Geçen Cumartesi günü nasıl oldu, bir anda şartlar nasıl denk
geldi bilmiyorum, önceden plan yapmadan, bir sürü şeyi organize etmeye gerek
kalmadan çocukları evde babaanne ve hala ile bırakıp kendimizi sinema salonunda
patlamış mısır paketimiz elimizde koltuklara oturmuş buluverdik…
Evde neredeyse 1 ayı bulan hastalık döngüsünden, sürekli
birini iyileştir ötekisi hasta olsun sarmalından, en sona doğru bir de ben de
hastalanıp yatarak dinlenemeyince psikolojik olarak iyice yorgundum ki Kerem
Cumartesi günü annesi ve ablasının bizi ziyaretini fırsat bilip onlara
“yemekten sonra bir işiniz yoksa kalır mısınız biz Zeynep’le sinemaya gidelim”
deyiverdi… Sonrasında ben hızla İpek’i
uyuttum, Mert’e uykusu gelirse halasının ona kitap okuyabileceğini, uykusu
gelmezse bütün akşam oyun oynayabileceğini söyleyip ışık hızıyla evden çıktık!!
JMert, zaten uyku
saatini 1 saat geçince kesin uyumak isteyecekti, e İpek de zaten uyuyordu…
Evden çıkmadan ne sinema saatlerini ne de bilet durumunu
kontrol ettik, sadece direkt sinemaya gittik. Aklımızdaki filme bilet
kalmadığını görünce de saati uyan ve bileti olan “Senin Hikayen”e giriverdik.
“Senin Hikayen”le ilgili yorumlar okumuş, keyifli bir “bebek sahibi olma”
“bebekli bir aile olduktan sonra” temasını işleyen bir film olduğunu
biliyordum…
Gerçekten sonuna kadar keyifle izledim, uzun zamandan beri
ilk defa uyumadan bitirebildiğim bir film oldu… Evde ne zaman bir dvd koysak
sonunu ben getirememiş olduğumdan dolayı dvd izleme motivasyonumda ciddi bir
düşüş olmuştu; demek ki sinemaya gelmek gerekiyormuş…
Başrollerinde Selma Ergeç, Timuçin Esen ve Nevra Serezli
oynuyor. Tabii ki bir sinema eleştirmeni olmadığımdan filmi teknik, sanatsal vs
yönlerinden yorumlamayacağım. Sadece bende bıraktığı hissiyatı paylaşmak amacım…
Kurumsal hayatta çalışan genç, başarılı bir kadın; kendi işini yapan, işleri
çalkantılı giden bir erkek, birbirlerini seven, hayatlarından memnun bir çift
ve huysuz ihtiyarlığı keyifle birleştiren (erkeğin) anne babası… İzlerken insanın sürekli “aaaa biz de”, “aaa
ben de” dediği bir film… Çocuk isteyip istemediğine karar verme süreci,
hamilelik haberini kocayla sonra aile ile paylaşma, bebek alışverişi, Sebastian’a dönen koca
kişisi, bebek alışverişi, “normal mi doğuracaksın sezaryen mi?” muhabbeti,
“isim buldunuz mu?” sorunsalı, doğum sırasında “yok ben bunu çıkartamayacağım”
hissiyatı, bebekle birlikte değişen hayat, uykusuz geceler, her bebeği sorana
telefonundaki galeriyi gezdirmek(!), bebeği babaya bırakıp kızlarla dışarı
çıkma heyecanı gibi gibi gibi bizim evden, sizin evden, hepimizin
hikayelerinden çok benzer sahnelerle dolu bir filmdi… İzlerken ben çok keyif
aldım, ve evet itiraf ediyorum kadının adama hamilelik haberini verdiği sahnede
ultrason görselini gösterince adamın “ne o ur mu tümör mü kanser misin?” dediği
anda sinema salonunda kahkaha atan bendim!!
Evet, film hamilelik, bebek, çocukla ilgili hepimizin
evindeki hikayeleri anlatıyor ama bence en çok da hayatı anlatıyor… Bir yandan
doğuyoruz, doğuruyoruz; diğer yandan ölüyoruz…
Doğumla ölüm arasında elimizde kalan ise keyifle yaşadığımız anlar,
birbirimize olan sevgimiz, bıraktığımız anılar…
Keyifli, sonunda biraz da gözyaşı barındıran filmden çıktık,
arabaya doğru caddede soğuk havada yürümek bile güzel geldi…”Bakalım Mert
uyumuş mu bizi beklerken?” diye sorarken eve bir girdik ki Mert üzerine minik
battaniyesini almış salonda uzanmış ama uyumaya sonuna kadar direniyor, diğer
tarafta İpek biraz önce öksürerek uyanmış babaannesi onu ana kucağına oturtmuş
etrafı izliyor… Gecenin 12’sinde eve girip bizim evin bıdıklarını bizi beklerken
bulunca içimi müthiş bir mutluluk duygusu sardı… Kısacası bir cumartesi gecesi
“çılgınlığı” bana çok iyi geldi…
* Bu yazı 16 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com 'da yayınlanmıştır.
* Bu yazı 16 Ocak 2014 tarihinde www.internetanneleri.com 'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder