eğitim sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eğitim sistemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2017 Perşembe

Alternatif Eğitime bir veli bakışı

Merhaba sevgili okul arayışında olan ebeveyn arkadaşım,

Öncelikle bu (okul) arama, (çocuğu) kurtarma sürecinde ben kimim, ne sıfatla bu yazıyı yazıyorum ondan bahsedeyim kısaca: Yaklaşık 7 yaşında ve anaokul süreci + 1. sınıfın ilk dönemini arkasında bırakmış bir yavru kuşu ile 3.5 yaşında anaokulunun ilk dönemini arkasında bırakmış bir yavru kuşu daha olan bir anneyim.

İlk çocuğunda, yanlış saymıyorsam uygun olmayan 2 oyun grubu ve 2 anaokulu denemesi sonrasında doğru anaokulunda çocuğu 3 yılını geçirirken büyük  bir rahatlıkla gözü arkada hiç kalmamış; ikinci çocuğunda ise 3 yıl "kesintisiz" ev ortamı, arkadaş çocukları ve parklar diyerek en ufak bir oyun grubu denememiş bir anneyim. (0-3 yaş oyun/ çalışma/ eğitim gruplarıyla ilgili fikirlerimi de bir ara uzun uzadıya yazmayı planlamakla birlikte şu an bu derin konuya dalmamayı tercih ediyorum.)

İlk çocuğu ilkokul dönemine doğru yaş alırken, var olan ezberci, ödül ve cezacı (özellikle stickerlı ödül sistemine (!) ayrı bir antipati duymaktayım), merkeze çocuğu koymayan eğitim sisteminden çocuğunu nasıl en az hasarla kurtarabilirim diye araştıran/ soruşturan ve son dönemece doğru "hepsi farklı bir özelliğini öne çıkarıyor ama aslında hepsi hemen hemen birbirinin aynısı!" demiş bir anneyim.

25 Aralık 2015 Cuma

Ali Koç ile "İmdat Veli Oluyorum!" Semineri

Ezber bozan, "genel geçer doğru" sandıklarımızı sorgulatan konuşmaları çok seviyorum ben...

Çocuklarımla ilgili olarak pek kaygılı bir anne olduğum söylenemez (baba tarafında ise gayet rahat bir baba mevcut); ancak bebekliklerinden bu yana hangi konuya kafam takılmışsa hep o konuyla ilgili bir sıkıntı yaşadığımızın farkındayım... Yavaş yavaş da ilkokul zamanı yaklaşıyor evin büyük çocuğu için... O kadar gönlümün, aklımın rahat olduğu bir anaokulunda ki mümkün olsa orada kalsın daha yıllarca... 

Cumartesi günü Montessori ve Kaynaştırma Eğitimini Geliştirme Derneği'nin organizasyonu ile eğitimci ve Eğitimpedia web sitesinin sahibi Ali Koç'un 2 saatten fazla süren "İmdat Veli Oluyorum!" seminerini keyifle dinledim... Ali Koç'un neler anlattığını özetlemeye çalışacağım ama öncelikli önerim Ali Bey'i dinleme imkanı bulabilirseniz mutlaka dinleyin; çünkü konuşmacı olarak çok etkileyici ve dinleyiciyi sürekli uyanık ve meraklı tutmayı başarıyor, anlattıkları dinleyenin aklına kazınıyor... Yer yer kendisini, ebeveynlikteki genel tutumlarıımızı, çocuklarımızın gözündeki hallerimizi inceden inceye ti'ye alıyor...

13 Aralık 2015 Pazar

Eğitimci Ali Koç ile "İmdat Veli Oluyorum" Semineri 19 Aralık'ta



Bu ara sıklıkla aklımdan geçiyor: "Hastaneden çıkıp geldiğimizde koltuğa sarı bir uyku tulumu içinde   kafasının yanına da bir oda termometresi koyarak (!) yatırdığımız minik oğlumuz ne zaman büyüdü de ilkokula başlama yaşına geldi?"... Hatta dün kahvaltıda Mert'e "oğlum ne zaman büyüdün sen? N'apıcaz biz seninle ilkokula başladığında?!!"  gibi bir cümle kurdum kendi içimde gayet duygusal bir anın sonrasında; karşımdakinden cevap: "e futbol oynıycaaaaz!" hay bin futbol ya!!!


Neyse... Anne duygusallığı bitmez! Siz de eğer "ilkokul zamanı geldi geliyor ama nelere dikkat etsek bilemiyoruz!" diyorsanız, "bu eğitim sisteminde neleri kabullenmeli, neleri kabullenmeyip daha iyisi nedir diye sorgulamalı?" merak ediyorsanız "Bu ilkokul seçimi öyle de sıkıntılı, böyle de sıkıntılı bıraktım bu işi sorgulamayı" deyip yine de için için düşünüyorsanız, ve benzeri bir çok soru ile eşiniz ve siz sorgulama halinde iseniz 19 Aralık Cumartesi günü Kozyatağı Byotell'de Küçük Kara Balık Çocuk Evi'nin organize ettiği ve Eğitimpedia internet sitesi kurucusu eğitmen Ali Koç'un konuşmacı olarak katılacağı "İmdat, Veli Oluyorum!" seminerine katılmanızda fayda olabilir... 
Sınırlı sayıdaki katılım imkanı için kayıt@montessori.org.tr'den seminere kaydınızı yaptırabilirsiniz...

24 Kasım 2014 Pazartesi

Bir "Öğretmenim Canım Benim" Yazısı...


Son günlerde Mert'le okuduğumuz ve içimi çok ısıtan kitaplardan bir tanesi... Kısacık bir hikaye... Sonunda bıraktığı his ise kocaman... Öyle mesaj kaygısı falan taşımıyor, mesajı alıyorsunuz ama bas bas bağıran, altı kırmızı kalemlerle çizili bir mesaj değil bu... Narin, nazik...

4 Ocak 2014 Cumartesi

Alternatif Egitim uzerine Finlandiya örneği... *

2 hafta önce Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminere katıldım, konusu: “Açık Alanda Eğitim ve Orman Anaokulları”. Finlandiya’da yaşayan çevre eğitmeni ve okul öncesi uzmanı Gaye Amus bize açık alanda/ doğada eğitimin yararlarını anlattı ve orman anaokulları ile ilgili Finlandiya’daki deneyimini paylaştı.

Ben böyle bir seminere neden gittim? Nedeninden önce şunu söyleyeyim, genelde dinleyici kitle anaokulu öğretmenleri, yöneticileri ve benzeri eğitmenlerden oluşuyordu, sadece “anne” kimliği ile katılan başka bir katılımcı var mıydı bilmiyorum. Bu seminere gitmek istedim çünkü içinde bulunduğumuz eğitim sisteminden ben öğrenciyken de memnun değildim, kaldı ki arada geçen 20 civarı senede eğitim sisteminin / sürecinin ve eğitime bakış açısının ne yazık ki geriye gittiğine inanıyorum. (Bunun nedenleri ayrı bir yazı konusu olur, bir gün onu da yazarım belki… ) Bu nedenle çevremde duyduğum alternatif eğitim şekillerini, süreçlerini, sistemlerini merakla takip ediyorum, dinlemeye/ okumaya çalışıyorum.
“Orman okulları” diye bir kavramdan ilk olarak yaklaşık 2-3  ay önce Mert’in yeni okuluna oryantasyon süreci devam ederken bir arkadaşımla beraber bir kitapçıda rastladığımız Mikado Çocuk’tan çıkmış olan “Benim Anaokulum” adlı kitap sayesinde haberdar olmuştum. Kitabı alma nedenim içinde anlatılan bir günün Mertlerin bir gününe benzemesiydi, böylece oryantasyon sürecinde işime yarayabileceğini düşündüğüm bu kitabı aldım. İçindeki bir sayfada da çocukların arada sırada ormanda yer alan doğa okuluna gittikleri yazıyordu. Okurken ilginç gelmişti böyle bir yaklaşım.

Neler dinledik Gaye Hanım’dan kısaca özetlemeye çalışayım:
Gaye Hanım, sunumuna başlarken dinleyicilere çocukları ayda bir ormana, ayda bir parka, 2 haftada bir ormana, 2 haftada bir parka, her hafta ormana, her hafta parka, her gün ormana ve her gün parka götüren kaç kişinin olduğunu sordu. Sorularda aydan güne geldikçe kalkan el sayısı azalırken ormana gitmekle ilgili sorularda parka göre kesin ve net bir şekilde daha az el kalktı. “e İstanbul işte” gibi bazı mırıldanmalar duyuldu arada…

Sonra açık havada eğitim ve orman anaokullarını 4 ana başlık altında anlattı ve bunların önemli olduğunu belirtti:
1.       Çevre
·         Eğitimin çoğu dışarıda gerçekleşiyor. (Zeynep’in notu: örneklenen anaokulu Helsinki’de Üniversite bölgesinde bir okul, alışık olduğumuz şekilde bir okul binası var, ancak alışık olmadığımız tarafı bahçesinin sadeliği ve haftanın 4 günü sabah buluşmasını okul binasında yaptıktan sonra yaklaşık yarım saatlik yürüme mesafesinde gittikleri ve günün büyük kısmını geçirdikleri orman)
·         Hava koşulları hangi şartlarda olursa olsun dışarıdalar.(Zeynep’in notu: örnek verilen ülke Finlandiya, dikkat çekmek isterim) -15 derece resmi rakam, yani -15 dereceye kadar dışarı çıkıyorlar. Yoğun bir fırtına olduğunda güvenlik önlemler alınarak dışarı çıkıyorlar yahut durum değerlendirmesi  yapılarak karar veriliyor ormana gidip gidilmeyeceği. Yağmur yağarken de ormana gidiliyor.
·         Geziler de yapılır bu okulda, öncelikli olarak da doğa gezileri
·         Orman ve bahçe ön planda
·         Doğa anaokullarında okulun bahçesi küçük ve sade (Zeynep’in notu: Bizim genelde alıştığımız sonradan yapma bahçeler, bahçesinde bir sürü plastik oyuncak vs yok; kumluk ve ağaçlık bir alan resimlerden gördüğümüz)
·         Ana yaklaşım şu: “okulun içinde yapılan her şey dışarıda da yapılabilir.”
·         Serbest oyun zamanları var, hatta çocuklar zamanlarının çoğunu serbest oyun şeklinde geçiriyor.  Bu oyun zamanlarında doğada buldukları malzemelerle oyun kuruyorlar. “Açık alanda olmak yaratıcılığı körükler” diyorlar.
·         Finlandiya’da  7 yaşına kadar okumayı öğrenme zorunluluğu yok, önemli olan oyuna odaklanmak. (Zeynep’in notu: ancak çevrelerinde herkesi bir şey okurken gördüklerinden dolayı okumaya ilgileri yüksek)
·         Okulun en küçüğü 2 yaşında ve 2 km yürümüşlüğü var J
·         Her zaman bir şey yapmak zorunda değiller, bir ağaç kovuğuna oturabilir ve diğer çocukları izleyebilirler ya da sadece dinlenebilirler.
2.       Esnek Parçalar (looseparts) :
·         Mimar Simon Nicholson’un geliştirdiği bir teoridir, esnek veya “dağınık” parçalar. Richard Louv da bunu “Doğadaki son çocuk” kitabında ele almıştır.
·         Çocuklar tek başına hiçbir şey ifade etmeyecek parçaları bir araya getirip oyun kuruyorlar.
·         Bahçede 3 hafta boyunca parça parça devam eden bir evcilik oyunu oynamışlar örneğin. Her gün oyuna yeni bir malzeme eklenmiş.
3.       Dayanıklılık (Resilience) :
·         Çocuklar birçok zorluk karşısında güç toplayıp yoluna devam edebilmeyi öğreniyor.
·         Risk alabilmeyi öğreniyor.
·         Fin kültüründe 3 yaş itibariyle çocuklara bıçak kullandırtıyorlar. Bizdeki “dur kesersin, dur düşersin” yaklaşımından farklı tabiiJ(Zeynep’in notu: biz de Mert’e keskin olmayan yemek bıçaklarını kullanabileceğini ancak dikkat etmesi gerektiğini söyleyerek başlamıştık sanırım 2.5 yaşındaydı o zamanlar; hatta aynı dönem babası ile birlikte tamir yaparlarken tornavida kullanmaya da minik minik başlamıştı. Burada bizim en temel kuralımız “elinde sivri, kesici bir şey varsa koşma” tabii bu yaklaşımımıza çevremizde irili ufaklı tepkiler olmadı değil!!)
4.       İşbirliği (collaboration):
·         Okulun yaklaşımında işbirliği, rehberli etkinlikler ve geleneksel oyunlar ön planda. (Zeynep’in notu: sunum sırasında izlediğimiz kısa bir videoda çocuklar kertenkelenin kuyruğu diye bir oyun oynuyorlardı. Arka arkaya dizilmiş bir grup bir çocuğun nünde duruyor, gruptakilerin hepsi bacaklarını A harfi gibi açıyor, çocuk da yerde kertenkele gibi sürünerek) sıranın en sonundaki çocuğun bacaklarının arasından geçtikten sonra ayağa kalkıyor ve sıranın en sonundaki çocuğun arkasına takılıyor, Böylece sıra uzadıkça uzuyor, kıkırdamalar, gülüşmeler arttıkça artıyorJ)
·         Veli katılımı çok önemli. Anaokuluna kayıt sırasında veliler hangi konuda okula destek verebileceklerini beyan ediyorlar. Veliler için gruplar var, böylelikle örneğin bahçeyle ilgilenen velinin bahçe işlerinde gönüllü olması veya gitar çalmayı bilen velinin bu yeteneğini etkinliklerde paylaşması sağlanıyor.

Diğer öne çıkan noktalar

Gaye Amus’un çalıştığı doğa anaokulunda
·         Çocuklar haftanın 4 günü dışarıdalar, 1 günü okul içindeler. Her gün bahçeye çıkarlar.
·         Yemeklerin hepsi organik.
·         Sanat etkinliklerini hem içeride hem de dışarıda yapıyorlar.
·         Çocuklara sıklıkla keşif fırsatları sunuluyor. Örneğin akşamdan bir buz kalıbına su dolduruyorlar ve bahçede bırakıyorlar. Sabah geldiklerinde kalıptaki suların donduğunu görüyorlar.
·         Okul haftanın 5 günü açık ve sabah 7’de girişler başlıyor, herkes geldikten sonra 8’de bahçeye çıkılıyor, akşam üstü 5 çıkış saati.
·         “Doğada evde olmak” prensipleriyle çalışan bir anaokulu.
·         2&3, 4&5, 6&7 yaşlar ayrı gruplardalar ama haftanın bir günü ormana gitmeyip  okulda kaldıklarında hep birlikte bahçedelerdir.
·         Bu okullardan Finlandiya’da 10 kadar varmış. Almanya’da 450 kadar, İsveç’te 190 kadar…
·         Bizim dinlediğimiz bu okul bir devlet okulu değil, özel okul. Ancak artık devlet de bu yaklaşımı desteklemeye başlamış. Devlet okullarındaki öğretmenlerin eğitilmesi için özel kurslar sağlanılıyor, pek çok devlet okulunda öğretmenler haftada bir ormana gidiyorlar.
·         Fotoğraf makinesi, kamera ve öğretmenlerin not defterlerine aldıkları notlar ile çocukların gelişimleri paylaşılıyor.
·         Müfredat- diğer anaokullarında nihayetinde ulaşılması beklenen,çocuğun gelişimini takip etmeyi sağlayan hedefler neyse bu okullarda da aynı sadece yöntem farklı.
·         Gidilen orman mutlaka önceden öğretmenlerce kontrol edilerek belirlenmiş bir alanı kapsıyor, orman anaokulunun kuruluş aşamasında da mekanın güvenli olup olmadığı önceden test ediliyor.
·         Ormanda hep aynı bölgeyi kullanıyorlar, hep aynı yeri kullanmak hem güvenlik açısından daha uygun hem de aynı yere gitmek çocuğa güvende duygusu veriyor.
·         Finlandiya’da 3 yaş üstü her 7 çocuğa 1 öğretmen, 3 yaş altı her 4 çocuğa 1 öğretmen düşüyor.
Benim bu seminerden aldığım notlar bunlarla sınırlı ama yaşananların, çocukların deneyimlerinin sonsuz olduğu muhakkak.  Bu şekilde okullar yurt dışında var bizde neden olmasın diyorum, yapmak istenirse yapılabileceğine inanıyorum. Mutlak bu okullardan yapılmalı, bizde de olmalı gibi bir yargım yok; ha tabii olsa, çoğalsa ne de güzel olur. Ama söylemek istediğim şu:
Bu okullar yurt dışında genelde büyük şehirlerde çocukların doğayla yeteri kadar iç içe büyümemeleri sonucu kurulmuş okullar olabiliyormuş. İstanbul’un da doğa, çevre anlamında durumu hepimizce malum… Belki eğitim yaklaşımlarımızın okullar bünyesinde değişmesi, çeşitlenmesi zaman alacaktır ama bizler bireysel olarak çocuklarımızı daha çok doğa ile bir araya getirebiliriz. Hala İstanbul’da ormanlar var, hala parklar var, deniz kenarı mevcut… Yazın yazlıklarda olan çocuklar hep yaz sonu bana büyümüş olarak gözükür. Neden? Doğayla, denizle, ağaçla, doğal malzemelerle, kumla, toprakla, suyla iç içe oldukları için…
Son olarak da kış aylarında olduğumuz ve neredeyse her çocuklu evde hastalığın kol gezindiği bu günlerde ben dışarılarda olmanın, temiz havanın, doğanın hastalıkları kışkışlayıcı tarafı olduğuna inanıyorum ve hemen sloganımı atıyorum: “kötü hava yoktur, kötü giyinmek vardır!” J Unutmayın, yukarıda bahsettiğim örnek Finlandiya’dan J


Kısa bir not: Seminerin sonunda Gaye Hanım, doğada eğitim ve orman anaokulları ile ilgili seminerler ve atölye çalışmalarının ileriki tarihlerde olabileceğini belirtti. İlgilenenler http://www.dogadaogreniyorum.org/ adresini takip edebilirler.

* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.

9 Aralık 2013 Pazartesi

evet anneler de hata yapar hem de en sağlamından...

Geçenlerde oğlu okumak istemeyip okulu bırakan bir anneyle konuşuyorduk... Amacım burada o konuşmayı paylaşmak değil, devamındaki bir cümleden yola çıkmak. Kızının da liseyi bitirdikten sonra "okumasam da aynı olurmuş, okuyanla okumayan aynı parayı kazanıyoruz" dediği bir dönemden bahsetti...

Konuşmamız bitti, ben günlük işlerin peşinde koşturdum, araya bir sürü iş girdi, bir sürü şey okudum, başka birçok kişiyle sohbet ettim. Sonra ertesi gün sabah panjurları açarken bu konuşma ve Mert'le okulunun oryantasyon / adaptasyon döneminde yaptığımız bir konuşma kulaklarımda çın çın çınlayıverdi ve ben günü kurtarmak adına ne demişim böyle  diye kafama bir şey dank etti!!

Mert'i okula götürdüğüm bir sabah saati, Mert o ilk ay içinde sabit kullandığı repliği söyledi: "Ben, bugün okula gitmeyeceğim!" "Tamam oğlum gitme!" dedim. Her gün aynı repliği duyunca ve bu arada kucağımda o sıralar 2 aylık olan İpek varken sabrım süper şahane bir seviyede olamıyordu; hoş bu dönem çoooook eskilerde kaldı artık her şey süt liman desem kendimi kandırmış olurum! Mert, "Tamam" sözünü duyunca bir seviye değil birkaç seviye tırmanıp "Sadece bugün değil, ben hiç okula gitmeyeceğim!" dedi. Hah oldu!!!

Bunun üzerine bir sürü cümlenin yanında benim için o an çok ama çok mantıklı olan şu cümleyi de kurdum: "okula gitmezsen bir sürü yeni şey öğrenemezsin, arkadaşların okulda olduğu için kendine oyun oynayacak hiç arkadaş bulamazsın..." veeeee "ileride işin olmaz, para kazanamazsın, kendine yiyecek bir şeyler almakta zorlanırsın bıdı bıdı bıdı..." daha başka bir şey söyledim mi hatırlamıyorum,  cümlelerin vahameti nedeniyle beynim hatırlamamayı tercih ediyor olabilir! O da bana "caddede gördüğümüz o ağbiler gibi mi?" diye sordu onu hatırlıyorum. Caddede para, yemek isteğiyle yanımıza gelen ağbiler, ablalar bir ara Mert'in bayağı bir meraklanmasına neden olmuştu:

"Anne, ne istedi ağbi senden?"
"Anne, neden para istiyor abla?"
"Anne, neden açlarmış?" vs vs...

Ve beeeeen o anki "eyvah bu çocuk okula hiç gitmeyecek paniği" ve o dönemki tekrarlanan mantıklı cümlelerim de sabrımla birlikte tükenmiş olduğundan "evet o ağbiler gibi" deyiverdim!!! O gün Mert, "hayır ben baba gibi çalışacağım, o yüzden okula gideceğim..." benzeri bir şey söyledi, ben de gönül rahatlığıyla evden çıktım, Mert'i okula bıraktım ve günüme normal bir şekilde devam ettim...

Taaaaaa ki üzerinden bayağı bir zaman geçene kadar, geçtiğimiz Cuma gününe kadar... O panjuru açarken "eh dilini eşek arısı soksun!" dedim kendi kendime!!! Ben ne demiştim. Resmen Mert'e alenen okula gitmelisin çünkü ileride para kazanmalısın, ileride çalışmalısın; bunun için de okula gitmelisin demiştim. Yani okula kendini geliştirmek için, farklı bakış açıları kazanmak için, kendinden farklı pek çok insanın ve düşüncenin ve inancın ve vs vs dünyada varolduğunu görmek/ öğrenmek/ yaşamak için (evet biliyorum bizim eğitim sistemimiz bunlarla mı donatılmış diyor olabilirsiniz;o da ayrı bir tartışma konusu) değil de ileride işin olsun diye gitmelisin mesajı vermiştim!!! Bu cümlenin öncesinde tabii ki inandığım bu cümleleri zaten milyon kere o ay içinde söylemiştim ama işte o son vuruş cümlesi hafızasında öyle bir yer etti ki o gün tıpış tıpış okula gidiverdi!

Evet her şeyin bir telafisi var, ben bu saçma sapan doğru orantıyı (umuyorum) kaldırabilirim ama hayatta inanmadığım, doğru bulmadığım hatta hatta "çocukları yarış atı" haline getirdiğim sistemin temeline vurgu yapmışım!!! Ne diyeyim #direnannelik #direnMert...

21 Kasım 2013 Perşembe

aklıma gelenleri öylesine yazdım...

Aslında başka bir yazı yazmak için oturdum bilgisayarın başına o sırada Blogcu Anne'nin "ödül yok tanıklık var; ceza yok sonuç var" başlıklı yazısına takıldı gözüm; önce onu sonra o yazının içindeki bir bağlantıyla "Devlet okulu hata mıydı?" yazısını okudum yorumlarıyla beraber hızlıca...Ödül- ceza konusuna neredeyse hepimizin çocukluğundan gelen alışkanlıkları reddederek ödülsüz cezasız çocuk büyütmeye her geçen gün daha çok inanıyor ve yaşantımıza genlerimiz elverdiğince (!) katmaya çalışıyoruz:)) Bu nedenle bu başlık direkt ilgimi çekti. Ödül-ceza ikilemi ile ilgili geçen aylarda katıldığım Psikolog Tolga Erdoğan'ın seminerinden oldukça etkilenmiş seminer notlarını da buradan paylaşmıştım.

Ödül-cezadan yola çıktım eğitim sistemine girdim, çocukların yeteneklerine göre değerlendirildiği bir eğitim sistemimiz/okullarımız/öğretmenlerimiz olsa yazılarını/yorumlarını okudum, devlet okulu özel okul ayrımına tekrar 1500. kere takıldım ve sonra dün haber sitelerinde okuduğum "artık şaşırmam sanıyordum ama pes" dediğim açıklama aklıma geldi. Kendi kendime oflanıp "her geçmiş gün yaşadığımız güne göre daha felsefik /daha değerli konuları tartışıp düşünüyormuşuz" dedim!!! Yani her geçen gün daha şekilci, korkutucu konular giriyor gündemimize!!! Her sene bu ülkede eğitim sisteminin (ki bence sınav sisteminin adı eğitim sistemi oldu artık!) değiştiğinden yakınır dururuz, alternatifler konuşulur, tartışılır belirli bir çevrede; ama yavaş yavaş (bazen çok hızlı) bu tartışmalarımız daha sığ noktalara çekiliyor ve ne yazık ki bizler de bu sığ noktalara gitmekten hiç çekinmiyoruz... Keşke öyle bir ortam olabilse ki çekilmeye çalıştığımız sığlığı kaale almamayı başarsak :( Keşke Ödül-ceza, sorumluluk bilinci, başarı kime göre nedir ne değildir, ve buna benzer pek çok konuyu tartışsak ve ortaya çocukların ruhsal gelişimine hizmet edebilecek, onların geleceğin "sağlıklı" bireyleri olmasına imkan sağlayacak çıktılar koyabilsek...

Bu hafta yine yazmıştım "aile ile okulun aynı felsefeye inanması büyük şans" diye...Doğru ama eksik! Biz çocuklarımızı istediğimiz kadar inandığımız felsefeye, düşünceye, vs uygun/ yakın/ benzer okullara gönderelim (bulabiliyorsak tabii); toplum genelinde baktığımızda eğitim felsefelerinden ziyade şekilci, hatta ayrımcı bakış açılarıyla büyüyen "neyi ne için yaptığını" bilmeme ihtimali yüksek bireylerle birarada yaşayacaklar "aman o okula mı gitse, yok bu şekilde mi eğitim alsa" dediğimiz çocuklar(ımız)... Trafikte, sokakta, işyerlerinde, hatta hatta belki kendi evlerinde... Şimdilerde bile sokakta insanların birbirlerine tahammülleri bu kadar azken, en ufak bir şey birbirimize öfkelenmemize neden olabiliyorken, küçücük bir tartışmanın sonunda insanlar birbirlerini öldürebiliyorken bundan 20-30 sene sonrasına dair ümit besleyemiyorum!

Kafamda uçuşan bir sürü şeyi sırasızca aklıma geldi şekilde düzenlemeden yazdım; galiba bir anda içimde birikenleri yansıttım. Ama her geçen gün konuşulanları duydukça, yazılanları okudukça üzülüyorum, sonra da üzülüyorum diye kendime kızıyorum. "Üzüleceğine ne yapılabilir onu düşünsene" diye!!! Sonra yine ümitsizlik!!!