gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2016 Pazartesi

Çocuklarla İstanbul'da yapılabilecek 40 şey :))




Çocuklarla belki de en iyi yapabildiğim şey onlarla birlikte gezmek... Başka ülkeler, başka şehirler, kendi yaşadığımız yerleri keşfetmek... Eh madem şimdi okullar tatil oldu, kimimiz nerelere gitsek, çocuklarla neler yapak düşüncesindeyiz ben elimdeki malzemeyi paylaşayım belki "keyifli bir gün"e vesile oluruz...

30 Kasım 2015 Pazartesi

Çocukla Seyahatlere Devam: Eskişehir'deydik...

Bir zamanlar ben İK'cı iken her sene uygulanan bir "Çalışan Memnuniyet Anketi"miz olurdu (muhtemelen hala vardır ama ben yokum:) ). Bu anketin de ilk sorularından biri "işimi yapabilmek için gerekli ekipmana sahibim." gibi bir şeydi... Maslow Piramidi'nde nasıl ki öncelikle insan fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamalı, bu anketin değerlendirmesine göre de bir çalışanın işini mutlu şekilde yapabilmesinin ilk gerekliliği o işi yapmak için gerekli ekipmana sahip olması idi...



6 Nisan 2015 Pazartesi

Çocuklarla Bir Kış Tatili: Sarıkamış

Ben kayak yapmayı öğrendiğimde 8-9 yaşındaydım... Annemle babam kaymıyorlardı ama benim ve ablamın kayması için hemen hemen her kış bizi Uludağ'a götürdüler ve her sene kendi çapımızda ilerlememize fırsat verdiler. Üniversite yıllarımızda ve evlendikten sonra da Kerem'le her sene kısa da olsa mutlaka dağa gidip kayağa zaman ayırdık hep... Taa ki Mert doğana, büyüyene ardından İpek gelene kadar...

Bu sene artık Mert'e de kaymayı öğretmeyi planlıyorduk. Geçen ilkbahardan bu kış için yurt dışı kayak planı yapan arkadaşlarımıza katılmayı istesek de geçen sene henüz 8-9 aylık olan İpek ile 1 sene sonrasının kayak tatilini planlama cesareti gösteremedik. Bu kış gelince de nereye gitsek, ne yapsak diye bakınırken ben de Kerem de Uludağ'dan bile isteye kaçındığımızı gördük... Son birkaç gidişimizde olan kalabalık, kimi zaman olan düzensizlik ve aslında başka yerleri duydukça/ okudukça daha çok fark ettiğimiz pistlerin aslında hiç uzun olmaması gibi nedenlerle Uludağ seçeneklerimiz arasına girmedi. Aklımızda Bulgaristan, Bansko vardı ama orayı da az zamanımız olması nedeniyle vize işleri ile uğraşmak istemediğimizden eledik. Tam gitsek ama nereye gitsek dediğimiz bir zamanda farklı iki kaynaktan arkadaşlarımın Sarıkamış tatiline denk geldim.

Biraz sorgu sual, biraz araştırma derken aynı gün uçak biletlerimizi rezerve ettirmiş bulduk kendimizi... Sonra bir baktık bizimle aynı tarihte gelebilecek Mert'in okul arkadaşının ailesi de var; otelimizi seçtik, planımızı yaptık ve Mart'ın ikinci haftası kendimizi Sarıkamış'ta bulduk...

9 Şubat 2015 Pazartesi

Beyoğlu'nda Çocukla gezmek...

Yılbaşında Mertlerin okulunda alıştığımızdan biraz farklı bir yılbaşı piyangosu çekildi. Her bir çocuk Ocak ayı içinde tamamlamak üzere bir gizli görev piyangosu çekti. Mert'in gizli görevi de Maçka Parkı'nda yürüyüş ve teleferiğe binmek idi... Piyangoyu çeken Mert, oğlumla buraları gezecek olmaktan ötürü pek bir keyifli olan bendim...


27 Ekim 2014 Pazartesi

Çocuklarla yurt dışı tatili- Fransa ve İtalya

Biz gezmeyi, yeni yerlerle birlikte yeni insanlar görmeyi seven bir aileyiz... Ben ve Kerem, üniversiteden beri her fırsat bulduğumuzda, elimizde para olduğunda gezmeyi, seyahat etmeyi tercih ettik hep... Çocuklarımız da öyle olsun istiyoruz, öncelikleri satın alacakları bir eşyadan çok gezecekleri bir ülke, şehir, köy olsun istiyoruz... (yani sanırım öyle istiyoruz,bunu hiç konuşmadık ama tercihlerimiz ve davranışlarımız bu yönde :))

Bayram tatili yaklaşırken de elimizde hiçbir program yoktu, sadece Kerem'in bu yıl sonunda zamanı dolacak milleri ve Kasım ayında da benim ve Kerem'in süresi bitecek Schengen'imizden muhabbet açılmışken bir akşam önce mevsim itibariyle nereye gideceğimize karar verdik, uçak biletlerimizi aldı (çok son dakika planı olduğu için bayramın 3. gününe bilet bulabildik gidiş için) ve temiz, ekonomik bir otel buldu Kerem. Ardından 5 günlük Nice (Güney Fransa) merkezli programı doldurma görevi bana düştü.


9 Temmuz 2014 Çarşamba

yaz tatiline devam: Rodos

Biz bu hafta sonu itibariyle başka bir tatile daha doğrusu yazlık hayatına yelken açmışken Marmaris tatil yazıma Rodos'la devam edeyim... Farkındayım; sürekli bir tatil yazısı yazmak okuyana "amma tatil yaptın kardeşim!" hissi veriyor olabilir ama yine yazayım geçen seneki yazın ortası doğum süreci nedeniyle adam gibi bir tatil yapamadığımızı ve bu sene onun da ivmesiyle iyi bir tarih planı yaptığımızı belirtmeden geçemeyeceğim...

Çocukların ve bizim henüz süreleri dolmamış Schengen vizelerimiz olunca (Schengen vizesi olmayanlar için Yunan adalarına girişte "kapıda  vize " uygulaması bulunuyor. Detaylı bilgi burada mevcut.) Marmaris'e giderken pasaportları da çantama attım, iyi ki de atmışım... Marmaris'in merkezinden 1 saatlik bir deniz otobüsü yolculuğu ile Rodos'a geçtik. Biletlerimizi yolculuktan sadece bir gece önce internetten alabilince boş bir deniz otobüsü ile karşılaşacağımızı düşünmüştüm; yanılmışım! Tamamen doluydu! Marmaris'ten Rodos'a biri sabah biri akşam üstü olmak üzere iki sefer yapılıyor; Rodos'tan Marmaris'e de aynı şekilde... Bu arada Marmaris'te limanın bir otoparkı var, günlük ücret karşılığı arabanızı buraya park edip deniz otobüsüne binebiliyorsunuz. Mutlaka ve mutlaka kalkıştan bir saat önce limanda bulunmakta fayda var, yurt dışı çıkış harcını ödemek ve biniş kartını almak için ve en son olarak da pasaport kontrolünde olmak üzere ayrı ayrı sıralarda uzunca beklemek mümkün. Bir de bunun iniş versiyonu var, inişte bebekli ve çocuklu olmamızdan dolayı bize bayağı bir öncelik verildi; verilmese o sıcakta uzunca bir kuyruk beklememiz gerekebilirdi...

Rodos'a gelip, limandan adaya ayak basınca hemen limanın karşısında lokal araç kiralama büroları bulunuyor. Biz onlardan birinden küçük bir aile aracı kiralamak istedik, sezon artık başladığı için araba kalmamış bir günlük idare etmemiz için bir Fiat Doblo verdiler bize, ertesi gün minik arabamıza geçebildik. Fiat Doblo ile kendimizi kah bir küçük esnaf, kah bagajı açıp mangalı çıkarıverecek bir piknikçi gibi hissettik. En süper tarafı İpek'in pusetini kapatmak zorunda kalmadan bagaja koyabilmekti sanırım :) Araç kiralama bürosunun bize önerisi, bir dahaki sefere gelmeden önce araç rezervasyonumuzu mutlaka yaptırmamız yönünde oldu.

Arabamızı da aldıktan sonra ver elini (yine bir gece önce rezervasyonumuzu yaptırdığımız) Hotel Alga. Son dakikaya kalınca  Rodos'ta istediğimiz lokasyonda, istediğimiz oteli bulmamız mümkün olamadı. Biz aslında plajları çok güzel olan adanın güney kısmında yer alan Lindos'ta konaklamayı istiyorduk. Daha önce Rodos'a gelmiş arkadaşlarımızın önerileri hep Lindos'ta birleşiyordu. Biz Lindos'ta yer bulamayınca şehir merkezine yakın, Yeni Rodos olarak bilinen yerdeki oteli seçtik. Bütün gün plajları gezeceğimiz ve yemeği sürekli dışarıda yiyeceğimizden dolayı bizim için temiz ve rahat bir otel olması yeterliydi. Otele yerleştik, plaj çantamızı aldık ve önce yemek yemek, sonrasında da denize girmek üzere adanın güneyine doğru yola çıktık. Ancak açlık ağır basınca fazla güneye inmeden bize önerilen plajlardan birisi olan Kalitheas'a saptık. Plaja gelmeden bir ormanlık alanda da bizim yol üstü piknik alanlarına, "kendin pişir kendin ye" tarzı yerlere benzeyen bahçeli restoranlardan birine oturduk. Ben bir Greek Salata ve Pirzola siparişi verdim. Pirzola tabağı evde yapsam tüm aileye yetecek kadar dolu geldi. O sırada Mert de uyuyor olduğundan biraz İpek'le paylaştım, geri kalanını da sabah kahvaltı edememiş olan mideme bayram niyetine sundum. (aşağıdaki resimleri de yemek bitmeye yakın fotoğraf çekmek aklıma gelince çektim)




Yemekten sonra plaja gitmek üzere az bir yol daha devam ettik ve Kalitheas Plajı'na geldik. Plaj uzun bir şeride yayılmış ve plajın en sonunda bir  baby beach bulunuyor: kumlu, sığ alanı bol olan yeşilli mavili denize sahip bir plaj burası ve biz burada Rodos'ta ilk deniz deneyimimizi yaşadık. Akşama doğru plajdan ayrılırken ilk dikkatimi çeken plajın tertemiz hali oldu! sanki hiç kimse plajdan denize girmemiş gibi tertemizdi! Akşam ne yesek, nerede yesek derken geç saatte plajdan çıkınca otele varmamız da geç olunca banyo sırasıydı, İpek'i uyutmaktı, Mert'in yorgunluğuydu derken erkenden hepimiz uyuduk.

Rodos'ta 2. günümüzde istikamet adanın güneyindeki Lindos oldu. Lindos yokuşu bol, taşlık bir alan... Minik arabamızla denize en yakın otoparka indik, inerken de bu minicik arabayla acaba dönüşte bu yokuşu çıkar mıyız diye düşündük... Dönüşte araba tık bile demedi o dik yokuşları gayet rahat çıkıverdi. Lindos'un denizi ve tamamen tesadüfen tercih ettiğimiz plajı çocukla ve bebekle çok rahat edilebilecek plajlardan bir tanesi. Tamamen kum... Mert de İpek de denize girdi çıktı, kumlarla bol bol oynadı... Günün arasında plajın hemen arkasındaki restoranda güzel bir yemek yedik... Günün sonunda yine plajı en geç terk edenler bizdik sanırım... Lindos'tan Rodos'a 1 saate yakın bir yol gitmek gerekiyor. Çok şanslıydık ki bu bir saatlik yolun hem gidişinde hem dönüşünde İpek uyudu arabada...



Bir önceki günkü erken uykunun aksine 2. gün kendimizi Yeni Rodos yollarına attık, bol rüzgarlı bir gecede... "Rodos'a gidince mutlaka TAMAM'da yemek yiyin" demişti bir arkadaşımız, otele de yakın olunca biz burayı es geçmek istedik. Hatta pek tarzımız olmamakla birlikte 1 saatten biraz fazlaca bir süre restorana girmek için sıra bekledik! Hatta beklerken İpek, sıra bize gelip de restorana girdiğimizde Mert uyudular... Tamam'daki yemek de iki uyuyan bıdık eşliğinde baş başa bir yemek oldu... "İyi ki gittik" hatta "tekrar Rodos'a gelme nedeni olabilecek kadar güzel" dediğimiz bir yer oldu bizim için TAMAM. Ben öyle uzun uzadıya gurmevari bir yazı yazamam, o incelikleri de bilemem ama yediğim yemeklerin her birinin ayrı ayrı çok leziz olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bir aile işletmesi olan sanırım 15 masası olan TAMAM daha önce Vedat Milor tarafından yazılmış. Ben balık, Kerem de kuzu eti yedi ana yemek olarak; ikisi de ayrı ayrı çok lezzetliydi... Rodos'ta her gün öğle ve akşam yemeklerinde Greek Salata yedik mutlaka ama buradaki bir başka tat bıraktı damağımızda...ve yemeklerin aralarında servis edilen ikramlar... Bütün bu ikramlara ve yediğimiz leziz yemeklere rağmen akşamın sonunda gelen oldukça ekonomik olan hesap çok şaşırtıcı oldu bizim için.. Kısacası biz TAMAM'ı sevdik, TAMAM'daki aile ruhunu ve sohbeti sevdik...

Rodos'taki son günümüzde de yine adanın güneyine doğru gitmek istedik. Lindos kadar aşağıya inmedik ama yine çok tavsiye edilen plajlardan biri olan Anthony Quinn Koyu'na gittik. Anthony Quinn, "The Guns of Navarone in Rhodes" filminin çekildiği Rodos'tan kendne ait, izole bir plaj almak istemiş ve bu koyu satın almış. Denizi süper olan bir koy burası da ancak kayalıklı ve plajı da taş/ kayalık olduğu için bize pek uygun gelmedi ve hemen bu koyun ön yüzünde olan bir diğer plaja gittik. Kumu hafif çakıllı olan denizi soğuk ama gayet güzel olan bu plajı çok çok sevdik ve Rodos'tan döneceğimiz saate kadar burada zaman geçirdik. Ardından Rodos'un merkezinde bir öğlen yemeği ve tabii ki bir dondurma molası ve arabamızı teslim noktasına bırakmamızın ardından deniz otobüsümüze yetişme telaşımızla Rodos maceramız sona erdi.

Rodos ile ilgili şunları hatırlatmakta fayda var:

- Rodos'ta Türkiye'deki gibi her yerde kredi kartı ile ödeme yapabileceğinizi düşünmeyin. Mutlaka yanınızda nakit Euro bulundurun. Gittiğimiz restoranların neredeyse çoğunda kredi kartı geçmiyordu, e plajlarda şezlong ve şemsiye kiralayacaksanız zaten nakit ödemek zorundasınız.

- ATM'lerden para çekerim diyorsanız merkezi yerlerde ATM bulduğunuzda mutlaka ihtiyacınız olan parayı çekin; plajlar çevresinde ATM bulmak pek mümkün olmayabilir.

- Araba kiralayacaksanız yüksek sezonda arabasız kalmamak için önceden internetten rezervasyon yapmakta fayda var.

Rodos'la ilgili kendime notlarım:

- Buraya tekrar gelinebilir. Biz biri bebek biri çocuk iki bıdıkla yolculuk yaptığımız için her saat bir plaj şeklinde dolaş(a)madık. Ya da Rodos'un içindeki eski şehirde uzun bir yürüyüş yapamadık. Yani yapılacak/ gidilecek yerler konusunda normalde azimli olan Zeynep'ten farklı bir kişilik sergiledim. Aile sağlığımız için de çok iyi oldu:) Sakin ve bir yerlere yetişme telaşı olmayan bir Zeynep hepimize iyi geldi sanırım. Hepimiz sevdik Rodos'u, Mert bile dönüşte "Anne, Yunanistan'a tekrar gelelim!" dedi... Tabii bunda yediği kocaman porsiyon dondurmaların da etkisi büyük!

- Bir daha gelirsem yine TAMAM'da bir akşam yemeği yemek sözüm olsun. Çok çok sevdim işte... Bu arada belirteyim rezervasyonla çalışmıyorlar, yani kalabalıksa sıra beklemekten başka yol yok.

Son not:

İki ülke de Ege'ye bakıyor, iklimi benzer, ha oradasın ha burada pek bir fark yok diyorsanız... Belki kısmen haklısınız ama benim için iki ülke arasında çok büyük bir fark var: akşam üstü insanlar çekildikten sonra geri kalan plajlar iki ülkenin, iki kültürün farkını tüm netliği ile ortaya çıkıyor! Temizlik, çevre ve saygı... Maalesef bizim içinde yaşadığımız kültür çevreye, doğaya saygı duymayı bilen bir kültür değil, yiyelim, içelim, atalım, saçalım bizimkisi...Nasıl olsa bizim evimiz değil!!! Rodos'ta (ki bu sadece Rodos'ta değil, daha önce gittiğim başka ülkelerde de) insanlar plajlardan çekildiğinde plajlarda o gün insan var mıydı yok muydu pek anlamak mümkün olmuyor, işte fark burada!

Rodos sonrası gittiğimiz (Gökova Körfezi'ndeki) Akyaka'da da sürekli bunu söyleyip durdum... Muhteşem bir doğa, güzel bir deniz, harika bir iklim ama gün içinde plajda eline gelen, ayağına takılan sigara izmaritleri, pet şişe kapakları, hatta kırık camlar! Günün sonunda ise durum daha da vahim!!!

ve maalesef Akyaka Plajı gün sonu :(

1 Temmuz 2014 Salı

Yaz Tatili ilk durak: Marmaris - Hisarönü

Dikkat! Bu yazı bol miktarda deniz, kum ve güneş içerir! :))

Bloga bir şeyler yazarken tavsiye mahiyetinde yazılar yazmaktan ziyade kendi deneyimlerimi anlatmayı tercih ediyorum. Konu isterse tatil, isterse doktor, isterse okul olsun herkesin beklentisi birbirinden farklı olabiliyor... Bu nedenle öncelikle, yazıda geçecek hiçbir otel, restoran ya da benzeri yeri önermediğimi; bizim ailece yasadigimiz deneyimler, begeniler ya da olumsuzluklari paylastigimi belirtmek isterim...

Haziran'ın tam ortasına denk gelen bir düğünümüz vardı, hem de Marmaris'te ve o hafta Mert'in okulu kapalı olacaktı. Eh biz de içeriğini tamamen doldurmasak da o haftayı ailemizin tatil haftası ilan ettik. Gerçekten de yola çıktığımız güne kadar tatil haftamızın içeriğini doldurmadık; daha da doğrusu zaman bulup dolduramadık! Bizim için öncelikli konu arabayla çıkacağımız yolculuğu minimum ağlama ile sonlandırmaktı; bunun da yolu maksimum uykudan geçiyordu. O da ancak bir gece yolculuğu ile mümkündü; zira ben de Kerem de gece araba kullanmaktan hiç hoşlanmıyorduk. Şöyle bir çözüm bulduk: Cuma akşamı saat 18:30 Yenikapı-Bandırma feribotuna binecektik ve böylece yolun bir kısımını ve de çocukların uyanık olduğu bir kısmını çocuklarla sakince geçirebilecektik. Sonrasında da amacımız gece yarısı İzmir'e varmış olmak ve orada konakladıktan sonra sabah erkenden yola çıkıp Cumartesi öğlen başlayacak olan düğün kutlamasına Marmaris Hisarönü'ne yetişmekti. Tatil ile ilgili yaptığımız tek plan olan ulaşım planı hiçbir sıkıntı yaşamaksızın süper işledi... Ne "sıkıldım, ne zaman geleceğiz" diye mızıldayan bir Mert ne de yorgunluktan ve sıkıntıdan ağlayan/ bağıran bir İpek ile karşılaştık...



Düğünün olacağı ve bizim de konaklayacağımız Golden Key Hisarönü'ne geldiğimizdeki ilk izlenimim de orada geçirdiğim iki günün sonunda ayrılırkenki son izlenimim de aynı oldu: "çocukla çok çok rahat edilen, keyifli tatil geçirilebilecek bir otel"... Öğlen geldiğimizde otelin sahilindeki geniş çimenlik alanda düğün pikniği başlamak üzereydi. Düğüne uygun plaj giysilerimizi giydik ve kendimizi çimlere bıraktık. İpek bütün alanı emekleyerek gezinirken Mert de kah çimlik alanda kah kumsalda, zaman zaman düğün modundan çıkıp tatilci moduna geçerek ve kendini denize atarak gündüzün keyfini sonuna kadar çıkardılar... Arada yorulan İpek Hanım ağaçlar altında serin bir köşede uyuyarak bana ayrı bir huzur da kattı:)) Sonrasında akşam havuz kenarında daha düğün formatına geçerek devam ettik eğlenceye... Kısacası oldukça eğlenceli bir düğün günü ve gecesi geçirdik ailecek:)




Tatilimiz plansız başladı ama plansız devam etmedi; tatilin genelinde bir ya da iki günlük planlar yaparak devam ettik tatil haftamıza... Golden Key Hisarönü'nde düğün nedeniyle bir gecelik olan konaklamamızı da otelden çok keyif alınca günlük planlamamız çerçevesinde otelde yer de olunca bir gece daha uzattık. Otelden neden memnun kaldık? Çünkü biz (yani ben ve Kerem) kocaman tatil köylerinde tatil yapmaktan keyif almıyoruz; otelden havuza yürü, havuzdan denize taşın, denizden yemek saati gelince haydiiiii restorana, "eyvah yemek saati bitiyor; acele edelim" telaşı içerisinde bir bakıyorum ben tatilin sonunda bayağı bir yorulmuşum. Bu nedenle tercihlerimiz daha düz ayak, deniz, kum, yemek yenecek yer ve oda birbirine birkaç adım mesafede olan oteller... Hatta hatta sahilini, plajlarını gezebileceğimiz, gittiğimiz yerde otel yemeği dışında pek çok alternatif bulabileceğimiz yerler... Golden Key Hisarönü de böyle bir tatil sunuyor bence... Marmaris'ten Selimiye, Bozburun tabelası yönüne sapıp 20 dkika kadar gittikten sonra geliyorsunuz Hisarönü'ne... Yandex ile oteli bulmaya çalışıyorsanız dikkat, neden bilmiyorum otelin olduğu yerden 1.5 km ötede gösteriyor oteli... Tesadüfen yoldaki küçük tabelayı görünce döndük biz ve otele ulaştık. Otel ağaçlar arasındaki ikişer katlı minik yazlık formatında evlerden oluşuyor, alt katı ayrı bir oda üst katı ayrı... Yani bizim kaldıklarımız öyleydi, farklı oda formları da var sanırım.  Odaların içi tahta, önü çim ve taşlık... Tüm evlerin ortasında orta büyüklükte bir havuz ve otelin restoranı var. Otelin havuzunda düğün gecesi havuza atlayan bizler dışında kimseyi görmedim diyebilirim. Deniz o kadar güzel ki, havuz olmasa da olurmuş. Zaten benim için havuz her daim gereksiz ayrıntı :)) Plaja inerken geçtiğimiz geniş çim alan bizim için harika bir alandı. Denizden çıkıp güneşin tam tepede olduğu saatlerde çim alana geçip oradaki tenteli şezlonglarda uzandık, Mert etrafta koşuşturup durdu, çocuk parkında oynadı, babasıyla masa tenisi denemeleri yaptı ve koşturduğu her alanı buradan görebildik, üstüne bir de deniz bisikleti turu yapınca buraya bayıldı! İpek de çimlerde bütün bir gün emekleyip durdu, yorulunca da uyudu... :) Otelin restoranında tatil köylerindeki gibi (gereksiz) envai çeşit seçenek yok; az ama öz, yediğim çoğu şey de gayet lezzetliydi...



Benim için yaz tatili deniz, kum, doğa, temiz hava, eh biraz da fırsat bulunca uzanabilmek demekse ben Golden Key Hisarönü'nü çok sevdim. "Burada bütün yaz kalırım, burada insan kitap yazar" falan diyordum ki Kerem hayallerimi "sıkılırsın o kadar uzun süre!" diyerek yıkıverdi...

Cumartesi ve Pazar günlerini Hisarönü'nde geçirdikten sonra plansız tatilimize "yanımıza pasaportları alalım belki Rodos'a geçeriz" diyerek ihtimal verdiğimiz Rodos ile devam etmeye karar verdik. Pazar gecesi Marmaris- Rodos denizotobüsü için biletlerimizi aldık, bavullarımızı toparladık ve Pazartesi sabahı erkenden otelden ayrıldık...




26 Nisan 2014 Cumartesi

Kimyayı küçük yaşta çocuklara sevdirmek mümkün: Kids' Lab

24 Nisan, benim için çok keyifli bir gün oldu... İpek'i babaanneye emanet edip Mert'in bir günlük okul kırmasına (!) eşlik edip keyifli bir anne-oğul günü geçirdik. İpek'ten ve Mert okula başlamadan önce biz Mert'le çok gezerdik, o zaman henüz 2.5- 3yaşlarında olmasına rağmen bana çok keyifli bir yol arkadaşı olur,bol bol sohbet ederdik Mert ile... İpek doğduktan sonra zaruri bakım süreci ve tabii ki Mert'in gün boyu okulda olması ile bizim geziler daha çok hafta sonu ve ailece gerçekleşen gezilere dönüştü... Bugün, oğlumla başbaşa gezmek bana çok iyi geldi...

(Kimya şirketi) BASF*'nin davetlisi olarak Mert, İstanbul Modern'deki "Kids' Lab"e katıldı. 
Kids' Lab'e katılmadan birkaç gün önce Mert'e nereye gideceğimizi anlatmıştım. Sabah uyandığında da "bugün deney yapmaya gideceğiz" diyerek uyandı. Gidilecek yer İstanbul Modern, yani Karaköy olunca arabayla gitmek istemedim. Hem trafikten kaçmak hem de Mert'le keyifli bir gezi yapabilmek için vapuru tercih ettim. Gördüğü her şeyi sordu, dolmuşta, vapurda, sokakta, dönüşte vapurdan sonra bindiğimiz çift katlı otobüste pek çok kişi ile sohbet etti, yağmurlu hava ve yağmur çizmeleri birleşimi sayesinde sularda zıpladı... Yani Mert de keyifli bir yolculuk gerçekleştirdi.



Peki Kids' Lab nedir? 


BASF’nin, çocuklara kimyayı sevdirme misyonuyla hayata geçirdiği bir sosyal sorumluluk projesi. Bu proje ile çocuklar özel eğitmenler eşliğinde, ücretsiz olarak interaktif deneyler yapma imkanı buluyorlar. Hayatın içinden deneylerle çocukların kimyayı güvenli yollarla daha yakından tanıması; görerek, dokunarak deneyimlemesi amaçlanıyor. Her ay 4 gün süreyle İstanbul Modern’de 6-12 yaş arası çocuklar Kids' Lab ile buluşabiliyor. Mayıs ayı Kids' Lab tarihleri ise 8-11 Mayıs.

BASF, geçen yıl 6 bin çocuğun kimya ve bilimle tanıştırdığı Kids’ Lab’te bu yıl da 5 bin çocuğu ağırlamayı hedefliyor. Kids’ Lab’te ilk olarak suyun depolanması (water storage)  deneyi  yapılıyor ve yıl içinde çocuklara yepyeni deneyler yapma fırsatı sunulacak.

Rezervasyon sistemiyle ziyaretçilerini ağırlayacak olan Kid’s Lab’e katılım için 0212 334 73 16 numaralı telefonu arayarak rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. BASF aktivite günlerini ise “BASF.KidsLabTurkey”, “BASF.Turkiye” adlı Facebook hesaplarından takip etmek mümkünmüş.

Mert, 6-12 yaş aralığının dışında kalan, deney grubunun en miniği ama konuya gayet meraklı bir çocuk olarak geçirdiği 45 dakikalık süreden çok memnun bir şekilde ayrıldı. Ne deneyi yaptınız diye sorduğumda gayet net bir şekilde "suyun geçirgenliği deneyini yaptık" diyerek adım adım yaptıklarını anlattı.  Hatta deney sonrası kendisine hediye edilen mutfak deneyleri setinin içindeki üç deneyi bu sabah babası ile birlikte hevesle, istekle ve merakla yaptı. Hayatı boyunca fen derslerine ilgi duymamış hatta zaman zaman bu derslerden korkmuş bir geçmiş zaman öğrencisi olarak Mert'in bu durumunu gıpta ile izleyip, zaman içerisinde bu merakının hiç azalmamasını diliyorum. Deneylerden sonra sürekli şöyle diyor: "Deney, adı üzerinde deniyorsun." :))






Kısacası, Perşembe günü Mert, hem yaşadığı keyifli "deney"im hem de benimle başbaşa gezisi; ben de oğlumla başbaşa olmanın verdiği haz ile çok güzel bir gün geçirdik. Bu güzel etkinlik ve bizi, anneli çocuklu keyifle misafir ettikleri için BASF'ye teşekkürlerimi iletmek isterim. 

Kids' Lab sonrası, İstanbul Modern'den de hemen ayrılmak istemedik, sergileri gezdik. Mert'le resimlere baktık, anlamaya çalıştık. Kendiliğinden ortaya çıkan resim inceleme sürecimiz Mert'e bir oyun oldu: Önce bir resim seçiyorsun, sonra o resimde ne gördüğümüzü söylüyoruz, en son olarak da ben resmin bilgi yazısını okuyup Mert'e anlatıyorum... 

Son olarak, Perşembe günleri İstanbul Modern'in ücretsiz olarak ziyaret edilebildiğini de ekleyeyim...


* Dünyanın lider kimya şirketi BASF portföyünde; kimyasallardan plastiklere, bitki koruma ürünlerinden petrol ve doğalgaza kadar birçok ürün yer alıyor. Ekonomik başarıyı, sosyal sorumluluk ve çevresel korumayla birleştiriyor. Toplumun bugüne ve geleceğe dair ihtiyaçlarını karşılamak adına, hemen hemen bütün endüstriyel alanlarda bilim ve inovasyon aracılığıyla müşterilerine hizmet sunuyor. Ürünleri ve çözümleri ile kaynakların korunmasına, sağlıklı gıda teminine ve hayat kalitesinin artırılmasına katkı sağlıyor. Kurumsal hedefleri doğrultusunda; sürdürülebilir bir gelecek için kimya yaratıyor. 2013 yılsonu itibarıyla dünya çapında 112 binin üzerinde çalışanı bulunan ve bu dönemde satışları yaklaşık 74 milyar Avro olarak gerçekleşen BASF’nin hisseleri Frankfurt (BAS), Londra (BFA) ve Zürih (AN) borsalarında işlem görüyor. BASF hakkında daha ayrıntılı bilgiye www.basf.com.tr internet sitesinden ulaşılabiliyor.

11 Nisan 2014 Cuma

Sinebebe ile bebekli sinema keyfi :)

Birkaç haftadır yazmak isteyip de araya başka işlerin,sonra üzücü pek çok konunun girmesi sonucu yazmaya elimin gitmediği bir başlığım daha var, onu da bugün paylaşayım daha da geciktirmeyeyim istedim.

25 Mart günü,2 anne, biri 8 aylık, biri 11 aylık 2 bebekle sinemaya gittik. Nasıl mı gittik, hemen paylaşayım:

Başka Sinema, Sinebebe adı ile sadece bebekli annelere özel film seansları sunuyor. Salonda bebek arabası serbest, bebeklerin ağlaması, uyuması, oyuncakları serbest:) Biz,Başka Sinema'nın bu uygulamasını duyunca hemen kendimizi Kadıköy Rexx'e attık,arkadaşım Tuba ve benim için izleyeceğimizfilmin ne olduğunun galiba bir önemi yoktu, önemli olan bebeklerle birlikte sinemaya gidebilme lüksünü yaşaycak olmaktı."Şarkı Söyleyen Kadınlar" isimli filme gittik, biletlerimizi aldık,salona girdik, sanki daha önceden tanışıyormuşuzcasına film başlayana kadar salondaki annelerle sohbet ettik.Eh ortak noktamız bebekler ve bebeklerle sinemaya gelme isteği olunca sohbet etmemek mümkün olmazdı sanırım...

Film başlamadan önce görevliler bize filmi, ışıklar açık mı kapalı mı izlemek istediğimizi sordu, bebekleri için bir ses ayarı yapıldı, filme 10 dakika ara vermek isteyip istemeyeceğimiz soruldu ve tüm yorumlarımız sonrasında salon karanlık, filmin sesi ortalamada ve 10 dakika aranın olmasına karar vererek film başlatıldı.

Karanlıkla birlikte hafif mızıldamalar oldu, bir süre sonra ise sessizlik... Sonra ara ara minik mızıldanmalar ya da ağlamalar, derken film araya girdi... film başladı, ara verildi vs derken bence esas ilginç olan şu oldu: filme kaç kişi başladıysak o kadar kişi filmi bitirdik. Kimse, yaygarayı koparan bebeği nedeniyle stres olup salondan kaçmadı yani:)

Benim bu uygulama ile ilgili yorumum şöyle oldu:

Normal bir zamanda, normal bir seansa bebekle gitmeye kalkışsak ne olur? Bebek mızıldadığında biz etrafı rahatsız ettiğimiz düşüncesiyle gerilmeye başlarız, bir mızıldama, iki mızıldama, arada bir çığlık derken kendimizi bebeğimiz kucağımızda saloonun dışında buluruz... Sinebebe'de ise durum daha farklı,  bir kere anne olarak ben çok rahatım, çünkü İpek istedği kadar mızıldayabilir, ağlayabilir; çünkü birazdan arka sıradaki bebek de aynı gürültüyü çıkartma potansiyeline sahip:) Ben rahat olunca ne oluyor peki? Bebek de rahat oluyor, iki mızıldanıyor, sonra sütünü emmeye başlıyor, zaten salon karanlık, e film de aksiyon içerikli, gürültülü bir film değil; bebekler mışıl mışıl bir uykuya dalıyor. Sonra bir bakıyorsun salonda çıt çıkmıyor,çünkü hepsi uyumuş:) Biz de keyifle filmimizi izliyoruz...

Sinemaya girerken Tuba, "biz çocuklara TV izletmiyoruz, burada maruz kalacakları ışık, görüntü acaba onları rahatsız etmez mi?" diye o an aklına gelen soruyu sordu;sonra da rahatsız olacaklarını düşünürsek çıkarız diye konuyu neticelendirdik. Ancak Sinebebe'yi tecrübe edince gördük ki çocukları rahatsız eden bir görüntü, ışık vs olmuyor çünkü bebekler uykuya dalıveriyorlar annelerinin kucaklarında ya da pusetlerinde...

Sinebebe, 12 aylığa kadar olan bebekli anneler için. 12 aya kadar olan bir bebeğiniz varsa ve yolunuzu Kadıköy ya da Beyoğlu'na düşürmeniz mümkünse mutlaka deneyimlemenizi öneririm, keyifli ve düşünceli bir uygulama olmuş. Ben kendi adıma çok teşekkür ederim Başka Sinema ekibine:)

Bu arada gösterimler devam ediyor, buradan Başka Sinema'nın takvimini takip etmek mümkün...

E, keyifli seyirler o zaman... Bebeklere de iyi uykular... :)))



10 Nisan 2014 Perşembe

Kidzania'da bir Cumartesi

Mart ayının son Cumartesisi hava pek bir soğuktu, Uykusuz Anneler Kulubu'nün davetlisi olarak Mert'e, yeni açılan Akasya Alışveriş Merkezi içindeki Kidzania'da eşlik ettik.

Nedir Kidzania?

4-14 yaş arası çocuklara eğlenerek öğrenme deneyimi sunmak için, gerçek bir şehir mantığıyla, çocuk ölçeklerinde inşa edilmiş temalı bir park. Çocuklar burada çalışarak para (Kidzania parası) kazanabiliyor, kazandıklarını alışveriş yaparak ya da bir aktiviteye katılarak harcayabiliyor,nerede para kazanıp, nerede para harcamak istediğine kendisi karar veriyor; kısacası bir yetişkin gibi yaşamayı deneyimlemeye çalışıyor. 90'a yakın meslek alternatifi var, çocuklar bu mesleklerden tercihlerine ve yaşlarına uygun olanları seçip deneyimleyebiliyorlar. İsteyen doktor olup bir ameliyata katılıyor, isteyen itfaiyeci olup yangın söndürüyor, kimisi süpermarkette kasiyer oluyor, kimisi ise benzin istasyonunda arabalara benzin dolduruyor... Bir tararfta araba tamir eden var, diğer yanda polis olan... Kimisi hamburger yapıyor, kimisi biskuvi ya da çikolata...


Park, 4 saatlik zaman dilimlerinde misafirlerini ağırlıyor. Biz saat 11:00- 15:00 aralığında parkı ziyaret ettik, gerçi 1 saat gecikerek gidince Mert, 3 saatlik bir deneyim yaşadı... İtfaiyeci oldu,  Benzin istasyonunda benzin doldurdu, lastik şişirdi, cam sildi (benzin istasyonunda çalışmayı o kadar sevdi ki iki  kez burada çalıştı), biskuvi yaptı, çikolata yaptı... Okuldan da pek çok arkadaşı olduğu için oradan oraya birlikte koşturdular, birlikte sıra beklediler, çoğu aktiviteye birlikte katıldılar, birlikte yemek yediler...

Bazı meslekleri deneyimlemek istedi ancak yaşı tutmadığı için  katılamadı, bazılarında da sıra olduğu için o anda başka bir mesleğe katılmak istedi, sonra da unutup sıra olana girmedi. Biz, Kidzania'ya hazırlıksız gitmiş olduk, aslında girmeden önce harita üzerinden çocuğun katılmak isteyeceği meslekleri seçmesi ve seçtiklerinin yaşına uygun olup olmadığının kontrol edilmesi içeride zaman kaybetmemek adına yararlı olabilir. Zira,içeride sürekli bir ses ve etrafta koşuşturan çocuklar nedeniyle biz "büyükler"in kafaları, bir süre sonra rölantiye alıyor kendilerini...

Biz anne-baba kimliklerimizle Kidzania'yı şöyle değerlendirdik eşimle:

* pek çok mesleği deneyimleyebilme imkanını
* özellikle arkadaşlarıyla birlikte gidildiğinde keyifli paylaşımlar yapabilmelerini
sevdik...

* parkın kapalı alan olması ve içerinin sürekli bir ses ile yankılanması sonucu 2. saatten sonra (ara ara Truman Show'da gibi hissedebiliyor insan kendini) özellikle "büyükler" için yorucu olmasını
* evet gerçek hayatın bir yansımasını yaşatıyor Kidzania ancak bir çocuk parkı için markaların çok önplanda olmasını
sevmedik...

Mert'in değerlendirmesi ise "çok eğlendim" olarak hafızalarımızda yerini aldı.

Uykusuz Anneler Kulubu'ne davetleri için tekrar teşekkür ediyoruz ailecek:)


7 Haziran 2013 Cuma

İstanbul'da çocukla gezme kültürü alışveriş merkezi dolaşmak olmasın... #AVMleriboykotediyoruz

Geçen haftasonu Gezi Parkı'nda olaylar ciddi boyutta devam ederken, ben parka gidememenin bünyemde yarattığı rahatsızlıkla kendimce evden twitter üzerinde sağlıklı paylaşımlar yapmaya çalışarak ve televizyonların sessizliğinde en azından bizim sokaktaki sosyal medya bağlantısı olmayanlarda farkındalık yaratmak amacıyla kocaman bir kağıda "Diren Gezi Parkı" yazıp salonun camına astım. Hatta ben bu yazıyı astıktan 2 saat kadar karşı apartmanda bir pencerede daha bu yazıyı görünce çocukça sevindim bile...

Yazıyı hazırlarken tabii ki Mert de sordu... Ne yapıyordum, ne yazıyordum, o da bir şeyler yazabilir miydi vs vs... Ben de çok kısaca ona şehrin tam merkezinde bir park olduğunu ve onun yıkılıp yerine bir alışveriş merkezi yapılmasının istendiğini söyledim. Ama parkın yıkılmasını istemeyen insanların biraraya gelip parkın yıkılmasını istemediklerini söylediklerini ben de parka şu anda gidemeyeceğim için böyle bir yazı hazırladığımı söyledim birkaç cümle ile... Sonra çok fazla bir şey sormadı. Onun büyük resim defterinden 3 sayfa koparıp birbirine yapıştırıp pencereye asacağım yazıyı hazırlarken o da beni taklit etti kendince: defterinden bir sayfa çıkarıp kendince bir şeyler yazdı çizdi...

Neredeyse 1 haftadır pencerede yazımız asılı; o arada sadece eve gelenlere yazıyı park için astığımızı söyledi, daha da fazla bir şey sormadı/ söylemedi....

Bu akşam yurtdışından dün gelen eşimle 1 haftadır olanların detaylarını konuşurken parktan konuştuğumuzu farkeden Mert merakla "anne parka ne oldu?" diye sordu. Ben yine kısaca parkın yıkılmak istendiğini ama İstanbul gibi büyük ve kalabalık bir şehirde çok az park alanımız olduğu için parkın yıkılmasını istemeyen çok fazla insanın olduğunu ve onların parkta bulunarak parkın yıkılmasına izin vermek istemediklerini, şarkılar söylediklerini, hep birlikte yemekler yediklerini söyledim. "Hep mi oradalar?" diye sordu, ben de çok doğal "eveeeeet sürekli oradalar" dedim. "Peki gece ne yapıyorlar?" dedi. Ben de gece de orada olduklarını hatta bir kısmının çadır kurup parktaki çadırlarda uyuduğunu söyledim. Mert'in bir anda gözleri parladı ve "anne orada kaydırak var mı?" diye sordu, ardından da çok büyük bir merak ve şevkle "anne ne zaman biz de gideceğiz?" dedi... Valla o an
hemen onu alıp hemen parka gitmek istedim:)))

Ezelden beri çocuğuyla sürekli alışveriş merkezi gezen bir anne olmadım... Birinci sebebi buraların hastalık yuvası olduğuna inanmam, ikincisi ise alışveriş merkezlerinden çıkınca kendimi inanılmaz yorgun hissetmem... Hep kendimce alacağın bir şey varsa çık caddeden, Kadıköy'den al; çocuğunu gezdireceksen de Özgürlük Parkı'na / Göztepe Parkı'na git, sahile çık dedim. Bundan sonra bunu daha da
inanarak söyleyeceğim ve uygulayacağım sanırım... 35 haftası dolmak üzere olan 1çocuklu1gebe olarak Gezi Parkı'na gidip Gezi Parkı'nın direnişine bilfiil katılamadım ama kendi çapımda alışveriş merkezi çılgınlığının "her mahallede bir tane" kıvamına gelmemesi için kendimce böyle bir direniş buldum...



17 Mayıs 2013 Cuma

Cocuklarla gezmek ve sohbet etmek paha bicilemez:)))

Gecenlerde Mert televizyonda baby first kanalini acmami istedi ve karsimiza ara ara izledigimiz Li'l Vinnie's Art cikti. Izleyenler bilir cizgi filmin bas kahramani Vinnie unlu bir ressamin bir resmini secer, resmin icine girer ve uzerinde kendince cizimler / eklemeler yapar? Bizim denk geldigimiz bolumde Vinnie, Van Gogh'un Aycicekleri tablosunu secti ve ona eklemeler yapmaya basladi.

Ben mutfakta bir yandan yemegi hazirlarken diger yandan da gozum televizyonda ve Mert'teydi; o sirada Mert "anne bak! Van Gogh'un resmi..." dedi ve ben saskinlikla mutluluk arasi bir duyguda kalakaldim:)))

Sanirim gecen yil mayis civarlariydi Karakoy Antrepo'da arkadasim Tuba ile birlikte Mert'i de alip Van Gogh Alive sergisine gittigimizde... Tuba ile sergiye gidelim dedigimizde Mert'i de getirecegimi soylemis, hem boylece Kadikoy-Karakoy vapuruna binmek Mert icin eglenceli olabilir, sergide de resimler belki ilgisini ceker diye dusunmustum... O sirada Mert henuz 2 yasini geceli 2 ay kadar olmustu... Gercekten vapur gezisinden inanilmaz keyif aldiktan sonra sergide dolasirken Mert sıkılmasın diye resimleri de basit bir dille bir bir anlatmistim ona... Surekli sari renk kullanmasinin nedenini anlatirken de kendimce ressamin bunalimda olmasini basitlestirmek icin "kafasi cok karisikmis annecigim o yuzden genelde kafa karisikligini yansitan sari rengi tercih etmis" diye anlativermistim...

Aksam eve geldiginde sergi kafasinda yer etmis ki babasina da kendince kendi dilinde bayagi detayli sergiyi anlatmisti. Bu sergiye gitmemizin uzerinden neredeyse bir yil gectikten sonra tv'de gordugu Van Gogh resmini tanimasi bu yuzden beni hem sasirtti hem de mutlu etti. Mert dogdundan beri ben de Kerem de Mert'e her seyi anlatmaya calisan, anliyor mu anlamiyor mu ayrimina cok girmeden kisa cumlelerle iletisim kurmaya calisan bir anne ve baba olduk. Bazen kendimizle dalga gecsek de bazen Mert'in her konuda aciklama beklemesi yorucu olsa da bu aliskanligimizdan pek vazgecmedik. Bu tip ornekler yasadikca da iyi ki vazgecmemisiz diyoruz...


22 Ocak 2013 Salı

bir cumartesi... beklentiler ve gerçek:))

Cumartesi günü havanın yağışlı olacağını öğrenince öncesinden eşimle kapalı mekanlı bir program yaptık kendimizce... Gece bir arkadaşımızın doğumgününe katılacağımız için akşamüstüne kadar Mert'le birlikte bir gün planlayıp akşamı da kendi programımız için ayırdık...

Sabahtan kahvaltımızı edip kendimizi dışarı atıp Avrupa yakasına geçecektik, Mert'le birlikte Florya'daki Akvaryum'u ziyaret edecektik. Öğleden sonra orada gezinmemizi bitirip, Mert'i babaanneye bırakıp kendimizi sinemaya atacaktık ve "Killing Them Softly"i izleyecektik. Sonra da doğumgünü için gruba katılacaktık ve uzun zamanın ardından bir gece eğlencesinde eğlenecektik... Beklenti buydu :))

Gerçek ise: biz sabah erkenden kalkıp kahvaltıyı geç edince evden çıkışımız neredeyse 2'yi buldu! Mert'e söz verdiğimiz üzere Akvaryum'a gittik... (http://www.istanbulakvaryum.com/tr-TR/istanbul-akvaryum )Mert için ve bizim için de Mert'le olduğu için oldukça keyifli bir gezi oldu. Çocuksuz olarak gitsek çok bir şey ifade edeceğini düşünmüyorum açıkçası. Mert balıkların neredeyse her bir tanesi ile yakından ilgilendi. İlk bölümlerden birisindeki (yetişkin bir insan için) küçük olan köpekbalığını görünce ben "aaa Mert baksana minicik bir köpekbalığı" dedim. hayatında gördüğü en büyük balık muhtemelen tabağındaki Lüfer olan oğlumdan aldığım yanıt düşündürücü oldu: "anneaaa küçük olur muuuu kocamaaaan!!!"

Geç kahvaltı sonrası tam gezinin ortasında akşamüstüne yaklaşan bir saatte acıkmamız üzerine Akvaryum'un içindeki Emirgan Sütiş'e atıştıracak bir şeyler bulabiliriz herhalde diyerek girdik ve geniş menüsünü görünce atıştırmanın ötesine geçmek konusunda hiçbir tereddüt yaşamadık:) hem çocuklar hem de büyükler için seçenek bol ve lezzetliydi.

Detaylı bir gezinti ve yemek sonrası Akvaryum'dan çıktığımızda saat 18:00'di ve saat 20:00'de gideceğimiz doğumgünü için Mert'i acilen babaanneye bırakmamız ve trafikle boğuşmamız gerekiyordu. Evet doğru tahmin: arada kaynayan bizim sinema keyfi oldu... Sinema yine başka bahara kaldı...

Doğumgününe yetiştik yetişmesine deeee... Beklentim keyifli bir müzik dinleyeceğimiz, hoş bir sohbet edeceğimiz üzerineydi... 1çocuklu1gebe olarak gittiğimiz yerin ekstra ötesi gürültüsü, şarkı söylediğini sanan beylerin resmen böğürmesi sonucu 23:00 civarı başımız tutarak müthiş eğlenceden kalkmak zorunda kaldık.

Gittik babaanneden gayet derin uykusunda olan Mert Bey'i aldık, kucaktayken gözünü açıp babası ile annesini görüp tekrar keyifli uykusuna geri dönen oğlumun görüntüsü bugünden geriye aklıma kazınan en değerli resim oldu:)))

Pazar günü mü??? yorgunluktan parmağımı oynatacak durumda değildim, gören ağır inşaatta çalıştım zannedebilirdi...