15 Ekim 2013 Salı

Bir elin beş parmağı aynı değil...

Dün akşam evdeki iki bıdığın uyku sürecinde ben de daha fazla dayanamayıp 9'da uyuyuverince sabahın 5'inde ayağa dikiliverdim işte "bugün bayram erken kalkın çocuklar" tadında...

Biraz önce İpek'i emzirirken aklıma geleni buraya yazmak istedim:

Evin ilk çocuğu "adapte olunan", ikinci çocuğu ise "adapte olan" oluyor dedim kendi kendime... Yani en azından bizim evde böyle sanki...

Yani ilk çocuk doğmadan önce tüm ortam ona göre hazırlanıyor, doğduktan sonra anne baba olan bizler ona göre günümüzü, hayatımızın akışını planlıyoruz... İkinci ise akışın içinde kendine yer buluyor,kendini o akışa adapte ediyor... Şanslı şanssız ayrımına, haksızlık muhabbetine girmeyeceğim çünkü ben daha önce de yazdığım gibi evin birinci çocuğu da ikinci çocuğu olmanın da kendine özgü şansı ve zorlukları olduğuna inanıyorum. Ve bu şans ve zorlukların da ileriki yıllarında insanın hayatına izler bıraktığına...

Çok kısa bir örnek: Mert doğduğu zaman (tabii gazlı bir bebek olmasının da etkisiyle) uykuları çok kısa süreli olunca ve ben yorgunluk içindeyken damarlarımda olduğunu düşündüğüm "otoriter murebbiye" kanı etkisiyle "bu çocuğu bir düzene sokmalıyım" demiş 3. aydan sonra bir uyku düzeni sağlamaya başlamıştım. Ama aslında Mert bizi kendi düzenine sokmuştu bence... Gündüz uyku saatiyse evde olalım, aman akşam rutinini bozmayalım, banyosu, emmesi ve uykusu üçlemesini  sarsmayalım derken biz bayağı bayağı kendimizi Mert'e uydurmuştuk. Şimdi bakıyorum da İpek bizim düzene kendini uydurma sürecinde sanki... Tabii bunda artık her yazımın içinde geçen, olmazsa olmazımız "carrierımız da çokama çok etkili... İpek, bizim günlük düzenimiz içinde uykusunu da uyuyor, emmesini de tamamlıyor (ya da bazen reddediyor), etrafını da anlamaya çalışıyor... Hangisi daha iyi ya da doğru diye bir soru olsa bence bu işin tek doğrusu falan yok hepsi dönemine göre kendi doğrusunu bulmaya çalışıyor... Benim için Mert'in bebekliğinde düzen kurmak çok çok çok önemliydi şimdi ise şunu farkediyorum zorunlu bir düzen kurmasan da çocuk/bebek kendi düzenini yaratıyor... Tabii bu şimdi içinde bulunduğumuz zaman için geçerli kimbilir gelecek günler neler gösterecek, neler düşündürecek???

Ha bu arada "kıskanma" ya da ilk çocuğun ikinciyi "kabullenme" sürecinin bizim evdeki izleri önümüzdeki günlerde yazmayı planladığım "deriiiiiin" bir yazı konusu:)))

Hep söylediğim hep derinden hissettiğim esas gerçekse şu: "sağlıklı olsunlar da geri kalanı detay"... İstediğimiz çıkarımları, psikolojik analizleri yapalım, uykusu için şu, aman okulu için bu, yemekleri için bunlar diyelim... önce sağlık... Tabii sağlıklı olmaları için yemekleri, uykuları  ve pek çok konunun peşinde dolaşıyoruz, "en doğruyu" yapalım istiyoruz bu inkar edilemez ama sağlık olmadığı zaman kendimizi bazen didikleyip durduğumuz konular da ne kadar basit kalıyor... Sabahın bu erken saatinde uyanmışken, bilgisayrı elime alıp bir şeyler yazmak istemişken ve kendimi konudan konuya atlama potansiyelinin en üst noktalarında bulmuşken her şeyin ötesinde tüüüüüüm çocuklara "sağlık" diliyorum...

7 Ekim 2013 Pazartesi

Bu köşe kitap köşesi:))

Tatil dönüşü yeni "eğitim yılı"nın başlamasıyla Mert de yeni bir okula başladı... "yeni okul" dediğime bakmayın aslında bizim okul serüvenimiz daha başlamadan önce aklımızdaki tek okuldu burası ama hamilelik döneminin etkisiyle eve en yakın okul bizim için en iyi tercihmiş gibi gözüktü... Nisan ayından itibaren Mert'in devam ettiği okuldaki öğretmenini çok sevmesi, okulun bizim balkondan gözüküyor olması, ortamın çok renkli olması gibi nedenlerden dolayı tatil dönüşü okul değişim sürecimizin zorlu olabileceğini tahmin ediyordum... Tabii bu başlı başına başka bir yazı konusu olur... Sadece şunu söyleyebilirim: anne babaların kendi çocuk yetiştirme tarzlarına uygun ve/ya kendilerine örnek olabilecek, anne&babayı da geliştirebilecek bir okul bulduklarında onun peşini bırakmamaları gerekirmiş...

Neyse konu aslında kitap okumayla ilgiliydi, ben bunu neden okuldan başlattım? Çünkü Mert'in okulunda çok güzel, insana huzur veren, insana "ben de kitabımı alsam da şuraya oturup okusam" dedirten birkitap okuma köşesi var. Ve sanırım Mert de bu köşeyi çok seviyor ve sürekli burayla ilgili bir şeyler anlatıyor... Ben de birkaç gündür evin her tarafına yayılmış kitapları topladığımızda yine raflara tıkmak istemiyordum. Okul bana çok güzel bir örnek oldu; bugün Mert okuldayken odasında minik bir okuma köşesihazırladım. Yatağının yanındaki komodini kitaplığa çevirip onun yanına da minik bir açılır kapanır koltuk koydum; bakalım beğenecek mi okuldan gelince?

 Mert ona kitap okunmasını çok seven bir çocuk, bir süredir de eğer o anda biz ona kitap okuyamıyorsak bizim ona okuduğumuz kitapları neredeyse ezberlediği için kendi kendine resimlerine bakıp hikayeyi kendine anlatıyor. Ona ne yaptığını sorarsak da "kitap okuyorum" cevabını alıyoruz. Bu için için beni çok mutlu ediyor ve inşallah hayatı boyunca bu ilgisi hiç değişmez diyorum. Ben çocukluğumdan itibaren çok severdim kitap okumayı, hala da öyle... Hatta Kerem'le evlendiğimizde Kerem'e "benim çeyizim kitaplarım" demiştim. Her ne kadar eskisi kadar yoğun kitap okuyamasam da hala elimde bitmesi bazen uzun zaman alsa da bir kitap oluyor. Mert'e ve İpek'e hangi huylarımız,özelliklerimiz geçer bilmiyorum ama umarım hep merak eden, okuyan, araştıran, hayal güçlerini zenginleştiren bireyler olurlar.

Mert'in kitap ilgisi tuvalet alışkanlığı kazanma sürecinde de bize yardımcı oldu. Bazen uzun süren bekleme süreçlerinde kitap dinlemek, resimlere bakmak Mert'ebence çok iyi geldi. Bu resimdeki banyo tipi kitaplık da bize tuvalet alışkanlığı kazanma sürecinden miras kaldı:))


Bugünkü düzenlemenin ardından raftan 5 kitap düştü onlar da İpek'in kısmeti oldu:))






3 Ekim 2013 Perşembe

Bugün sıkılmışım içimi dökesim gelmiş!!

Bu ara bazen sinir olduğum, bazen de "amaaaaan boşver" dediğim bir konu var: Bazı insanların etrafındaki insanların hayatı ile ilgili ahkam kesmesi!! Bugün de dün gece Mert ve İpek ikilisinin uykularının bolca bölünmesi benim neredeyse hiç uyku uyuyamama ve dolayısıyla da bugün asabi bir halde olmama neden olunca "amaaaan boşver" havasında takılamadım! 

Özellikle çocuğunuz / bebeğiniz varsa insanların sizinle ilgili ahkamlar kesme ihtimali bir anda artıveriyor!! 

"Aman havalar çok soğuk dışarı çıkarma bu çocuğu bu kadar hasta olur!", "Alışveriş merkezine bebekle gitme, oralar mikrop yuvası!", "emzik yere düşünce içme suyuyla yıkıyorsun değil mi?!!", wrap slingle ilgili söylenenleri yazmıyorum bile artık!!! Bir de Mert ve İpek'le birikte iken sanki Mert'in anlaması mümkün değilmiş gibi "nasıl kıskanıyor mu kardeşini?" sorusu var!!!

Tabii ki çocuklarımın başına kötü bir şey gelsin istemem, çok pimpirikli bir tavır takınmamakla birlikte hem Mert hem de İpek için elimden geldiğince ortamlarını güvenli ve sağlıklı halde tutmaya çalışıyorum ama tabii ki yetemediğim/ yetemeyeceğim anlar olacaktır. Ama insanlara kalsa çocukluysan hele hele bebkliysen evde oturacaksın, her şeyi maksimum sterilize edeceksin, çoğunluğun alışkanlıklarını taşıyacak ve öyle davranacaksın. Farklıysan yanlış yapıyorsun!!!

Bazen böyle kendince çok doğruları vurgulayan didaktik tiplere "ne biliyorsun da ahkam kesiyorsun hayatımla ilgili" demek istiyorum... 

Bu tip tutumdaki insanları gördükçe kendimce şöyle bir çıkarım yapıyorum: bizim toplumumuzda kendinden küçüğe güvenmek, doğruyu yapabilir diye düşünmek yok. Bu, yaşı büyüklerin gençlere güvenmemesi olarak da ortaya çıkıyor; anne babaların çocuklarına güvenmemesi olarak da... Çocuk ya genç ya nereden bilecek... Tecrübesi yok ya beceremez!! Bu yüzden kazık kadar olana kadar çocukların arkası toplanıyor, sorumluluk kazandırmakta zorlanıyor bizim toplumda bence... 3 yaşında bir çocuk sürahiden su koymaya kalktığında da "aman! düşürürsün ben koyayım suyunu" ile başlıyoruz 30'una gelip de çocuğu olduğunda o çocuğa bakamayıp kesin(!)hasta edeceği inancıyla devam ediyoruz.

Bi' güvenilebilse ah bi' güvenilebilse... Hem üste vazife olmayan işlerden kurtulacak bu insanlar hem de gerçekten kendine güvenen çocuklar/ gençler yetişecek. Oysaki bizde "kendine güvenen" çocuk denilince çok konuşan, her şeye cevap yetiştiren çocuk anlaşılıyor çoğunlukla... Sonra bu çok konuşan kendine güvenli çocuklar büyüdüğünde o güne kadar pek bir sorumluluk alıp gerçekte sorun çözücü olmadıkları için içi boş "kendine güven"leri ile oradan oraya savruluyorlr...

Neyse etrafta laf olsun diye konuşan insanlardan sosyolojik / psikolojik çözümlemelere girdim kendimce... Sosyal psikoloji ya da toplum psikolojisi üzerine çalışan uzmanlardan bu konu üzerine araştırma yapanlar varsa/ olursa merakla okumak isterim kesinlikle...

2 Ekim 2013 Çarşamba

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Semineri'nin ardından...

Dün Mert'i okula bıraktıktan sonra son zamanlardaki klasik görünümümde yani İpek üzerime bağlı halde evin kızları olarak "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Semineri"ne katıldık birlikte:)

İz Koçluk, Sınır Tanımayan Ebeveynler Topluluğu Derneği ve İnternet Anneleri'nin ortaklaşa düzenlediği bu seminerde İz Koçluk'tan Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) Koçu Elgiz Henden ve dünyada DEHB'li gençlere koçluk hareketini başlatan Amerikalı koç Jodi Sleeper-Triplett'i dinledik. Bu seminere katılmamdaki ana neden Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite sözcüklerini gündelik hayatımızda çok duymam ve aslında ne olduğu ile ilgili bilgilenmek ve farkındalık kazanmak istememdi. Çocuklar biraz hareketli oldu mu yerinde duramadı mı sokaktaki insanların bile "hiperaktif galiba!!" diye teşhis (!!) koymaları kaçınılmaz, okula giden çocuklardan disiplinaltına girmeyen çocuklara "hiperaktif" sıfatının eklendiğini son yıllarda çok duyuyoruz...Ben de bu hem hiperaktivite ve dikkat eksikliği gerçekten ne demek, bu bir  rahatsızlık mı, nasıl anlaşılır gibi sorulara yanıt bulmak için seminere katıldım, aldığım notları konuyu merak edenlerle paylaşmak isterim:

* DEHB nedir?- DEHB beyin temelli,gerçek tıbbi bir bozukluktur. Yaş,cinsiyet, zeka seviyesi,din, ırk, sosyoekonomik duruma bakılmaksızın herkesi ve her yaşı etkileyebilecek bir bozukluktur.

*DEHB'nin nedenleri zor bir doğum, düşük doğum ağırlığı, beyin hasarları, hamilelikte sigara ve alkol kullanımı olabileceği gibi çevresel faktörler de olabilir.

*DEHB'yi teşhis etmek karmaşık bir süreçtir. DEHB'nin varlığını teşhis edebilmek için kişinin, semptomların en az 6 ay boyunca önemli bir kısmını gösteriyor olması, günlük yaşamında belirgin sorunlar yaşıyor olması gerekir. Teşhis sürecini karmaşık hale sokan,bu semptomlar normal davranıştaki sivrilik formunda görülebilir.

(İz Koçluk DEHB Koçu Elgiz Henden ile yapılan bir röportajdan alıntı: Eğer çocukları yerinde duramıyorsa, sessiz ve sakin oynamakta güçlük çekiyorsa, yerli yersiz koşup tırmanıyorsa, oturması gereken yerde uzun süre oturamıyorsa, çok konuluyorsa, sırasını beklemekte zorlanıyorsa ve sözünü sürekli kesiyor ve sabredemiyorsa bu tür çocuklar için hiperaktivite konusunda, yönergeleri başında sonuna izleyemiyorsa, evde ve okulda malzemelerini unutuyorsa, detayları atlıyorsa, bir işe konsantre olmakta zorlanıyorsa, düzensiz ise, ilgileri kolayca kayboluyorsa dikkat eksikliği konusunda şüphelenmek gerekir. http://workingmother.com.tr/index.php/no-menu/item/707-çocuğunuzda-dehb-olduğunu-nasıl-anlarsınız)

*DEHB'li bir çocukla iletişim kurarken ebeveynlerin zorlayıcı dili değiştirmesi ve olumlu bir iletişim dili seçmesi önem taşır. Yargılayıcı cümleler yerine destekleyici cümleler tercih edilebilir. Çünkü dil değişmeden düşünce değişmez. (Zeynep'in notu: ben bu dil değişikliğinin sadece DEHB'li çocuklarda değil tüm çocuklarda olumlu sonuç verebileceğine inanıyorum) :

- "bunu yapmana izin veriyorum" yerine "senin için iyi/ senin için sorun değil"
- "-meli/-malı" yerine "olabilir"
- "zorundasın" yerine "tercih edersin"
- "bu bir ayrıcalıktır" yerine "bu senin için özeldir"
-"uyarıyorum" yerine "hatırlatıyorum"
- "bekliyorum" yerine "tercih ediyorum"
- "söylemiştim" yerine "istemiştim"

*Anne babalığın zorluğu doğruyu bilmeye rağmen yanlışa izin vermek...
* Evde DEHB'li bir çocuk/ genç varsa mutlaka başka bir DEHB'li birey daha vardır.DEHB'nin genetik özelliği var ve bu nedenle ebeveynler DEHB'li çocuklarının en az kendileri kadar başarılı olabileceğine
inanmalı.

*DEHB'li bir çocuğa yapacakları adım adım listelenerek verilmelidir. Örneğin "git odanı topla" demek bir şey ifade etmeyecektir, çocuk nereden başlayacağını bilemez. Pencereyi aç, çamaşırları sepete at gibi yapılması gerekenler adım adımlistede belirtilmelidir. Okuma yazmayı henüz öğrenmemiş çocuklar için resimli liste hazırlanabilir.Listenin sonuna da "ihtiyaç duyduğunda ben buradayım" eklenmelidir.

Öğretmenler için kısaca...

 DEHB olmak nasıl bir şey?
- yağmurlu havada silecekler olmaksızın son sürat ilerlemek gibidir.
- parazitli bir radyoda sevdiğin müziği dinlemeye çalışmak gibidir.
- Şefi olmayan orkestrayı dinlemek gibidir.

Bir dersi anlatmaya başlamadan önce DEHB'li öğrenci hazırlanmalıdır. Konuya ait kilit kelimeler verilmelidir.

Beden dilini kullanmak önemlidir. Öğretmenle öğrenci arasında sınıfın geri kalanının bilmeyeceği bir dil geliştirebilirler. Sınıf içinde öğretmen bir soru sorduğunda DEHB'li öğrencinin elini kalem tutarak kaldırması "bu sorunun cevabını biliyorum.", kalemsiz kaldırması "bu sorunun cevabını bilmiyorum" olarak kodlanabilir örneğin. Çocuğu anlaşılmak motive edecektir.

6 basamakta DEHB'yi ele almak:
1. harekete geçmek: planlamak,önceliklendirme yapmak ve aksiyona geçmek
2. odaklanmak: kimse sevdiği bir aktiviteden daha sıkıcı bir aktiviteye geçmek istemez bu nedenle sıralama tam tersi şeklinde olmalıdır.
3. çabalamak:
4. duyguları kontrol etmek: örneğin bir öğretmenin keskin bir şekilde "hayır bu söylediğin yanlış" demesi çocukların duygularını yönetmesi açısından zordur
5. zihin açıklığını düzenleyecek bir aktivite bulmak: bazı kişiler için bu spor olabilir.
6. hatırlamak: kısa süreli hafızaları zorlayıcı olabilir. Yapılacakların sıralı olarak belirtilmesi ve tekrarlanması önemlidir.

* Jodi Sleeper-Triplett'in uyguladığı ve bizlere anlattığı DEHB koçluğunun modelindeki anafikir şöyle: sadece önceliklendirmeyi öğrenerek DEHB'li bireyin hayatı daha kolay bir hale gelebilir. Koçluk süresince uygulanan model şöyle: önce hedefleri belirle, aksiyon adımlarını koy ve uygula, aksiyon sonrası ödüllendir ve kendine güvenin gelişimine katkı sağla.

İz Koçluk'un okuma materyalleri arasında ise yararlı olabileceğini düşündüğüm şu notları paylaşmak isterim...

DEHB olan çocukların anne babalarına tavsiyeler (Dr. Russel Barkley):

1. Kurallar koyduğunuz zaman bunların çok spesifik olmasına dikkat edin ve kuralları yazıp asın.
2. Ödülleriniz çocuklarınız için anlamlı ve güçlü ödüller olsun.
3. Sık sık geribildirim yapın, çocuğunuza onun ne yaptığının farkında olduğunuzu gösterin.
4. Çocuğunuza beklentileri ve planları konusunda yardım edin.
5. Çocuğunuzun iyi günleri olabileceği gibi kötü günleri de olabileceğini göz önünde bulundurun.
6. Olumsuzlar, yapamadığı şeyler, cezalara odaklanmak yerine olumlulara odaklanın.
7. Bir karakter sorunu ile değil bir biyolojik sorunla mücadele etmekte olduğunuzu her zaman hatırlayın.
8. Çok konuşup nasihat vermeyin, davranışlarınız daha öğretici olacaktır.
9. Espri anlayışınızı kaybetmeyin ve sabırlı olun.
10. Kendinize ve çocuğunuza karşı hoşgörülü olun. Bu işte birliktesiniz ve elinizden geleni yapıyorsunuz.

Seminerin sonunda kendisinde DEHB olduğunu belirten bir katılımcının sözleri aklımda çok yer etti: "DEHB'nin bir hastalık olmadığı ve bu durumda olan çocukların aslında 'normal' dediğimiz insanlardan farklı düşünerek dünyamızda farklılıklar yarattığı, daha yaratıcı olabildikleri ve bu insanlarla zaman geçirmenin çok keyifli olduğu..." cümleleri aklıma kazındı. Genel olarak "farklı" olanı kırmızı kalemle işaretleyen bir toplum olduğumuzu düşündüğüm için bu cümleler bana çok çok anlamlı geldi.

24 Eylül 2013 Salı

Babywearing 101: "bebeği üzerinde taşıma"ya giriş...

Sanırım 6 aylık falan hamileydim... Blogger annelerin bir aktivitesinde anneler yemek yaparken annesinin (http://legabebe.com/) sırtında kendiliğinden uyuyakalan küçük kız çocuğunu görünce merak ettim ve nasıl bu durumda uyuyabildiğini sordum ve bebekliğinden beri bu şekilde taşındığı için alıştığını ve bu şekilde rahatça uyuyabildiğini öğrendim... Sonra yine aynı dönemde bir başka blogger aktivitesinde http://www.minikaynam.com/ blogunun yazarı Nihan Kayalıoğlu'nu gördüm; üzerine kızını bir slingle bağlamış ve konuşmayı dinlemeye gelmişti. Bebek, annesinin göğsünde çok huzurlu olduğunu tahmin ettiğim bir şekilde uyuyordu. Yakın aralıklarla gördüğüm bu iki resimden çok etkilendim. Çünkü Mert özellikle ilk 3 ayında oldukça gaz problemi olan bir bebekti ve ne bu dönemde ne de (bebekliğinde) sonrasındaki dönemde dışarıda böyle sakince uykuya daldığını hatırlamıyorum...

Bu iki resim aklıma kazındıktan sonra her zamanki gibi yine araştırmaya giriştim. Ben daha önceleri kanguruyu biliyordum, bir kez de denemiştim ve ne ben ne de Mert rahat etmediğimiz için dolabın bir köşesine kaldırmıştım. Ama bu karşılaştığım iki resimdeki taşıyıcılar kangurudan görüntüde de (araştırdıktan sonra) kullanım ve rahatlıkta da farklıydılar. İlk gördüğüm carrier  denilen görüntüsü sırt çantasına benzeyen bir taşıyıcıydı (fotoğrafı için: http://store.bobafamily.com/baby-carrier/ , http://www.ergobaby.eu/en/s576/original-carrier-earth-black-taupe.html) ebeveynler bunu hem vücudunun önüne hem de sırtına asabiliyor. Bunu kangurulardan ayıran en önemli nokta bebeklerin/çocukların kalçalarına yük bindirmemesi...Henüz carrier kullanmaya başlamadığımız için bu üründeki detayları ve deneyimlerimi daha sonraya bırakıyorum.

İpek doğmadan dolabına koyduğum en değerli parçalardan biri oldu wrap slingimiz ve doğumdan sonraki birinci haftada da kullanmaya başladım; şu ana kadar da vazgeçilmezlerimiz arasına girdi bile... Evde yardımcısız iki çocuklu bir hayatta en büyük yardımcı gibi göründü sling bana ve gerçekten de öyle oldu. İpek gündüz uykularını slingde uyuyor çoğunlukla;ben de bu arada evdeki işlerimi yapıyorum, Mert'i giydiriyorum, kahvaltı ediyorum, yürüyüşe çıkabiliyorum, markete gidebiliyorum vs vs... Tek yapılmayacak şey: araba kullanmak... Onun dışında aklıma slingle yapılamayacak bir şey gelmiyor günlük hayattan... Bir de uyumak sanırım... Yani kısacası güvenliği tehlikeye atacak aktiviteler dışında her şeyi İpek'i üzerime takarak yapabiliyorum.


Avantajları: 

  • anne özgürce istediği işi yapabiliyor
  • bebek anneyle olan ten teması sayesinde huzurlu oluyor- bu konuda detaylı bilgi için bkz. attachment parenting (doğal ebeveynlik) üzerine yazılmış kitaplar ve makaleler
  • bence bebeğin gaz çıkarmasını da kolaylaştırıcı
Dezavantajları:

  • Bence tek dezavantajı sıcak havada hem anne hem de bebeği için ekstra sıcaklık sağlaması
  • Bir de eğer tek tek anlatmaktan hoşlanmıyorsanız herkesin size garip garip baktıktan sonra sordukları aynı sorulara cevap vermek durumunda kalmanız (ben bu durumdan rahatsız değilim ve olabildiğince çok kişiye de wrap sling'in yararlarını anlatmaktan mutlu oluyorum)
garip bakışların ardından gelen sorular/ yorumlar (ve benim cevaplarım) belli:
- aaaa bebek mi var orada? (evet, baktım ki hayat dışarıda zor tekrar içeri soktum yavruyu!!)
- nefes alabiliyor mu peki? (sizce???)
- sıkışmıyor mu orada? (anne karnında sizce nasıldı?) (Bodrum'da durumumu yadırgayan bir amcaya empati yapabilmesi için ee eskiden kundaklar vardı onda nasıl duruyordu bebekler? dedim)
- içinden düşmez di mi? (!!!)
- bağlaması zor mu? (birkaç kez yaptıktan sonra el alışıyor)
- kucak çocuğu olacak bu!!(bırakınız olsun, yürümeye başlayınca tutamayacağım zaten- Mert'ten tecrübeli olunca bu cümleyi rahatça kuruyorum)
- oooh rahatı bulmuşsun sen!! (önceki sorulara yanıt verip sınavdan geçince...)

Kısacası slingle pek çok şey çok rahat... Bir kere İpek'i kesin uyutabileceğimi bilmenin verdiği rahatlık çok güzel bir his...Bu nedenle yeni annelere kesinlikle öneririm.

Slinglerle ilgili deneyimlerinden faydalandığım bir diğer blog da http://www.slingomom.com/ oldu, mutlaka slingomom'un bu konudaki yazılarını okumanızı öneririm, bana buradaki yazılar çok iyi geldi/ geliyor... 

"Babywearing" konusunda yeni tecrübeler edindikçe paylaşmaya devam edeceğim... Bu arada son dönemde pusetin de varlığını sorgulamaya başladık diyebilirim. Pusetin ana kucağını arabada araba koltuğu olarak kullanıp, yürüyüşlerde slingi kullanmayı tercih ediyorum. Küçük bir kullanım önerisi:wrap sling + maclaren quest puset bence bebek taşıyıcılar olarak en pratik, en hafif, en yararlı iki ürün.. Bence daha fazlasına hiç ama hiç gerek yok... Tabii herkesin ihtiyacı farklı olabilir ben Mert'te yaşadığım klasik süreç ve şimdi yaşadığım daha rahat süreci kıyaslayarak bunu yazıyorum...

19 Eylül 2013 Perşembe

Bugün bana çok iyi geldi... Çocuk çocuğu istiyor anne de anneyi...

Bundan 1.5 sene kadar önceydi... Ben daha yeni iş hayatından çıkmış, full time ev hayatına alışmaya çalışıyor ve yeni taşındığımız evi bir düzene sokmaya çalışıyordum... Mert henüz 2 yaşında bile değildi... Yeni eve ve 1 yıllık Avrupa yakası macerasından sonra geri döndüğümüz Anadolu yakasına alışmak çok zor olmadı bizim için ama tüm arkadaşları çalışan ve çalışmayan "anne" tanıdığı olmayan benim için full time ev hayatı bilinmezliklerle doluydu... Çok sıkıcı olabilir miydi, evet belki....

Avrupa yakasındayken ve çalışıyorken Mert'i hafta sonları götürdüğümüz ebeveynli bir oyun merkezi vardı. İstanbul'da çok bilinen ve farklı semtlerde de şubeleri olan bu merkeze kayıt ettirdim Mert'i ilk iş olarak. Avrupa yakasındaki şubeden o kadar memnundum ki Anadolu yakasındakinden memnun olmayabileceğimizi düşünmedim bile! Ocak- Şubat ayı gibi başladığımız yeni "okulumuz"da ilk dikkatimi çeken şey iki şubenin birbirinden iletişim olarak ne kadar farklı olduğuydu ama çok da takılmadım. Sonuçta kış mevsimiydi, dışarıda çok fazla seçenek yoktu ve ne yazık ki ev hayatına ait benim de bir çevrem yoktu. Biz "okulumuza" yaklaşık 3-4 ay devam ettik. Ara ara ben uygulamalara kızdım, ara ara Mert içinde bulunduğu 2 yaş krizleri ile gitmeyi ya da orada oynamayı reddetti ama biz devamlılığımızdan ödün vermedik.

Artık dönemimizin son haftaları gibiydi, anneli "sanat" dersimizde yanımdaki bir anne ile ufaktan çocukların saçlarını nerede kestirdiğimizden, memnun olup olmadığımızdan vs konuştuk. Konuşmanın sonunda "biz haftada bir 3 anne 3 çocuk birimizin evinde ya da dışarıda buluşuyoruz;sen de Mert'le birlikte bize katılmak ister misin?" diye sordu.O anda gözümdeki parlamayı bilmem farketmiş midir ama içimdki mutluluğu anlatamam...

Bugün bu hikayeyi yazmak istedim... Uzuuun yaz tatilinden sonra bizim çocuklar bugün (1 eksikle- o eksiği de haftaya tamamlayacağız :) ) bir aradalardı. Zaman zaman çığlık çığlığa koşuşturdular, zaman zaman grubumuzun tek ve değerli "kız çocuğu"nun odasında oyuncaklarla oynadılar, arada oturup birlikte çizgi film izlediler... Biz anneler de durup durup "ya bunlar iyice çocuk oldular" "artık bayağı bayağı birlikte oyun oynuyorlar." "ay biz ne iyi oldu da biraraya geldik" gibi cümleler kurduk...

Ara ara kızdığım, buraya niye geliyoruz ki dediğim aktivite merkezine iyi ki gitmişiz Mert'le birlikte diyorum sürekli; iyi ki gitmişiz de çok keyifli, annece delirdiğimizde birbirini anlayan "boşver bizde de aynıları"oluyor diyerek birbirini rahatlatan, çocukların birbirine "arkadaşım" dediği bir "oyun grubu" kurmuşuz (biz kurulu düzene dahil olduk gerçi:))

Çocuklar (galiba) 3 yaşını geçtikten sonra (daha çok) etrafında çocuk istiyor, çocuk çocukla daha çabuk daha sağlıklı büyüyor bence; ama anne de yanında/etrafında anne arıyor... Anlaşılmak,aynı dilde konuşmak yaş kaç olursa olsun insana çok iyi geliyor...

Bugün de bana çok iyi geldi:)

16 Eylül 2013 Pazartesi

Evimizin en miniği hayatımıza giriverdi: İpek'in doğum hikayesi...

En son hamilelik hikayemi 40. Haftayı doldurduğumda yazmıştım… O ara sanki İpek’i hiç doğurmayacakmışım ve ebediyen hamile yaşayacakmışım gibi geliyordu… 2 günde bir gittiğim NST ve doktor kontrollerim sırasında artık sık sık doktoruma “doğmazsa ne yapacağız” gibi mantıklı (!) sorular sormaya başlamıştım… Ben nedense bu hamileliğimde 38. Haftada doğuracağıma inandığım ve herkese “Temmuz başı gibi bebeği bekliyoruz” dediğim için Temmuz ayı boyunca “sen daha doğurmadın mı?” cümlesini sıklıkla duydum!! Hatta son hafta artık bu sorudan o kadar sıkıldım ki birkaç kişiye “yok doğurdum da doğum sonrası kilolarını veremedim” dediğimi hatırlıyorum…
41. haftamın dolacağı Pazar gününden önceki Cuma yine hastanedeydim, NST’de doğuma dair hiçbir belirti yine yoktu ve yine o gün beni gören herkes “daha karnın inmemiş” diyor ben de bu yoruma karşılık “Mert’in doğduğu gün de bana karnın inmemiş daha senin doğumuna var diyorlardı” diye savunma yapıyordum. Cuma günkü kontrolde doktorum doğumun başlamaması durumunda Cumartesi gecesi hastaneye yatmamı istediğini ve o gece verecekleri bir ilaç ile doğumu tetiklemeye çalışacaklarını söyledi. Hamileliğimin başından beri normal doğum yapmak istediğim için bu durumda olmak beni gerdi. Ya suni sancı almak zorunda kalırsam, ya sezaryen olmak zorunda kalırsam gibi düşünceler stres katsayımı arttırdı. Ben her hamilelikte anne nasıl bir doğum arzu ediyorsa, kendisini strese sokmayacak seçenek kendisi için neyse o şekilde doğurmasının en güzeli olduğuna inanıyorum. Benim için de kendimi en mutlu hissedeceğim doğum normal doğum olduğu için sezaryen olasılığı bile oldukça üzücüydü. Oysaki önemli olan annenin ve bebeğin sağlığı; eğer doktorunuza güveniyorsanız o sizin ve bebeğinizin sağlığı için sizi en doğru yöntem için bilgilendirecektir.
Gelelim o cumartesi gecesine…
Daha önceden Kerem’le vermiş olduğumuz karar sonucu hastaneye giderken Mert’i de yanımıza alacaktık. Biz doğum için hastaneye giderken Mert’i evde bırakmak istemedik. Kafamda ben ve Kerem hastanedeyken, doğum sonrası Mert’in hastaneye gelip o tabloya dışarıdan bakan bir göz olmasını yerleştiremedim, içime sindiremedim.  Sonrasında biraz araştırdım, hastaneye götürenler var mı neler yaşamışlar diye; çok olumlu yorumlar okuyunca doğumdan haftalar önce Mert’e neyi tercih edeceğini sorduk. O da bizimle hastanede olmak istediğini söyledi. Duruma yavaş yavaş hazırlamak için ona hastanede sıkılabileceğini, her istediği an onun isteklerine cevap veremeyebileceğimizi ve hastanenin kurallarına uymak zorunda olduğumuzu anlattık. O da bunları kabul etti.
Cumartesi gece yarısına doğru arabanın bagajında bavulumuz ve oda süslerimiz, arka koltukta uyuyan oğlumuzla hastanenin otoparkına girdiğimizde kendimi tatil için otele gelmiş gibi hissettim.  Mert’i refakatçi yataklarından birine yatırdık, bavulumu boşalttık ve sabaha doğumu başlatacağını ümit ederek ilacı aldım ve uyudum. Doktorum ilk seferde ilacın etki etmemesi durumunda ertesi gün birkaç kez daha ilacı uygulayabileceğini, uygulama sayısının benim sabrıma bağlı olacağını vs söylemişti. Sabah saat 7 gibi Mert’in bizi uyandırması ile kalktık, sabah muayenemi yapan nöbetçi doktor ilacın henüz etki etmediğini söyledi. Ben de kahvaltı sonrası odayı süslemeye giriştimJ




Odayı süslemeye başlamıştım ki saat 9 civarı doktorum bizim odaya uğradı, benim “doğum ne zaman başlar acaba?” merakımı görünce beni muayeneye aldı. Bizim kızın gelmeye hala niyeti yoktu ki minik bir müdahale ile su kesesi patlatıldı! Veee doğum süreci o andan itibaren başladı. En baştan itibaren epidural anestezi almadan doğum yapmak istediğimden sürecin başında epidurali çok net bir şekilde reddettim. Sancılarımın yavaş yavaş başlamasıyla hemşirelerden pilates topu ve bir mat rica ettim. Güleryüzlü ve şefkatli olduğunu düşündüğüm ebe hemşire bana sadece istediklerimi getirmekle kalmadı, sancılar gelmeye başladığında nasıl sancıyı daha hafifletebileceğimi de gösterdi. İlk bir saatte durumum gayet iyiyken sancıların sıklaşması ama İpek’in henüz daha aşağı inmemesi nedeniyle ben sıkı bir epidural istekçisi oluverdim!!! Pazar günü, az sayıda anestezi doktoru ve tam o saatte bir başka doğumun olması derken ben yaklaşık 15 dakika epidural için anestezi doktoru bekledim, o 15 dakika benim için 1 saat de olabilir 2 saat de!!! İpek’in aşağı inmemesi nedeniyle doğumun sancı sürecinin daha çooooook süreceğini düşünüyordum ki öğlen saat 2 civarı nöbetçi doktorun muayenesinin ardından doğumun başladığı müjdesini aldımJ
Bu arada ben sancı sürecindeyken Mert de odamızı ikiye ayıran kapının diğer tarafında halası, babaannesi, teyzesi ve kuzeni ile çeşitli oyunlar oynuyor arada benim odama gelip beni kontrol ediyordu. O  geldiğinde ben tüm iyi halimle onunla konuşuyor onun kendi tarafına dönmesiyle ben de sancılarıma tekrar konsantre oluyordum. Doğumhaneye giderken Mert’e haber verdik, İpek doğar doğmaz, daha önce ona söz verdiğimiz gibi kardeşini ilk onun göreceğini söyledik.
Doğumhaneye giderken Mert’in doğumunda kurduğum cümlenin aynısını kurdum: “Senai Bey’e (doktoruma) haber verdiniz mi?” “evet geliyor şimdi” cevabını alınca rahatladım. Yaklaşık 15- 20 dakikalık, benim İpek’i kesinlikle çıkartamayacağımı düşündüğüm sürecin sonunda İpek kocaman gözlerini açmış ben nereye geldim modunda etrafı inceliyordu J
Evimizin en miniği 21 Temmuz 2013 günü 14.36’da tam istediğim gibi normal doğumla hayatımıza giriverdi ve söz verdiğimiz üzere doğumhaneden çıktığında onu ilk gören Abisi Mert oldu J Tabii ben bu buluşmaya sonradan resimlerden tanıklık edebildim. Doğumhaneden çıktığımda Mert hala koridorda, cam bölmeden kardeşinin yıkanmasını izliyordu. Ben, doğum yapmanın verdiği rahatlık, Mert’i görmenin mutluluğuyla “Mert’cimmmm bak ben çıktım ve çok iyiyim anneciğim” dedim, Mert’in yüzündeki şaşkınlık ifadesi beni görünce sıcacık bir gülümsemeye dönüştü ya da ben öyle görmek istedim…



Hastanedeki 2 günün sonunda eve geldiğimizde en çok şu iki cümleyi söyledim sanırım: “oh iyi ki doğurdum da rahatladım.” (hiç doğurmayacağım sanıyordum ya!!:)) ve “iyi ki hastaneye Mert’i  götürdük.” (eve geldiğimiz gün evdeki kalabalığa karşı çığlıklar atan oğlumu görünce hastaneye gelmeseydi ve İpek’in gelişi ile evde bebekli ortama ilk kez girseydi sanırım Mert’i idare etmek ve sakinleştirmek daha zor olabilirdi.)

İpek’in doğum hikayesini İpek doğduktan 2 ay sonra yazabildiğim düşünülürse 2 çocuklu hayatta günlerin nasıl hızla geçtiğini anlayabilmekte değilim. Ha 2 çocuk güzel mi, zor mu diye soran varsa ben hep kardeşli hayatın güzel olduğunu savunanlardanım, inşallah İpek’le Mert de kardeşliklerini  çooook güzel bir şekilde yaşarlar hayatları boyu. Blogger annelerden Slingomom sanırım twitter’da yazmıştı: “2.çocuk kolay; 2 çocuk zor…” diye. Kesinlikle sonuna kadar katılıyorum…