1 Temmuz 2014 Salı

Yaz Tatili ilk durak: Marmaris - Hisarönü

Dikkat! Bu yazı bol miktarda deniz, kum ve güneş içerir! :))

Bloga bir şeyler yazarken tavsiye mahiyetinde yazılar yazmaktan ziyade kendi deneyimlerimi anlatmayı tercih ediyorum. Konu isterse tatil, isterse doktor, isterse okul olsun herkesin beklentisi birbirinden farklı olabiliyor... Bu nedenle öncelikle, yazıda geçecek hiçbir otel, restoran ya da benzeri yeri önermediğimi; bizim ailece yasadigimiz deneyimler, begeniler ya da olumsuzluklari paylastigimi belirtmek isterim...

Haziran'ın tam ortasına denk gelen bir düğünümüz vardı, hem de Marmaris'te ve o hafta Mert'in okulu kapalı olacaktı. Eh biz de içeriğini tamamen doldurmasak da o haftayı ailemizin tatil haftası ilan ettik. Gerçekten de yola çıktığımız güne kadar tatil haftamızın içeriğini doldurmadık; daha da doğrusu zaman bulup dolduramadık! Bizim için öncelikli konu arabayla çıkacağımız yolculuğu minimum ağlama ile sonlandırmaktı; bunun da yolu maksimum uykudan geçiyordu. O da ancak bir gece yolculuğu ile mümkündü; zira ben de Kerem de gece araba kullanmaktan hiç hoşlanmıyorduk. Şöyle bir çözüm bulduk: Cuma akşamı saat 18:30 Yenikapı-Bandırma feribotuna binecektik ve böylece yolun bir kısımını ve de çocukların uyanık olduğu bir kısmını çocuklarla sakince geçirebilecektik. Sonrasında da amacımız gece yarısı İzmir'e varmış olmak ve orada konakladıktan sonra sabah erkenden yola çıkıp Cumartesi öğlen başlayacak olan düğün kutlamasına Marmaris Hisarönü'ne yetişmekti. Tatil ile ilgili yaptığımız tek plan olan ulaşım planı hiçbir sıkıntı yaşamaksızın süper işledi... Ne "sıkıldım, ne zaman geleceğiz" diye mızıldayan bir Mert ne de yorgunluktan ve sıkıntıdan ağlayan/ bağıran bir İpek ile karşılaştık...



Düğünün olacağı ve bizim de konaklayacağımız Golden Key Hisarönü'ne geldiğimizdeki ilk izlenimim de orada geçirdiğim iki günün sonunda ayrılırkenki son izlenimim de aynı oldu: "çocukla çok çok rahat edilen, keyifli tatil geçirilebilecek bir otel"... Öğlen geldiğimizde otelin sahilindeki geniş çimenlik alanda düğün pikniği başlamak üzereydi. Düğüne uygun plaj giysilerimizi giydik ve kendimizi çimlere bıraktık. İpek bütün alanı emekleyerek gezinirken Mert de kah çimlik alanda kah kumsalda, zaman zaman düğün modundan çıkıp tatilci moduna geçerek ve kendini denize atarak gündüzün keyfini sonuna kadar çıkardılar... Arada yorulan İpek Hanım ağaçlar altında serin bir köşede uyuyarak bana ayrı bir huzur da kattı:)) Sonrasında akşam havuz kenarında daha düğün formatına geçerek devam ettik eğlenceye... Kısacası oldukça eğlenceli bir düğün günü ve gecesi geçirdik ailecek:)




Tatilimiz plansız başladı ama plansız devam etmedi; tatilin genelinde bir ya da iki günlük planlar yaparak devam ettik tatil haftamıza... Golden Key Hisarönü'nde düğün nedeniyle bir gecelik olan konaklamamızı da otelden çok keyif alınca günlük planlamamız çerçevesinde otelde yer de olunca bir gece daha uzattık. Otelden neden memnun kaldık? Çünkü biz (yani ben ve Kerem) kocaman tatil köylerinde tatil yapmaktan keyif almıyoruz; otelden havuza yürü, havuzdan denize taşın, denizden yemek saati gelince haydiiiii restorana, "eyvah yemek saati bitiyor; acele edelim" telaşı içerisinde bir bakıyorum ben tatilin sonunda bayağı bir yorulmuşum. Bu nedenle tercihlerimiz daha düz ayak, deniz, kum, yemek yenecek yer ve oda birbirine birkaç adım mesafede olan oteller... Hatta hatta sahilini, plajlarını gezebileceğimiz, gittiğimiz yerde otel yemeği dışında pek çok alternatif bulabileceğimiz yerler... Golden Key Hisarönü de böyle bir tatil sunuyor bence... Marmaris'ten Selimiye, Bozburun tabelası yönüne sapıp 20 dkika kadar gittikten sonra geliyorsunuz Hisarönü'ne... Yandex ile oteli bulmaya çalışıyorsanız dikkat, neden bilmiyorum otelin olduğu yerden 1.5 km ötede gösteriyor oteli... Tesadüfen yoldaki küçük tabelayı görünce döndük biz ve otele ulaştık. Otel ağaçlar arasındaki ikişer katlı minik yazlık formatında evlerden oluşuyor, alt katı ayrı bir oda üst katı ayrı... Yani bizim kaldıklarımız öyleydi, farklı oda formları da var sanırım.  Odaların içi tahta, önü çim ve taşlık... Tüm evlerin ortasında orta büyüklükte bir havuz ve otelin restoranı var. Otelin havuzunda düğün gecesi havuza atlayan bizler dışında kimseyi görmedim diyebilirim. Deniz o kadar güzel ki, havuz olmasa da olurmuş. Zaten benim için havuz her daim gereksiz ayrıntı :)) Plaja inerken geçtiğimiz geniş çim alan bizim için harika bir alandı. Denizden çıkıp güneşin tam tepede olduğu saatlerde çim alana geçip oradaki tenteli şezlonglarda uzandık, Mert etrafta koşuşturup durdu, çocuk parkında oynadı, babasıyla masa tenisi denemeleri yaptı ve koşturduğu her alanı buradan görebildik, üstüne bir de deniz bisikleti turu yapınca buraya bayıldı! İpek de çimlerde bütün bir gün emekleyip durdu, yorulunca da uyudu... :) Otelin restoranında tatil köylerindeki gibi (gereksiz) envai çeşit seçenek yok; az ama öz, yediğim çoğu şey de gayet lezzetliydi...



Benim için yaz tatili deniz, kum, doğa, temiz hava, eh biraz da fırsat bulunca uzanabilmek demekse ben Golden Key Hisarönü'nü çok sevdim. "Burada bütün yaz kalırım, burada insan kitap yazar" falan diyordum ki Kerem hayallerimi "sıkılırsın o kadar uzun süre!" diyerek yıkıverdi...

Cumartesi ve Pazar günlerini Hisarönü'nde geçirdikten sonra plansız tatilimize "yanımıza pasaportları alalım belki Rodos'a geçeriz" diyerek ihtimal verdiğimiz Rodos ile devam etmeye karar verdik. Pazar gecesi Marmaris- Rodos denizotobüsü için biletlerimizi aldık, bavullarımızı toparladık ve Pazartesi sabahı erkenden otelden ayrıldık...




24 Haziran 2014 Salı

Çocukla yaz tatili

Geçen yıl bu zamanları hatırlıyorum da yaz başlamış, İpek'in karnımdaki 37. haftası dolmuş, ellerim ve ayaklarım içine hava basılmış balon şekline girmiş, Mert ise ilk anaokulu denememizin olduğu okulda yaz günlerini yaşıyordu... Benim içimde bir yandan doğuma yaklaşmanın telaşı (ne hikmetse 38. haftada doğum yapacağıma inanıyordum, oysaki İpek kendi rahatını hiç bozmayarak 41. haftayı tamamladıktan sonra geldi!) diğer yandan koskoca yaz mevsimini tatilsiz geçirecek olmanın verdiği garip bir huzursuzluk vuku buluyordu. Kendimin tatil yapamaması dert değildi de Mert'in 3 yaş döneminde deniz, kum ve güneşin tadını tam anlamıyla çıkaramayacak olması beni rahatsız ediyordu. Bu nedenle İpek biraz ele gelir gelmez, ki bunun için 40'ını beklemiş olduk, 2 haftalık bir tatile attık kendimizi Eylül ayında...

Geçen senenin tersine bu yıl (belki de geçen senenin eksiğini kapatmak amacıyla) sezonu erken açtık ailecek. Kerem'in Mayıs sonu Kemer'de olan bir toplantısına biz de eklendik; 4 gün boyunca Kerem toplantılarına katılırken ben iki çocukla daha kaynar noktaya gelmemiş ancak yazın geldiğini çok net belirten Antalya güneşi altında tatil(!) yaptığımı sandım! Mert, bir deniz bir havuz derken çok eğlendi; İpek, denizle yakından tanıştı; bendeniz Zeynep ise zavallı bir Sebastian edasında otelin çeşitli alanları arasında bir tır şoförü gibidolaştı! Tır şoförü diyorum,çünkü plaj çantası, puset, şişme bot, şişme simitler, kolluklar derken yollara sığamayan bir vasıta haline geliverdim!!!

Bol kardeş kıskançlığı, annenin huniyi kafasına taktığı anlar, gözyaşı ve yüksek volümün ağırlık kazandığı tatil görünümlü köleliğin ardından geçen hafta full kadro gerçek bir tatile çıkınca kendimi neredeyse kraliçe gibi hissettim desem pek de yalan olmaz:)

Geçen hafta, Mert'in okulunun bir haftalık tatili ile çok yakın arkadaşımın Marmaris'te gerçekleşecek düğünü aynı zamana denk gelince düğünün devamını bir tatil imkanına çevirdik. İstanbul'dan Marmaris'e araba yolculuğu ile vardık. Önce 2 gün Hisarönü'de, düğünün gerçekleşeceği yerde konakladık. Golden Key Hisarönü Otel çocuklu bir tatil için, benim açımdan mükemmel bir tesis olmasına karşın yeni yerler görmek amacıyla otelden ayrıldık ve önce Rodos'a sonrasında da Marmaris'e 30 km mesafedeki Akyaka'ya gittik. Tatil boyunca bulunduğumuz her yer deniz açısından harika idi...

Çocuklar sürekli deniz, kum ve güneş ile iç içeydiler... İpek'i denizden alamadık, Mert, İstanbul'a dönmek istemedi! Ara ara Kerem'le çocukları paylaştık; ben İpek'i uyuturken Kerem, Mert'e yüzme dersi verdi mesela... Ya da dördümüz birlikte kumlarla oynadık...Hatta kimi zaman Mert ve İpek birlikte kumda oynadılar bile diyebilirim ve biz o sırada şezlonglarımızda oturduk... Kısacası tatil gibi bir tatil yaptık; sonrasında kendim için bir tatile çıkmaya ihtiyaç duymayacak kadar keyifli bir tatildi!Bu sefer bir önceki tatilimsideki gibi kardeş kıskançlıkları da yüksek değildi,tutturma ve istekler de... Sanırım çocuklar için anne babalarının yanında olması ve bir de tabii ki su oyunları yeterli oluyor...

Gezdiğimiz yerleri, kaldığımız otelleri ve tatilimize ait detayları anlatacağım mutlaka, ancak şimdilik bu kadar... Detaylar bir sonraki yazıyaaaaaa...

22 Haziran 2014 Pazar

Fotoğraf çekmek ve çevreyi fark etmek...

Bu aralar yazmak istediğim çok şey var... Konu başlıklarımı liste yapsam yeridir... Araya yaz ve İpek'in ayaklanma çabaları girince, bu büyüme etkilerinin Mert'te yansımaları da görününce yazma koşullarım oldukça kısıtlandı...

Bu koşuşturmalı süreçte kendime hızla geçen zaman içinde etrafımdakileri daha iyi fark etmeme yarayacak bir hobi yaratmaya karar verdim. Daha doğrusu "odaklanmalıyım" (hayat çok hızlı akıyor, bu akışa kendimi kaptırıp etrafımdaki güzel detayları kaçırıyorum galiba) dediğim bir dönemde Latife'nin fotoğrafçılık derslerinin duyurusu karşıma çıkıverdi. Mert'in okulu Küçük Kara Balık'ın, Mert'e kattıkları dışında, bana da güzel katkıları oldu: çok güzel arkadaşlıklar kurduk anne ve babalarla bizim minikler sayesinde... Latife de bu vesile ile tanıdığım "büyük balık"lardan...

Latife'nin dersleri 3 yarım günlük teori ve 2 günlük fotoğraf çekme denemeleri yaptığımız gezilerden meydana geldi. Teorik dersler denilince sıkıcı  teknik bilgilerden oluşan saatler akla gelmesin... Latife'nin keyifli stüdyosunda kendi evimizdeymiş gibi rahat olduğumuz, kahvaltımızı edip çayımızı içtiğimiz, sohbet ettiğimiz bir "ders" ortamında bulduk kendimizi. Geziler ise bir başka alem... İlk gezimiz Kuzguncuk, ikinci gezimiz Karaköy'e oldu. Ben şehir dışında olunca Karaköy gezisine katılamadım ancak bir önceki gezinin güzelliğinden aklım Karaköy'de kaldı açıkçası! Sonrasında gezinin fotoğrafları da beni haklı çıkardı! Birlikte gezmekten ve fotoğraf çekmeye çalışmaktan çok keyif alan eğlenceli bir grup olarak yaz sonrası "photowalk"larımıza devam etme kararı aldık. Umuyorum bu isteğimizi gerçekleştirir ve hem farklı semtleri farklı bakış açıları ile keşfederiz hem de eğlenceli sohbetlerimize kaldığımız yerden
devam edebiliriz... :)


Bundan 10 sene kadar önce üniversitedeyken de fotoğraf çekmeye merak salmış ancak o dönem öğrendiğim teorik bilgiyi uygulama sürecinde ne yaptığımı görmek için filmin tab edilmesini beklemek benim tezcanlılığıma maalesef uygun düşmemişti. Fotoğraf, elime geldiğinde acaba bunda enstantaneyi kaç yapmıştım, diyaframı ne seçmiştim diye düşünürken büyük makineyle fotoğraf çekmekten uzaklaşıvermiştim. Bu olası maymun iştahlılığımdan dolayı bu sefer bir arkadaşımın fotoğraf makinesi ile derslere ve geziye katıldım, kendime de henüz isteğimi kanıtlamadan bir fotoğraf makinesi almayacağıma söz verdim; ancak evin koca kişisi bir gün bana bir fotoğraf makinesi sürprizi ile çıkageldi... O gün bu gün ben her yere makinemi yanımda taşıyorum ve deniyorum... Kendimce güzel fotoğraflar çekmeye çalışırken etrafa bakmaya çalıştığımı, detayları görmeye çalıştığımı fark ediyor ve mutlu oluyorum.


7 Haziran 2014 Cumartesi

Bir Küçük Kara Balık Hikayesi

Bugün yaşadığımız buydu benim için: Bir Küçük Kara Balık Hikayesi... Son bir haftadır yoğun olmak üzere geçtiğimiz 3 hafta Bir Küçük Kara Balık Hikayesi kurgulamışız hep birlikte... Kim miyiz biz? 3-6 yaş grubuna ait 44 çocuklu minik bir okulun velileri... Bir ticari kuruluş olmayan, kar amacı gütmeyen, veli insiyatifi ile ayakta olan bir okul bizimkisi... Okulumuz minik ama amaçlarımız bize hayat boyu öğretilen/ dayatılan standartlardan farklı... Okulumuzun, çocuklarımıza yaklaşımında yaşadığımız ülkenin standartlarından farklı bir yaklaşım var. Ama ben buna girmeyeceğim şimdi, okumak isterseniz buradan buyurun...

Bugün benim için, öncesinde koşturduğum, planladığım, çalıştığım, ürettiğim, paylaştığım (hava koşulları nedeniyle) kaygılandığım; gün içerisinde yine çalıştığım, paylaştığım, gün sonunda ise yorulduğumu anladığım ama çok keyif aldığım bir gün oldu... 1 ay kadar önceydi, bugün Küçük Kara Balık Kermesi'ni yapmaya karar verdik. Eski ilkokul zamanlarımdan kalma bir kavram benim için "kermes"... Eskilerde bir yerlerde anılarımda kermesler var da hiç organizasyonunda bulunmamıştım... Geçtiğimiz bir aylık süre içerisinde bu 44 çocuklu okulun velileri olarak organize olduk, ekiplere ayrıldık, kimimiz mekan sorumlusu olduk, kimimiz satılacak ürünler sorumlusu, kimimiz yiyecek sorumlusu,kimimiz süsleme, kimimiz de çocuklara yapılacak aktivitelerin sorumlusu... Bu 1 ay içerisinde 3 kez akşam saatlerinde çocukları babalaarına ya da annelerine teslim edip toplantı yaptık; mailler, whatsapp grupları derken her kanaldan iletişimimizi sürdürdük... Her birimiz görevimizi gayet ciddiye alarak bir kurumsal şirket düzeninde sorumluluklarımızı yerine getirdik. Son bir haftadır ise kah birimizin evinde kah birimizin iş yerinde bir araya gelip ürünlerimizi meydana çıkarttık, süslerimizi hazırladık, hayatım boyunca keyifle hatırlayacağım sohbetlere imza atarak kaynaştık...

Bugün kermes alanımızda hepimiz var gücümüzle hepimizin elinden çıkan ürünleri sattık, gelen misafirlerimizi ağırladık, çocuklarımızı eğlendirdik; kısacası eve gelip (çocukları da uyuttuktan sonra) ayaklarımı uzatınca fark ettim ki çok yorulmuşum ama çok da keyif almışım...

Yarın sabah Mert'e anlatacak bir Küçük Kara Balık Hikaye'm var benim: paylaşarak çoğalmanın, bir amaç için çalışmanın, kaynaşmanın güzelliğini anlatan, herkesten öğrenilecek bir şeylerin olduğunun altını çizen bir hikaye... Akşam sakinliğinde ayaklarımı uzatıp da bugünü düşününce beni gülümseten bir hikaye...  


29 Mayıs 2014 Perşembe

yazmak ya da yazmamak...hisler ve düşünceler...

Bu ara aklıma bir konu geliyor, "bunu yazmalıyım" diyorum, sonra "şimdi sırası değil!" diyorum... Bir şeye üzülüyorum, "paylaşayım" diyorum, "insanların geri dönülemez acıları varken sen buna mı üzülüyorsun?!" diyorum... Bir şeyi çok beğeniyorum, bir şeye seviniyorum "hadi yazayım!" diyorum "saçmalama insanlar bu kadar gerginken/ üzgünken beğenmeye/sevinmeye hakkımız mı kaldı?!!" diyorum... Arada Instagram'da çocuklarla yaşadıklarımızdan bazı anlar paylaşıyorum, sonra paylaştığımdan rahatsız oluyorum, galiba utanıyorum! Buraya, bu aralar neden yazamadığımı yazarken bile utanıyorum!

İnsanların acılarını, üzüntülerini görüp, duyup, hissedip çok üzülüyor, çoğunlukla öfkeleniyor, belki elimden ne gelir diye sorguluyor, belki elimden geleni hayata geçiriyorum ama sonunda  kendi yaşantıma dönüyorum... ve utanıyorum... Normal, sıradan, öylesine bir hayat yaşamaktan utanabiliyorken; hırsları içinde, kibirleri içinde, dünyaya hükmedebileceklerine olan yüksek inançlarıyla insanların nasıl utanmayı unutabildiklerine de şaşkınlıkla bakıyorum; anlayamıyorum!

Başka bir yazı yazmak için açmıştım bilgisayarı oysakı! Çocuklarla harala gürele yaşadığımız bir anı yazacaktım... Yazmak istemedim; çünkü utandım!!!

11 Mayıs 2014 Pazar

Pozitif Düşünceler'in Oyun Atölyesi

Bu ara yazmak istediklerimle yazmak için bulabildiğim vakit ters orantılı maalesef... Daha fazla gecikmeden geçen Cumartesi günü Mert ile katıldığımız Pozitif Düşünceler'in Oyun Atölyesi'ni yazmak, paylaşmak istiyorum...



Pozitif Düşünceler, kadınlara ve annelere hitap edecek konularda, gelenekselleşmiş yaklaşımların dışına çıkarak, değişik bakış açılarını da kucaklayan, yüksek enerjili ve interaktif eğitim, atölye ve aktiviteler düzenlemek amacıyla kurulan bir kadın+anne girişimi... Güncel, çok tartışılan ya da merak edilen konularda uzmanları, ve pratik deneyimleri olan bireyleri kadın ve anneler ile buluşturuyor.

Pozitif Düşünceler'in ilk etkinliği de 3 Mayıs Cumartesi günü gerçekleşen ve tüm gün biz anneler için farklı panellerle, çocuklar içinse farklı aktivitelerle süren Oyun Atölyesi oldu.



Açılışın ardından biz annelerin ilk durağı Kahkaha Yogası Lideri Aydan Ermiş oldu. Hayatın koşuşturması içinde benim gibi zaman zaman nefesini farkında olmadan tutan birine çok iyi geldi Aydan Hanım'ın anlattıkları... Son zamanlarda sık tekrarladığım bir cümle: "hiçbir şey tesadüf değil, yaşadıklarımızın hepsinin bir nedeni var!" Biliyorum ki bu nefes teknikleri ile sık karşılaşmamın da bir nedeni var: doğru nefes almayı hatırlamam gerekiyor! Hatırlamak diyorum çünkü Aydan Hanım'ın dediğine göre "doğru nefes almak" aslında doğuştan bildiğimiz ancak zamanla unuttuğumuz bir şey! Biz "yetişkinler" çoğunlukla diyafram nefesi yerine göğüs nefesi alıyor(muş)uz. Sürekli göğüs nefesi almak bir çeşit "savaş kaç" komutu imiş beynimiz için ve bu da bizleri çok sinirli, gergin, endişeli yapabiliyormuş. Göğüs nefesi ile diyafram nefesini bir arada kullanmak gerekirmiş. Aydan Hanım'dan kısa kısa bilgileri aldıktan sonra nefes ve kahkaha egzersizleri yaptık ve tabii ki rahatladık:) Biliyor musunuz çocuklar günde 300-400 kahkaha atarlarmış! Günde 1 kahkaha bile atmadığımız günler olduğunu düşünürsek ne kadar kendimizi gerdiğimizi anlamak mümkün!

Ardından Zürafa Anaokulu Kurucusu Esra Akalın ve www.terazilastikcimnastik.com blogunun yazarı Mine Topal "Oyun ve Çocuğa Katkılarını" paylaştılar:

- oyun=öğrenme

- ne işe yarar oyun?
1. fiziksel gelişimi destekler
2. çocuk duygularıyla başedebilmeyi öğrenir
3.sosyal becerilerini geliştirir (paylaşma becerisi, tartışma... gibi)

- Oyunda patron çocuktur

- Oyunun bir hedefi yoktur. Yani çocuk sonunda amacım şu diye başlamaz. süreç odaklıdır.

- Oyun, esnek ve spontandır.

- Oyun, merak uyandırır,sürükleyici ve düşündürücüdür.

- Oyun, gerçeklere uygun olmak zorunda değildir.

- Peki genelde biz ebeveynler ne gibi hatalar yapıyoruz?
  • "Ne oynamak istersin?" yerine "haydi gel (saklambaç) oynayalım!" diyoruz!
  • "Dengeni sağlamak için...." diyeceğimize "dur yapma!" "düşersin!" gibi engelleyici cümleler kurabiliyoruz.
  • Kafasına geçirdiği bir sepet gördüğümüzde "ne akıl etmişsin öyle!" demek yerine "o şapka değil ki!" deyiveriyoruz! 
- çocukların TV izleme süresine araştırmacılar şöyle bir formül önermişler: ÇOCUĞUN YAŞI/10*60. Mert 4 yaşında olduğuna göre maksimum TV izleme süresi bu formüle göre 24 dakika... Günde bir çizgi film izleme hakkı olan Mert'e bu yaklaşıma göre doğru bir sınırlama getirmişiz galiba :)

Bu söyleşiden aklımda en net kalan cümlelerden biri de "Sıkılan çocuk fikir üretir." oldu. Buna benzer cümleleri sıklıkla kullandığım ve şimdiki zamanda çocukların sıkılmalarına izin vermediğimiz için kendimizi sıklıkla eleştirdiğim için bu cümleyi sevgi ile kucakladım! :) Bu cümleden yola çıkarak da "teknolojiden dadı olmaz!" dedi konuşmacılar... Teknolojik oyuncaklar hayatımızın bir gerçeği, eğitici oyunlar seçmek gerek ve en önemlisi de zamanı sınırlamak.

Önerilen keyifli fikirlerden de özellikle "mutluluk defteri"ni yakın bir zamanda hayata geçirmek üzere cebime koydum. Nedir bu mutluluk defteri? Aileye ait bir defter... Ailenin her bireyi o deftere gün içinde yaşadığı mutlulukları yazabiliyor, henüz yazmayı bilmeyen çocuklar ise resimleyebiliyor. Böylece hem güzel bir anı defteri oluyor, hem de mutluluklar hatırlandıkça mutluluklar yeniden yaşanıyor:)

Son olarak "Çocuk, Oyun ve Kitap" üzerine Uzman Pedagog Belgin Temur, Çocuk Kitapları Yazaruı Aytül Akal ve (bizim ailemizin, mahallemizin, cücelerimizin kitapçısı) İyi Cüceler Çocuk Kitabevi'nin İyi Devi Biranda Çoban bizlerle görüşlerini paylaştılar Tülay Sarı'nın moderatörlüğünde...

- Çocuklarımız kitaplarını kendileri seçsin, almadan önce bizler okuyabiliriz ancak kendi istediğimiz kitabı almaya dayatmamamız gerekir.
- Okul öncesi dönemde çocuklarımıza kitap okuyoruz, ancak çocuklarımız okumayı öğrendiklerinde "kendin oku!" diyoruz... Bu zorlama yerine karşılıklı ilişkimize devam etsek keşke..
- Çocuklarda değişmesini istediğimiz bir davranış varsa eczaneden ilaç alır gibi kitapçıdan bir kitap alıp soruna çözüm bulabilir miyiz? Bu soruya verilen yanıtı sanırım uzun uzadıya yazmama gerek yok; aslında her konunun çözümü bizimle çocuğumuz arasındaki ilişkide...
- "Kitap okumak çocukların hayal gücünü geliştirir." demek çocuklara yapılan bir haksızlık! Çocukların hayal gücü zaten geniş!
- Kitapların üzerinde yazan yaş grupları genellikle anlamlı, bu yaş gruplarına bakılarak yaşa göre kitap seçilebilir.
- Kitap bittikten sonra çocuğunuzdan kitapla ilgili aklında kalan en etkileyici şeyi resmetmesini istemek kitabın çocukta nasıl bir iz bıraktığını görmek adına çok iyi bir fikir.
- Okumayı bilen çocuğun okuduğunu anlaması için ne yavaş, ne hızlı ne de orta hızda okuması doğru bir çözüm olur. Okuduğunu anlaması için okumayı noktalama işaretlerine uygun olarak yapması gerekir.






Ben bu keyifli sohbetleri dinlerken Mert de bütün gün çocuklara ayrılan alanda T-shirt boyadı, şarkılar söyleyip dans etti, tahta oyuncaklardan gemiler, kuleler inşa etti, resim çizdi ve pek çok oyuna katıldı... Kısacası keyifli bir gün geçirdi... Keyifli olduğunu bir kendi sözlerinden anlıyorum bir de gün boyu beni hiç yanına çağırmamasından ve/ya yanıma gelmek istememesinden anlıyorum... Bir tarafta anneler için besleyici diğer tarafta çocuklar için de keyifli bir program hazırlanmış olmasından dolayı biz çok memnun olarak ayrıldık Oyun Atölyesi'nden... Hem de elimizde günün sonuna doğruyapılan çekilişte kazandığımız "HADİ HAM YAP" kutusu ile... Çok lezzetli,sağlıklı atıştırmalıklar yedik Hadi Ham Yap sayesinde...

Mert'in okulundaki veli toplantısına yetişmek zorunda olduğum için ne yazık ki günün sonunda İstanbul Drama Sanat Akademisi'nin düzenlediği Yaratıcı Drama çalışmasına katılamadık Mert ile. Eminim o da ayrıca keyifli bir çalışmaydı...

Annelerin bilgilenirken,sosyalleşirken ve eğlenirken çocuklarının keyifli zaman geçirebildiği bu insiyatifi ben çok sevdim. Pozitif Düşünceler ekibinin yollarının hep açık olması dileğiyle... :)

Son bir not, ama ÖNEMLİ bir not:

Pozitif Düşünceler, etkinliklerinin her birinde bir sosyal sorumluluk projesi desteklemekte.

Bu kapsamda, "Oyun Atölyesi"nin tanıtım sürecinden gerçekleştiği tarihe kadar olan sürede Şanlıurfa'ya bağlı Deniz Mezrası'ndaki Deniz İlkokulu'nun Anasınıfı için kitap,oyuncak ve materyal toplandı, detayları okumak isterseniz: http://pozitifdusunceler.com/denizanasinifi/

Pozitif Düşünceler'e ulaşmak için:

http://pozitifdusunceler.com/
https://www.facebook.com/pozitif1dusunce?ref=ts&fref=ts
https://twitter.com/Pozitif1Dusunce

*Çocukların çalışmalarına ait fotoğraflar Pozitif Düşünceler Facebook Sayfası'ndan alınmıştır.

4 Mayıs 2014 Pazar

İki Çocukla Yurtdışı Tatili - Almanya- 3

İki Çocukla Yurtdışı’ için hazırlık süreciydidüğün telaşıydı derken tatilin ikinci bölümü Münih’e varmamız ile başladı.
Karlsruhe sonrası Ulm, Ulm sonrası Münih derken akşam geç saatte vardığımız şehirle ilgili aklımda ilk canlanan sıcacık arabadan inip buz gibi kuru soğuğun yüzümüze çarpması oldu! Araba için Pazar akşamı Münih’in merkezi denilebilecek bir yerde evin hemen önünde park yeri bulmak ve o soğukta bavullarımızı ve uyuyan çocukları eve kolayca taşıyabilmek bizim için gayet mutluluk verici oldu…
Eve taşınırken uyanan Mert, evi keşfetmeye koyuldu… Bizim ailece kalacağımız oda, bebekli arkadaşlarımızın ailece kalacağı oda, mutfak, salon, banyo derken her nokta en ince detayına kadar Mert tarafından incelendi… Biz de kendimizi evde hissetmenin rahatlığı ile çayımızı demleyip kalabalık bir sohbete girdik… Tabii arada bebekler uyandı, emzirildi, tekrar uyutuldu, Mert zorla (!) yatağa sokuldu vs…
İstanbul’da tatil hazırlıkları yapmaya başladığımızdan beri ve yolculuğun bir hafta öncesindeki “haydi planlayalım artık” buluşmamızdan beri tatilin Münih safhasını gün gün planlama isteğindeydik ancak sürekli koşturmacalı halimiz bu planı sürekli ertelememize neden oldu…  Münih’e geldiğimizde kafamızda görmeyi istediğimiz yerler aşağı yukarı netti ama detaylarına hakim değildik. Geçen yıl Aralık ayında bu grubun kadınları olarak “müthiş 3’lü” Münih’te toplanmış ve şehri keşfetme, alışveriş ve yeme&içme odaklı bir ”kızlar buluşması” gerçekleştirmiştik. Bu kez alışveriş odağından uzak şehirde öne çıkan noktaları gezme ve tabii ki yeme & içme odaklı bir 4 gün geçirmek istiyorduk “geniş grup” olarak…
Bu 4 günde nereleri gezdik?
  • Münih, metro & tramvay ağı çok gelişmiş bir şehir olduğundan öncelikle kiraladığımız arabayı geri vererek şehirde sürekli araba parkı ile uğraşmaktan kendimizi kurtardık. Hiçbir gün de arabanın yokluğunu hissetmedik, her yere ulaşımımız çok rahat gerçekleşti. Her yere metroyla gidebilmemiz Mert’in de çok hoşuna gitti. Hatta İstanbul’a döndükten sonra birkaç kez “anne, Almanya’da ne güzel hiç trafik yoktu, değil mi?” cümlesini kendisinden işittim.
  • Münih, Almanya, üretim, fabrika, araba deyince ve arabalara deli gibi ilgi duyan bir oğlum olunca BMW müzesi gezmek istediğimiz yerlerden biri oldu. BMW’nin yönetim binasının hemen yanında bulunan müze Pazartesi günleri kapalı, çok arzu etsek de müzeyi gezemedik ama müze binasının yanında bulunan bir müze edasında kendini gezdirten BMW showroomda oldukça uzun zaman geçirdik. Sadece Mert değil, 30’lu yaşlardaki grubun 3 erkeği de burada bayağı keyifli zaman geçirdi. Showroom içerisinde BMW’nin elektrikli arabasını test etme fırsatımız da oldu…
  • Münih’te olup da Nazi Dönemi Almanya’sına ait kilit bir yer olan Dachau Toplama Kampı’nı görmeden dönmek istemedik. Seneler önce Berlin’de bir toplama kampı gezmiş ve çok çok etkilenmiştimSeneler içinde bu dönem Almanya’sına ait çok kaynak okumuş ve bu döneme ait pek çok film izlemiş olmamdan dolayı bir önceki ziyaretim kadar çok etkilenmedim diye düşünsem de orada yaşananlarla ilgili okuduğum her bir cümle yine beni dağıttı! Ve çok derin düşündürdü… Mert tarafındansa sanırım burası oldukça sıkıcı bir yer olarak algılandı… Çok fazla bir açıklama yapmadık kendisine, insanların çok eskiden yaşadığı ancak artık müze olarak gezilen bir yer olduğunu söyledik sadece… Bizim oldukça soğuk bir havada üzerimizde montlarımız, elimizde eldivenlerimiz, ayağımızda botlarımızla zaman zaman üşüyerek gezdiğimiz alanlarda insanların yarı çıplak çalışmak zorunda bırakıldıklarını düşünmek bile yeterince haksız geldi! Dachau  Toplama Kampı, 1933’te kurulmuş ve diğer tüm kampların kurulmasına model olmuş. Dachau ile ilgili anlatılacak bence çok şey var: çok fazla acı var, haksızlık var, hüzün var! Sadece geçmişe ait dersler değil bugüne ait çıkarımlar yapabilme imkanı da sağlıyor insana… Bol bol düşündürtüyor!  Merak ediyorsanız, yolunuz Münih’e düşerse mutlaka uğramanızı öneririm… Münih’in biraz dışında, tren ve kısa bir otobüs yolculuğu ile ulaşım çok rahat…
  • Münih’te gezintimizin bence çok çok akılda kalan bir diğer mekanı Deutsches Museum/ Alman Müzesi oldu… Burası bizim için “bir daha Münih’e gitme nedenidir”, bunu net olarak söyleyebilirim. Alman Müzesi, insanlığın başlangıcından günümüze kadarki teknolojik/ bilimsel gelişimin adım adım izlenebileceği kocaman bir müze… Sabah ilk açıldığı saatte gidip kapandığı saat olan 17.00’da çıktığında hala gezilecek birçok yerinin kaldığı, insanın damağında müthiş bir tat, bir daha gelme isteği bırakan bir yer…  Çıktığımda şöyle diyordum: “Buraya 14-15 yaşında gelmiş olsaydım kesin fen bilimleri üzerine eğitim almak isterdim.”… Arabaların tarihi gelişiminden uçaklara, matematikten astronomiye, denizcilikten bilgisayarın gelişim sürecine, jeodeziye,  eczacılığa pek çok alana ait bilgiyle donanmak mümkün…  Hani hep söylenir ya bilgisayarlar yıllar önce bir oda büyüklüğündeydi diye… Hah, o oda büyüklüğünde bilgisayarı biz Alman Müzesi’nde gördük işte  Çocuklar için inanılmaz keyifli, merak uyandırıcı bir yer… Mert, hala “tekrar Münih’e gidelim ve Alman Müzesi’ni tamamen gezelim!” diyor.
  • Münih’te çocuklarla bir diğer gezilesi/ dinlenilesi mekan, Englischer Garten (İngiliz Bahçesi)… Münih’in ortasında, içinde bir nehir barındıran devasa bir park… Baharda ya da yazın gelindiğinde çok çok keyifli olduğuna eminim ya da kışın bol karlı bir günde…
  • En son akşam bir Alman restoranında, hem de çocuk oyun alanı olan, mama sandalyeleri bol olan bir restoranda bu sefer 9 büyük, 2 çocuk, 3 bebek bol sesli, hareketli, muhabbetli bir yemek yedik. Uzun yıllardır görmediğimiz lise arkadaşımızla yıllar sonra çocuklu olarak buluştuk, Almanya’da kurduğu yaşamı konuştuk, çocukları, iki dille büyümenin nasıl olduğunu, işte anneler birbirini bulunca neler konuşursa hepsini bol bol konuştuk…
Münih’te gezidğimiz yerler buralar oldu ama buralarla birlikte çok keyifli akşam yemekleri (genelde İtalyan veya Alman restoranlarını tercih ettik), öğle molaları, kahve araları verdik… Kahvaltıları ise çocukların da olmasından dolayı evde geniş geniş yaptık. Evet, sabahın ilk saatlerinde  evden çıkıp gecenin bir yarısı eve gelmedik,  kahvaltı sonrası öğlene doğru ancak hazırlanıp gezilecek yerleri koşturmacalı bir şekilde değil “olduğu kadar” gezdik… Her tarafı bitireceğiz diye “hırs” yapmadık yani..
Her tatil sonrası Kerem’le oynadığımız “bu tatilden ne öğrendik?” oyunumuza, Münih dönüşü uçağımıza giderken Mert’i de ekledik. Neler öğrenmişiz neler…
Ben: Bu tatilden ne öğrendik?
Mert: Ne öğrendik?
Ben:  Aile olarak tatil yapmak yorucu ama çok eğlenceli…
Kerem: Bu tatilden ne öğrendik?
Ben: Ne öğrendik?
Kerem:  Alman Müzesi’ni tamamen gezmek için bir kez daha Münih’e gelmeliyiz.
Mert: Bu tatilden ne öğrendik?
Kerem: Ne öğrendik?
Mert: Almanya’da her yere metro ile gidilebilir.…
Böyle sonsuz bir şekilde neler öğrendiğimizi konuşmak çok çok eğlenceli ve güzel bir kapanış oldu Münih dönüşü…
Peki, ben “iki çocukla yurtdışı” tatilinden ne öğrendim?
Çocuğu bir yerlere giderken yük olarak görmemize gerek yok, onları yaşlarına uygun olarak bu sürece hazırlayınca uyum sağlamaları pek de zor olmuyor. Hele hele gidilen yerler Avrupa şehirleri ise… Avrupa’da çocuklarla bol yürüyüşlü bir gezi emin olunabilir ki, İstanbul’da bir günlük toplu taşımalı gezintiden daha kolay, daha rahat, daha az yorucu olabiliyor… Çocukları bu tatile dahil edince inanılmaz güzel anılarla donanıyor insan… Bizde ayrı anılar mevcut, Mert’te ayrı… Sonrasında bunları konuşmak bile büyük zenginlik… Ha yorulmadık mı? Yorulduğumuz anlar oldu, özellikle de ben evden çıkma süreçlerinde herkesin gün içinde olası ihtiyaçlarını düşünüp sırt çantamızı hazırlarken yoruldum… Mevsimin kış olması da dışarı çıkarken giyin, içeri girince üstündekileri çıkar sürekliliğinden dolayı belki yorucu… Son iki gece İpek’in sürekli benim üstümde uyumak istemesi sebebiyle uykusuz kalmam ve son gün huysuzlanmam da evet zorluk olarak hatırladıklarımdan… Ancak genel toplama baktığımda biz ailecek ve arkadaşlarımızla çok eğlendik, gezdik, yedik, içtik, yeni şeyler öğrendik ve ne güzel ki bunu çoluk çocuk yaptık… En önemlisi de bundan sonraki gezilerimiz için daha da kendimize güvenir olduk.
Herkesin yaklaşımı farklı olabilir pek tabii, ancak biz bu tatilden en çok çocukları ayağımıza dolanan varlıklar olarak görmeyi değil bize ayak uyduran ve bizimle zaman geçirirken çok keyif alan, bizim de keyif aldığımız hayatımızın parçaları olduğunu daha da iyi öğrendik…