk durağı Kahkaha Yogası Lideri Aydan Ermiş oldu. Hayatın koşuşturması içinde benim gibi zaman zaman nefesini farkında olmadan tutan birine çok iyi geldi Aydan Hanım'ın anlattıkları... Son zamanlarda sık tekrarladığım bir cümle: "hiçbir şey tesadüf değil, yaşadıklarımızın hepsinin bir nedeni var!" Biliyorum ki bu nefes teknikleri ile sık karşılaşmamın da bir nedeni var: doğru nefes almayı hatırlamam gerekiyor! Hatırlamak diyorum çünkü Aydan Hanım'ın dediğine göre "doğru nefes almak" aslında doğuştan bildiğimiz ancak zamanla unuttuğumuz bir şey! Biz "yetişkinler" çoğunlukla diyafram nefesi yerine göğüs nefesi alıyor(muş)uz. Sürekli göğüs nefesi almak bir çeşit "savaş kaç" komutu imiş beynimiz için ve bu da bizleri çok sinirli, gergin, endişeli yapabiliyormuş. Göğüs nefesi ile diyafram nefesini bir arada kullanmak gerekirmiş. Aydan Hanım'dan kısa kısa bilgileri aldıktan sonra nefes ve kahkaha egzersizleri yaptık ve tabii ki rahatladık:) Biliyor musunuz çocuklar günde 300-400 kahkaha atarlarmış! Günde 1 kahkaha bile atmadığımız günler olduğunu düşünürsek ne kadar kendimizi gerdiğimizi anlamak mümkün!
Ardından Zürafa Anaokulu Kurucusu Esra Akalın ve www.terazilastikcimnastik.com blogunun yazarı Mine Topal "Oyun ve Çocuğa Katkılarını" paylaştılar:
- oyun=öğrenme
- ne işe yarar oyun?
1. fiziksel gelişimi destekler
2. çocuk duygularıyla başedebilmeyi öğrenir
3.sosyal becerilerini geliştirir (paylaşma becerisi, tartışma... gibi)
- Oyunda patron çocuktur
- Oyunun bir hedefi yoktur. Yani çocuk sonunda amacım şu diye başlamaz. süreç odaklıdır.
- Oyun, esnek ve spontandır.
- Oyun, merak uyandırır,sürükleyici ve düşündürücüdür.
- Oyun, gerçeklere uygun olmak zorunda değildir.
- Peki genelde biz ebeveynler ne gibi hatalar yapıyoruz?
- "Ne oynamak istersin?" yerine "haydi gel (saklambaç) oynayalım!" diyoruz!
- "Dengeni sağlamak için...." diyeceğimize "dur yapma!" "düşersin!" gibi engelleyici cümleler kurabiliyoruz.
- Kafasına geçirdiği bir sepet gördüğümüzde "ne akıl etmişsin öyle!" demek yerine "o şapka değil ki!" deyiveriyoruz!
Bu söyleşiden aklımda en net kalan cümlelerden biri de "Sıkılan çocuk fikir üretir." oldu. Buna benzer cümleleri sıklıkla kullandığım ve şimdiki zamanda çocukların sıkılmalarına izin vermediğimiz için kendimizi sıklıkla eleştirdiğim için bu cümleyi sevgi ile kucakladım! :) Bu cümleden yola çıkarak da "teknolojiden dadı olmaz!" dedi konuşmacılar... Teknolojik oyuncaklar hayatımızın bir gerçeği, eğitici oyunlar seçmek gerek ve en önemlisi de zamanı sınırlamak.
Önerilen keyifli fikirlerden de özellikle "mutluluk defteri"ni yakın bir zamanda hayata geçirmek üzere cebime koydum. Nedir bu mutluluk defteri? Aileye ait bir defter... Ailenin her bireyi o deftere gün içinde yaşadığı mutlulukları yazabiliyor, henüz yazmayı bilmeyen çocuklar ise resimleyebiliyor. Böylece hem güzel bir anı defteri oluyor, hem de mutluluklar hatırlandıkça mutluluklar yeniden yaşanıyor:)
Son olarak "Çocuk, Oyun ve Kitap" üzerine Uzman Pedagog Belgin Temur, Çocuk Kitapları Yazaruı Aytül Akal ve (bizim ailemizin, mahallemizin, cücelerimizin kitapçısı) İyi Cüceler Çocuk Kitabevi'nin İyi Devi Biranda Çoban bizlerle görüşlerini paylaştılar Tülay Sarı'nın moderatörlüğünde...
- Çocuklarımız kitaplarını kendileri seçsin, almadan önce bizler okuyabiliriz ancak kendi istediğimiz kitabı almaya dayatmamamız gerekir.
- Okul öncesi dönemde çocuklarımıza kitap okuyoruz, ancak çocuklarımız okumayı öğrendiklerinde "kendin oku!" diyoruz... Bu zorlama yerine karşılıklı ilişkimize devam etsek keşke..
- Çocuklarda değişmesini istediğimiz bir davranış varsa eczaneden ilaç alır gibi kitapçıdan bir kitap alıp soruna çözüm bulabilir miyiz? Bu soruya verilen yanıtı sanırım uzun uzadıya yazmama gerek yok; aslında her konunun çözümü bizimle çocuğumuz arasındaki ilişkide...
- "Kitap okumak çocukların hayal gücünü geliştirir." demek çocuklara yapılan bir haksızlık! Çocukların hayal gücü zaten geniş!
- Kitapların üzerinde yazan yaş grupları genellikle anlamlı, bu yaş gruplarına bakılarak yaşa göre kitap seçilebilir.
- Kitap bittikten sonra çocuğunuzdan kitapla ilgili aklında kalan en etkileyici şeyi resmetmesini istemek kitabın çocukta nasıl bir iz bıraktığını görmek adına çok iyi bir fikir.
- Okumayı bilen çocuğun okuduğunu anlaması için ne yavaş, ne hızlı ne de orta hızda okuması doğru bir çözüm olur. Okuduğunu anlaması için okumayı noktalama işaretlerine uygun olarak yapması gerekir.
Ben bu keyifli sohbetleri dinlerken Mert de bütün gün çocuklara ayrılan alanda T-shirt boyadı, şarkılar söyleyip dans etti, tahta oyuncaklardan gemiler, kuleler inşa etti, resim çizdi ve pek çok oyuna katıldı... Kısacası keyifli bir gün geçirdi... Keyifli olduğunu bir kendi sözlerinden anlıyorum bir de gün boyu beni hiç yanına çağırmamasından ve/ya yanıma gelmek istememesinden anlıyorum... Bir tarafta anneler için besleyici diğer tarafta çocuklar için de keyifli bir program hazırlanmış olmasından dolayı biz çok memnun olarak ayrıldık Oyun Atölyesi'nden... Hem de elimizde günün sonuna doğruyapılan çekilişte kazandığımız "HADİ HAM YAP" kutusu ile... Çok lezzetli,sağlıklı atıştırmalıklar yedik Hadi Ham Yap sayesinde...
Mert'in okulundaki veli toplantısına yetişmek zorunda olduğum için ne yazık ki günün sonunda İstanbul Drama Sanat Akademisi'nin düzenlediği Yaratıcı Drama çalışmasına katılamadık Mert ile. Eminim o da ayrıca keyifli bir çalışmaydı...
Annelerin bilgilenirken,sosyalleşirken ve eğlenirken çocuklarının keyifli zaman geçirebildiği bu insiyatifi ben çok sevdim. Pozitif Düşünceler ekibinin yollarının hep açık olması dileğiyle... :)
Son bir not, ama ÖNEMLİ bir not:
Pozitif Düşünceler, etkinliklerinin her birinde bir sosyal sorumluluk projesi desteklemekte.
Bu kapsamda, "Oyun Atölyesi"nin tanıtım sürecinden gerçekleştiği tarihe kadar olan sürede Şanlıurfa'ya bağlı Deniz Mezrası'ndaki Deniz İlkokulu'nun Anasınıfı için kitap,oyuncak ve materyal toplandı, detayları okumak isterseniz: http://pozitifdusunceler.com/denizanasinifi/
Pozitif Düşünceler'e ulaşmak için:
http://pozitifdusunceler.com/
https://www.facebook.com/pozitif1dusunce?ref=ts&fref=ts
https://twitter.com/Pozitif1Dusunce
*Çocukların çalışmalarına ait fotoğraflar Pozitif Düşünceler Facebook Sayfası'ndan alınmıştır.
16 Nisan 2014 Çarşamba
#OtizmiFarketYasamiPaylas
Geçtiğimiz hafta başında Sosyal Anneler'in Otizm Dostları Derneği (ODDER) ile anneleri buluşturmayı hedeflediği organizasyonun duyurusunu görünce hemen katılım için kaydımı yaptırdım. Otizm ile ilgili son bir yıldır, bence sosyal medyadaki annelerin de başarılı çalışmaları sonucu bir farkındalık edindiğimi düşünüyorum, ancak ilk elden dinlemek, farkındalığımı belki çevremdekilerin farkındalık kazanması için bir adım öteye taşımak için bu buluşmaya katılmak istedim. Katılımım sonrasında da "iyi ki gelmişim" diyerek ayrıldım, özellikle de her alanda ayrımcılığın yoğun şekilde yapıldığı günümüzde her türlü ayrımcılığa karşı olan ve olmaya çalışan bir birey ve iki çocuk yetiştirmeye çalışan bir anne olarak bu buluşma bana çok iyi geldi?
- çünkü çocuklarımı ayrımcı zihniyetten uzak, her türlü farklılığın zenginlik olduğunu bilerek büyütmek istiyorum.
- çünkü çocuklarımın her tür ayrımcılığa karşı sesi çıkan, ayrımcılığa karşı gelebilen bireyler haline gelebilmelerini istiyorum.
- çocuklarımın ayrımcılıkla karşılaşan insanlara karşı acıma duygusu ile bakmalarını değil vicdanlarıyla yaklaşmalarını istiyorum.
- çocuklarımın ayrımcılığa maruz kalmaları durumunda güçlü durabilmelerini istiyorum.
Bunlar kendi çocuklarım için kendi içimdeki isteklerim ve bunların gerçekleşmesi için küçük yaşlarından itibaren (şimdilik sadece Mert'e) farklılıklarla ilgili pek çok şey anlatıyorum... Ancak bir de çevremiz var, onların zihinlerinde de eğer varsa ayrımcı fikirler, onları biraz olsun değiştirebilmek, onların zihinlerinde farkındalık yaratabilmek de müthiş bir amaç... Zaten dünkü buluşmanın da bir amacı bu idi...
Gelelim Otizm ile ilgili dinlediklerime:
Konuşmacı, geçen yıl yine Nisan ayı (Otizm farkındalık ayı) içerisinde Twitter'da takip etmeye başladığım bir anne, İrem Afşin idi.
ODDER, yeni bir dernek ve sadece Otizmli çocukların ailelerinden oluşmuyor, normal gelişim gösteren çocukların ailelerinden de üyeleri var. ODDER'in öncülüğünde gerçekleştirilen "Anneler Buluşmaları" yaklaşık 1 yıldır devam ediyor.
Öncelikli olarak bugünden aklımızda kalması gereken bir sözcük var: Otistik değil OTİZMLİ ÇOCUK diyoruz ya da OTİZMİ OLAN ÇOCUK. Otistik kelimesini zihnimizden atıyoruz, çünkü kullanımında aşağılama var; yerine OTİZMLİ'yi kullanmaya başlıyoruz.
OTİZM
- Doğuştan gelişiyor. Henüz hamilelik sırasında, anne karnında tespit edilemiyor.
- Beynin ve sinir sisteminin farklı gelişen yapısından ye da işleyişinden kaynaklandığıdüşünülüyor.
- Genetik altyapıya dayanıyor.
- Karmaşık nörolojik- biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu
Türkiye'de 1 yaş sonrası (18 ay civarı) teşhis edilebiliyor,Avrupa'da 8. ayda teşhis var.
İstatistiklere bakarsak
- bugün ABD'de 0-6 yaş aralığında her 50 çocuktan biri otizmli. Türkiye'de ise maalesef sağlıklı sayısal veri yok! 0-14 yaş arası 550000 olduğu tahmin ediliyor, aileleri/ yakınlarıyla yaklaşık 2.5 milyonluk bir nüfusu direkt etkiliyor.
- bugün ABD'de 0-6 yaş aralığında her 50 çocuktan biri otizmli. Türkiye'de ise maalesef sağlıklı sayısal veri yok! 0-14 yaş arası 550000 olduğu tahmin ediliyor, aileleri/ yakınlarıyla yaklaşık 2.5 milyonluk bir nüfusu direkt etkiliyor.
- dünyada son yıllarda şeker, kanser, aids dahil olmak üzere birçok hastalıktan daha fazla otizm teşhisi alınıyor.
Otizmde, eğitimle ilerleme çok mümkün ancak çoğunlukla düzelme inancının düşük olduğu gözlemleniyor.
Nedenleri:
- Otizm genetik bir rahatsızlık
- Genetik faktörler çevresel koşullardan etkileniyor, örneğin:
Peki Otizmin tedavisi var mı?
Otizmin nedenleri ve yapısı tam olarak çözülemediğinden KESİN tedavisi de HENÜZ mevcut değil.
uygulanan yöntemler şöyle:
1. Biyolojik tedaviler- özellikle beslenme beynin gelişimi için çok önemli
2. Eğitim şart!- bireyselleştirilmiş özel eğitim tedavi sürecinde çok çok çok önemli. Çeşitli eğitim metodları var:
Otizmde, eğitimle ilerleme çok mümkün ancak çoğunlukla düzelme inancının düşük olduğu gözlemleniyor.
Nedenleri:
- Otizm genetik bir rahatsızlık
- Genetik faktörler çevresel koşullardan etkileniyor, örneğin:
- yanlış beslenme
- çevre kirliliği
- kimyasal maddeler
- aşırı antibiyotik kullanımı
- hamilelikte yanlış ilaç kullanımı
- leaky gut aşırı geçirgen bağırsak sendromu
Nedenleri ile ilgili yanlış bilinenler ise şöyle:
Otizm,
- çocuk yetiştirme biçimiyle
- ırkla
- sosyoekonomik koşullarla
- toplumla ilgili değildir.
Çocuklarda otizmden ne zaman şühelenilmeli?
- Annesi olarak sizinle ya da başkalarıyla göz kontağı kurmuyorsa
- İsmi söylendiğinde veya çağrıldığında dönüp bakmıyorsa
- Söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa
- Konuşmada yaşıtlarının gerisinde kalmışsa
- Başkalarıyla söyleşi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğu varsa
- Basmakalıp yineleyici ya da özel bir dil kullanarak garip konuşuyorsa veya konuşması hiç gelişmemişse
- Gözleri sık sık bir şeye takılıp kalıyorsa
- Anlamsız gülme ya da ağlama krizleri yaşıyorsa
- Parmağıyla istediği şeyi işaret edip gösteremiyorsa
- Oyuncaklarla amacına uygun oynamayı beceremiyorsa
- Bir şarkının bir bölümünü sürekli söylüyorsa
- Ayak parmakları ucunda odanın bir ucundan diğer ucuna koşturuyorsa
- Düzeni bozulduğunda aşırı tepki veriyorsa
- Kendisine ve çevresine yönelik zarar verici davranışlara sahip ise
çocuklarda otizmden şüphelenilebilir.
(Zeynep'in notu: ancak ben kişisel olarak şunu da eklemek isterim: Çoğumuz çocuklarımızın büyüme/ gelişim sürecinde pek çok sorunla, bazen çocuğun karakterinden ya da büyüme sürecinden kaynaklı sorunla karşılaşabiliyoruz. Karşılaştığımız/ karşılaşacağımız yukarıdaki herhangi bir durumda DİREKT otizm ya da farklı bir rahatsızlık şüphesine girmek de annelik sürecimizin sağlıklı ilerlemesinde sıkıntı yaratabilir diye düşünüyorum. Bu nedenle evet farkındalığımızı koruyalım, hastalıklarla ilgili bilinçli olalım ama bence öncelikli olarak çocuklarımızı çok çok iyi gözlemlediğimizden emin olalım.)
Otizmin nedenleri ve yapısı tam olarak çözülemediğinden KESİN tedavisi de HENÜZ mevcut değil.
uygulanan yöntemler şöyle:
1. Biyolojik tedaviler- özellikle beslenme beynin gelişimi için çok önemli
2. Eğitim şart!- bireyselleştirilmiş özel eğitim tedavi sürecinde çok çok çok önemli. Çeşitli eğitim metodları var:
- oyun terapisi
- konuşma terapisi
- resim terapisi
- duyusal bütünleme
- müzik terapisi- ORFF
- AIT- işitsel terapi
- neurofeedback
eğitimle ilgili Türkiye'den üzücü bir bilgi: Yoğun eğitim süresi gelişmiş ülkelerde HAFTADA 40 saat, Türkiye'de AYDA 6-12 saat!!
Otizm yaklaşık 1 yaş civarıteşhis ediliyor ve erken teşhis erken bireysel gelişim anlamına geliyor. Erken bireysel gelişim de erken gelişme demek oluyor.
Eğitim her vatandaş için anayasal bir hak, otizmli çocuk için ise anayasal bir hak olmanın ötesinde bir tedavi.
Ne yazık ki eğitimde en büyük sorun AYRIMCILIK! Yazılı kurallar var ancak uygulamada sorun var! Sadece okullarda değil, normal gelişimli çocukların velilerinden tanık olduğu çok üzücü konuşmaları aktarınca İrem Hanım bu yazıyı kesinlikle yazmama gerektiğine inandım. Çünkü, sadece otizmli değil tüm farklılıkları kucaklayıcı çocuklar yetiştirdiğimizde daha yaşanabilir bir ülkede, dünyada yaşıyor olacağız. Ayrımcılık her türü ile çok acıtıcı, cinsiyet için de din için de,ırk için de, fiziksel ya da gelişimsel özelliklerimiz için de! Ve ne yazık ki çocukların ayrımcılığı anne babalarının bir yansıması!
KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİ çok çok önemli... Peki nedir Kaynaştırma Eğitimi? Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitimlerini, destek eğitim hizmetleri de sağlanarak normal gelişim gösteren akranları ile birlikte resmi ve özel; okul öncesi, ilköğretim, orta oğretim ve yaygın eğitim kurumlarında sürdürmeleri esasına dayanan özel eğitim uygulamalarıdır. Daha detaylı bilgi için buradan MEB'in sayfasına bakılabilir.
ODDER, Otizmli çocukların anneleri ile biraraya gelmenin yanı sıra tüm anneleri kapsamaya devam etmeyi planlıyor. Nisan ayı, Otizm Farkındalık Ayı ve bu ay etkinlikler, buluşmalar devam ediyor:
18 Nisan Cuma 12:00-14:00 arası Birsen Başar ile Otizmin İç Sesi Beyoğlu Mısır Apartmanı'nda...
22 Nisan Salı Otizmde Beslenme Şişli Florance Nightingale'de...
26 Nisan Cumartesi 9. Anneler Buluşuyor Toplantısı; Uzman Psikolog Pınar Mermer ile "Otizmli Bireylerin Rahat Etmesi için Diğerleri Ne Yapmalı?" saat 13:00'te Bağlarbaşı Kültür Merkezi'nde...KAYNAŞTIRMA EĞİTİMİ çok çok önemli... Peki nedir Kaynaştırma Eğitimi? Özel eğitime ihtiyacı olan bireylerin eğitimlerini, destek eğitim hizmetleri de sağlanarak normal gelişim gösteren akranları ile birlikte resmi ve özel; okul öncesi, ilköğretim, orta oğretim ve yaygın eğitim kurumlarında sürdürmeleri esasına dayanan özel eğitim uygulamalarıdır. Daha detaylı bilgi için buradan MEB'in sayfasına bakılabilir.
ODDER, Otizmli çocukların anneleri ile biraraya gelmenin yanı sıra tüm anneleri kapsamaya devam etmeyi planlıyor. Nisan ayı, Otizm Farkındalık Ayı ve bu ay etkinlikler, buluşmalar devam ediyor:
18 Nisan Cuma 12:00-14:00 arası Birsen Başar ile Otizmin İç Sesi Beyoğlu Mısır Apartmanı'nda...
22 Nisan Salı Otizmde Beslenme Şişli Florance Nightingale'de...
4 Ocak 2014 Cumartesi
Alternatif Egitim uzerine Finlandiya örneği... *
2 hafta önce Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminere katıldım, konusu: “Açık Alanda Eğitim ve Orman Anaokulları”. Finlandiya’da yaşayan çevre eğitmeni ve okul öncesi uzmanı Gaye Amus bize açık alanda/ doğada eğitimin yararlarını anlattı ve orman anaokulları ile ilgili Finlandiya’daki deneyimini paylaştı.
Ben böyle bir seminere neden gittim? Nedeninden önce şunu
söyleyeyim, genelde dinleyici kitle anaokulu öğretmenleri, yöneticileri ve
benzeri eğitmenlerden oluşuyordu, sadece “anne” kimliği ile katılan başka bir
katılımcı var mıydı bilmiyorum. Bu seminere gitmek istedim çünkü içinde
bulunduğumuz eğitim sisteminden ben öğrenciyken de memnun değildim, kaldı ki
arada geçen 20 civarı senede eğitim sisteminin / sürecinin ve eğitime bakış
açısının ne yazık ki geriye gittiğine inanıyorum. (Bunun nedenleri ayrı bir
yazı konusu olur, bir gün onu da yazarım belki… ) Bu nedenle çevremde duyduğum
alternatif eğitim şekillerini, süreçlerini, sistemlerini merakla takip
ediyorum, dinlemeye/ okumaya çalışıyorum.
“Orman okulları” diye bir kavramdan ilk olarak yaklaşık
2-3 ay önce Mert’in yeni okuluna
oryantasyon süreci devam ederken bir arkadaşımla beraber bir kitapçıda
rastladığımız Mikado Çocuk’tan çıkmış olan “Benim Anaokulum” adlı kitap
sayesinde haberdar olmuştum. Kitabı alma nedenim içinde anlatılan bir günün
Mertlerin bir gününe benzemesiydi, böylece oryantasyon sürecinde işime
yarayabileceğini düşündüğüm bu kitabı aldım. İçindeki bir sayfada da çocukların
arada sırada ormanda yer alan doğa okuluna gittikleri yazıyordu. Okurken ilginç
gelmişti böyle bir yaklaşım.
Neler dinledik Gaye Hanım’dan kısaca özetlemeye çalışayım:
Gaye Hanım, sunumuna başlarken dinleyicilere çocukları ayda
bir ormana, ayda bir parka, 2 haftada bir ormana, 2 haftada bir parka, her
hafta ormana, her hafta parka, her gün ormana ve her gün parka götüren kaç
kişinin olduğunu sordu. Sorularda aydan güne geldikçe kalkan el sayısı
azalırken ormana gitmekle ilgili sorularda parka göre kesin ve net bir şekilde
daha az el kalktı. “e İstanbul işte” gibi bazı mırıldanmalar duyuldu arada…
Sonra açık havada eğitim ve orman anaokullarını 4 ana başlık
altında anlattı ve bunların önemli olduğunu belirtti:
1. Çevre
·
Eğitimin çoğu dışarıda gerçekleşiyor. (Zeynep’in notu: örneklenen anaokulu
Helsinki’de Üniversite bölgesinde bir okul, alışık olduğumuz şekilde bir okul
binası var, ancak alışık olmadığımız tarafı bahçesinin sadeliği ve haftanın 4
günü sabah buluşmasını okul binasında yaptıktan sonra yaklaşık yarım saatlik
yürüme mesafesinde gittikleri ve günün büyük kısmını geçirdikleri orman)
·
Hava koşulları hangi şartlarda olursa olsun
dışarıdalar.(Zeynep’in notu: örnek
verilen ülke Finlandiya, dikkat çekmek isterim) -15 derece resmi rakam,
yani -15 dereceye kadar dışarı çıkıyorlar. Yoğun bir fırtına olduğunda güvenlik
önlemler alınarak dışarı çıkıyorlar yahut durum değerlendirmesi yapılarak karar veriliyor ormana gidip
gidilmeyeceği. Yağmur yağarken de ormana gidiliyor.
·
Geziler de yapılır bu okulda, öncelikli olarak
da doğa gezileri
·
Orman ve bahçe ön planda
·
Doğa anaokullarında okulun bahçesi küçük ve sade
(Zeynep’in notu: Bizim genelde
alıştığımız sonradan yapma bahçeler, bahçesinde bir sürü plastik oyuncak vs
yok; kumluk ve ağaçlık bir alan resimlerden gördüğümüz)
·
Ana yaklaşım şu: “okulun içinde yapılan her şey
dışarıda da yapılabilir.”
·
Serbest oyun zamanları var, hatta çocuklar
zamanlarının çoğunu serbest oyun şeklinde geçiriyor. Bu oyun zamanlarında doğada buldukları
malzemelerle oyun kuruyorlar. “Açık alanda olmak yaratıcılığı körükler”
diyorlar.
·
Finlandiya’da
7 yaşına kadar okumayı öğrenme zorunluluğu yok, önemli olan oyuna
odaklanmak. (Zeynep’in notu: ancak
çevrelerinde herkesi bir şey okurken gördüklerinden dolayı okumaya ilgileri
yüksek)
·
Okulun en küçüğü 2 yaşında ve 2 km yürümüşlüğü
var J
·
Her zaman bir şey yapmak zorunda değiller, bir
ağaç kovuğuna oturabilir ve diğer çocukları izleyebilirler ya da sadece
dinlenebilirler.
2. Esnek Parçalar (looseparts) :
·
Mimar Simon Nicholson’un geliştirdiği bir
teoridir, esnek veya “dağınık” parçalar. Richard Louv da bunu “Doğadaki son
çocuk” kitabında ele almıştır.
·
Çocuklar tek başına hiçbir şey ifade etmeyecek
parçaları bir araya getirip oyun kuruyorlar.
·
Bahçede 3 hafta boyunca parça parça devam eden
bir evcilik oyunu oynamışlar örneğin. Her gün oyuna yeni bir malzeme eklenmiş.
3. Dayanıklılık (Resilience) :
·
Çocuklar birçok zorluk karşısında güç toplayıp
yoluna devam edebilmeyi öğreniyor.
·
Risk alabilmeyi öğreniyor.
·
Fin kültüründe 3 yaş itibariyle çocuklara bıçak
kullandırtıyorlar. Bizdeki “dur kesersin, dur düşersin” yaklaşımından farklı
tabiiJ(Zeynep’in notu: biz de Mert’e keskin
olmayan yemek bıçaklarını kullanabileceğini ancak dikkat etmesi gerektiğini
söyleyerek başlamıştık sanırım 2.5 yaşındaydı o zamanlar; hatta aynı dönem
babası ile birlikte tamir yaparlarken tornavida kullanmaya da minik minik
başlamıştı. Burada bizim en temel kuralımız “elinde sivri, kesici bir şey varsa
koşma” tabii bu yaklaşımımıza çevremizde irili ufaklı tepkiler olmadı değil!!)
4. İşbirliği (collaboration):
·
Okulun yaklaşımında işbirliği, rehberli
etkinlikler ve geleneksel oyunlar ön planda. (Zeynep’in notu: sunum sırasında izlediğimiz kısa bir videoda çocuklar
kertenkelenin kuyruğu diye bir oyun oynuyorlardı. Arka arkaya dizilmiş bir grup
bir çocuğun nünde duruyor, gruptakilerin hepsi bacaklarını A harfi gibi açıyor,
çocuk da yerde kertenkele gibi sürünerek) sıranın en sonundaki çocuğun
bacaklarının arasından geçtikten sonra ayağa kalkıyor ve sıranın en sonundaki
çocuğun arkasına takılıyor, Böylece sıra uzadıkça uzuyor, kıkırdamalar,
gülüşmeler arttıkça artıyorJ)
·
Veli katılımı çok önemli. Anaokuluna kayıt
sırasında veliler hangi konuda okula destek verebileceklerini beyan ediyorlar.
Veliler için gruplar var, böylelikle örneğin bahçeyle ilgilenen velinin bahçe
işlerinde gönüllü olması veya gitar çalmayı bilen velinin bu yeteneğini
etkinliklerde paylaşması sağlanıyor.
Diğer
öne çıkan noktalar
Gaye Amus’un çalıştığı doğa
anaokulunda
·
Çocuklar haftanın 4 günü dışarıdalar, 1 günü
okul içindeler. Her gün bahçeye çıkarlar.
·
Yemeklerin hepsi organik.
·
Sanat etkinliklerini hem içeride hem de dışarıda
yapıyorlar.
·
Çocuklara sıklıkla keşif fırsatları sunuluyor.
Örneğin akşamdan bir buz kalıbına su dolduruyorlar ve bahçede bırakıyorlar.
Sabah geldiklerinde kalıptaki suların donduğunu görüyorlar.
·
Okul haftanın 5 günü açık ve sabah 7’de girişler
başlıyor, herkes geldikten sonra 8’de bahçeye çıkılıyor, akşam üstü 5 çıkış
saati.
·
“Doğada evde olmak” prensipleriyle çalışan bir
anaokulu.
·
2&3, 4&5, 6&7 yaşlar ayrı
gruplardalar ama haftanın bir günü ormana gitmeyip okulda kaldıklarında hep birlikte
bahçedelerdir.
·
Bu okullardan Finlandiya’da 10 kadar varmış.
Almanya’da 450 kadar, İsveç’te 190 kadar…
·
Bizim dinlediğimiz bu okul bir devlet okulu
değil, özel okul. Ancak artık devlet de bu yaklaşımı desteklemeye başlamış.
Devlet okullarındaki öğretmenlerin eğitilmesi için özel kurslar sağlanılıyor,
pek çok devlet okulunda öğretmenler haftada bir ormana gidiyorlar.
·
Fotoğraf makinesi, kamera ve öğretmenlerin not
defterlerine aldıkları notlar ile çocukların gelişimleri paylaşılıyor.
·
Müfredat- diğer anaokullarında nihayetinde
ulaşılması beklenen,çocuğun gelişimini takip etmeyi sağlayan hedefler neyse bu
okullarda da aynı sadece yöntem farklı.
·
Gidilen orman mutlaka önceden öğretmenlerce
kontrol edilerek belirlenmiş bir alanı kapsıyor, orman anaokulunun kuruluş
aşamasında da mekanın güvenli olup olmadığı önceden test ediliyor.
·
Ormanda hep aynı bölgeyi kullanıyorlar, hep aynı
yeri kullanmak hem güvenlik açısından daha uygun hem de aynı yere gitmek çocuğa
güvende duygusu veriyor.
·
Finlandiya’da 3 yaş üstü her 7 çocuğa 1
öğretmen, 3 yaş altı her 4 çocuğa 1 öğretmen düşüyor.
Benim bu seminerden aldığım notlar bunlarla sınırlı ama
yaşananların, çocukların deneyimlerinin sonsuz olduğu muhakkak. Bu şekilde okullar yurt dışında var bizde
neden olmasın diyorum, yapmak istenirse yapılabileceğine inanıyorum. Mutlak bu
okullardan yapılmalı, bizde de olmalı gibi bir yargım yok; ha tabii olsa, çoğalsa
ne de güzel olur. Ama söylemek istediğim şu:
Bu okullar yurt dışında genelde büyük şehirlerde çocukların
doğayla yeteri kadar iç içe büyümemeleri sonucu kurulmuş okullar olabiliyormuş.
İstanbul’un da doğa, çevre anlamında durumu hepimizce malum… Belki eğitim
yaklaşımlarımızın okullar bünyesinde değişmesi, çeşitlenmesi zaman alacaktır
ama bizler bireysel olarak çocuklarımızı daha çok doğa ile bir araya
getirebiliriz. Hala İstanbul’da ormanlar var, hala parklar var, deniz kenarı
mevcut… Yazın yazlıklarda olan çocuklar hep yaz sonu bana büyümüş olarak
gözükür. Neden? Doğayla, denizle, ağaçla, doğal malzemelerle, kumla, toprakla,
suyla iç içe oldukları için…
Son olarak da kış aylarında olduğumuz ve neredeyse her
çocuklu evde hastalığın kol gezindiği bu günlerde ben dışarılarda olmanın,
temiz havanın, doğanın hastalıkları kışkışlayıcı tarafı olduğuna inanıyorum ve
hemen sloganımı atıyorum: “kötü hava yoktur, kötü giyinmek vardır!” J Unutmayın, yukarıda
bahsettiğim örnek Finlandiya’dan J
Kısa bir not: Seminerin sonunda Gaye Hanım, doğada eğitim ve
orman anaokulları ile ilgili seminerler ve atölye çalışmalarının ileriki
tarihlerde olabileceğini belirtti. İlgilenenler http://www.dogadaogreniyorum.org/
adresini takip edebilirler.
* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.
* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.
13 Aralık 2013 Cuma
Çocuk Gelişiminde Anne Baba Etkisi *
Pazar günü bu sefer yanıma evin baba kişisini de katıp
vurdum kendimi yine bir seminere… “Aman ne çok seminer, eğitime gidiyorsun”
diyenler (ya da diye düşünenler) olabiliyor çevremde… Okuyanlardan da bu
şekilde aklından geçiren varsa hemen sabit yanıtımı vereyim: Araba kullanmak
için bile ehliyetimizin olması gerekiyor, çocuk sahibi olmanın ise böyle bir ön
koşulu yok, ben illa ki böyle bir ön koşul olsun ve öyle çocuk doğuralım demiyorum
(zaten ne haddime) ama kendimce çocuk yetiştirmeyi önemsiyorum ve bu nedenle de
çocuklarla ilgili okuyorum, dinliyorum, eğitimlere katılıyorum… 3.5 senelik
annelik tecrübemden edindiğim en temel çıkarım ise duyduğumu, öğrendiğimi,
okuduğumu öyle pat diye uygulamaya geçmemek… Bi’ süzmem gerekiyor, bana uygun
mu, bize uygun mu, çok mu keskin, çok mu belirsiz, vs vs… Haa süzgeçten
geçtikten sonrası mükemmel uygulama mı, tabii ki değil… Hatta doğruyu bile bile
yanlış yaptığım da çok oluyor. Ama
“suçluluk duygusuna ihtiyacımız yok; ihtiyacımız olan pişmanlık duygusu… Telafi
edemeyeceğimiz hiçbir şey yok.” Diyerek Pazar günkü eğitimden en temel aklımda
kalan cümleyi yazarak başlayayım notlarıma…
Pazar günü Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği’nin
Küçük Karabalık Çocukevi’nde düzenlediği #BilinçliEbeveynlik seminerinde “Çocuk
Gelişiminde Anne Baba Etkisi”ni Fatma Tosuntaş Karakuş’tan dinledik. İlk olarak
çocukların yaşlara göre gelişimlerini anlattı Fatma Hanım bizlere:
0-2 yaş Gelişimi
- · Temel GÜVENe karşı güvensizlik dönemi. Bu dönemde anneyle sağlıklı ilişkinin kurulması gerekir. Yani bebek “korunaklı bir dünyada yaşadığına” inanmaya ihtiyaç duyar.
- · Bebeğin “zihinde tutulmaya” “regüle edilmeye” “ihtiyaçların karşılanması”na ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın karşılanması ya da karşılanmaması yetişkinlik hayatını etkiler.
Burada
Fatma Hanım, doğrunun “mükemmel anne
babalık yerine yeterli anne babalık” olduğunu vurguladı. Bu cümle günümüz
anne babaları olarak bizlerin aklından hiç çıkmaması gereken cümlelerin başında
geliyor bence. Temeli sağlam attığımız takdirde çocuğun bu dönemden gelen
eksikliklerini kapatabilmesi daha kolay olabiliyormuş.
- · “Zihinde tutulmak” ne demek?- Bebeğin zihnini bulmak çok zordur. Anne, bebeğin zihnini sürekli arar. Anne ile bebeğin zihni ara ara eşleşir, işte bu zamanlar çok kıymetli. Çünkü bebek kendini güvende, “anlaşılmış” hisseder.
- · 0-2 yaş döneminde sağ beyin devrededir. Sol beyin (bilinç ve mantığın adresi) ise 2 yaşında gelişmeye başlar 25 yaşında gelişimini tamamlar. 0-2 yaş dönemini hatırlamamamızın nedeni de bu dönemde sadece sağ beynin devrede olması.
- · 0-2 yaş döneminde yaşananlar bilinç hafızasında bulunmaz; ”beden hafızası”nda bulunur ve beden hafızası da aslında hiçbir şeyi unutmaz. Bu dönemde yalnız bırakılan ve ağlayan bebeğin bu yaşanmışlığı beden hafızasında kayıtlı kalır. Yetişkinlik döneminde yalnız kaldığında ya da eşine, çocuğuna telefonla ulaşamadığında normalden fazla panik yaşayabilir.
- · 0-2 yaş döneminde bilinç ve muhakeme yeteneği yokken bebek annenin desteğine ve anneye sağlıklı bağlanmaya muhtaçtır. Sağlıklı bağlanan bebek, yeterli ebeveyn desteği gören bebek bu dönem için travmatik bir olay yaşasa da (örneğin bir operasyon geçirmek zorunda kalması) ebeveynlerinin desteği ile bu travmayı atlatır.
2-3
yaş Gelişimi
- · Özerkliğe karşı utanç ve şüphe evresi
- · Bireyselleşme ihtiyacı ortaya çıkar.
- · Çocuğun anneden ayrı bir varlık olduğunu anlamasıyla başlayan süreç, özerkleşme ihtiyacı annenin güven veren ve koruyan işlevi olmadan çocuk özerkleşemez.
- · İnatlaşma problemi, bu evredeki çözülememiş meselelerden ileri gelir.
- · Çocukları 3 gruba ayırmak mümkün: “Asi çocuk” da “uyumlu çocuk” da aslında anneye bağımlı çocuktur. Her ikisi de sağlıklı değildir aslında. Sağlıklı olan “normal çocuk”tur.
Bir örnek vermek gerekirse anne-çocuk
ilişkisinin problemli olup olmadığı kakadan anlaşılabilir. Kaka, çocuğun
bedeninden çıkan bir üründür. Çocuk kendi iktidarını kuramadığında,
bireyselleşmesinde sorun yaşadığında bunu kakalı bezini anneye vermeyerek
yansıtabilir. Anneyle çocuk araasındaki sıkıntı giderildiğinde kaka sorununun
da çözüldüğü görülecektir.
ÖNEMLİ!!! Yeni
nesil ebeveynlerde suçluluk ve yetersizlik duyguları görülmekte. Bizlerin anne baba
olarak suçluluk duygusuna ihtiyacımız yok. Suçluluk duygusu sabote etme
özelliği taşır. Suçluluk yerine pişmanlık is onarmayı getirir. Ebeveyn olarak
çocuğu ne kadar kısa sürede onarabilirsek yaşanan negatif olayın hafızada kalmasını
engellemiş oluyoruz. Bu nedenle “onaran
ebeveyn” olmak çok önemli.
ÖNEMLİ!!! Çocuklarımızın
sağlıklı büyüyen çocuklar olabilmeleri için öncelikle anne babanın kendine iyi
bakması gerekir.
3-6 yaş Gelişimi
- · Girişimciliğe karşı suçluluk evresi
- · Çocuk hep bir şey yapmak, bir şeyler üretmek ister.
- · Bu dönemde girişimcilik isteği bastırılırsa suçluluk duygusu gelişir. Suçluluk duygusu sabote eden bir duygu, sürekli aynı konuda hata yapmayı getiriyor.
- · Bu dönem aynı zamanda Odipal Dönem – çocuk bu dönemde bir cinsiyet olarak kendini geliştiriyor, karşı cinsle olan ilişkiyi öğreniyor. Bu dönemin sonunda “ensest yasağı” konulmuş olmalıdır. Bu dönemin sonunda örneğin erkek çocuğu “annenle evlenemezsin ama annen gibi güzel, iyi vs bir kadınla evlenebilirsin.”i öğrenmeli. Bu dönemde birlikte uyumak doğru değildir.
- · Bu dönemde erkek çocuk babayı, kız çocuk ise anneyi rakip olarak görür. Örneğin erkek çocuk anneyle uyuduğu zaman babayı –yani rakibini- alt ettiğini düşünür, bu durum ileride suçluluk duygusunu ortaya çıkarır. Babayla hem rekabete girmek ister, hem de kazanmak istemez.
- · Bu dönem, çocukla ebeveynler arasında çatışmaların çok yoğun yaşandığı bir dönemdir.
- · Kendini ifade etme yetisi henüz çocukta gelişmediği için mastürbasyon, parmak emme, altına kaçırma gibi semptomlar ortaya çıkar.
- · Bu dönemde çözülememiş sorunlar ergenlik döneminde katlanarak ortaya çıkar.
Normal Olanı
Bilmek
·
Çocuklardaki sorunların büyümesinin nedeni çoğu
zaman soruna ailenin panikle ve çok yoğun bir kaygıyla yaklaşmasıdır, yaşanan sorunun
kalıcı olacağını zannetmesidir. Anne baba, panik olursa bu panik çocuğa da
geçer, sorun kemikleşir.
·
Çocuğun anneyle geçirdiği keyifli zamanının
azalması semptomun ortaya çıkmasına neden olur.
·
Çocuk yalan söyleyebilir. İlk yalanı çok
kıymetlidir. Çünkü ilk yalanla çocuk annesinin onun zihnini okuyamadığını
keşfeder:
Anne: Çatalı gördün mü?
Çocuk: Hayır!
Anne: Peki.
Çocuk: (aaa annem benim aklımdan geçeni okuyamıyormuş!)
·
Yalan, ayıp gibi kavramlar çocuk için soyuttur.
·
Çocuk, öfke krizleri yaşayabilir, ancak kendi
başına regüle olamaz. Anne babanın önemli rolü çocuğu teskin etmek.
·
Bu dönemde çocuk cinsellikle ilgili konuları
merak edebilir. Arkadaşının cinsel organına bakabilir, kendi cinsel organını
gösterebilir. Bu dönemde çocuk sordukça çocuğa bilgi vermek gerekir.
·
Anneyle babayla inatlaşır. Otorite kurulamazsa
korkan anne baba duygusu çocuğa verilmiş olur!
GELİŞİMSEL
MESAJLAR*
Gelişimsel mesajlar hepimizin duymaya
ihtiyacı olduğu, çoğumuzun da bu yaş dönemlerinde ebeveynlerimizden
duyamadığımız mesajlardır. Bu mesajlara uygun tutum, davranış ve sözle çocuklarımıza bunları
iletebiliriz. Bu mesajları çocuğumuzla ilişki halindeyken, onun hayal gücünü
destekleyerek, sorularına cevap vererek, sebep sonuç ilişkisine yardımcı
olarak, sosyal açıdan davranışlarını ödüllendirip anlaşılır ve uygun
sınırlandırmalar koyarak verebilirmişiz.
0-18 ay
- · İyi ki doğdun, iyi ki yaşıyorsun.
- · Sen buraya aitsin.
- · Senin ihtiyaçların benim için önemli. (TV’de duydum > 15 dakika emzirin diyor> bebeğimi 15 dakika emziriyorum à bu bebeğimin ihtiyacı olmayabilir!)
- · İyi ki sen sensin.
- · Kendi hızında büyüyebilirsin.
- · Seni seviyorum ve sana isteyerek bakıyorum
- · Araştırır ve deneyebilirsin. Seni destekler ve korurum.
- · İhtiyacın olduğu kadar tekrarlayabilirsin.
- · Her şeye ilgi duyabilirsin.
- · Bir hareketi başlatmanı, büyümeni ve öğrenmeni izlemek bana zevk veriyor.
- · Hareketli olduğunda da sessiz sakin olduğunda da seni seviyorum.
18 ay- 3 yaş
- · Kendi başına düşünmeye başladığın için memnunum.
- · Öfke duyabilirsin. Ben senin kendine ve başkasına zarar vermene izin vermem.
- · Hayır diyebilirsin ve sınırları ihtiyacın olduğu kadar zorlayıp test edebilirsin.
- · Sen kendin için düşünmeyi öğrenebilirsin, ben de kendim için düşünebilirim.
- · Aynı anda hem düşünebilir hem hissedebilirsin.
- · İhtiyacının ne olduğunu bilebilir ve yardım isteyebilirsin.
- · Benden ayrışımını yapabilirsin ve ben yine seni sevmeye devam ederim.
3-6 yaş
- · Kim olduğunu araştırabilir, başkalarının da kim olduğunu keşfedebilirsin.
- · Güçlü olup aynı zamanda yardım da isteyebilirsin.
- · Güçlü olmak için değişik roller ve yollar deneyebilirsin.
- · Davranışlarının sonuçlarını keşfedebilirsin.
- · Bütün duygularını kabul ediyorum.
- · Neyin gerçek, neyin hayal olduğunu öğrenebilirsin.
- · Seni sen olduğun için seviyorum.
Çocuklar Neye
İhtiyaç Duyar
Çocuklar onaylanmaya, beğenilmeye, önemsenmeye, takdire,
teskin edilmeye, rahat hareket edebilmeye, kendine ait alan oluşturmaya,
saygıya, koşulsuz sevilmeye, geribildirime, sınırlara, başarmaya ihtiyaç
duyarlar.
ÖNEMLİ!!!
Çocuk örneğin heyecan duyduğu bir şeyi anne babasına anlattığında aynı heyecanı
anne babasının yüzünde görebiliyorsa bu çok çok değerli…
·
İhtiyaçların az verilmesi de çok verilmesi de
aynı etkiyi yapar. İhtiyaçlar doyurulmamış olarak kalır ve yetişkinlik
yaşamında doyum aramaya devam eder.
Duygular ne işe yarar
·
Öfke, korku, merak, şehvet, üzüntü, bağlanma,
sevgi
- Öfke ve korku sakinleşmesi zor duygular; bebekte daha da zor. Annenin bebeği izleyip onu teskin etmesi çok değerli.
- · Duygularımız bizi korur.
- · Duygular önemli olan şeye dikkatimizi çeker ve öğrenmeyi hızlandırır.
o
Örneğin ilişkilerde korku kanalı işlemediği
zaman karşı taraf bir imada bulunarak bizi rahatsız ettiğinde kişi cevap
veremez. Haftalarca kendi içinde büyütür ve kişiye sorun daha da çözülemez
görünür.
ÖNEMLİ!!! Ne
kadar çok duygu ile karşılaşmış çocuk> o kadar dirayetli bir yetişkin
UNUTMAMAK GEREK:
·
Duygular yargılanamaz
·
Sınır duygulara değil yöntemlere konulabilir. à Öfkelenebilirsin ama
bana vuramazsın!
ÇOCUKLARLA
İLETİŞİM KURARKEN KULLANACAĞIMIZ DİL
Neden? Sorusu
yerine Nasıl?
Eğer… yerine Ne zaman?
Yapma! yerine Yap! (beyin –me, -ma ekini algılamaz)
Başka??
Nasıl başardın?
AİLE SİSTEMLERİ
·
- Aileler içinde anne, baba ve çocuk ilişkisi aileden aileye değişebilmektedir. Ancak sağlıklı olan anne ve babanın birlikte hiyerarşik olarak üstte, çocuğun altta olmasıdır. Bunun dışındaki diğer tüm yapılarda bir semptom çıkacaktır. Günümüz aile yapısında çocuğa verilen aşırı güç ile aşağıdaki ikinci şema sıklıkla görülmektedir, bu aile yapısında çocuğa sınır koyulamadığı görülür ve bu çocuğa yapılmış bir kötülüktür.
- · Sistem içinde öncelik çocuk değildir; eştir!
- · Çocuğa otoriter anne baba olurken rencide edici otorite ile rencide edici olmayan otorite birbirine karıştırılmamalıdır.
- · Sınır çocuğa ızdırap vermek için konmaz. Kendisine ve başkasına zarar verdiğinde / vereceği durumlarda sınır konulur.
- · Bir çocuğa anne babasından gelmesi gereken mesaj şudur: “Her şeyi isteyebilirsin, ancak ben senin kendine ve/ya başkasına zarar vermene izin vermem.”
- · Çocuğun kendisine ve başkalarına saygı gösterme zorunluluğundan taviz verilemez.
- · Çocuk daha güçlü ve daha sorumlu olmak için dürtüleri sınırlayan yasakları kabul etmek zorundadır.
Temel Ebeveyn İşlevleri
- · Çocukların güven veren ebeveynlere ihtiyacı vardır.
- · Çocuğa uygun ve çocuğu geliştiren sınırlar konulmalıdır. (Örneğin “oyun oynayabilirsin ancak misafir gelecek odanda oynayabilirsin, salonda değil.)
- · Erken dönemden bir travma yoksa ve köklenmiş bir sorun değilse semptom fark edildikten sonra doğru anne baba davranışıyla sorun kısa zamanda çözülür.
- · Sınır konulmamış çocuk okulda engellerle karşılaşıyor, ne yapacağını bilemiyor!
- · Sınır konmayan çocuklar başkalarının sınırlarını zorlayan manipulatif yetişkinlere dönüşürler.
·
Teskin etmek ne demek?
o
çocuğun üzülmemesini sağlamak değil
o
Anne babanın çocuğun duygularını ve bedenini düzenleyici
işlevi
·
Regüle etmek ne demek?
o
Beynin kendisini güvende hissetmesi
o
Yüzümüzü (yumuşak bir yüz), sesimizi (ninni
söyler tonda bir ses) ve bedenimizi kullanarak çocuğumuzu regüle edebiliriz.
ÖNEMLİ!!! 0-6 yaş döneminde çocuğu ağlarken yalnız
bırakmamamız gerekiyor.
AKTARIMLARIMIZ
- · Amaç geçmişi deşmek değil. Yetişkin muhakememizle çocuk değerlendirmelerimizden çıkmamız gerekiyor.
- · 3 nesil önce büyükannemizin yaşadığı sorun bizde devam ediyor olabilir. Bunu engellemek için kendimizi çok iyi tanımamız gerekli.
- · Nesiller arası aktarım ne demek? 25 yaşında ölen bir babanın oğlunun 25 yaşında depresyona girmesi.
- · Çözemediklerimizde koruma mekanizmaları devreye giriyor. Çözümlenememiş sorunlarda 5 yaşında kullandığımız savunma mekanizması ile 35 yaşındaki aynı olmamalıdır, değişmelidir.
- · Çocuğa “özne çocuk” yerine “nesne çocuk” olarak davranmamız da aktarımlarımızın bir sonucu. Örneğin, kendime iyi anne baba olduğumu kanıtlamak için çocuğu kurstan kursa sürüklüyorum ancak bunu o istiyor mu farkında bile değilim!! Çocuğa nesne olarak davranıldığında çocuk bunu her koşulda anlayacaktır.
- · Anne kendisi üşüdüğü için çocuğu kat kat giydirmesi bile çocuğa nesne olarak yaklaşmasının bir göstergesi.
AYNALAMAK
·
Çocuk, kaynak duygu ve düşüncelerinin farkında
değildir. Ona davranışı ve kaynağını aynalamak, kendisini görmesini sağlar:
o
“Seni anlıyorum.”
o
Empati kurmak
o
Görülen davranışı söze dökmek.
·
Duyguları anne babası tarafından aynalanan çocuk
anlaşıldığı için güven duyacaktır ve sakinleşecektir.
·
Duygularını regüleetmeyi öğrenmiş olan çocuk
hayatta zorlanmaz.
ÖNEMLİ!!!
Ateşte eriyen tereyağ gibi eriyen değil, suda haşlanıp sertleşen çocuk
yetiştirmek gerek!
Günümüzde
Çocuk Yetiştirirken Takıldığımız Noktalar
Fatma Hanım seminerin sonlarına doğru benim
çok hoşuma giden bir konuya değindi:
- · Çocuk,gün içinde yemesi gereken 10 gram fındığı yemediğinde hastalanmaz, bitap düşmez!
- · “Çocuk travmatize oldu, öldük bittik” diye bir şey yoktur
- · “Aman çocuk acı çekmesin!” demek çözüm değil çözümsüzlük getirir. Duyguları engellememek gerekir.
- · Anne ve babalarda eksiklik ve yetersizlik duyguları hakim!
- · “piyano kursuna gitmezse hayatı kayar” düşüncesi ne yazık ki hakim
- · Cam gibi kırılgan değildir çocuklar; bunu aklımızda tuttuğumuzda daha makul davranmamız daha mümkün gibi gözüküyor.
Ben bu eğitimden ne öğrendim?
- · Çocuklarımızdan korkmamamız gerektiğini
- · Tabii ki sınırlar koymamız gerektiğini
- · Duyguları bastırmamamız gerektiğini
- · Çocuğumuzla olan ilişkimizde sözlü mesajları verirken davranışlarımızın ve bizim içinde bulunduğumuz duyguların ne kadar önemli olduğunu
- · Suçluluk duygusunun kötü pişmanlık duygusunun onarıcı olduğunu kendi adıma öncelikli olarak aldım.
Her eğitimde olduğu gibi bu eğitimden de bazı kitap
tavsiyeleri ile ayrıldık:
-Freud’a ne yaptık da çocuklarımız böyle oldu. Catherine Mathelin Kitap Yayınevi
-Ailede iyileştirici sevgi Harville Henderix – Helen Hunt Kaknüs Yayınevleri
-Geçmiş şimdi olduğunda -David Richo, Kuraldışı yayınevi
-Hakettiğiniz Aşkı Yaşayın Harville Hendrix sistem yayınevi
-Öfke Dansı Harriet Lerner Varlık yayınları
(*) Uzman Psikolog Fatma T. Karakuş’un makalelerinden alıntıdır.
Karakuş’un alıntısının kaynağı: Unutkan Erkekler ‘Hadi’leyen Anneler, Fatma Torun Reid, Remzi Kitabevi
* 12 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com'da yayınlanmıştır.
* 12 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com'da yayınlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)