2 hafta önce Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi’nde bir seminere katıldım, konusu: “Açık Alanda Eğitim ve Orman Anaokulları”. Finlandiya’da yaşayan çevre eğitmeni ve okul öncesi uzmanı Gaye Amus bize açık alanda/ doğada eğitimin yararlarını anlattı ve orman anaokulları ile ilgili Finlandiya’daki deneyimini paylaştı.
Ben böyle bir seminere neden gittim? Nedeninden önce şunu
söyleyeyim, genelde dinleyici kitle anaokulu öğretmenleri, yöneticileri ve
benzeri eğitmenlerden oluşuyordu, sadece “anne” kimliği ile katılan başka bir
katılımcı var mıydı bilmiyorum. Bu seminere gitmek istedim çünkü içinde
bulunduğumuz eğitim sisteminden ben öğrenciyken de memnun değildim, kaldı ki
arada geçen 20 civarı senede eğitim sisteminin / sürecinin ve eğitime bakış
açısının ne yazık ki geriye gittiğine inanıyorum. (Bunun nedenleri ayrı bir
yazı konusu olur, bir gün onu da yazarım belki… ) Bu nedenle çevremde duyduğum
alternatif eğitim şekillerini, süreçlerini, sistemlerini merakla takip
ediyorum, dinlemeye/ okumaya çalışıyorum.
“Orman okulları” diye bir kavramdan ilk olarak yaklaşık
2-3 ay önce Mert’in yeni okuluna
oryantasyon süreci devam ederken bir arkadaşımla beraber bir kitapçıda
rastladığımız Mikado Çocuk’tan çıkmış olan “Benim Anaokulum” adlı kitap
sayesinde haberdar olmuştum. Kitabı alma nedenim içinde anlatılan bir günün
Mertlerin bir gününe benzemesiydi, böylece oryantasyon sürecinde işime
yarayabileceğini düşündüğüm bu kitabı aldım. İçindeki bir sayfada da çocukların
arada sırada ormanda yer alan doğa okuluna gittikleri yazıyordu. Okurken ilginç
gelmişti böyle bir yaklaşım.
Neler dinledik Gaye Hanım’dan kısaca özetlemeye çalışayım:
Gaye Hanım, sunumuna başlarken dinleyicilere çocukları ayda
bir ormana, ayda bir parka, 2 haftada bir ormana, 2 haftada bir parka, her
hafta ormana, her hafta parka, her gün ormana ve her gün parka götüren kaç
kişinin olduğunu sordu. Sorularda aydan güne geldikçe kalkan el sayısı
azalırken ormana gitmekle ilgili sorularda parka göre kesin ve net bir şekilde
daha az el kalktı. “e İstanbul işte” gibi bazı mırıldanmalar duyuldu arada…
Sonra açık havada eğitim ve orman anaokullarını 4 ana başlık
altında anlattı ve bunların önemli olduğunu belirtti:
1. Çevre
·
Eğitimin çoğu dışarıda gerçekleşiyor. (Zeynep’in notu: örneklenen anaokulu
Helsinki’de Üniversite bölgesinde bir okul, alışık olduğumuz şekilde bir okul
binası var, ancak alışık olmadığımız tarafı bahçesinin sadeliği ve haftanın 4
günü sabah buluşmasını okul binasında yaptıktan sonra yaklaşık yarım saatlik
yürüme mesafesinde gittikleri ve günün büyük kısmını geçirdikleri orman)
·
Hava koşulları hangi şartlarda olursa olsun
dışarıdalar.(Zeynep’in notu: örnek
verilen ülke Finlandiya, dikkat çekmek isterim) -15 derece resmi rakam,
yani -15 dereceye kadar dışarı çıkıyorlar. Yoğun bir fırtına olduğunda güvenlik
önlemler alınarak dışarı çıkıyorlar yahut durum değerlendirmesi yapılarak karar veriliyor ormana gidip
gidilmeyeceği. Yağmur yağarken de ormana gidiliyor.
·
Geziler de yapılır bu okulda, öncelikli olarak
da doğa gezileri
·
Orman ve bahçe ön planda
·
Doğa anaokullarında okulun bahçesi küçük ve sade
(Zeynep’in notu: Bizim genelde
alıştığımız sonradan yapma bahçeler, bahçesinde bir sürü plastik oyuncak vs
yok; kumluk ve ağaçlık bir alan resimlerden gördüğümüz)
·
Ana yaklaşım şu: “okulun içinde yapılan her şey
dışarıda da yapılabilir.”
·
Serbest oyun zamanları var, hatta çocuklar
zamanlarının çoğunu serbest oyun şeklinde geçiriyor. Bu oyun zamanlarında doğada buldukları
malzemelerle oyun kuruyorlar. “Açık alanda olmak yaratıcılığı körükler”
diyorlar.
·
Finlandiya’da
7 yaşına kadar okumayı öğrenme zorunluluğu yok, önemli olan oyuna
odaklanmak. (Zeynep’in notu: ancak
çevrelerinde herkesi bir şey okurken gördüklerinden dolayı okumaya ilgileri
yüksek)
·
Okulun en küçüğü 2 yaşında ve 2 km yürümüşlüğü
var J
·
Her zaman bir şey yapmak zorunda değiller, bir
ağaç kovuğuna oturabilir ve diğer çocukları izleyebilirler ya da sadece
dinlenebilirler.
2. Esnek Parçalar (looseparts) :
·
Mimar Simon Nicholson’un geliştirdiği bir
teoridir, esnek veya “dağınık” parçalar. Richard Louv da bunu “Doğadaki son
çocuk” kitabında ele almıştır.
·
Çocuklar tek başına hiçbir şey ifade etmeyecek
parçaları bir araya getirip oyun kuruyorlar.
·
Bahçede 3 hafta boyunca parça parça devam eden
bir evcilik oyunu oynamışlar örneğin. Her gün oyuna yeni bir malzeme eklenmiş.
3. Dayanıklılık (Resilience) :
·
Çocuklar birçok zorluk karşısında güç toplayıp
yoluna devam edebilmeyi öğreniyor.
·
Risk alabilmeyi öğreniyor.
·
Fin kültüründe 3 yaş itibariyle çocuklara bıçak
kullandırtıyorlar. Bizdeki “dur kesersin, dur düşersin” yaklaşımından farklı
tabiiJ(Zeynep’in notu: biz de Mert’e keskin
olmayan yemek bıçaklarını kullanabileceğini ancak dikkat etmesi gerektiğini
söyleyerek başlamıştık sanırım 2.5 yaşındaydı o zamanlar; hatta aynı dönem
babası ile birlikte tamir yaparlarken tornavida kullanmaya da minik minik
başlamıştı. Burada bizim en temel kuralımız “elinde sivri, kesici bir şey varsa
koşma” tabii bu yaklaşımımıza çevremizde irili ufaklı tepkiler olmadı değil!!)
4. İşbirliği (collaboration):
·
Okulun yaklaşımında işbirliği, rehberli
etkinlikler ve geleneksel oyunlar ön planda. (Zeynep’in notu: sunum sırasında izlediğimiz kısa bir videoda çocuklar
kertenkelenin kuyruğu diye bir oyun oynuyorlardı. Arka arkaya dizilmiş bir grup
bir çocuğun nünde duruyor, gruptakilerin hepsi bacaklarını A harfi gibi açıyor,
çocuk da yerde kertenkele gibi sürünerek) sıranın en sonundaki çocuğun
bacaklarının arasından geçtikten sonra ayağa kalkıyor ve sıranın en sonundaki
çocuğun arkasına takılıyor, Böylece sıra uzadıkça uzuyor, kıkırdamalar,
gülüşmeler arttıkça artıyorJ)
·
Veli katılımı çok önemli. Anaokuluna kayıt
sırasında veliler hangi konuda okula destek verebileceklerini beyan ediyorlar.
Veliler için gruplar var, böylelikle örneğin bahçeyle ilgilenen velinin bahçe
işlerinde gönüllü olması veya gitar çalmayı bilen velinin bu yeteneğini
etkinliklerde paylaşması sağlanıyor.
Diğer
öne çıkan noktalar
Gaye Amus’un çalıştığı doğa
anaokulunda
·
Çocuklar haftanın 4 günü dışarıdalar, 1 günü
okul içindeler. Her gün bahçeye çıkarlar.
·
Yemeklerin hepsi organik.
·
Sanat etkinliklerini hem içeride hem de dışarıda
yapıyorlar.
·
Çocuklara sıklıkla keşif fırsatları sunuluyor.
Örneğin akşamdan bir buz kalıbına su dolduruyorlar ve bahçede bırakıyorlar.
Sabah geldiklerinde kalıptaki suların donduğunu görüyorlar.
·
Okul haftanın 5 günü açık ve sabah 7’de girişler
başlıyor, herkes geldikten sonra 8’de bahçeye çıkılıyor, akşam üstü 5 çıkış
saati.
·
“Doğada evde olmak” prensipleriyle çalışan bir
anaokulu.
·
2&3, 4&5, 6&7 yaşlar ayrı
gruplardalar ama haftanın bir günü ormana gitmeyip okulda kaldıklarında hep birlikte
bahçedelerdir.
·
Bu okullardan Finlandiya’da 10 kadar varmış.
Almanya’da 450 kadar, İsveç’te 190 kadar…
·
Bizim dinlediğimiz bu okul bir devlet okulu
değil, özel okul. Ancak artık devlet de bu yaklaşımı desteklemeye başlamış.
Devlet okullarındaki öğretmenlerin eğitilmesi için özel kurslar sağlanılıyor,
pek çok devlet okulunda öğretmenler haftada bir ormana gidiyorlar.
·
Fotoğraf makinesi, kamera ve öğretmenlerin not
defterlerine aldıkları notlar ile çocukların gelişimleri paylaşılıyor.
·
Müfredat- diğer anaokullarında nihayetinde
ulaşılması beklenen,çocuğun gelişimini takip etmeyi sağlayan hedefler neyse bu
okullarda da aynı sadece yöntem farklı.
·
Gidilen orman mutlaka önceden öğretmenlerce
kontrol edilerek belirlenmiş bir alanı kapsıyor, orman anaokulunun kuruluş
aşamasında da mekanın güvenli olup olmadığı önceden test ediliyor.
·
Ormanda hep aynı bölgeyi kullanıyorlar, hep aynı
yeri kullanmak hem güvenlik açısından daha uygun hem de aynı yere gitmek çocuğa
güvende duygusu veriyor.
·
Finlandiya’da 3 yaş üstü her 7 çocuğa 1
öğretmen, 3 yaş altı her 4 çocuğa 1 öğretmen düşüyor.
Benim bu seminerden aldığım notlar bunlarla sınırlı ama
yaşananların, çocukların deneyimlerinin sonsuz olduğu muhakkak. Bu şekilde okullar yurt dışında var bizde
neden olmasın diyorum, yapmak istenirse yapılabileceğine inanıyorum. Mutlak bu
okullardan yapılmalı, bizde de olmalı gibi bir yargım yok; ha tabii olsa, çoğalsa
ne de güzel olur. Ama söylemek istediğim şu:
Bu okullar yurt dışında genelde büyük şehirlerde çocukların
doğayla yeteri kadar iç içe büyümemeleri sonucu kurulmuş okullar olabiliyormuş.
İstanbul’un da doğa, çevre anlamında durumu hepimizce malum… Belki eğitim
yaklaşımlarımızın okullar bünyesinde değişmesi, çeşitlenmesi zaman alacaktır
ama bizler bireysel olarak çocuklarımızı daha çok doğa ile bir araya
getirebiliriz. Hala İstanbul’da ormanlar var, hala parklar var, deniz kenarı
mevcut… Yazın yazlıklarda olan çocuklar hep yaz sonu bana büyümüş olarak
gözükür. Neden? Doğayla, denizle, ağaçla, doğal malzemelerle, kumla, toprakla,
suyla iç içe oldukları için…
Son olarak da kış aylarında olduğumuz ve neredeyse her
çocuklu evde hastalığın kol gezindiği bu günlerde ben dışarılarda olmanın,
temiz havanın, doğanın hastalıkları kışkışlayıcı tarafı olduğuna inanıyorum ve
hemen sloganımı atıyorum: “kötü hava yoktur, kötü giyinmek vardır!” J Unutmayın, yukarıda
bahsettiğim örnek Finlandiya’dan J
Kısa bir not: Seminerin sonunda Gaye Hanım, doğada eğitim ve
orman anaokulları ile ilgili seminerler ve atölye çalışmalarının ileriki
tarihlerde olabileceğini belirtti. İlgilenenler http://www.dogadaogreniyorum.org/
adresini takip edebilirler.
* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.
* Bu yazı, 2 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com adresinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder