kural koyma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kural koyma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Şubat 2013 Çarşamba

"çocuğunuza bisiklet alacaksanız alın hiçbir koşula bağlamadan alın" ve " 'hayır'lar 'evet'e dönerse tutarsız ebeveyn olmazsınız"

Cumartesi günü keyifli bir eğitim /sohbete katıldım. www.anneysen.com 'un düzenlediği ve "Daha mutlu ebeveyn çocuk ilişkisi için sınır koyma/ kuralları belirleme" başlıklı etkinliğin ilk konuşmacısı Psikoloji İstanbul'dan Psikolog Tolga Erdoğan'dı. Tolga Bey biz annelerle(ve sanırım birkaç baba da vardı) her şeye sınır koyan ebeveynlik ile hiç kural koymayan ebeveynlik davranışları ve çocuklardaki yansımalarını paylaştıktan sonra özellikle benim için çok ilgi çekici olan "ödül/ceza" başlığına geçti. Tolga Erdoğan'dan sonra Blogcu Anne Elif Doğan'ın kendi evinden tecrübelerini paylaştığı bölümü dinledik.

Her iki bölüm de benim için yer yer düşündürücü, yer yer eğitici, yer yer de eğlenceliydi...

Neler aklımda kaldı peki bu söyleşilerden:

Tolga Erdoğan'a göre bugünkü ebeveynlerin işini zorlaştıran temel konu şu: biz çocukken bizlerin sokaklarda harcadığı enerjiyi bizim çocuklarımız şimdilerde evde/ okulda yetişkin kontrolünde boşaltmak zorundalar. Bu da bizim sınırları daha çok arttırmamıza neden oluyor. Ayrıca hayatımız neredeyse 3. sayfa haberleri duymakla/ okumakla geçiyor. Bu da elimizde olmadan kaygı düzeyimizi arttırıyor ve sonucunda da (belki) gereğinden fazla kurallar koymaya başlıyoruz. Bu girişin ardından Tolga Erdoğan benim aklımdaki ilk soru ışığını yaktı: "Bu kuralların ne kadarı gerçekten gerekli? Kaygılarımızı azaltmak için mi bu kuralları koyuyoruz?"

Hiç kural konulmayan/ sınırların belli olmadığı bir evde öncelikle anne/babanın kendi hayatları yok oluyor. Çocuğa yatırım çok yüksek boyutta olduğu için beklenti yükseliyor, beklentiye karşılık alınamadığında anne/babanın hayal kırıklığı ve öfkesi artıyor ve ardından da tükenmişlik geliyor. MUŞ!! Ardından çocukta ise kendi sınırlarını çizememe sorunu ve hatta yetişkin olduğu dönemde "hayır" diyememe sorunu başlıyor. MUŞ...

Tam tersi durumda, yani gereğinden çok kuralları olan evde ebeveynin çocuğa verdiği otomatik mesaj ise: "sen kendi hayatını kontrol edemezsin; senin için en iyiyi BEN/BİZ bilirim/z." Örneğin 8 aylık bebek topunu koltuğun altına kaçırdı, ve topu almak istedi, anne "hayır" dedi ve topu alıp bebeğe verdi. Çocuğun ağır, uzak, yüksek vs gibi ilk matematiksel kavramları öğrendiği bu dönemde deneyimleyemediği için ilk matematik dersi boşa geçmiş oluyor.

Mert doğduğundan beri belki de Kerem'le en çok konuştuğumuz konulardan biridir bu: "Hayır"ları ekonomik kullanalım, gerçekten gereken hayati konular dışında "hayır" demeyelim." Bunu Kerem'in çok iyi uyguladığını, benimse evin daha kötü polisi rolünü üzerimde taşıdığımı kabul ederek Tolga Erdoğan'ı dinlemeye devam ettim. Hatta dayanamadım Tolga Bey'e de sorumu sordum: "Bizim ev hayatımızda hayati "hayır"larla ilgili şimdiye kadar bir sorunumuz olmadı. Mert'e gerekçesi ile elektrik prizine dokunmasının, kabloları ellememesinin vs neden hayır olduğumuzu anlattığımızda gizli saklı onları kurcalarken bulmadık kendisini. Ancak ben bir kitap alacağız diye girdiğimiz kitapçıda Mert'i 2-3 kitap alacağım diye tuttururken bulabiliyorum. Buradaki ve benzeri "hayır" meselesini nasıl değerlendireceğiz?" diye sordum Tolga Erdoğan da benim için hayati değeri olan bir yanıt verdi: "BAZEN HAYIRLAR EVETE DÖNEBİLİR" nasıl yani dedim kendimce... Sonuçta biz "Hayır diyorsam hayırdır" diyerek büyümüş bir nesiliz. Biz zannediyoruz ki bir kere "Hayır" dediğimizde sonra bunu "Evet"e dönüştürürsek tutarsız anne baba olabiliriz. Meğerse olmazmışız:)

Son dönemde benim de çok yararını gördüğüm bir konunun daha altını çizdi Tolga Bey. Ağladığı zaman çocuğun ağlamasına izin ver ve onunla göz temasını kesme, öfkeli değilsen ve duruma ayak uydurabileceksen o ağlarken yanında kalarak ona eşlik et ama ayak uyduramayacak durumdaysan  (ben bunu acelen varsa, o sırada anne olarak psikolojin ağlamasını kaldıramayacaksa vs) dikkatini dağıtarak çocuğun dikkatini başka yere çek. Ancak ağlamasına izin verip, hayalkırıklığı/ üzüntüsü ile yüzleşmesini sağlayıp konyu orada sonuçlanırmak en iyisi... Bizde dikkat dağıtma işi kesinlikle işe yaramadığı, Mert'in ağlama anında dikkatini dağıtsak ve konuyu değiştirsek bile konunun dönüp dolaşıp o çözülmemiş konuya gelip yeniden ağlamaya bağlandığını bildiğimizden biz artık  dağıtmayı pek kullanmaz olduk bizim evde... Ama tabii her çocuğun mizacı farklı...

Erken ergenlik denilen 2 yaş krizi ile ilgili de konuşurken bazen sorun çözülemeycek gibi olur, o zaman anne/baba olarak sorunu çözmeye uğraşmak yerine "bırak dağınık kalsın" düşüncesiyle yaklaşmak bazen hayatımızı kolaylaştırabilirmiş. Bunu da beynime yazdım illa her konu sorun olduğunda çözülmeli diyen bir anne olarak!!

Ödül/ceza başlığında ise beni derinden yakalayan cümlesi şu oldu Tolga Erdoğan'ın: "çocuk yetiştirirken özül kullanıyorum, ceza kullanmıyorum diye bir şey yoktur. Ödül ve ceza bir bütünün iki parçasıdır. Ödül veren ama ceza vermediğini düşünen bir ebeveyn aslında ödüle alıştırdığı çocuğuna ödül vermediğinde ceza vermiş olur."dedi ve ben yine deriiiiin düşüncelere daldım... Bu başlıkta aldığım notları kısaca şöyle paylaşmak isterim:

* ödül ve ceza ile "iyi şeyler yaparsan iyi, kötü şeyler yaparsan kötü şeyler hakedersin" diyoruz ve bu hikayede iyi ile kötünün tanımı anne ya da bize olarak bana ait.
* insan ceza aldığı zaman bedelini ödemiş olduğu için vicdani sorumluluk taşımamaya başlar.
* anne/ baba olarak "benim onayladığımın dışına çıkarsan seni reddedebilirim" mesajı taşıma riskin var.
* sürekli ödül ve ceza ile büyüyen kişinin kendisini kendi olarak değil de karşısındaki kim ise onun istediği şekilde ifade etmesi mümkün olabilir.
* ödül ve ceza ile aslında kişinin iç motivasyonu yok oluyor/ azalıyor ve dış motivasyon ile bir şeyleri yapmaya başlıyor. Örneğin öğrenmek (iç motivasyon) için ders çalışmıyorum, sene sonunda ailemin bana alacağı bisiklet (dış motivasyon) için çalışıyorum.
Tolga Erdoğan burada şu cümleyi kurdu ve aklıma kazındı: "çocuğunuza bisiklet alacaksanız alın, almak istediğiniz için alın; bir sebep aramayın,8 kırığı da gelse alın. Sınıfını geç bisiklet alacağım dediğinizde çocuk bu sene bisiklet için çalışacak seneye tablet için, peki öbür sene??"

Ben bu ödül/ ceza konusunun bana bu şekilde anlatılmasını çok sevdim, çok da mantıklı geldi burada anlatılan her bir söz. Gel gör ki ödül ve ceza dna'mıza işlemiş bir nesil olarak bunu tamamen bir kenara atmak gerçek hayatımızda nasıl mümkün olabilir ben onu düşünüyorum Cumartesi'den beri... Şu anda bu bilincin varlığı ve farkındalığın oluşmasının bile bir artı olduğunu düşünen içimdeki polyanna bu konuda ilerleme gösterebileceğime dair bir umut barındırıyor kendisinde; umarım becerebilirim:))  Cumartesi günü bu etkinliğe giderken burnu tıkalı olan ve burnuna tuzlu su damlattırmamak için benimle savaşan oğluma "sen ilacı damlattırmadın ben de seninle konuşmuyorum." diyen (kara vicdanlı) anne olarak,  Tolga Bey'in sözleri ile vicdan azabım tavan yaptı tavan... O andan itibaren "Al sana ceza Zeynep" diyorum...

Şunu da yazmadan geçmeyeyim: çocuklara bağırmak, bir şeyi yüksek sesle söylemek kontrolümüzü kaybetmek üzere olduğumuz mesajını veriyor çocuğumuza ve ciddiye alınmamamıza neden oluyor. MUŞ!!...

Tolga Erdoğan'ın konuşmasının ardından Blogcu Anne Eilf Doğan'ın sohbetiyle de pek çok kez gülümsedim, pek çok kez evlerde yaşanan durumlar,çocuklarla ilişkiler, eşler arası diyaloglar, iyi polis- kötü polis olmalar birbirine ne kadar benziyor düye düşündüm. Kısacası en başta da belirttiğim gibi keyifli, çoğunlukla düşündürücü ve öğretici birkaç saat geçirdim ben kendi adıma.