İpek'le birlikte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İpek'le birlikte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2014 Salı

Yaz Tatili ilk durak: Marmaris - Hisarönü

Dikkat! Bu yazı bol miktarda deniz, kum ve güneş içerir! :))

Bloga bir şeyler yazarken tavsiye mahiyetinde yazılar yazmaktan ziyade kendi deneyimlerimi anlatmayı tercih ediyorum. Konu isterse tatil, isterse doktor, isterse okul olsun herkesin beklentisi birbirinden farklı olabiliyor... Bu nedenle öncelikle, yazıda geçecek hiçbir otel, restoran ya da benzeri yeri önermediğimi; bizim ailece yasadigimiz deneyimler, begeniler ya da olumsuzluklari paylastigimi belirtmek isterim...

Haziran'ın tam ortasına denk gelen bir düğünümüz vardı, hem de Marmaris'te ve o hafta Mert'in okulu kapalı olacaktı. Eh biz de içeriğini tamamen doldurmasak da o haftayı ailemizin tatil haftası ilan ettik. Gerçekten de yola çıktığımız güne kadar tatil haftamızın içeriğini doldurmadık; daha da doğrusu zaman bulup dolduramadık! Bizim için öncelikli konu arabayla çıkacağımız yolculuğu minimum ağlama ile sonlandırmaktı; bunun da yolu maksimum uykudan geçiyordu. O da ancak bir gece yolculuğu ile mümkündü; zira ben de Kerem de gece araba kullanmaktan hiç hoşlanmıyorduk. Şöyle bir çözüm bulduk: Cuma akşamı saat 18:30 Yenikapı-Bandırma feribotuna binecektik ve böylece yolun bir kısımını ve de çocukların uyanık olduğu bir kısmını çocuklarla sakince geçirebilecektik. Sonrasında da amacımız gece yarısı İzmir'e varmış olmak ve orada konakladıktan sonra sabah erkenden yola çıkıp Cumartesi öğlen başlayacak olan düğün kutlamasına Marmaris Hisarönü'ne yetişmekti. Tatil ile ilgili yaptığımız tek plan olan ulaşım planı hiçbir sıkıntı yaşamaksızın süper işledi... Ne "sıkıldım, ne zaman geleceğiz" diye mızıldayan bir Mert ne de yorgunluktan ve sıkıntıdan ağlayan/ bağıran bir İpek ile karşılaştık...



Düğünün olacağı ve bizim de konaklayacağımız Golden Key Hisarönü'ne geldiğimizdeki ilk izlenimim de orada geçirdiğim iki günün sonunda ayrılırkenki son izlenimim de aynı oldu: "çocukla çok çok rahat edilen, keyifli tatil geçirilebilecek bir otel"... Öğlen geldiğimizde otelin sahilindeki geniş çimenlik alanda düğün pikniği başlamak üzereydi. Düğüne uygun plaj giysilerimizi giydik ve kendimizi çimlere bıraktık. İpek bütün alanı emekleyerek gezinirken Mert de kah çimlik alanda kah kumsalda, zaman zaman düğün modundan çıkıp tatilci moduna geçerek ve kendini denize atarak gündüzün keyfini sonuna kadar çıkardılar... Arada yorulan İpek Hanım ağaçlar altında serin bir köşede uyuyarak bana ayrı bir huzur da kattı:)) Sonrasında akşam havuz kenarında daha düğün formatına geçerek devam ettik eğlenceye... Kısacası oldukça eğlenceli bir düğün günü ve gecesi geçirdik ailecek:)




Tatilimiz plansız başladı ama plansız devam etmedi; tatilin genelinde bir ya da iki günlük planlar yaparak devam ettik tatil haftamıza... Golden Key Hisarönü'nde düğün nedeniyle bir gecelik olan konaklamamızı da otelden çok keyif alınca günlük planlamamız çerçevesinde otelde yer de olunca bir gece daha uzattık. Otelden neden memnun kaldık? Çünkü biz (yani ben ve Kerem) kocaman tatil köylerinde tatil yapmaktan keyif almıyoruz; otelden havuza yürü, havuzdan denize taşın, denizden yemek saati gelince haydiiiii restorana, "eyvah yemek saati bitiyor; acele edelim" telaşı içerisinde bir bakıyorum ben tatilin sonunda bayağı bir yorulmuşum. Bu nedenle tercihlerimiz daha düz ayak, deniz, kum, yemek yenecek yer ve oda birbirine birkaç adım mesafede olan oteller... Hatta hatta sahilini, plajlarını gezebileceğimiz, gittiğimiz yerde otel yemeği dışında pek çok alternatif bulabileceğimiz yerler... Golden Key Hisarönü de böyle bir tatil sunuyor bence... Marmaris'ten Selimiye, Bozburun tabelası yönüne sapıp 20 dkika kadar gittikten sonra geliyorsunuz Hisarönü'ne... Yandex ile oteli bulmaya çalışıyorsanız dikkat, neden bilmiyorum otelin olduğu yerden 1.5 km ötede gösteriyor oteli... Tesadüfen yoldaki küçük tabelayı görünce döndük biz ve otele ulaştık. Otel ağaçlar arasındaki ikişer katlı minik yazlık formatında evlerden oluşuyor, alt katı ayrı bir oda üst katı ayrı... Yani bizim kaldıklarımız öyleydi, farklı oda formları da var sanırım.  Odaların içi tahta, önü çim ve taşlık... Tüm evlerin ortasında orta büyüklükte bir havuz ve otelin restoranı var. Otelin havuzunda düğün gecesi havuza atlayan bizler dışında kimseyi görmedim diyebilirim. Deniz o kadar güzel ki, havuz olmasa da olurmuş. Zaten benim için havuz her daim gereksiz ayrıntı :)) Plaja inerken geçtiğimiz geniş çim alan bizim için harika bir alandı. Denizden çıkıp güneşin tam tepede olduğu saatlerde çim alana geçip oradaki tenteli şezlonglarda uzandık, Mert etrafta koşuşturup durdu, çocuk parkında oynadı, babasıyla masa tenisi denemeleri yaptı ve koşturduğu her alanı buradan görebildik, üstüne bir de deniz bisikleti turu yapınca buraya bayıldı! İpek de çimlerde bütün bir gün emekleyip durdu, yorulunca da uyudu... :) Otelin restoranında tatil köylerindeki gibi (gereksiz) envai çeşit seçenek yok; az ama öz, yediğim çoğu şey de gayet lezzetliydi...



Benim için yaz tatili deniz, kum, doğa, temiz hava, eh biraz da fırsat bulunca uzanabilmek demekse ben Golden Key Hisarönü'nü çok sevdim. "Burada bütün yaz kalırım, burada insan kitap yazar" falan diyordum ki Kerem hayallerimi "sıkılırsın o kadar uzun süre!" diyerek yıkıverdi...

Cumartesi ve Pazar günlerini Hisarönü'nde geçirdikten sonra plansız tatilimize "yanımıza pasaportları alalım belki Rodos'a geçeriz" diyerek ihtimal verdiğimiz Rodos ile devam etmeye karar verdik. Pazar gecesi Marmaris- Rodos denizotobüsü için biletlerimizi aldık, bavullarımızı toparladık ve Pazartesi sabahı erkenden otelden ayrıldık...




11 Nisan 2014 Cuma

Sinebebe ile bebekli sinema keyfi :)

Birkaç haftadır yazmak isteyip de araya başka işlerin,sonra üzücü pek çok konunun girmesi sonucu yazmaya elimin gitmediği bir başlığım daha var, onu da bugün paylaşayım daha da geciktirmeyeyim istedim.

25 Mart günü,2 anne, biri 8 aylık, biri 11 aylık 2 bebekle sinemaya gittik. Nasıl mı gittik, hemen paylaşayım:

Başka Sinema, Sinebebe adı ile sadece bebekli annelere özel film seansları sunuyor. Salonda bebek arabası serbest, bebeklerin ağlaması, uyuması, oyuncakları serbest:) Biz,Başka Sinema'nın bu uygulamasını duyunca hemen kendimizi Kadıköy Rexx'e attık,arkadaşım Tuba ve benim için izleyeceğimizfilmin ne olduğunun galiba bir önemi yoktu, önemli olan bebeklerle birlikte sinemaya gidebilme lüksünü yaşaycak olmaktı."Şarkı Söyleyen Kadınlar" isimli filme gittik, biletlerimizi aldık,salona girdik, sanki daha önceden tanışıyormuşuzcasına film başlayana kadar salondaki annelerle sohbet ettik.Eh ortak noktamız bebekler ve bebeklerle sinemaya gelme isteği olunca sohbet etmemek mümkün olmazdı sanırım...

Film başlamadan önce görevliler bize filmi, ışıklar açık mı kapalı mı izlemek istediğimizi sordu, bebekleri için bir ses ayarı yapıldı, filme 10 dakika ara vermek isteyip istemeyeceğimiz soruldu ve tüm yorumlarımız sonrasında salon karanlık, filmin sesi ortalamada ve 10 dakika aranın olmasına karar vererek film başlatıldı.

Karanlıkla birlikte hafif mızıldamalar oldu, bir süre sonra ise sessizlik... Sonra ara ara minik mızıldanmalar ya da ağlamalar, derken film araya girdi... film başladı, ara verildi vs derken bence esas ilginç olan şu oldu: filme kaç kişi başladıysak o kadar kişi filmi bitirdik. Kimse, yaygarayı koparan bebeği nedeniyle stres olup salondan kaçmadı yani:)

Benim bu uygulama ile ilgili yorumum şöyle oldu:

Normal bir zamanda, normal bir seansa bebekle gitmeye kalkışsak ne olur? Bebek mızıldadığında biz etrafı rahatsız ettiğimiz düşüncesiyle gerilmeye başlarız, bir mızıldama, iki mızıldama, arada bir çığlık derken kendimizi bebeğimiz kucağımızda saloonun dışında buluruz... Sinebebe'de ise durum daha farklı,  bir kere anne olarak ben çok rahatım, çünkü İpek istedği kadar mızıldayabilir, ağlayabilir; çünkü birazdan arka sıradaki bebek de aynı gürültüyü çıkartma potansiyeline sahip:) Ben rahat olunca ne oluyor peki? Bebek de rahat oluyor, iki mızıldanıyor, sonra sütünü emmeye başlıyor, zaten salon karanlık, e film de aksiyon içerikli, gürültülü bir film değil; bebekler mışıl mışıl bir uykuya dalıyor. Sonra bir bakıyorsun salonda çıt çıkmıyor,çünkü hepsi uyumuş:) Biz de keyifle filmimizi izliyoruz...

Sinemaya girerken Tuba, "biz çocuklara TV izletmiyoruz, burada maruz kalacakları ışık, görüntü acaba onları rahatsız etmez mi?" diye o an aklına gelen soruyu sordu;sonra da rahatsız olacaklarını düşünürsek çıkarız diye konuyu neticelendirdik. Ancak Sinebebe'yi tecrübe edince gördük ki çocukları rahatsız eden bir görüntü, ışık vs olmuyor çünkü bebekler uykuya dalıveriyorlar annelerinin kucaklarında ya da pusetlerinde...

Sinebebe, 12 aylığa kadar olan bebekli anneler için. 12 aya kadar olan bir bebeğiniz varsa ve yolunuzu Kadıköy ya da Beyoğlu'na düşürmeniz mümkünse mutlaka deneyimlemenizi öneririm, keyifli ve düşünceli bir uygulama olmuş. Ben kendi adıma çok teşekkür ederim Başka Sinema ekibine:)

Bu arada gösterimler devam ediyor, buradan Başka Sinema'nın takvimini takip etmek mümkün...

E, keyifli seyirler o zaman... Bebeklere de iyi uykular... :)))



26 Mart 2014 Çarşamba

2 aylik kati gida deneyimimiz ve baby led weaning uzerine

Ipek 6. Ayini doldurunca kati gida deneyimlerimize baslayacagimizi burada ve burada  paylasmistim. Evde bir boy buyuk bir cocugun da olmasi ve okudugum "o tabak bitecek!  Mi?" Isimli kitapta yazanlarin aklima bayagi yatmasi sonucu Ipek'le baby led weaning/ bebeklerin kendi kendine yemesi yolunu tercih ettik. 2 aydir da bu tercihle yolumuza devam ediyoruz... metodla ilgili burada yazdiklarim var ama metodun anne ya da bebeğe bakan kişi/ler tarafından kesinlikle sindirilmesi ve cok iyi anlasilmasi gerektigine inaniyorum... Hem annenin/ bebeğe bakan kişinin sureci saglikli surdurebilmesi icin hem de bu süreçte annenin etrafinda olabilecek mahalle baskisini bertaraf edebilmesi icin...



Biz bu sürece once benim kitabi okumam ve yontemi sindirmem ile basladik. Ipek, 6 aylik olup doktorumuz kati gidaya ufak ufak gecebilecegimizi soyleyince denemeler basladi.

Doktorumuz tarafından önerilen ilk yiyeceklerimiz havuc, patates ve kabakti. Mevsimi olmadigi icin kabagi simdilik liste disi biraktim. Firinda havuc ve patates ile konuya giris yaptik. Kitabin onerisi bebegin (tabii icinde bulundugu aya da gore) ne cok sert olarak bu sebzelerle tanismasi ne de iyice haslanmis ve eline aldiginda eliyle pure yapacagi kivamda olmasi. Buharda hafif pisebilir ya da firinlanabilir. Firinlanma fikri bana daha yakin geldi. Parmak boyutunda kestigim havuc ve Patatesleri firinda 7-8 dakika tuttum, sonra da sogutup Ipek'in mama sandalyesinin tepsisine koydum.
Ve bekledim:)

Ilk is aldi agzina soktu, etrafinda buldugu her sey gibi... sonra sanirim bir tat aldi, arada yere firlatip atsa da ara ara emmeye çalıştı.  Bu durum boyle 3-4 gun devam etti. Arada elmayi da denedim, sanirim tadi nedeniyle onun elde tutulma, emilme suresi daha uzun oldu...

Sonra bir gun yutabildigini gordum, nasil mutlu oldugumu anlatamam... Ayni kitapta yazdigi gibi isliyor oldugunu gormek umut verdi:)

Yutma sureciyle birlikte alt değiştirme surecleri de senlikli (!) Olmaya basladi: "bakalim ne kadar yutmus, bakalim ne cikacak" gibi insanogluna has merakli (!!!) sorularla alt değiştirmeye basladim...

2 ayin sonunda simdilerde Ipek masaya oturunca onune yiyecek bir şey vermemişsek kizmaya baslar oldu!

Peki simdiye kadar neleri yemeyi deneyimledi, aklima gelenleri şöyle bi'listeleyeyim:

* patates
* havuc
* elma
* armut
* muz
* balkabagi
* karnibahar koftesi
* brokoli
* haslanmis et
* tam bugday ekmegi
* yumurta sarisi (bunu elle yemesi icin yontem bulmaya calismak da ayri bir yaraticilik geliştirdi)
* çökelek peynirli yumurta sarili omlet- yumurta sarısının elle yenilememe sürecinde yumurtayı güçlendirip elle yenilebilir konuma getirmek için bulduğum çözüm bol çökelek peyniri kullanarak omlet yapmak oldu:)
* pazi sarma (sonrasinda pazidan cok emin olamadim, acaba yaprakli urin vermek guvenlik acisindan sakincali olabilir mi diye dusundum)
* tam bugday unundan makarna
* kereviz
* çiğ pirasa
* taze soğan
* sulu köftenin köfteleri
* yoğurt - şimdiye dek kendi kendine yemesi için bir yol bulamadım. Ancak yoğurda batırdığım kaşığı elimden alıp ağzına götürmeye çalışıyor:)

Şimdilik aklima gelenler bunlar, unuttuklarim varsa hatirladikca eklerim mutlaka...

Kısaca özetlemek gerekirse: baby led weaning/ bebeğin kendi kendine yemeye çalışması ve hatta yemesi müthiş bir şey! Zaman içinde elleri ve parmakları ile tutma becerisinin nasıl geliştiğini görmek de inanılmaz! Ancak sürekli gözünüzün üstünde olması gerekiyor... Bir de günde kaç öğün yemek var ise evinizde o kadar yer temizliği var olacaktır anlamı taşıyor baby led weaning!!!

2 Şubat 2014 Pazar

Baby Led Weaning... Bebeklerin kendi kendine yemesi...

Bizim anneannelerimiz, babaannelerimiz çamaşırları ellerinde yıkarmış, evde pişirilen yemekler yine evde hazırlanan malzemelerden yapılan yemekler olurmuş, bulaşık makinesi, mutfak robotları nerdeeee, bebeklerin bezleri kaynatılırmış… Sonra annelerimize sıra gelmiş, “modernleşen” yaşamla, endüstrinin gelişmesiyle annelerimiz pek çok rahatlıkla tanışıp kendi annelerinin yaşamlarından daha pratik çözümlerin hayatlarına girdiği bir dönem başlamış… Çamaşırlar elde değil de önce merdaneli sonra otomatik çamaşır makinesinde yıkanmaya başlamış, pahalı da olsa bir çözüm olarak kullan at bebek bezleri ortaya çıkmış, her evde yavaş yavaş bulaşık makinesi yerini bulmaya başlamış… derken derken benim “bulyon pratikliği” diye tanımladığım döneme girilmiş. Pilav mı yapıyorsun hoop at bi’hazır bulyon sanki et suyuna yapmışsın gibi…  Köfte mi yapacaksın, soğandı, ekmekti, maydanozdu boş ver uğraşma hoop aç bi’paket köfte harcı… Çocuklara tatlı bir şey mi hazırlayacaksın hooop aç bir hazır puding karıştır sütle oh mis…   Ben bu süreci eskiye isyan diye düşünüyorum, o kadar çok ev işi var ki kadının üzerinde pratik bir şey çıkmışsa sanki sorgulanmadan hemen hayatın içine angaje edilmiş son sürat…  Şimdi içinde bulunduğumuz bizim dönemi de annelerimiz döneminde başlayan ve sonrasında hızla devam eden “bulyon pratikliği” dönemine isyan gibi algılıyorum… Bir doğallık arayışı, sağlıktan kopmama isteği, sorgulama, kabul etmeme… Aslında bakıyoruz da hayat pratikleşeceğim derken daha komplikeleşmeye başlamış, biz de mümkün olduğunca hayatlarımızı basitleştirmeye çalışıyoruz sanki… Çocuklarımız da buna tanık olsunlar istiyoruz…
Bu “baby led weaning”  yani “bebeğin kendi kendine beslenmesi” felsefesi de bana bu basit düşünmenin bir parçasıymış gibi geliyor. Bir yerlere yetişme telaşımız, “hadi hadi”lerimiz elimizde kaşık çocuk peşinde koşturtuyor kimi zaman bizi, sonra da yemek yemeyi güç savaşı haline sokmuş olma ihtimali yüksek çocuklar çıkıyor karşımıza! Oysaki bebeklikten itibaren yiyecekleri konusunda bebeğe seçim hakkı tanısak, keşfetme şansı versek?  İşte “O Tabak Bitecek! mi?” tam da bunu anlatıyor.
İpek’te ek gıdaya geçmeye yaklaştığımız şu günlerde bu kitabı okumak istediğimi belirtmiştim. Kitaba göre bebeklerin yemek yemeye başlaması yürümeye başlamayı öğrenmek gibidir; kendileri düşe kalka, deneye yanıla yürümeyi öğrendikleri gibi yemek yemeyi de öğrenebilirler…3 yaşına kadar anne babası tarafından yemek yedirilen bir çocuk bize garip gelmeyebiliyor peki 3 yaşına kadar bir çocuğu “dur sen düşersin” diyerek yürütmesek garip olurdu değil mi?!
Peki süreç nasıl başlayacak? Yani biz İpek’in kendi kendine keşfetmesi için doğru zamanın ne zaman olduğunu nasıl anlayacağız? Benim planım şöyle: İpek, son 2 haftadır yemek saatlerinde mama sandalyesinde bizimle oturuyor, bizi izliyor, oyuncaklarını dişliyor, sesler çıkarıyor… Önümüzdeki hafta 6 ay kontrolünde doktorumuz yavaş yavaş ek gıdaya geçebilirsiniz derse ben de İpek’in önüne patates, havuç vs ezmelerini değil eliyle tutabileceği büyüklükte parçalarını koyacağım. Benim bu yöntem aklıma neden yattı, kısaca kitaptan alıntılarla anlatayım:
·         Kendi kendine yemek yiyen bebekler yemeği dört gözle bekler- miş. Bebekler için eğlenceli-ymiş.
·         Yemek yemek doğal bir süreçtir.
·         Kendi kendine yemesine izin verilen bebekler yiyeceklerin tadını, görüntüsünü, kokusunu vs öğrenirler.
·         Güvenli bir şekilde yemeyi öğrenirler, çünkü kontrol kendilerindedir.- bebeğe birisi yedirip içirdiğinde ve yatar pozisyonda boğaza kaçma ihtimali daha yüksektir.
·         Tüm duyularını kullandıkları için yumuşak, sert, kaygan, az, çok, büyük,küçük vs gibi kavramları öğrenirler.
·         El-göz koordinasyonlarını geliştirirler.
·         Kendilerine güven duymaya başlarlar.
·         Aileyle birlikte yemek yerler.
·         Hayat boyu iştahlarını kontrol edebilen bireyler olurlar.
·         Oyunlara, kandırmalara gerek yoktur.
·         Yemek seçme ihtimali daha düşüktür
Unutulmaması gerekenler:
·         1 yaşının altındaki çocuklarda temel besin hala anne sütüdür.
·         6-9 ay arası katı gıdaya alışma dönemidir. Katı gıda yavaş yavaş arttırılırken süt miktarı  hemen hemen aynı seviyede kalır.
·         Zamanında doğmuş bebekler için uygun bir yöntemdir.
·         Mutlaka bebek dik oturuyor olmalıdır.
·         Yemekleri keşfetsin diye oturttuğumuz bebek aç olmamalı-ymış. Çünkü Katı gıdaya geçişteki ilk haftalar doymak için değil, oynamak, paylaşmak ve diğerlerini taklit etmek için-miş.
·         Bebeğin yemek yediği / denediği sırada mutlaka yanında bir yetişkin bulunalıdır.
·         Bebeğin çok fazla işine karışmaya, ona yardım etmeye gerek yoktur. Yemeği sunup izlemeye geçmemiz gerekir.
·         Bu yaklaşımı kabul ediyorsak biraz dağınıklığı ve pisliği de kabul etmemiz gerektiğini hatırlamalıyız.
·         Bu yaklaşıma başlamak için hiçbir zaman geç değildir.



Neler verebiliriz?
·         Çubuk şeklinde 5 cm uzunluğunda yiyecekler verilebilir.
·         Doğal, taze, tuz ya da şeker eklenmemiş yiyecekler
·         Bebeklerin eline verilebilecek yiyeceklerin yanı sıra bu yiyecekleri batıracakları lezzetli batırmalıklar da hazırlanabilir. Örneğin fırınlanmış bir patates dilimini yoğurda bandırarak yiyen bir bebek görüntüsünü hayalimde canlandırmak bile gülümsememe yetiyor bir de gerçekleştiğini düşünün…
Kitapta bebeklerin eline verilebilecek, banmak için kullanılabilecek, batırmalık olabilecek, kahvaltı için hazırlanabilecek, atıştırmalık ve tatlı olarak pek çok öneri bulunuyor. Aklımda bu önerileri bir liste yapıp buzdolabının üzerine asmak var… Böylece kendimi sürekli patates, havuç, kabak sarmalına sokmamış olurum diye ümit ediyorum…
Bebeğinizin kendi kendine yemeye alışmasını istiyor ve elinde bir kaşık püre ile “hadi aç ağzını” diyen bir anne olmak istemiyorum diyorsanız mutlaka kitabı alıp okumanızı öneririm. Katı gıdaya geçişteki ilk günler, düzene girdikten sonrası, kendi kendine yiyen bir bebekten kendi kendine yiyen bir çocuğa geçiş süreci, sağlıklı beslenme gibi aklımızda olabilecek pek çok soruya yanıt bulmak mümkün… Kitabın sonlarına doğru ise bir liste var: hangi yiyeceğin hangi grupta olduğuna ve hangi vitaminleri içerdiğine dair… Benim gibi beslenme konusuna bebeğiniz olduktan hatta katı gıdaya geçtikten sonra merak salmış, öncesinde bu konuda hiçbir merakı ve bilgisi olmayan birisiyseniz bu liste oldukça yararlı.
Yakın bir zamanda katı gıdaya geçiş süreci başlayacak bir bebeğin annesi olarak bu kitap ve yemek yemesi konusunda bebeğe saygı duyma fikri beni çok heyecanlandırdı…  Mert’te yaşadığımız klasik katı gıdaya geçiş sürecimizden sonra daha farklı olacağını düşündüğüm İpek’le kendi kendine yeme sürecimizi dönem dönem paylaşmaya çalışacağım.


* Bu yazı 23 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde de yayınlanmıştır.