annelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
annelik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2016 Pazartesi

Bir Doğum Günü, Annelik ve Çocukluk yazısı...

Yine bir mart ayı, yeni bir doğum günü heyecanı derken; daha 8 Mart gelmeden, bundan 6 yıl önce bu zamanlarda Mert halen daha karnımdayken biz cumartesi ve pazara 2'si Mert'in  dogum günü kutlaması olmak üzere 3 kutlamayı ve bir "anne-baba" seminerini sığdırdık! Pazar gecesi itibariyle şu anki durumum duygusal olarak yo(rg/ğ)un!

Bir dogum gunu pastasi tabii ki cocuklarla yapilir!😂

2 Aralık 2015 Çarşamba

Çok mu önemsedik "ANNE OLMA"yı bu hayatta???

Çok mu önemsedik bu "anne olmak" kısmını hayatın?

Evet, ben çok önemsedim! Ama kendi hayatımı bıraktım, kendimi çocuklarıma adadım manasında değil pek... Ben, anne olmayı sevdim... Başka bir şey olamadığımdan değil! Başka bir şeylerin yanında en çok keyif aldığım şey olduğundan... Yorgunluğu ve kafa karışıklığı bol, yetemediğin inancı çok olsa da o ilişki içindeki saflığı çok sevdim ben... Bir de çocuktan sonra kendimi, tanımaya çalışmamı, kendi büyümemi anlamaya çalışmamı ilginç buldum ben...

Çocuktan önce umrumda bile değildi evde içtiğimiz sütün pastorize mi, uht mi yoksa çiğ mi olduğu? Benim için evde yoğurt yapmak neredeyse eşitti dumanın hareket denklemini bulmaya! Yediğimiz elmanın da vatanı, milleti, sülalesi, akrabası pek umrumda değildi; zira eve alınan elma 2. haftanın sonunda yenmeyip çürümeye başladığından atılıyor; biz de bu nedenle eve pek meyve almıyorduk! Hatta o dönem "annemin sınav zamanı bir tabağa soyup da masama getirdiği meyveler gözümde tütüyor" demişliğim de çoktur... Kısacası annemle vedalaşmak zorunda kaldığımız 2002 yılından evlendiğim 2006 yılına kadar ve evlendiğim 2006 yılından Mert'in doğduğu 2010 yılına dek (hadi belki hamileliği bu dönemden çıkarabiliriz kısmen) lezzet ve temizlik dışında nerenin malını yediğimin pek önemi yoktu!


19 Temmuz 2015 Pazar

Her Anne Bu Cümleleri Mutlak Duyacaktır! Di mi???

Anneysen bazı cümleler var, mutlak duyacaksın... Duyduğuna verdiğin tepki kişiliğine bağlı... Ya da çocuğunun karakterine... Veya içinde bulunduğun döneme...




"Nasıl sütün var mı (bari)?"/ "Sütün yetiyor mu?" (bebeğin ilk zamanlarında)
"Gazı var onun gazı..."
"Orada nefes alabiliyor mu?"/"O şeyin içinde sıkılmıyor mu?" (wrap sling kullanıyorsanız kaçınılmaz)
"Neden ağlıyor?" (her dönemin hit sorusu) - Cevap olarak "N'APCAKSIN????!!!!" ya da "SANA NE" dememek için anne kendini zor tutabilir kimi çok zorlu anlarda!!!
"Bunlar daha iyi günlerin!"
....

17 Mayıs 2015 Pazar

Olumluya Odaklanma Başlasın!

Bugün Mert'in okulunda veli görüşmemiz vardı... İlkokul, ortaokul dönemi veli görüşmelerini yakınen biliyorum yeğenimin görüşmelerine de bilfiil katıldığımdan... Anaokul dönemi kesinlikle daha keyifli, KESİN BİLGİ! :)

23 Aralık 2014 Salı

Lohusa Depresyonu ve "Lohusayım Farkındayım" Semineri

Google'ı açın, "Lohusa" yazın, bakalım devamında vereceği ilk öneriler neler olacak? Ben "Lohusa Depresyonu"nu ilk sıralarda görürdüm diye tahmin ediyordum ancak ilk sıralar "Lohusa Şerbeti", "Lohusa Gecelik", "Lohusa Tacı" ve "Lohusa pijama" tarafından çoktan kapılmış!!! Hamilelikte yapılan aramalar çoğunlukta demek ki diye düşünüyorum ve demek ki hamilelik sonrası yaşanma olasılığı her 5 annede 1 olan "Lohusa Depresyonu" bunlar kadar merak edilmemiş!

Oysaki, geçen haftaki "Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası" kapsamında katıldığım seminerden aklımda kalan en temel öneri "Hamileyken çevrenizi lohusalık döneminize hazırlayın!" oldu...

15 Aralık 2014 Pazartesi

Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası içindeyiz...

Perihan, benim ilk, internet ortamında takip ettiğim bir blogger anne idi, sonra çocuklarımız aracılığı ile tanıştık ve arkadaş olduk... Şimdilerde hem hala takip ettiğim bir blogger hem de ara ara bir araya gelip çocuklarımızı, hayatlarımızı konuştuğumuz, açık sözlülüğünü de ayrıca çok sevdiğim bir arkadaş :)  Kendi blogunu takip ettiğim gibi zaman içinde kurucularından olduğu ve çok değerli paylaşımları olan "Uykusuz Anneler Kulübü"nü de merakla takip ettim. Şimdilerde bu kulüpten ne zaman atılacağımı ve kesintisiz uykularıma ne zaman geri döneceğimi merakla bekliyorum :)

Uykusuz Anneler, uykucubebek.com ile elele vererek Aralık ayının 3. haftasını Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası olarak ilan ediyorlar  ve bu konuda çalışmalar yapıyorlar...



Yarın (16 Aralık Salı)saat 13.00'da Hisar Hastanesi'nde Uzman Psikolog Aysun Bal Ömeroğlu'nun konuşmacı olacağı  "Lohusayım, Farkındayım" semineri gerçekleşecek... Yakınlarda doğum yapacaksanız ya da yeni anneyseniz veya yakınlarda baba olacak ya da olduysanız dinlemekte fayda görebileceğiniz bir seminer.

21 Kasım 2014 Cuma

Annelik Bir İkilem Yaşama Sanatı (mıdır?)

Bugün okuldan Mert'i almaya giderken geç kalmak üzere olmanın da verdiği bir sıkıntıyla içimde deriiiiin bir özlem hissettim oğluma karşı... Bu ilk değil...

14 Ağustos 2014 Perşembe

Sizinki Hangi Tip Annelik?

Böyle anketler vardır hani, sorulara verdiğin yanıta göre şıklarını sayarsın a şıklarından daha çok yanıtın varsa x tip sevgilisindir/ kadınsındır/ karaktersindir, b'lerden çoğunluktaysa y tipsindir, c'lerden fazla ise z tipsindir gibi!...

Bu anneliğinde tipleri var mı acaba? Bana göre cevap "hayır yok" yani böyle sınıflandırılabilecek kadar belirgin değil... Bence her annenin anneliği, parmak izi gibi kişiye özel hatta çocuğun parmak izi gibi, çocuğa özel... Yani birden fazla çocuğu olunca insanın, çocuklarının aynı yaş dönemlerinde üzerine giydiği annelik kıyafeti değişiklik gösterebiliyor sanki?!...

Kendime bakıyorum da Mert'in ilk 1 yılında ben sürekli okuyan, kitapları hatmedip doğruları bulmaya çalışan, çocuk kitaba uygun yola girmeyince kendi kendini yiyip bitiren bir anneydim. İpek'in ilk 1 yılında ise yine kitap okumaya devam eden, ama kesinlikle daha seçici, ama bundan 3.5-4 sene önceki gibi her yazanı "kesin doğru" kabul etmeyen, hatta çoğu zaman kendi doğrusunu kendi hisleri ile bulmaya çalışan bir anne oldum. Bunun pek çok nedeni var bence: bir kere kitaplar çoğunlukla Batı kültürü baz alınarak yazılmış olduğundan dolayı okurken her şeyi yüzde yüz uygulamaya çalışmak beni bazen gereksiz yordu! Annenin kendi kültürüne, yani hem toplumsal hem de kendi bireysel geçmişini içeren kültürüne adapte edebilmek, yani kitabı süzmek bence anneyi oldukça rahatlatabilecek bir "ilk adım". İkincisi çocuğu tanımak, hatta çocuğun işaretlerini izlemek çok değerli gibi geliyor bana... Ve üçüncüsü annenin iç sesine kulak vermesi...İnsan kitaplardan doğruyu çok kolay öğreniyor, bunun üstüne çocuğunu da tanımaya çalışıyorsa kendi iç sesi hiç ara vermeden çalışmaya/ konuşmaya/ bazen ise fısıldamaya devam ediyor. İşte o ses aslında hem anne olarak benim yapabileceklerimi çok iyi biliyor hem de çocuğumun/ çocuklarımın kabul edebileceklerini...

Örneğin ben Mert'in bebekliğinde tam bir Tracy Hogg fanı idim, yatır kaldır metodunu, E.A.S.Y'i, şşşşhhh-pat'ı o dönemde kelime kelime anlatıyordum çevremdekilere... İpek'te ne oldu? Uyku için bir "eğitim", "disiplin" sürecine sokmadım kendimi de İpek'i de... Kendi düzenimizi zamanla bulduk, kimi zaman kucakta uyuttum, kimi zaman yatağında pışpışlayarak vs... Neye itiyacı olduğunu anlamaya çalıştım (ya da kendimin neye ihtiyacı var, kendimi dinlemeye çalıştım)...

Aynı durum beslenme için de geçerli, aktiviteler için de, tuvalet alışkanlığı (gerçi daha İpek'te bu sürece girmemize çok var) için de...Genel yaklaşımım kitapları, makaleleri okuyayım; farkındalık kazanayım, genel geçer doğruyu öğreneyim ama kendi düzenimizi kendimize göre oluşturayım...

2 gün önce Mert'e incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenden ötürü fazlasıyla çok kızdım! Bağırdım, söylendim!!! Sakinleşmem uzunca bir zamanımı aldı! Normalde çok kolay yönetebileceğim bir huysuzluk anını yönetemedim, yönetmek istemedim! Çünkü bir gece önce neredeyse hiç uyumamış ve sabrımı ilk fırsatta kaybetmeye meyilli bir hale bürünüvermiştim! Doğrunun ne olduğunu bile bile yanlışı yapmak da ayrıca can sıkıcı bir mevzu... Neyse 2 gün önceki günümüz pek hoş geçmedi ama dün Mert'e onunla sakince konuşmak yerine bağırdığım için çok üzgün olduğumu söyledim, o da bana kendisinin mızmızlanmamaya çalışacağını benim de daha sakin olmamı istediğini belirtti. Çok medenice konuştuk yani :)

Tüm bunların üzerine ben bu sabah bu linkteki yazıya denk geldim, aslında yazılalı bayağı zaman olmuş ama daha önce okumamıştım. Okuyunca bana iyi geldi, kendini kitabi anne baba olmaya zorlayan anne babalara (zamanında/ hatta hala zaman zaman benim olduğum gibi) iyi gelebileceğini düşünerek buradan da paylaşmak istedim. Samimi olmak ve kendin gibi olmak annelikte de kilit özelliklerden bence... Tabii ki kendim olacağım derken her şeye esip kükreyen biri isek sürekli bir sinir küpü şeklinde dolaşalım demiyorum bu arada:) Çocuk, insana kendisini tanıması, kendi çocukluğunu anlaması için bir fırsat da sunuyor aslında; bu fırsatı kullanıp kendimize ve çevremize zarar veren yönlerimizi törpüleyebiliyorsak ne de güzel:))

Kısacası sonuç: Bu anneliğin tipleri yok bana göre, her birimizinki kendimize özel... Doğrular da öyle, yaşananlar da, yaşananlara verilen tepkiler de... Kimseyle kendimizi kıyaslamamak, hatta hatta çocuklarımızı kıyas yanılgısına düşmeyip kendimiz olmak bana göre en kolayı...




11 Temmuz 2014 Cuma

İki Çocuk ZOR! (mu acaba?)

Sokakta dolaşıyorum bizim evin minikleriyle, gören hemen "zor! değil mi?" diyor...

Marketteyim İpek slingde, Mert market arabasında akrobasi halinde, hemen bir "zor! değil mi?"

Parktayım, İpek'i sallıyorum, Mert tırmanma duvarında!!! Arkadan bir ses "zor! değil mi?"

"Yazın ev tutacağız, hafta içi çocuklarla ben kalacağım, hafta sonları Kerem gelecek" diyorum, arkadaşlarımdan bir ses: "Zor olmayacak mı? Bak çok yorulacaksın!"

Deniz kenarında İpek kovaya kum doldurup boşaltıyor,biz Mert'le inşaat (!) yapıyoruz, bir teyze geliyor: "Zor! Değil mi?" diyor...

Akşam yürüyüşe çıkıyoruz, İpek pusette, Mert Scooterında dondurmacıya gidiyoruz; arkadan bir fısıltı duyuyorum: "Zor ama!"

Dışarıdayız, Mert tırlatmış, krizlerde, bir şeye tutturmuş belli; İpek'in de eşref saatine denk gelmiş, bas bas ağlıyor! Yandan bir ses: "n'oldu, ay neden ağlıyorsun; yavrum üzme anneni!" "Zor tabii ikisiyle uğraşmak!"

ve daha bir sürü aklıma gelmeyen sahne...

İki çocuk zor mu peki? hayatta her şey zor, yani zor olabilir... Bu bize bağlı... "ah çok zor, vah çok zor" diye hayıflanınca hayatın kolaylaştığını görmedim ben. Ama zor değil demek de kolay olduğu anlamına gelmiyor... Zor değil ama normal olabiliyor bazı şeyler.. O kadar her şeyden şikayet etmeye alışığız ki "Normal"i unuttuk sanki!

İkisiyle yalnız, tabii zorlandığım anlar oluyor ama bu hiç vah vahlandığım bir şey olmadı; "normal" diyorum soranlara da ... Zor diyerek haksızlık etmek istemiyorum, ne kendime, ne yaşamıma ne de çocuklarıma... Ama çoooook kolay diyerek saçma bir Polyanna'cılık da yapmıyorum.... Çünkü gerçekten yorulduğum anlar oluyor, ama ne yaparsak yorulacağız öyle değil mi? Çok sevdiğimiz bir sporu yaparken de, işe gittiğimizde de, çok sevdiğimiz bir yere uçakla seyahat ederken de, çok sevdiğimiz bir yemeği pişirirken de, hiçbir şey yapmamıza gerek olmayıp birilerinin yapmasını organize ederken de... Kısacası yorgunluk her işin içinde var, önemli olan biz nasıl bakıyoruz, biz nasıl yaşıyoruz?

"(Çok) zor değil mi?" diye sorana (ki genellikle ayak üstü tanıştığım kişilerle) "yoo bir şekilde halloluyor, normal" deyince fark ediyorum ki sohbet kesiliyor; tam tersi "zor"u kabullenirsem muhabbet bayağı uzuyor da uzuyor ... Acaba şikayetler dışında pek fazla muhabbet konumuz yok mu diye düşünüyorum... İyi şeyleri, hadi en azından normalleri konuşmak pek rating getirmiyor galiba?

Kültürel bir şey mi bu bilmiyorum ama bizim ülkemizde yaşlılarla sohbet edince çoğunluğun sohbetinin hastalıklar yurt dışındakilerin ise gezme tozma olduğunu fark ediyorum... Tabii bu benim küçük dünyamda gözlemlediğim bir örneklem...  Ha bu arada tabii ki ülke koşullarımız, yaşam koşullarımız daha "zor"lu, daha az medeni vs olabilir... Ben bunlardan bağımsız, o an sağlığımız iyiyken, sevdiklerimizle birlikteyken gerçekleştirdiğimiz konuşmalardan bahsediyorum.

Şikayet, ahlanıp vahlanma damarlarımıza işlemiş ve hayattan zevk almamızı engelliyor olabilir aman dikkat diyeyim :) "Çoooook zoooooor!!!! ile Polyanna arasında "normal" diye bir şey olduğunu unutuyor olabilir miyiz acaba?" diyerek de bitireyim...

Sevgilerle :)


24 Haziran 2014 Salı

Çocukla yaz tatili

Geçen yıl bu zamanları hatırlıyorum da yaz başlamış, İpek'in karnımdaki 37. haftası dolmuş, ellerim ve ayaklarım içine hava basılmış balon şekline girmiş, Mert ise ilk anaokulu denememizin olduğu okulda yaz günlerini yaşıyordu... Benim içimde bir yandan doğuma yaklaşmanın telaşı (ne hikmetse 38. haftada doğum yapacağıma inanıyordum, oysaki İpek kendi rahatını hiç bozmayarak 41. haftayı tamamladıktan sonra geldi!) diğer yandan koskoca yaz mevsimini tatilsiz geçirecek olmanın verdiği garip bir huzursuzluk vuku buluyordu. Kendimin tatil yapamaması dert değildi de Mert'in 3 yaş döneminde deniz, kum ve güneşin tadını tam anlamıyla çıkaramayacak olması beni rahatsız ediyordu. Bu nedenle İpek biraz ele gelir gelmez, ki bunun için 40'ını beklemiş olduk, 2 haftalık bir tatile attık kendimizi Eylül ayında...

Geçen senenin tersine bu yıl (belki de geçen senenin eksiğini kapatmak amacıyla) sezonu erken açtık ailecek. Kerem'in Mayıs sonu Kemer'de olan bir toplantısına biz de eklendik; 4 gün boyunca Kerem toplantılarına katılırken ben iki çocukla daha kaynar noktaya gelmemiş ancak yazın geldiğini çok net belirten Antalya güneşi altında tatil(!) yaptığımı sandım! Mert, bir deniz bir havuz derken çok eğlendi; İpek, denizle yakından tanıştı; bendeniz Zeynep ise zavallı bir Sebastian edasında otelin çeşitli alanları arasında bir tır şoförü gibidolaştı! Tır şoförü diyorum,çünkü plaj çantası, puset, şişme bot, şişme simitler, kolluklar derken yollara sığamayan bir vasıta haline geliverdim!!!

Bol kardeş kıskançlığı, annenin huniyi kafasına taktığı anlar, gözyaşı ve yüksek volümün ağırlık kazandığı tatil görünümlü köleliğin ardından geçen hafta full kadro gerçek bir tatile çıkınca kendimi neredeyse kraliçe gibi hissettim desem pek de yalan olmaz:)

Geçen hafta, Mert'in okulunun bir haftalık tatili ile çok yakın arkadaşımın Marmaris'te gerçekleşecek düğünü aynı zamana denk gelince düğünün devamını bir tatil imkanına çevirdik. İstanbul'dan Marmaris'e araba yolculuğu ile vardık. Önce 2 gün Hisarönü'de, düğünün gerçekleşeceği yerde konakladık. Golden Key Hisarönü Otel çocuklu bir tatil için, benim açımdan mükemmel bir tesis olmasına karşın yeni yerler görmek amacıyla otelden ayrıldık ve önce Rodos'a sonrasında da Marmaris'e 30 km mesafedeki Akyaka'ya gittik. Tatil boyunca bulunduğumuz her yer deniz açısından harika idi...

Çocuklar sürekli deniz, kum ve güneş ile iç içeydiler... İpek'i denizden alamadık, Mert, İstanbul'a dönmek istemedi! Ara ara Kerem'le çocukları paylaştık; ben İpek'i uyuturken Kerem, Mert'e yüzme dersi verdi mesela... Ya da dördümüz birlikte kumlarla oynadık...Hatta kimi zaman Mert ve İpek birlikte kumda oynadılar bile diyebilirim ve biz o sırada şezlonglarımızda oturduk... Kısacası tatil gibi bir tatil yaptık; sonrasında kendim için bir tatile çıkmaya ihtiyaç duymayacak kadar keyifli bir tatildi!Bu sefer bir önceki tatilimsideki gibi kardeş kıskançlıkları da yüksek değildi,tutturma ve istekler de... Sanırım çocuklar için anne babalarının yanında olması ve bir de tabii ki su oyunları yeterli oluyor...

Gezdiğimiz yerleri, kaldığımız otelleri ve tatilimize ait detayları anlatacağım mutlaka, ancak şimdilik bu kadar... Detaylar bir sonraki yazıyaaaaaa...

17 Nisan 2014 Perşembe

Rutin Hayat

Başlığı görüp de sıkıcı bir konudan bahsedeceğim sanılabilir; aksine amacım rutin hayatın renkliliğinden bahsetmek:)

Bebekler nasıl bir adım sonra ne olacağını bilmek ve güvende olmak ister; yani öyle diyor ya literatür; hah işte ben de iki çocuklu hayatın şu ilerleyen günlerinde de rutini çok sever, peşinde ayrılmazbir takipçisi oldum... Çünkü çocuklu hayatta rutinin bozulması demek hastalık demek, bir sıkıntı demek, sorun demek... Bu nedenle de o hani bizim zaman zaman söylediğimiz "off çok monoton bu hayat" ve benzeri cümleler var ya işte ben bu cümleleri söyleten hayatı seviyorum:)))

Yok canım rutin çok monoton, çok çok sıkıcı diyorsanız buyrun monoton olmayan,sürprizi bol hayata: gece 2 kez uyanmak yerine her saat başı uyanmak ya da en iyisi daha büyük bir sürpriz olsun: gece hiç uyumamak, sabah 7 yerine 5.30'da uyandırılmak, sabah kahvaltısında çocuklardan birinin evde olmayan bir kahvaltılığa takması ve huysuzluğunun doruğuna çıkması, büyük çocuğu okula geç bırakmak ve dolayısıyla tüm gün programının sarkması, evin bebeğinin gündüz uykusundan 10 dakikada uyanması ve tekrar uyumamak için direnmesi, sabah evin toplanmasına vakit bulunamaması ve gün içinde de monotonluğun pek çok tona geçmesi evin yine toplanamaması ve annenin günün sonuna doğru sinirini evin dağınıklığından çıkarması, diş çıkaran evin küçüğünün gün boyu mızıldaması, okuldan alınan büyüğün bir önceki gece az uyuması ya da sabah erken uyanması nedeniyle okul sonrası akşam üzeri huysuzluğu, akşam yemeğinin yenmekle yenmemek arası sinir harbi ve 'hadiiiii'ler içinde yenmesi, iki uyumak isteyen ama uymak istediğinin farkındaolmayan çocuğun direnme süreçleri vs vs vs... Bu örnekler çoğalabilir, çoğaltılabilir... Bir de bunun hepimizin evinden uzak olsun mümkünse, hastalık versiyonu var, onunla ilgili örneklere hiç girmeyeceğim!

Sabah 7'de uyanıp, geceden kalma olmayınca ve bugünlük rutinimize bağlı kalıp gayet monoton :) bir gün geçirirken bunları düşündüm: Rutin güzel şey:)

20 Aralık 2013 Cuma

Annenin Ateşle İmtihanı *

Saat 17.24… Bugün ilk kez oturdum ve ev ilk kez biraz sakinledi desem çok da yanlış olmaz…

Dün akşam Mert’i okuldan aldıktan sonra teyzesinin doğum gününü kutlamaya gittik. Gitmeye çok hevesli olan, kuzeni ile oyunlar oynayacak heyecanlı Mert yarım saatlik zaman içinde pek de öyle hareket etmek isteyen bir halde değil gibi gözüktü bana…  İlk önce “Hafiften yanakları mı kızardı ne?” ile başladım ardından “ay gözleri akıyor kesin hasta olacak!!”la devam ettim…
Bu annelik ilginç bir şey… Etrafınızda herkesin “bu çocuk mu hasta olacak?!!!” dediği sırada “evet hastalık geliyor!” bilincinin iliklere kadar hissedildiği bir başka insan ilişkisi var mı merak ediyorum… Buna paralel diğer bir cümle de “bu çocukta uyuyacak göz yok!” oysaki anne bilir: çocuk uykusuzluktan göçmüştür uzatmaları oynuyordur! 
İşte bu hesap Mert için “hasta oluyor” dediğimin yaklaşık 1 saat sonrası evde ateşi yükselmeye başlayan ve banyoya soktuğumuz bir 3.5 yaş insanıyla karşı karşıyaydık…

(Evet tekrar bilgisayar başına gelmem 18:13!! Sanırım 40 dakikadır İpek’in odasındayım ve yatağa her koyuşumda uyanan bir bebekle karşı karşıyayım!!! )

Neyse… Mert’i akşam yıkadık,  yatırdık, o sırada İpek’i de uyuttum... Ama tabii uyutunca iş bitmiyor, biliyorum ki gece ateş bize hızlı bir selam çakabilir. Nitekim öyle de oldu, gece 12 gibi ateş düşürücü veririm diye düşünürken ben Mert “annnneeeeeaaaa çişim kaçtı” gibi bir cümleyle alarma geçtim. Ateş 39 derece, yatak bayağı ıslak ve Mert’in çığlıkları: “annneeeeeeee göremiyorummmm!” Allahtan bu tip durumlarda sakin kalabiliyorum da Mert’in uyumadan önce gözlerinin aktığı aklıma geldi: tabii ki akan gözler kirpiklerde çapaklanıp yapışmış…
Mert’in üstü değişti, bizim yatağa paketlenip kondu, ateşi ölçüldü (39’u biraz geçmiş, ben de acil durum alarmı başladı başlatacak!!!) ilacı verildi, evde bir zaman alınmış ve öyle duran ateş bandı bulundu ve alına yapıştırıldı, uykuya dalmasını müteakip yatak çarşafları çıkarıldı, makineye atıldı, arada derede yıkandı, baba oturma odasına yollandı ve anne bir eli oğlunda  uykuya kucak açtı…

(saat 22:01 tekrar yazının başına bu sefer ikisinin de gece uykusuna geçtiğini ümit ederek oturuyorum)

Sanırım gece 2 ile 5 arası hepimiz uyuyorduk… 5 civarı İpek’i emzirdiğimi, Mert’in de ilacını verdiğimizi hatırlıyorum… Mert’in sıcaklığının normale dönmesi ile daha keyifli bir uykuya 6 civarı geçtim…
Hareketli gecenin ardından bizim evde sabah nispeten geç başladı. Saat 8’de ayaklandık, Mert’in ateşi yoktu ama bugün dinlensin diyerek okula götürmedim.  “Şoför Nebahat” kılığında yollara dökülmedim ya ben de bir rahatlık, bir şirinlik, bir kahvaltı hazırlayayım hali… Bu şirinlik bir anda Mert’in “ben okula gitmek istiyoruuuuum”uyla şaşkınlığa bıraktı kendini… Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim…  Kahvaltı, sohbet derken Mert’in okula gitmemesi bana iyi geldi, sabah geç kalkan İpek de lokumdu bu saatlerde… Mert’in çizgi filmi, İpek’i süt saati, uyku saati, araya sıkıştırılan banyosu derken bir baktım İpek uykuya direniyor! (Sanırım İpek, Mert’i okula bırakma rutinimize iyice alıştı ve evden çıkmamamız onun günlük düzeninin bozulmasına yol açtı. Mı acaba?) Mert peşimde dolanıyor! Mert peşimde dolandıkça zar zor uyuyan İpek uyanıyor! Nasıl oldu bilmiyorum öğlen oluverdi, arada öğle yemeği için Mert’e bir şeyler hazırladım. Hala iyi ve romantik halimi koruyormuşum o saatlerde ki Mert’e “e sen evdesin madem birlikte kek yaparız; öğlen dinlenme saatinden sonra da birlikte yeriz” deyiverdim! Uyumayan İpek, peşimde Mert, araya sıkıştırılan kek yapma seansı, dinlenme saatinde kitap okuma derken ben bittim… Saat 5’ti evde sıkı yönetim ilan ettim. Mert’e dinlenmesi gerektiğini çok net bir tonda, emir tonu olmuş olabilir, belirtip uyumasını sağladım. Bütün gün uyumayan İpek de o arada uyuyuverdi… O ara şöyle bir üstüme başıma baktım da üzerimde sabahtan beri çıkarmaya fırsat bulamadığım pijamam, arada İpek’ten hediye bir kusmuk izi!!  Sanırım İpek’in ilk doğduğu hafta bile bu halde değildim… Tabii ki sabahki romantizmimden eser yok, kendi kendime “eğitim şart, okul önemli” derken buldum kendimi…
Bir annenin ateşle imtihanından şu sonuç çıktı bizim evde: 
Birincisi, biz sadece basit bir ateşlenme vakası yaşadık 24 saatlik zamanda, çok ciddi hastalıklarla mücadele eden anne babalar var.  “Çocuklar hastalanmasa keşke” dedim…  Tüm hastaların iyileşmesini diledim…
İkincisi, gerçekten hafta içi Mert’in evde olmasını özlemişim aslında… İlk fırsatta şöyle bir planı hayata geçirmeye karar verdim: İpek’i babaanneye teslim edip Mert’le hafta içi baş başa bir gün geçireceğim. Sanırım onun ihtiyacı olduğu kadar benim de buna ihtiyacım var.

* Bu yazı 19 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com 'da yayınlanmıştır.



13 Aralık 2013 Cuma

Çocuk Gelişiminde Anne Baba Etkisi *

Pazar günü bu sefer yanıma evin baba kişisini de katıp vurdum kendimi yine bir seminere… “Aman ne çok seminer, eğitime gidiyorsun” diyenler (ya da diye düşünenler) olabiliyor çevremde… Okuyanlardan da bu şekilde aklından geçiren varsa hemen sabit yanıtımı vereyim: Araba kullanmak için bile ehliyetimizin olması gerekiyor, çocuk sahibi olmanın ise böyle bir ön koşulu yok, ben illa ki böyle bir ön koşul olsun ve öyle çocuk doğuralım demiyorum (zaten ne haddime) ama kendimce çocuk yetiştirmeyi önemsiyorum ve bu nedenle de çocuklarla ilgili okuyorum, dinliyorum, eğitimlere katılıyorum… 3.5 senelik annelik tecrübemden edindiğim en temel çıkarım ise duyduğumu, öğrendiğimi, okuduğumu öyle pat diye uygulamaya geçmemek… Bi’ süzmem gerekiyor, bana uygun mu, bize uygun mu, çok mu keskin, çok mu belirsiz, vs vs… Haa süzgeçten geçtikten sonrası mükemmel uygulama mı, tabii ki değil… Hatta doğruyu bile bile yanlış yaptığım da çok oluyor.  Ama “suçluluk duygusuna ihtiyacımız yok; ihtiyacımız olan pişmanlık duygusu… Telafi edemeyeceğimiz hiçbir şey yok.” Diyerek Pazar günkü eğitimden en temel aklımda kalan cümleyi yazarak başlayayım notlarıma…

Pazar günü Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği’nin Küçük Karabalık Çocukevi’nde düzenlediği #BilinçliEbeveynlik seminerinde “Çocuk Gelişiminde Anne Baba Etkisi”ni Fatma Tosuntaş Karakuş’tan dinledik. İlk olarak çocukların yaşlara göre gelişimlerini anlattı Fatma Hanım bizlere: 

0-2 yaş Gelişimi

  • ·         Temel GÜVENe karşı güvensizlik dönemi. Bu dönemde anneyle sağlıklı ilişkinin kurulması gerekir. Yani bebek “korunaklı bir dünyada yaşadığına” inanmaya ihtiyaç duyar.
  • ·         Bebeğin “zihinde tutulmaya” “regüle edilmeye” “ihtiyaçların karşılanması”na ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın karşılanması ya da karşılanmaması yetişkinlik hayatını etkiler. 


Burada Fatma Hanım, doğrunun “mükemmel anne babalık yerine yeterli anne babalık” olduğunu vurguladı. Bu cümle günümüz anne babaları olarak bizlerin aklından hiç çıkmaması gereken cümlelerin başında geliyor bence. Temeli sağlam attığımız takdirde çocuğun bu dönemden gelen eksikliklerini kapatabilmesi daha kolay olabiliyormuş.

  • ·         “Zihinde tutulmak” ne demek?- Bebeğin zihnini bulmak çok zordur. Anne, bebeğin zihnini sürekli arar. Anne ile bebeğin zihni ara ara eşleşir, işte bu zamanlar çok kıymetli. Çünkü bebek kendini güvende, “anlaşılmış” hisseder.
  • ·         0-2 yaş döneminde sağ beyin devrededir. Sol beyin (bilinç ve mantığın adresi) ise 2 yaşında gelişmeye başlar 25 yaşında gelişimini tamamlar. 0-2 yaş dönemini hatırlamamamızın nedeni de bu dönemde sadece sağ beynin devrede olması.
  • ·         0-2 yaş döneminde yaşananlar bilinç hafızasında bulunmaz; ”beden hafızası”nda bulunur ve beden hafızası da aslında hiçbir şeyi unutmaz. Bu dönemde yalnız bırakılan ve ağlayan bebeğin bu yaşanmışlığı beden hafızasında kayıtlı kalır. Yetişkinlik döneminde yalnız kaldığında ya da eşine, çocuğuna telefonla ulaşamadığında normalden fazla panik yaşayabilir.
  • ·         0-2 yaş döneminde bilinç ve muhakeme yeteneği yokken bebek annenin desteğine ve anneye sağlıklı bağlanmaya muhtaçtır. Sağlıklı bağlanan bebek, yeterli ebeveyn desteği gören bebek bu dönem için travmatik bir olay yaşasa da (örneğin bir operasyon geçirmek zorunda kalması) ebeveynlerinin desteği ile bu travmayı atlatır.
2-3 yaş Gelişimi
  • ·         Özerkliğe karşı utanç ve şüphe evresi
  • ·         Bireyselleşme ihtiyacı ortaya çıkar.
  • ·         Çocuğun anneden ayrı bir varlık olduğunu anlamasıyla başlayan süreç, özerkleşme ihtiyacı annenin güven veren ve koruyan işlevi olmadan çocuk özerkleşemez.
  • ·         İnatlaşma problemi, bu evredeki çözülememiş meselelerden ileri gelir.
  • ·         Çocukları 3 gruba ayırmak mümkün:  “Asi çocuk” da “uyumlu çocuk” da aslında anneye bağımlı çocuktur. Her ikisi de sağlıklı değildir aslında. Sağlıklı olan “normal çocuk”tur.

Bir örnek vermek gerekirse anne-çocuk ilişkisinin problemli olup olmadığı kakadan anlaşılabilir. Kaka, çocuğun bedeninden çıkan bir üründür. Çocuk kendi iktidarını kuramadığında, bireyselleşmesinde sorun yaşadığında bunu kakalı bezini anneye vermeyerek yansıtabilir. Anneyle çocuk araasındaki sıkıntı giderildiğinde kaka sorununun da çözüldüğü görülecektir.

ÖNEMLİ!!! Yeni nesil ebeveynlerde suçluluk ve yetersizlik  duyguları görülmekte. Bizlerin anne baba olarak suçluluk duygusuna ihtiyacımız yok. Suçluluk duygusu sabote etme özelliği taşır. Suçluluk yerine pişmanlık is onarmayı getirir. Ebeveyn olarak çocuğu ne kadar kısa sürede onarabilirsek yaşanan negatif olayın hafızada kalmasını engellemiş oluyoruz. Bu nedenle “onaran ebeveyn” olmak çok önemli.

ÖNEMLİ!!! Çocuklarımızın sağlıklı büyüyen çocuklar olabilmeleri için öncelikle anne babanın kendine iyi bakması gerekir.

3-6 yaş Gelişimi

  • ·         Girişimciliğe karşı suçluluk evresi
  • ·         Çocuk hep bir şey yapmak, bir şeyler üretmek ister.
  • ·         Bu dönemde girişimcilik isteği bastırılırsa suçluluk duygusu gelişir. Suçluluk duygusu sabote eden bir duygu, sürekli aynı konuda hata yapmayı getiriyor.
  • ·         Bu dönem aynı zamanda Odipal Dönem – çocuk bu dönemde bir cinsiyet olarak kendini geliştiriyor, karşı cinsle olan ilişkiyi öğreniyor. Bu dönemin sonunda “ensest yasağı” konulmuş olmalıdır. Bu dönemin sonunda örneğin erkek çocuğu “annenle evlenemezsin ama annen gibi güzel, iyi vs bir kadınla evlenebilirsin.”i öğrenmeli. Bu dönemde birlikte uyumak doğru değildir.
  • ·         Bu dönemde erkek çocuk babayı, kız çocuk ise anneyi rakip olarak görür. Örneğin erkek çocuk anneyle uyuduğu zaman babayı –yani rakibini- alt ettiğini düşünür, bu durum ileride suçluluk duygusunu ortaya çıkarır. Babayla hem rekabete girmek ister, hem de kazanmak istemez.
  • ·         Bu dönem, çocukla ebeveynler arasında çatışmaların çok yoğun yaşandığı bir dönemdir.
  • ·         Kendini ifade etme yetisi henüz çocukta gelişmediği için mastürbasyon, parmak emme, altına kaçırma gibi semptomlar ortaya çıkar.
  • ·         Bu dönemde çözülememiş sorunlar ergenlik döneminde katlanarak ortaya çıkar.

Normal Olanı Bilmek
·         
      Çocuklardaki sorunların büyümesinin nedeni çoğu zaman soruna ailenin panikle ve çok yoğun bir kaygıyla yaklaşmasıdır, yaşanan sorunun kalıcı olacağını zannetmesidir. Anne baba, panik olursa bu panik çocuğa da geçer, sorun kemikleşir.
·         Çocuğun anneyle geçirdiği keyifli zamanının azalması semptomun ortaya çıkmasına neden olur.
·         Çocuk yalan söyleyebilir. İlk yalanı çok kıymetlidir. Çünkü ilk yalanla çocuk annesinin onun zihnini okuyamadığını keşfeder:
Anne: Çatalı gördün mü?
Çocuk: Hayır!
Anne: Peki.
Çocuk: (aaa annem benim aklımdan geçeni okuyamıyormuş!)
·         Yalan, ayıp gibi kavramlar çocuk için soyuttur.
·         Çocuk, öfke krizleri yaşayabilir, ancak kendi başına regüle olamaz. Anne babanın önemli rolü çocuğu teskin etmek.
·         Bu dönemde çocuk cinsellikle ilgili konuları merak edebilir. Arkadaşının cinsel organına bakabilir, kendi cinsel organını gösterebilir. Bu dönemde çocuk sordukça çocuğa bilgi vermek gerekir.
·         Anneyle babayla inatlaşır. Otorite kurulamazsa korkan anne baba duygusu çocuğa verilmiş olur!

GELİŞİMSEL MESAJLAR*  

Gelişimsel mesajlar hepimizin duymaya ihtiyacı olduğu, çoğumuzun da bu yaş dönemlerinde ebeveynlerimizden duyamadığımız mesajlardır. Bu mesajlara uygun tutum,  davranış ve sözle çocuklarımıza bunları iletebiliriz. Bu mesajları çocuğumuzla ilişki halindeyken, onun hayal gücünü destekleyerek, sorularına cevap vererek, sebep sonuç ilişkisine yardımcı olarak, sosyal açıdan davranışlarını ödüllendirip anlaşılır ve uygun sınırlandırmalar koyarak verebilirmişiz.

0-18 ay
  • ·         İyi ki doğdun, iyi ki yaşıyorsun.
  • ·         Sen buraya aitsin.
  • ·         Senin ihtiyaçların benim için önemli. (TV’de duydum > 15 dakika emzirin diyor> bebeğimi 15 dakika emziriyorum à bu bebeğimin ihtiyacı olmayabilir!)
  • ·         İyi ki sen sensin.
  • ·         Kendi hızında büyüyebilirsin.
  • ·         Seni seviyorum ve sana isteyerek bakıyorum
  • ·         Araştırır ve deneyebilirsin. Seni destekler ve korurum.
  • ·         İhtiyacın olduğu kadar tekrarlayabilirsin.
  • ·         Her şeye ilgi duyabilirsin.
  • ·         Bir hareketi başlatmanı, büyümeni ve öğrenmeni izlemek bana zevk veriyor.
  • ·         Hareketli olduğunda da sessiz sakin olduğunda da seni seviyorum.

18 ay- 3 yaş
  • ·         Kendi başına düşünmeye başladığın için memnunum.
  • ·         Öfke duyabilirsin. Ben senin kendine ve başkasına zarar vermene izin vermem.
  • ·         Hayır diyebilirsin ve sınırları ihtiyacın olduğu kadar zorlayıp test edebilirsin.
  • ·         Sen kendin için düşünmeyi öğrenebilirsin, ben de kendim için düşünebilirim.
  • ·         Aynı anda hem düşünebilir hem hissedebilirsin.
  • ·         İhtiyacının ne olduğunu bilebilir ve yardım isteyebilirsin.
  • ·         Benden ayrışımını yapabilirsin ve ben yine seni sevmeye devam ederim.

3-6 yaş
  • ·         Kim olduğunu araştırabilir, başkalarının da kim olduğunu keşfedebilirsin.
  • ·         Güçlü olup aynı zamanda yardım da isteyebilirsin.
  • ·         Güçlü olmak için değişik roller ve yollar deneyebilirsin.
  • ·         Davranışlarının sonuçlarını keşfedebilirsin.
  • ·         Bütün duygularını kabul ediyorum.
  • ·         Neyin gerçek, neyin hayal olduğunu öğrenebilirsin.
  • ·         Seni sen olduğun için seviyorum.

Çocuklar Neye İhtiyaç Duyar

Çocuklar onaylanmaya, beğenilmeye, önemsenmeye, takdire, teskin edilmeye, rahat hareket edebilmeye, kendine ait alan oluşturmaya, saygıya, koşulsuz sevilmeye, geribildirime, sınırlara, başarmaya ihtiyaç duyarlar.

ÖNEMLİ!!! Çocuk örneğin heyecan duyduğu bir şeyi anne babasına anlattığında aynı heyecanı anne babasının yüzünde görebiliyorsa bu çok çok değerli…
·        
      İhtiyaçların az verilmesi de çok verilmesi de aynı etkiyi yapar. İhtiyaçlar doyurulmamış olarak kalır ve yetişkinlik yaşamında doyum aramaya devam eder.

Duygular  ne işe yarar
·            
     Öfke, korku, merak, şehvet, üzüntü, bağlanma, sevgi
         
  •      Öfke ve korku sakinleşmesi zor duygular; bebekte daha da zor. Annenin bebeği izleyip onu teskin etmesi çok değerli.
  • ·         Duygularımız bizi korur.
  • ·         Duygular önemli olan şeye dikkatimizi çeker ve öğrenmeyi hızlandırır.

o   Örneğin ilişkilerde korku kanalı işlemediği zaman karşı taraf bir imada bulunarak bizi rahatsız ettiğinde kişi cevap veremez. Haftalarca kendi içinde büyütür ve kişiye sorun daha da çözülemez görünür.
ÖNEMLİ!!! Ne kadar çok duygu ile karşılaşmış çocuk> o kadar dirayetli bir yetişkin

UNUTMAMAK GEREK:
·         Duygular yargılanamaz
·         Sınır duygulara değil yöntemlere konulabilir. à Öfkelenebilirsin ama bana vuramazsın!

ÇOCUKLARLA İLETİŞİM KURARKEN KULLANACAĞIMIZ DİL
Neden? Sorusu yerine Nasıl?
Eğer… yerine Ne zaman?
Yapma! yerine Yap! (beyin –me, -ma ekini algılamaz)
Başka??
Nasıl başardın?

AİLE SİSTEMLERİ
·         
  •       Aileler içinde anne, baba ve çocuk ilişkisi aileden aileye değişebilmektedir.  Ancak sağlıklı olan anne ve babanın birlikte hiyerarşik olarak üstte, çocuğun altta olmasıdır. Bunun dışındaki diğer tüm yapılarda bir semptom çıkacaktır. Günümüz aile yapısında çocuğa verilen aşırı güç ile aşağıdaki ikinci şema sıklıkla görülmektedir, bu aile yapısında çocuğa sınır koyulamadığı görülür ve bu çocuğa yapılmış bir kötülüktür.
  • ·         Sistem içinde öncelik çocuk değildir; eştir!
  • ·         Çocuğa otoriter anne baba olurken rencide edici otorite ile rencide edici olmayan otorite birbirine karıştırılmamalıdır. 

  • ·         Sınır çocuğa ızdırap vermek için konmaz. Kendisine ve başkasına zarar verdiğinde / vereceği durumlarda sınır konulur.
  • ·         Bir çocuğa anne babasından gelmesi gereken mesaj şudur: “Her şeyi isteyebilirsin, ancak ben senin kendine ve/ya başkasına zarar vermene izin vermem.”
  • ·         Çocuğun kendisine ve başkalarına saygı gösterme zorunluluğundan taviz verilemez.
  • ·         Çocuk daha güçlü ve daha sorumlu olmak için dürtüleri sınırlayan yasakları kabul etmek zorundadır.

Temel Ebeveyn İşlevleri
  • ·         Çocukların güven veren ebeveynlere ihtiyacı vardır.
  • ·         Çocuğa uygun ve çocuğu geliştiren sınırlar konulmalıdır. (Örneğin “oyun oynayabilirsin ancak misafir gelecek odanda oynayabilirsin, salonda değil.)
  • ·         Erken dönemden bir travma yoksa ve köklenmiş bir sorun değilse semptom fark edildikten sonra  doğru anne baba davranışıyla sorun kısa zamanda çözülür.
  • ·         Sınır konulmamış çocuk okulda engellerle karşılaşıyor, ne yapacağını bilemiyor!
  • ·         Sınır konmayan çocuklar başkalarının sınırlarını zorlayan manipulatif yetişkinlere dönüşürler.

·         Teskin etmek ne demek?
o   çocuğun üzülmemesini sağlamak değil
o   Anne babanın çocuğun duygularını ve bedenini düzenleyici işlevi
·         Regüle etmek ne demek?
o   Beynin kendisini güvende hissetmesi
o   Yüzümüzü (yumuşak bir yüz), sesimizi (ninni söyler tonda bir ses) ve bedenimizi kullanarak çocuğumuzu regüle edebiliriz.

ÖNEMLİ!!! 0-6 yaş döneminde çocuğu ağlarken yalnız bırakmamamız gerekiyor.

AKTARIMLARIMIZ
  • ·         Amaç geçmişi deşmek değil. Yetişkin muhakememizle çocuk değerlendirmelerimizden çıkmamız gerekiyor.
  • ·         3 nesil önce büyükannemizin yaşadığı sorun bizde devam ediyor olabilir. Bunu engellemek için kendimizi çok iyi tanımamız gerekli.
  • ·         Nesiller arası aktarım ne demek? 25 yaşında ölen bir babanın oğlunun 25 yaşında depresyona girmesi.
  • ·         Çözemediklerimizde koruma mekanizmaları devreye giriyor. Çözümlenememiş sorunlarda 5 yaşında kullandığımız savunma mekanizması ile 35 yaşındaki aynı olmamalıdır, değişmelidir.
  • ·         Çocuğa “özne çocuk” yerine “nesne çocuk” olarak davranmamız da aktarımlarımızın bir sonucu. Örneğin, kendime iyi anne baba olduğumu kanıtlamak için çocuğu kurstan kursa sürüklüyorum ancak bunu o istiyor mu farkında bile değilim!! Çocuğa nesne olarak davranıldığında çocuk bunu her koşulda anlayacaktır.
  • ·         Anne kendisi üşüdüğü için çocuğu kat kat giydirmesi bile çocuğa nesne olarak yaklaşmasının bir göstergesi.


AYNALAMAK
·         Çocuk, kaynak duygu ve düşüncelerinin farkında değildir. Ona davranışı ve kaynağını aynalamak, kendisini görmesini sağlar:
o   “Seni anlıyorum.”
o   Empati kurmak
o   Görülen davranışı söze dökmek.
·         Duyguları anne babası tarafından aynalanan çocuk anlaşıldığı için güven duyacaktır ve sakinleşecektir.
·         Duygularını regüleetmeyi öğrenmiş olan çocuk hayatta zorlanmaz.

ÖNEMLİ!!! Ateşte eriyen tereyağ gibi eriyen değil, suda haşlanıp sertleşen çocuk yetiştirmek gerek!

Günümüzde Çocuk Yetiştirirken Takıldığımız Noktalar

Fatma Hanım seminerin sonlarına doğru benim çok hoşuma giden bir konuya değindi:
  • ·         Çocuk,gün içinde yemesi gereken 10 gram fındığı yemediğinde hastalanmaz, bitap düşmez!
  • ·         “Çocuk travmatize oldu, öldük bittik” diye bir şey yoktur
  • ·         “Aman çocuk acı çekmesin!” demek çözüm değil çözümsüzlük getirir. Duyguları engellememek gerekir.
  • ·         Anne ve babalarda eksiklik ve yetersizlik duyguları hakim!
  • ·         “piyano kursuna gitmezse hayatı kayar” düşüncesi ne yazık ki hakim
  • ·         Cam gibi kırılgan değildir çocuklar; bunu aklımızda tuttuğumuzda daha makul davranmamız daha mümkün gibi gözüküyor.

Ben bu eğitimden ne öğrendim?
  • ·         Çocuklarımızdan korkmamamız gerektiğini
  • ·         Tabii ki sınırlar koymamız gerektiğini
  • ·         Duyguları bastırmamamız gerektiğini
  • ·         Çocuğumuzla olan ilişkimizde sözlü mesajları verirken davranışlarımızın ve bizim içinde bulunduğumuz duyguların ne kadar önemli olduğunu
  • ·         Suçluluk duygusunun kötü pişmanlık duygusunun onarıcı olduğunu kendi adıma öncelikli olarak aldım.

Her eğitimde olduğu gibi bu eğitimden de bazı kitap tavsiyeleri ile ayrıldık:

-Freud’a ne yaptık da çocuklarımız böyle oldu. Catherine Mathelin Kitap Yayınevi
-Ailede iyileştirici sevgi Harville Henderix – Helen Hunt Kaknüs Yayınevleri
-Geçmiş şimdi olduğunda -David Richo, Kuraldışı yayınevi
-Hakettiğiniz Aşkı Yaşayın Harville Hendrix sistem yayınevi
-Öfke Dansı Harriet Lerner Varlık yayınları

(*) Uzman Psikolog Fatma T. Karakuş’un makalelerinden alıntıdır.
Karakuş’un alıntısının kaynağı: Unutkan Erkekler ‘Hadi’leyen Anneler, Fatma Torun Reid, Remzi Kitabevi

* 12 Aralık 2013 tarihinde www.internetanneleri.com'da yayınlanmıştır.




9 Aralık 2013 Pazartesi

evet anneler de hata yapar hem de en sağlamından...

Geçenlerde oğlu okumak istemeyip okulu bırakan bir anneyle konuşuyorduk... Amacım burada o konuşmayı paylaşmak değil, devamındaki bir cümleden yola çıkmak. Kızının da liseyi bitirdikten sonra "okumasam da aynı olurmuş, okuyanla okumayan aynı parayı kazanıyoruz" dediği bir dönemden bahsetti...

Konuşmamız bitti, ben günlük işlerin peşinde koşturdum, araya bir sürü iş girdi, bir sürü şey okudum, başka birçok kişiyle sohbet ettim. Sonra ertesi gün sabah panjurları açarken bu konuşma ve Mert'le okulunun oryantasyon / adaptasyon döneminde yaptığımız bir konuşma kulaklarımda çın çın çınlayıverdi ve ben günü kurtarmak adına ne demişim böyle  diye kafama bir şey dank etti!!

Mert'i okula götürdüğüm bir sabah saati, Mert o ilk ay içinde sabit kullandığı repliği söyledi: "Ben, bugün okula gitmeyeceğim!" "Tamam oğlum gitme!" dedim. Her gün aynı repliği duyunca ve bu arada kucağımda o sıralar 2 aylık olan İpek varken sabrım süper şahane bir seviyede olamıyordu; hoş bu dönem çoooook eskilerde kaldı artık her şey süt liman desem kendimi kandırmış olurum! Mert, "Tamam" sözünü duyunca bir seviye değil birkaç seviye tırmanıp "Sadece bugün değil, ben hiç okula gitmeyeceğim!" dedi. Hah oldu!!!

Bunun üzerine bir sürü cümlenin yanında benim için o an çok ama çok mantıklı olan şu cümleyi de kurdum: "okula gitmezsen bir sürü yeni şey öğrenemezsin, arkadaşların okulda olduğu için kendine oyun oynayacak hiç arkadaş bulamazsın..." veeeee "ileride işin olmaz, para kazanamazsın, kendine yiyecek bir şeyler almakta zorlanırsın bıdı bıdı bıdı..." daha başka bir şey söyledim mi hatırlamıyorum,  cümlelerin vahameti nedeniyle beynim hatırlamamayı tercih ediyor olabilir! O da bana "caddede gördüğümüz o ağbiler gibi mi?" diye sordu onu hatırlıyorum. Caddede para, yemek isteğiyle yanımıza gelen ağbiler, ablalar bir ara Mert'in bayağı bir meraklanmasına neden olmuştu:

"Anne, ne istedi ağbi senden?"
"Anne, neden para istiyor abla?"
"Anne, neden açlarmış?" vs vs...

Ve beeeeen o anki "eyvah bu çocuk okula hiç gitmeyecek paniği" ve o dönemki tekrarlanan mantıklı cümlelerim de sabrımla birlikte tükenmiş olduğundan "evet o ağbiler gibi" deyiverdim!!! O gün Mert, "hayır ben baba gibi çalışacağım, o yüzden okula gideceğim..." benzeri bir şey söyledi, ben de gönül rahatlığıyla evden çıktım, Mert'i okula bıraktım ve günüme normal bir şekilde devam ettim...

Taaaaaa ki üzerinden bayağı bir zaman geçene kadar, geçtiğimiz Cuma gününe kadar... O panjuru açarken "eh dilini eşek arısı soksun!" dedim kendi kendime!!! Ben ne demiştim. Resmen Mert'e alenen okula gitmelisin çünkü ileride para kazanmalısın, ileride çalışmalısın; bunun için de okula gitmelisin demiştim. Yani okula kendini geliştirmek için, farklı bakış açıları kazanmak için, kendinden farklı pek çok insanın ve düşüncenin ve inancın ve vs vs dünyada varolduğunu görmek/ öğrenmek/ yaşamak için (evet biliyorum bizim eğitim sistemimiz bunlarla mı donatılmış diyor olabilirsiniz;o da ayrı bir tartışma konusu) değil de ileride işin olsun diye gitmelisin mesajı vermiştim!!! Bu cümlenin öncesinde tabii ki inandığım bu cümleleri zaten milyon kere o ay içinde söylemiştim ama işte o son vuruş cümlesi hafızasında öyle bir yer etti ki o gün tıpış tıpış okula gidiverdi!

Evet her şeyin bir telafisi var, ben bu saçma sapan doğru orantıyı (umuyorum) kaldırabilirim ama hayatta inanmadığım, doğru bulmadığım hatta hatta "çocukları yarış atı" haline getirdiğim sistemin temeline vurgu yapmışım!!! Ne diyeyim #direnannelik #direnMert...

5 Aralık 2013 Perşembe

2 Çocuklu Gündelik Hayat*

Geçen sene bu zamanlar gibiydi İpek’e hamile olduğumu öğrendiğimde… İlk iş zaten Mert’i 3 yaşında başlatmayı planladığımız, hamilelikle birlikte de başlatmayı ertelemememiz gerektiğini düşündüğümüz anaokulu araştırmalarına başladım. Aslında aklımızda bir yer vardı ama hamileydim götürüp getirebilecek miydim, servis işine de en baştan girmek istemiyordum falan falan… Bunları bir ara bayağı yazdım kendi bloğumda…
Bu araştırmanın yanı sıra internette sıklıkla iki çocuklu hayatla ilgili yazılar ararken buldum kendimi… Ama öyle kıskançlık hikayeleri, birinci çocuğu kardeşe  hazırlamak, doğumdan sonraki ilk ay  gibi değildi aradığım konu… Tabii onlar da vardı ama öncelikli olarak merakım  farklıydı. Basit, düz… “2 çocuklu annelerin doğumdan sonraki ilk haftalar geçtikten sonra gündelik yaşamları nasıl?”dı onu merak ettim… Belki bana denk gelmedi, belki de kimse yazılmaya değer bulmadı ve yazmadı.
2 çocuklu hayatta 4 ayı geride bıraktık bu konuda yazabileceğim ilk cümle: “günler hangi hızda geçiyor hiç anlamıyorum!” olabilir.
Sabahları genelde 5 civarı İpek tarafından süt isteğiyle uyandırılıyorum. İpek ve ben “sütçü” anne  yarı uyanık yarı uykulu bir çift olarak süt işimizi hallediyoruz ve şanslıysam (şanslı değilsem 6- 6 buçuğa kadar İpek gayet uyanık bir şekilde mırıldanarak zamanını geçirebiliyor) uykuya dalmış olan İpek odasına bırakılmak ben odama dönmek suretiyle uykumuza devam ediyoruz. 7- 7 buçuk aralığında Mert’in uyanması ile hayat gerçek anlamda başlıyor- yani başlamak zorunda kalıyor. Mert’e “saat 8 olmadan ben uyanmam”  cümlesini çok net öğretmiştim aslında ama Mert uyanınca İpek’in uyanması da genelde kaçınılmaz oluyor ve ben saat 8 olmadan uyanmaya mecbur kalıyorum! Yataktan sürünerek çıkan ben, günde biri sabah biri okuldan geldikten sonra toplam 2 kez olan çizgi film hakkını mutlaka ve mutlaka kullanmak isteyen Mert’e kayıtlı çizgi filmlerinden birini açıyorum. Sonrasında sırayla yatağın toplanması, giyinmek, İpek’in giyinmesi ve Mert’in sabah kahvaltısını hazırlanması derken 20 dakikalık çizgi film sona eriyor.  Araya bir yerlere sıkışmış bir süt seansımız daha var tabii İpek’le… Bu arada bir de Mert’in giyinmesi var ki kendi giyinmek istediği için normale göre daha uzun sürme ihtimali olabiliyor. Ancak Montessori felsefesini destekleyen bir anne olarak ne yazık ki sabahları Montessori’ye ihanet edercesine “hadi, hadiiiii, hadi oğluuuuumm”ların sayısı artabiliyor…
Saat 9 gibi evdeki süper üçlü kapı önünde olmaya çalışıyoruz ki Mert’i saatinde okula teslim edebilelim. Evden çıkar çıkmaz “şoför” kimliğim ortaya çıkıyor, Mert’in okula adaptasyon sürecinde keyifli bir okula gidişimiz olsun diye başladığımız “Anne şimdi sen taksici ol” ile taksicilik oyunumuz başlıyor! Sırasıyla İpek’in, Mert’in ve benim kemerlerimiz bağlanıyor ve yola çıkıyoruz… Yolda genellikle geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi vermeye çalışıyorum Mert’e, erken midir geç midir bilmem ama yolları tanısın, yön duygusu gelişsin diye düşünüyorum. Zamanında ablamı okula bırakırken annem bana aynısını yapardı, ondan mıdır bilmem İstanbul içinde zor kaybolurum…
 Mert’i okula bıraktıktan sonra saat 4-5’e kadar zaman bizim… Bazen eve dönüyoruz, evdeki işlerimi bitirmek için, kimi zaman caddede yürüyüşe çıkıyoruz, bazen market alışverişi, ziyaretler, buluşmalar derken saatin nasıl 4 olduğunu anlamıyorum! Son zamanlarda eve girememekten dolayı evi özlediğim doğrudur! Tabii bu arada İpek saat 10 gibi (eğer çok huysuzlanmamışsa) tekrar sütlenip sabah uykusunu uyuyor (huysuzlanmışsa bu saatteki sütü pas geçtiğimiz oluyor), eve dönmüşsek yatağında, dönmemişsek slingde… Tabii ki slingdeki uykusu çok çok daha uzun oluyor. Öğlen saat 1 gibi ise İpek’in öğle sütü ve evdeysek biraz halı üzerinde zaman geçirmesi mümkün oluyor. Yok dışarıdaysak uyku zamanı ile uyanıklık birbiri içine geçmiş bir süreç oluyor. Mert bebekken Mert’e rutin oluşturmaya mutlak gözü ile bakan ben İpek’te gördüm ki her çocuk farklıymış: İpek kendi düzenini kendi oluşturan bir bebek oldu bizim gündelik akışımız içinde… Tabii bunda Mert doğduktan 6 ay sonra işe dönecek olmamın etkisi çok büyüktü bence… Mert’e bir rutin hazırlamalıydım ve onu o rutinle ona bakacak kişiye sunmalıydım! Yani böyle düşünmüşüm o zamanlar, şimdi daha iyi farkediyorum… O zamanlar Mert uykusunu atladığında ya da sütünü her günkü saat dışında emdiğinde benim için olay olurdu! O zaman rahatım sanıyordum ama şimdiki rahatlığımla kıyaslayınca “o zamanlar içimde bir stres canavarı büyütüyormuşum” diyorum!
Saat 4 civarı İpek’i (eğer istiyorsa) bir kez daha emzirip (istemezse Mert’i okuldan alıp geldiğimizde emziriyorum) Mert’i alma yollarına düşüyoruz. 4 buçuk 5 civarı Mert’i alıp eve dönüyoruz; ki bence günün esas zorlu saatleri bunlar… Mert, günün yorgunluğuyla huysuzluğa; İpek de bence bebeklerin güneşin batmasıyla başlayan “uyut beni” ya da “uyumak istemiyorum ama uyku saati geliyor” huzursuzluğuyla süper bir ikili olabiliyorlar. Buradaki en iyi çözüm İpek’e slingde kısa bir akşam uykusu uyutmak, o sırada da Mert’le akşam yemeğini hazırlamak olabiliyor. Ha bu arada 7’ye doğru evin baba kişisi eve gelip de Mert ya da İpek’i aldığında, hatta bazen ikisini de oyaladığında akşamı benden iyi geçiren yoktur diye düşünüyorum J
Elimizden geldiğince 7 civarı akşam yemeğini yemeye çalışıyoruz ki ben 7 buçukta İpek’i emzirip uyutayım. Yemeğin ardından evin tellaklığı babada olduğu için Kerem sırasıyla İpek’i ve Mert’i banyoya sokuyor. İpek banyodan çıkınca ben İpek’i teslim alıyorum, Mert’i banyoya gönderiyorum. İpek’i emzirip uyuttuğumda banyosunu yapmış, pijamalarını giymiş bir Mert teslim alıyorum. Bazen babayla kitap okumuş oluyorlar o zaman ben direkt  “haydi uyuyalım” diyerek “yastık” görevi gören anne oluveriyorum. Babayla kitap okumamışlarsa “okumacı” anneden sonra “yastık” görevim başlıyor. Genellikle 8 buçuk 9 civarı bizim evde uyku saati tamamlanmış, yorgun bir anne baba olarak biz, koltuğa yayılmış oluyoruz… Uykuda saat 9, hafta içi benim için görülmesi gereken en son sınır şeklinde! 9’u geçen her bir uyanık dakika ise beni hızlı bir şekilde “sinirli” anne sınıfına sokabiliyor…
Büyüme ile uyku arasında, hatta karanlıkta uyunan uyku arasında önemli bir ilişki olduğunu her yerde okumak mümkün; ben Mert’in doğumundan bu yana uyku konusuna takık (bu takıklığı abarttığımda zaman zaman gereksiz üzülmüş) bir anne olarak bebeklerin ve özellikle küçük çocukların, en azından bizim evdeki bebek ve çocuğun, akşam 8’den sonra ayakta olmamasını tercih ediyorum. Hem onların sağlıklı büyümelerine çok büyük etkisi olduğuna inanıyorum hem de günde tamamen bana kalan bir iki saate ihtiyaç duyuyorum. Gündelik hayat yazısını uyku konusuna bağlamak üzereyim, uyku ile ilgili milyonlarca fikrimden sıyrılıp bu yazının konusuna geri dönüyorum…
Gece, genelde gündüz yaşadığımız hızlı, oradan oraya koşuşturmalı hayatın tam tersini yaşıyoruz… Evimizde misafir de olsa, biz bir yere de gitmiş olsak genelde bu uyku saatine dikkat ettiğimizi söylemek mümkün… Zaten artık alışkanlıktan ve bütün gün okulda harcadığı enerjiden dolayı Mert, beden dili ile uyku saatinde uyumak istediğini bas bas bağırıyor; ona sorarsak “hayır uykum yok” diyebilir bunu da not düşeyim… Ama içinde bulunduğu ortamdan çıkarıp sakin bir ortama girdiğimizde uyumaması da mümkün değil. İpek için durum Mert kadar oturmuş değil tabii ki, onun mümkünse uyku öncesinde fazla uyarana maruz kalmamış olması tercihim, ki…
Akşam artık 10 buçuk civarı İpek “dream feeding” denilen uyku arası emme sürecini tamamlayınca artık benim için uyku çanları çalmaya başlayabiliyor. Ama ne yazık ki erken uyuyacağım dediğim her gün 12’den önce uyuyabildiğimi hatırlamıyorum; tabii yorgunluk nedeniyle sızdığım günler hariç…

Kısaca normal rutindeki bir gün böyle geçiyor bizim evde… Biraz koşturmacalı, yetişme telaşlı, arada İpek’in uyku saatlerinin süt saatlerinin birbirine karışabildiği, sanki dışarıda bir yerde çalışıyormuşum gibi mesai saatlerinin olduğunu hissettiğim, hatta fazla mesainin pek sık olduğu günler yaşıyoruz genelde… Arada çok gülüyorum, bazen diyerek ağladığım oluyor, bazen çok eğlenceli bir anne oluyorum, bazı gün ileri derecede kuralcı… Akşamları genelde yorgun buluyorum kendimi, sabahları uyanabildikten sonra ise şarj olmuş oluyorum, uyandırıldığım ilk dakikalardaki “öğlen İpek uyuduğunda ben de uyuyacağım düşüncesi” tamamen uyanmamla çoktaaaaan çöp olup gidiyor… Gün içinde yaşadıklarımız değişebiliyor, o değişenlerden bana kalan duygular da değişiyor doğal olarak. Ama değişmeyen tek şey, sabah uyandığımda ve gece uyumadan önce ve aklıma gelen her an “sağlıklı ve bir arada  olduğumuz” için şükretmem oluyor…

*Bu yazı aynı zamanda www.internetanneleri.com 'da da yayınlanmıştır.

15 Ekim 2013 Salı

Bir elin beş parmağı aynı değil...

Dün akşam evdeki iki bıdığın uyku sürecinde ben de daha fazla dayanamayıp 9'da uyuyuverince sabahın 5'inde ayağa dikiliverdim işte "bugün bayram erken kalkın çocuklar" tadında...

Biraz önce İpek'i emzirirken aklıma geleni buraya yazmak istedim:

Evin ilk çocuğu "adapte olunan", ikinci çocuğu ise "adapte olan" oluyor dedim kendi kendime... Yani en azından bizim evde böyle sanki...

Yani ilk çocuk doğmadan önce tüm ortam ona göre hazırlanıyor, doğduktan sonra anne baba olan bizler ona göre günümüzü, hayatımızın akışını planlıyoruz... İkinci ise akışın içinde kendine yer buluyor,kendini o akışa adapte ediyor... Şanslı şanssız ayrımına, haksızlık muhabbetine girmeyeceğim çünkü ben daha önce de yazdığım gibi evin birinci çocuğu da ikinci çocuğu olmanın da kendine özgü şansı ve zorlukları olduğuna inanıyorum. Ve bu şans ve zorlukların da ileriki yıllarında insanın hayatına izler bıraktığına...

Çok kısa bir örnek: Mert doğduğu zaman (tabii gazlı bir bebek olmasının da etkisiyle) uykuları çok kısa süreli olunca ve ben yorgunluk içindeyken damarlarımda olduğunu düşündüğüm "otoriter murebbiye" kanı etkisiyle "bu çocuğu bir düzene sokmalıyım" demiş 3. aydan sonra bir uyku düzeni sağlamaya başlamıştım. Ama aslında Mert bizi kendi düzenine sokmuştu bence... Gündüz uyku saatiyse evde olalım, aman akşam rutinini bozmayalım, banyosu, emmesi ve uykusu üçlemesini  sarsmayalım derken biz bayağı bayağı kendimizi Mert'e uydurmuştuk. Şimdi bakıyorum da İpek bizim düzene kendini uydurma sürecinde sanki... Tabii bunda artık her yazımın içinde geçen, olmazsa olmazımız "carrierımız da çokama çok etkili... İpek, bizim günlük düzenimiz içinde uykusunu da uyuyor, emmesini de tamamlıyor (ya da bazen reddediyor), etrafını da anlamaya çalışıyor... Hangisi daha iyi ya da doğru diye bir soru olsa bence bu işin tek doğrusu falan yok hepsi dönemine göre kendi doğrusunu bulmaya çalışıyor... Benim için Mert'in bebekliğinde düzen kurmak çok çok çok önemliydi şimdi ise şunu farkediyorum zorunlu bir düzen kurmasan da çocuk/bebek kendi düzenini yaratıyor... Tabii bu şimdi içinde bulunduğumuz zaman için geçerli kimbilir gelecek günler neler gösterecek, neler düşündürecek???

Ha bu arada "kıskanma" ya da ilk çocuğun ikinciyi "kabullenme" sürecinin bizim evdeki izleri önümüzdeki günlerde yazmayı planladığım "deriiiiiin" bir yazı konusu:)))

Hep söylediğim hep derinden hissettiğim esas gerçekse şu: "sağlıklı olsunlar da geri kalanı detay"... İstediğimiz çıkarımları, psikolojik analizleri yapalım, uykusu için şu, aman okulu için bu, yemekleri için bunlar diyelim... önce sağlık... Tabii sağlıklı olmaları için yemekleri, uykuları  ve pek çok konunun peşinde dolaşıyoruz, "en doğruyu" yapalım istiyoruz bu inkar edilemez ama sağlık olmadığı zaman kendimizi bazen didikleyip durduğumuz konular da ne kadar basit kalıyor... Sabahın bu erken saatinde uyanmışken, bilgisayrı elime alıp bir şeyler yazmak istemişken ve kendimi konudan konuya atlama potansiyelinin en üst noktalarında bulmuşken her şeyin ötesinde tüüüüüüm çocuklara "sağlık" diliyorum...