5 Eylül 2014 Cuma

İyi Dev Biranda :)

Çok uzun zamandır kendisiyle Anne Baaak! için bir röportaj yapmak istiyordum. Ancak bu isteğimi sadece kendim biliyordum, Biranda'nın haberi yoktu. Sanırım ben birebir tanıdığım kişilere bu tip ricalarımı çok daha zor iletiyorum. Sanki, istemezlerse "hayır" deme haklarını tanışıklığımız ve aramızdaki ilişki nedeniyle kullanamazlarmış gibi geliyor... Neyse benim bu düşünceme bir de yaz tatilleri eklenince ara iyice açıldı... Ancak süreci hızlandıran Biranda oldu; kendisine isteğimi iletince Biranda,adına uygun hızda bana "e yarın buluşabiliriz" dedi. 

Veeee böylece bizim için çok ayrı yeri olan "mahallemizin" çocuk kitapçısı İyi Cüceler'in geçtiğimiz 2.5 sene boyunca iki iyi devinden biri olan Biranda ile keyifli birkaç saat geçirdik.




Röportaj yapması çok keyifli bir isim oldu benim için Biranda… Röportaj sırasında çok keyif almıştım zaten ancak röportajı deşifre ederken, deşifre etmenin genelde sıkıcı bir iş olduğunu düşünürsek, benim için bir kez daha keyif veren bir sohbet oldu… Benim röportajdaki amatörlüğümü belli etmeyecek derecede profesyoneldi bence kendisi… Kendisini anlatımı o kadar takip edilesi idi ki röportajı yazıya aktarırken “yok!Biranda ayda bir röportaj veriyor olmalı” diye düşünürken yakaladım kendimi :) Ancak sonra aklıma geldi de eski bir simultane tercümanın, sürekli kitaplarla ve insanlarla iç içe olan bir insanın cümlelerinin bu denli akıcı, başı sonu belli olması tesadüf değildi… Ben sohbet sırasında da, sohbeti yazıya dökerken de çok keyif aldım; Biranda’nın hikayesi için buradan buyrun…

Biranda, öncelikle buraya gelirken aklımdan geçeni paylaşmak istiyorum: Sanırım bazı ortak noktalarımız var: Ayrı zamanlarda da olsa aynı üniversiteden geçmişiz, İnsan Kaynaklarının virajlı :) yollarında gitmişiz, ilaç sektöründe "kendimizi bulmuşuz", kurumsal hayata (belki bir süreliğine belki kalıcı olarak) "hoşçakal" demişiz, (senin merakının yanında solda sıfır kalabilirim ama) hayatımızda kitap merakımız hep varlığını korumuş, bir çocuk kitapçısı açma hayalimiz olmuş (ne güzel ki sen bunu gerçek yaşama taşımışsın) ve ne yazık ki ikimiz de erken yaşta annelerimizi kaybetmişiz... Bakalım başka neler öğreneceğim bugün burada :)

·     Hem Biranda hem Hinginar hem Çoban:)Kimdir Biranda biraz tanıyabilir miyiz?
Aslında Biranda en enteresanı. Ayşe’si var bir de bunun. Ama Ayşe’yi sadece işime geldiğinde kullanıyorum. Ayşe Çoban diye söylüyorum bazı anlaşılmayacak yerlerde… Biranda, tamamen çok hızlı doğmamdan kaynaklı. Bir anda doğmuşum; annem doğurduktan sonra “o kadar kolay ki, şimdi girer bir tane daha doğururum!” demiş o nedenle Biranda koymuş…  Ben orta okuldayken bir dönem, artık o kadar çok “yabancı mısın?” diye soruluyordu ki, İtalyanca biliyorum falan… Annem yarı İtalyan deyip geçiştiriyordum çünkü anlatamıyorsun!

“Biranda kimdir?” diye sorduğunda “Biranda, bir anda doğan bir bebeğin ismi” ve bu benim bütün hayatıma da yansımış bir isim… İsimlerin insanların hayatlarını etkilediğine inanıyorum, Biranda ismi benim her şeyimi etkiledi. Hem, tabii çok kapı açıyor “haa o garip isimli kız” diye hatırlanıyorsun,  bir de anlam olarak da ben öyle karar bekletmeyi hiç sevmeyen bir insanım.

 Biranda kimdir… her şeyden önce “kendisi”dir.  Kendi istediklerini, hayalini gerçekleştirmek için hayatta bir amacı olan ama her dakika o amaca takılmadan yaşamaya çalışan birisidir. Tabii ki annedir, eştir, evlattır, abladır, arkadaştır, çok kitap okuyan birisidir, aslında eğitim olarak simultane tercümandır, ama meslek olarak “insan kaynaklarcı”dır, insanla birlikte olmayı seven, insanlarla yaşamayı seven –hem çocuk hem yetişkin-ve bütün hayatını da bunun üzerine kurmuş bir kişidir.  

Hinginar’ın ne demek olduğu ise bir muamma! Arapça’dan geliyor. Bir dönem araştırdım ne demek olduğunu: “nar” ateş demek “hin” de anlık. Bir anda parlayan ateş! “An”lardan korkulası bir durum olabilir yani!

·    Peki bir anda parlar mısın? Bende pek öyle bir izlenim bırakmadın hiç!
Yok öyle bir anda pek parlamam, ama bir anda aklıma bir şey esebilir. Onu da dediğim gibi çok bekletmem. Büyük konularda da öyle. Mesela Deniz’in (Biranda’nın oğlu) okul kararı, mesela kitabevinin devir kararı… Ama onun dışında da, örneğin alışveriş yapmaktan nefret ederim, yılda iki kere falan çıkıp 10 dakika içinde bir ya da iki mağazaya gidip hızlıca alacaklarımı alıp çıkarım. Orada bile net karar veririm. Öncesinde mutlaka bir iç muhasebem var ama onu kendi içimde bile o kadar otomatik yaşıyorum ki aksiyona dökülüşü çok hızlı oluyor"

(Oğlun) Deniz’den önceki Biranda ile Deniz’den sonraki Biranda birbirinden farklı mı?
Olmaz mı! Hiç değişmeyen şeyler de var ama çok farklar da var. Deniz’den önceki Biranda’yı başka rollerinde düşünmek lazım…  Benim, benden 18 yaş küçük bir kardeşim var. Öncelikle abla Biranda olarak kendimi tanımışlığım var mesela… O zaman daha prensipli, çok daha kesin kuralları olan, daha disiplinli bir Biranda varken; anne olduktan sonra (kendimi ve etrafımdakileri de şaşırtacak kadar) daha her şeyi “tamam bu da böyle yaşanacak o zaman”, “prensiplere direnmek zorunda değiliz” (bu ilkesizlik anlamında değil ama) diyen bir Biranda… Bir kere asla ve asla kesinlikle büyük konuşmamak gerektiğini anlamış bir Biranda… Daha sakinim artık. Çünkü ben 37 yaşında, çok mücadeleler sonrası anne olmuş bir kadınım, onun belki de kıymetini iyice anlamış olmaktan kaynaklı olarak daha sakinim. Neredeyse her kadın gibi, annesinin yaptıklarının neredeyse aynısını yapma tuzağına düşmüş bir anneyim. Ama yine de annemden daha sakinim :)  Burada aklıma hep şu karikatür geliyor :)

Karikatür: YİĞİT ÖZGÜR
  
Deniz öncesi/sonrası belirgin bir fark, ben hastalık konusunda çok rahat bir insandım, hayatın normal bir parçası olarak görürdüm, ama Deniz üzerine özellikle bir dönem çok evhamlandığım oldu.  Bir de internette, sosyal medyada o kadar çok doğru/yanlış bilgiye ulaşabiliyoruz ki kendime artık sınır koydum. O kadar çok şeyi okumayacağım, o da psikolojik olarak etkiliyor anneyi!
Benim 2001’de gözümü açan “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” (ve ben sınıf içi eğitime inanmayan bir İK’cıydım) eğitmenlik eğitimi oldu.  Orada 10 yıllık kişisel misyonunu belirliyorsun.  Ben, hiçbir zaman kariyer olarak şöyle yüksek, böyle iyi bir kariyer isteği yazmadım. Misyonum her zaman “kendimin ve insanların mutlu olacağı bir hayat oluşturmak”tı.  Hayatımdaki en tutarlı şeylerden biri sanırım. Tam 2011’in sonunda kurumsal hayattan ayrıldım, hep bu misyonuma hizmet etti.  Bu nedenle çok büyük değişiklikler olmadı belki, Deniz’den sonra sadece “hah tamam bu misyonuma daha rahat devam edebilirim” diye bir uyanışım oldu. Ana değerim “mutluluk” yani.
·      
      Sence Biranda nasıl bir anne?
Çocuğunu özgür bırakmaya çalışan bir anneyim. Lafta değil gerçekten özgür bırakmaya çalışıyorum. Çocuğunun mutlu olmasını isteyen bir anneyim, her anne gibi aslında… Şöyle diyeyim, kendimi, eşimi mutsuz etmeden, çocuğumun mutlu olmasını isteyen bir anne olmak için uğraşıyorum.  Fedakar bir anne miyim? Çok fedakar değilim, öyle saçlarını süpürge eden bir anne değilim gibi geliyor. Deniz’in ihtiyacına göre kendimi şekillendiriyorum, düzenliyorum ama bu benim de tercihim bir yanda. Tabii bir psikolog beni incelese daha farklı bir şeyler söyleyebilir belki! :) 
Onun dışında, kurallar koyan bir anneyim, ama son ana kadar bekliyorum. Mesela bu yaz bizim ilk okulsuz yazımızdı. Kaç yıldır, devam ettiği anaokuluna yazları da gidiyordu. Bu yaz bir yaz okuluna gitti ve sonra epeyce bir tatil ve başbaşaydık! Ve bir dönem ben Deniz’i kendi haline bıraktım:) Televizyon seyretti, evde sürekli futbol oynadı kendi kendine vesaire…  Kafamda okul açılmadan 20- 25 gün önce yeni düzene geçme fikrini oluşturdum. Hani 21 gün kuralı vardır ya, bir işi 21 gün boyunca yaparsın ve o alışkanlık olur. Bunu onunla da paylaştım; “nereden çıktı bu?”, “bu evin müdürü sen misin?” falan dedi ama sonra sistem oturdu. Şimdi günde sadece bir çizgi film izliyor ve bir ay önce bu durum hayal gibiydi!
Yani çok kural koyan çok baskıcı bir anne değilim ama her anne gibi sürekli “acaba doğru mu yaptım, nerede yanlış yapıyor olabilirim, ben yetersiz bir anne miyim?”  gibi soruları da yaşıyorum. Çok normal, işte annelik bu! :)
·     
      Peki, Deniz’e göre sen nasıl bir annesin?
Deniz’e sordum ben bunu. “Komik,eğlenceli” dedi; buna sevindim. “Biraz öğretmen gibi”, öyle bebek gibi davranan öğretmen gibi değilmişim ama öğretmen gibi de davranıyormuşum. Bu iyi mi kötü mü tartışılır :)
·      
      Annelikte şimdiye kadar "en zorlandığım konu" diyeceğin neler oldu?
En zorlandığım konu şöyle: Deniz alerjik bünyesi olan bir çocuk. Spesifik bir alerjisi yok ama şu andaki pek çok çocuk gibi toza, katkı maddeli şeylere vs tepki verebiliyor. Hem alerjisi hem de reflüsü var ve bu nedenle de onu alacağı gıdalar konusunda uyarıyoruz. Geçen sene, alerjisinin tavan olduğu bir dönemin ardından,  bir arkadaşının doğum gününe gittik. İçeriden bir arkadaşı geldi “Deniz ağlıyor!” dedi. İçeri gittim “Burada o içemeyeceğim çikolatalı ve çilekli sütlerden var, ne yapacağım?” diye ağlıyormuş. O an çok üzüldüm!  Ne yapayım, “iç” dedim. O da bana “en kötü ilaç alırım” dedi. Aslında içmemeyi seçmiş ama ağlıyor, daha 4,5 yaşındaydı o zaman,  baş edememiş o kararıyla…  Şimdi ne yapıyor? İK’cı deyimiyle “yetkilendirmenin sınırları” belli oldu. Eğer o dönem alerjisi azmış değilse, iyi bir dönem geçiriyorsa, böyle özel bir günde içiyor ve yiyor, kısıtlı miktarda da olsa… Ama zorlu bir dönemdeyse, kendisi de biliyor, yemiyor ve içmiyor. En zorlandığım konu bu konuda sınır çizme işi!

      Boşluğu doldurmanı rica etsem: Annelik …. olduğu zaman çok keyifli.
Her zaman çok keyifli!  Çocuğun gelip boynuna atladığı zaman çok keyifli… Ama her anında çok keyifli,  geç anne olmamla mı alakalı bu cevabım acaba?
·        
      Eski bir İK’cısın, nasıl İK yoluna saptın?
Aslında simultane tercüman olarak mezun oldum ben.  Son sene aldığım bir derste “siz bir insan değilsiniz, siz bir makinesiniz; insanlığınızı unutun!” , bize verilen mesaj bu oldu! Ve bu benim için çok uç bir talimattı! Ben çocukluğumdan beri dil öğrenmeye çok çok çok meraklıydım, annem doğumumdan itibaren Türkçe ile İtalyanca’yı birlikte öğretmişti. Sonra ben 5 yaşındayken 1 yıl Amerika’dayaşadık, İngilizce’yi de öğrendim.  Sonra Fransızca, İspanyolca öğrendim. Üniversiteye girdim, Almanca öğrendim; yani dil benim için çok önemliydi.  Ama insanlarla iletişim halinde olmak da hep çok önemliydi. Bu nedenle hocamızın söylediği bu laf bende “bi’ dakka ya nasıl olacak?!!” etkisi yarattı. Benim bir kırılma noktam var, bir lastik firmasının bayi toplantısı, İngilizce- İtalyanca simultane tercüme yapıyorum. Tabii o zaman internet falan yok her şeyi, lastiğin sürtünmesi nedir vs ansiklopediden anlamaya çalışıyorsun önce… Ben o gün “ben bu işi yapamayacağım, devam edemeyeceğim!” dedim. Başka bir şey yapmam lazım ama ne yapmam lazım onu da bilmiyorum. Yeni mezundum. O dönem BUMED aracılığıyla Yapı Kredi Bankası’na bir çevirmen aranıyordu. Aslında kurumsal hayata giriş anahtarım yine çevirmenlik oldu. Sonra Yapı Kredi’nin teknoloji örgütü insan kaynaklarını sıfırdan kuracaktı, iç ilan açtılar, ben oraya geçtim ve orada İK’cı oldum. 1997 ilk İK’ya girişim. Ondan sonra 1999,ilaç sektörü… İK’yı hep çok sevdim, çünkü benim “insan/ ilişki” yönümü çok besledi.  Ama dünyanın en zor işlerinden biri, çünkü altı,üstü, sağı, solu hiç kimseyi mutlu edemeyeceğini baştan kabul ediyorsun! Epey bir yıl ben birilerini mutlu edebileceğime inandım ama edemiyormuşsun!!! Bir 5-6 yıl o niyetle çalıştım ama sonra anladım ki bir asgari müşterekte buluşman lazım… 2011 sonuna kadar da öyle çalıştım.
·     
      Kariyer değişikliği yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Kurumsal hayat- kitabevi- danışmanlık döngüsünü biraz anlatabilir misin?
Kurumsal hayattan ayrılmak hayatımın önemli dönüm noktalarından biri… Yıllardır oluşmuş olan network’ümün çok faydasını gördüm. Senelerdir, “bir gün ayrılırsam ne yaparım?” diye düşünüyordum, danışmanlık için İK’nın duayeni olarak bilinen Saide Kuzeyli  ve Zeynep Berberoğlu ayrıldığımın neredeyse ertesi günü “haydi proje görüşmesine gidiyoruz” dediler. Freelance onlarla çalışmaya başladım. Bir eğitim firması ile görüşüyordum, onların adına eğitim vermeye başladım. Hiç ara vermeden İK’cılığıma danışman ve eğitmen olarak devam ettim böylece. Bir diğer taraftan da (seninle ortak hayalimiz olan) çocuk kitapçısı işi… Bir çocuk kitapçısı açmak herhalde benim 10- 11 yaşlarından beri hayalimdi. Ben Fenerbahçe’de doğdum büyüdüm, Fenerbahçe’de bir tane Cumalı Kitapçısı vardı, Necati Cumalı’nın… Kırtasiye kitapçı… Ben, çok erken okumaya başladığım için, çocukken ne varsa okuyorum… 4. Sınıfta mıydım sanırım, orada duran beyefendi bir gün bana “artık gelme, okumadığın kitap kalmadı” dedi. Ben de eve dönüp annemin kitaplarına sardım.  O zamanlar “çocuklar için bir kitapçı olsa”  fikri oluştu, yurt dışına gidip geldikçe görüyorsun, tabii ki bir Meg Ryan “You’ve Got Mail” gerçeği var :)Olur mu olmaz mı? derken “deneyeceğim” dedim… İşten ayrılırken de herkes biliyordu ki ben bunu deneyeceğim. Eşim ve ailem tam destek oldular. Maddi sıfır beklenti ile “deneyeceğim” dedim… Denerken de benim için çok büyük bir avantaj, bir yol arkadaşı ile bu işi yapmamız oldu. Biz Zeynep ile yine çocuklarımız aracılığı ile Music Together’dan tanışıyorduk. Zeynep de o dönemde işten ayrılmıştı, “haydi beraber deneyelim” dedik.  İyi Cüceler vardı o zaman, İyi Cüceler’i biz kurmadık. İyi Cüceler’i Gönül kurmuştu. Deniz, birkaç aylıktı ilk İyi Cüceler’in haberini Cumhuriyet’te okuduğumda…  Hemen o gün görmeye gitmiştim.  Çok güzeldi, tabii içinden “ben olsam şurasını şöyle yapardım” diyorsun:)Tabii inanılmaz güzel bir şey yapmıştı. Sonra da İyi Cüceler’in hep müşterisiydim. O dönem, biz Zeynep’le yine Bağdat Caddesi tarafında yapacağız; ismi, logosu, arkadaşlarımız logo çizdi bize, her türlü marketing materyali hazır falan, böyle yeni bir yer. Bu arada diğer çocuk kitabevleri ile de görüşüyoruz, İyi Cüceler vardı, Düşevi vardı,bir de Tırtıl’a gitmiştik o zaman… Ocak ayıydı ve Ocak, benim için çok önemli bir ay. 2 Ocak 2012’de Gönül beni aradı, “siz bir çocuk kitapçısı açmayı düşünüyormuşsunuz, ben sizinle tanışmak istiyorum.” dedi. O sırada Zeynep de evde, onun da doğum günü… -2 Ocak bir de benim Mert’le (eşi) tanışma günüm. Deniz’in doğum günü 14 Ocak… Dedim ya, bizde Ocak önemli!- “Tamam hemen geliyorum” dedim. Gittim, o da üçüncü bebeğine hamileydi. “Burayı bu işi severek yapacak  ve yaşatacak birilerine devretmek istiyorum.” dedi. Neredeyse hiç beklemeden “Peki!” dedik ve elimizdeki tüm materyalleri çöpe attık! Hemen, 1 Şubat itibariyle biz Zeynep’le devraldık dükkanı. Benim için,blogda da yazdım, gerçekten “hayatımdan bir hayal geçti!”. Hakikaten öyle… Çok güzel bir 2,5 yıl geçirdik. Deniz için de çok iyi oldu orası… Mert için çok iyi olmamış olabilir, hafta içi hafta sonu!!! :) Benim için de sosyal, ruhsal, fiziksel her açıdan; sınırlarımı görmek, becerilerimi görmek –neyi beceremediğimi de anladım-  çok iyi oldu. Çok güzel dostluklar kurdum, mesela onlardan birisin sen! :)  O kadar güzel arkadaşlıklarım oldu k… Onun dışında, ben kurumsal hayattan gelmenin çok faydasını gördüm. Network anlamında, PR anlamında, kriz yönetimi, sorun çözme; yani kurumsal hayattan ne öğrendiysem aslında bunların hepsini burada kullandım. Tabii komik şeyler de oldu… İnsan Kaynakları tarafında mesela bir müşteriye gidiyorum “merhaba ben Biranda” diye tanıtıyorum kendimi,  “aaa biz sizinle zencefilli kurabiye yapmıştık.” gibi karşılık alabiliyorum:)  Mert, benimle çok dalga geçiyor “ ‘celebrity’ olmak kolay değil” diye! İşin şakası tabii… En azından Anadolu yakasında, belli bir alanda bir grup çocuk ve ailesini çok yakından tanıma fırsatım oldu. Şu an hala, caddede yürürken selamlaşıyoruz, bu mesela beni çok mutlu eden bir şey. Ben bunu seviyorum, ama bence çok büyük sorumluluk da veriyor… Sokakta çocuğuna kızamazsın mesela! Benim terbiyem de böyle gerçi, İnsan Kaynaklarında da bu terbiye vardır, şirketi eleştiremezsin, sen şirketin aynı zamanda temsilcisisin… Bizim nesil öyle yetişti yani... Belki doğrusu bu olmayabilir tabii. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim, yaptığım her şeyi çok severek yaptım. Etkinlikleri, kitaplarla ilgili konuşmaları… Beni rahatsız eden şeylerden biri bir otorite gibi görünmenin aynı zamanda çok büyük bir sorumluluk yükü de var. Bir şey önermenin ve onun sonuçlarının ne olacağını tam kestiremiyorsun…  Veya önermediğinde veya bir fikir beyan ettiğinde… Ben bunu aslında sosyal medyanın da bir handikapı olarak görüyorum, bir de burada yüz yüzesin. Altını çizerek söylerim hep: “Bakın bu benim kişisel görüşüm, ben bir uzman değilim” diye; kaldı ki uzman bile olsa ne kadar yönlendirici olunmalı? Ne yazık ki kişilerde bu süzgeç mekanizması henüz gelişme sürecinde… Şimdi ‘Fountainhead’i okuyorum Ayn Rand’ın, 1920’de Amerika’da yaşanan her şey şu an burada yaşanıyor kültürel anlamda. Hakikaten insanlar o koloniyal dönem rönesansı yaşatmaya çalışıyorlar ve havalı evler, havalı binalar vs, o beğensin, bu beğensin diye… Bu şimdi bizde de var. Dolayısıyla o sorumluluk bir yüktü. Bir de tabii işin ticaret boyutu, ben bunun için yaratılmış birisi değilim, bunu net bir şekilde anladım. Zaten tahmin ediyordum da, o kısımda çok zorlandım… İnsanlardan para istemekte zorlandım mesela… Belki gözlemlemişsindir, bir aktiviteye bir aile gelir, çocuk aktiviteye katılmak istemez, ben ondan para almak istemem. Mutlaka yaptığım hatalar da olmuştur insanlara karşı ama olmaması için çok özen göstermişimdir. Böyle olunca 1-3-5, tabii bu doğanda da olmadığı için… Yani, ben bu işi sosyal sorumluluk için yapsam daha 100 yıl daha yapmaya devam ederdim. Ama işin ticari boyutunun olması beni hakikaten çok zorladı. Hele ki çocuk, aile, bu kadar değer olan bir konu ile parayı birleştirmek beni aştı. Sonra da bir takım gelişmelerin ve tesadüflerin sonucunda, bir arkadaşımın arkadaşı Ece çok istekliydi  (İyi Cüceler Kitabevi’nin yeni sahibi) ve böylece bir dönem benim için başka bir evreye geçmiş oldu.
·        
      Kurumsal hayat insanı kendi işinin patronu olunca ne oluyor? Neler değişiyor hayatta?
Bütün hayatın değişiyor! Keşke dünyada para diye bir şey olmasaydı da biz bunları hiç yaşamadan bu süreci geçirseydik. Bir kere belli bir birikiminin olması şart. “Kendi işini kurmak isteyen hanımlara önerileriniz nedir?” dersen, öncelikle ya birikiminin olması lazım ya da gerçekten sürekli gelen bir paranın olması lazım, yani eşlerden birinin maaşlı bir işte çalışması. Hiçbir birikimin yoksa ya da eşlerin ikisi de serbest çalışıyorsa o büyük bir risk! O benim alabileceğim bir risk değil zaten…  Öyle  evler, arabalar değil ama seni bir süre idame ettireceğini düşündüğün bir birikiminin olması lazım. İkincisi de hakikaten çok güvenebileceğin uzmanların etrafında olması lazım. Biz her türlü devlet dairesi işimizi aynı zamanda arkadaşımız da olan mali müşavirimize danışıyoruz hala… Kurumsal hayattan çıktığın gün dımdızlaksın ve sağlık sigortan, vergilerin, masrafların, araban, benzinin… Kurumsal hayattan yöneticilikten ayrılınca daaaan diye duvara vuruyorsun, delilik aslında… O yüzden mutlaka kilit işlerle ilgili güvendiğin birileri olması lazım. Ama hepsinin ötesinde eşinin, ya da ailende kimse hayatını birlikte idame ettirdiğin kişi, mutlaka sana destek olmalı. ”Birisine rağmen” bu işe ben cesaret edemezdim… Yani, Mert benim yanımda olmasa mümkün değil bu işe  cesaret edemezdim. Pazar günleri bir iki saat dükkana gitmem bile başlı başına bir mesele olabiliyor. Ailece hiçbir şey yapamıyorsun ailece…
Bunun dışında, işinin değerini doğru tartman, doğru biçmen lazım. Herkesten öğreneceğin bir şey oluyor ama çok da fazla insanla konuşmak kafanı karıştırıyor. Kafanın net olması lazım. Ben mesela yazarak çok rahat çalışan bir insanım, artısı, eksisi, bana getirdikleri nedir bunu göreyim, iyice tartayım ve karar vereyim isterim.  Yazmak şöyle iyi oluyor, karar verdikten sonra geriye dönüp ben neye göre buna karar vermiştim diyebiliyorsun. 
·     
      Mert’e kitap alırken senin önerilerin çok değerliydi benim için; ya da satın alırken okuyorum hızlıca… sen Deniz’e nasıl kitap seçiyorsun? Kriterlerin / beklentilerin neler?
İyi Cücelerin çocuğuyken Deniz, geliyordu, kapağıdan bakıyordu, benim çok öncelikli tercih etmeyeceğim bir kitabı da tercih edebiliyordu. Çok ters bir şey değilse ben kitapta ne istiyorsa alıyordum Deniz’e. En azından İyi Cüceler’deki her kitabı alabilirdi. Bu nedenle evdeki kitaplıkta neredeyse bir “İyi Cüceler” boyutunda! :)Şimdi mesela “İş Bankası’nın yayınlarına bi’ gidebilir miyiz?” dedi. İyi Cüceleri devrettiğimizi biliyor artık. Üzüldü , hakikaten üzüldü… “Nasıl yani ben insanlara annem kitapçı diyemeyecek miyim?” dedi. “Sen o zaman annem danışman dersin; aynı zamanda kitap danışmanı da dersin” dedim.Bu onun hoşuna gitti. Bazen etkinliklerde beni kıskanıyordu ama demek ki kitapçı olmam onun hoşuna gidiyormuş.  Sonuç olarak, aslında ne istiyorsa okusun. Aslında her kitabı seviyor, bazen çok derinliği olan hikayeleri de çok seviyor, bazen böyle daha hafif hikayeleri de… E okusun, her şeyi okusun… Bizim hayat görüşümüze çok ters olmadığı sürece her şeyi okuyabilir yani.

#birçocukkitapçısınınanıları 'nı  kısa kısa keyifle takip ediyordum Instagram hesabında. O anılardam aklında en çok kalan, seni çok etkilemiş bir anını paylaşmak ister misin? 
#birçocukkitapçısınınanıları arasında beni en çok etkileyen, beni yolda gören bir “daimi cücemiz”in “Biyanda, ben sana kalbimi verdim” demesidir. Anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor. Umarım o kalbe layık olabilmişimdir.
2013 Ağustos'tan İyi Cüceler'de Biranda ile bir okuma saati...
İpek, henüz 1 aylık... 
Mert de içinde bulunduğu dönem itibariyle gruptan uzak bana ve kardeşine yakın:)

      Mert soruyor: Biranda NEDEN GELMİYOR ARTIK İyi Cüceler’e?
Mert’e yanıt veriyorum:  Biranda artık İyi Cüceler’e dışarıdan danışmanlık verecek :) Mert’e de Deniz’e söylediğim gibi söyleyeceğim: İyi Cüceler’in artık Ece Abla’sı var. Ece Abla da İyi Cüceler’de çok değişik şeyler yapacak, Biranda’nın bir başka mesleği daha varmış, onda da çok yoğun çalışması gerekiyormuş. O da danışmanlık işi aslında;ikisini aynı anda yapamadığı için bir karar alması gerekmiş. Ama arada dükkanda ya da dışarıda karşılaşabiliriz belki…
·   
      İyi Cüceler’di, İK kariyeriydi, ilaç sektörüydü derken ben senin blog yazılarını da  http://birandaanneoldu.blogspot.com.tr/  'den takip ediyorum ve yazı dilinden çok keyif alıyorum.  Kitap okuma ve okutma merakı ve yazı yazma derken hiç aklında kendi kitabını yazmak var mı?
Var var olmaz mı! :) Bir taslak başladım. Ne olduğunu söylemeyeyim şimdi ama var niyetim.
·         
     Deniz, “Anne Baaak! Ne yaptım?” dese çok mutlu olursun?
Geçenlerde oldu… Kendi içindeki aydınlığı, kendi içindeki yaşama sevincini bana gösterecek herhangi bir şey yaptığında çok mutlu olurum. Geçenlerde bir krem peynir kutusundan ve  krem peynirlerin üstünden çıkan etiketlerden bir şey yapmış. Krem peynir kutusunu ortaya koymuş, etiketleri de minder yapmış küçük bebek oyuncakları da o minderlere oturtmuş yemek toplantısı yapıyorlar. Görsel olarak çok hoşuma gitti. “Anne Baaak!” dedi en son; o hoşuma gitti :) Deniz’in gözlem yeteneği onu o yapan özelliklerinden en önde geleni bence… O yüzden kendisinden hiçbir şeyi kaçıramıyoruz :)


Sevgili Deniz'in yaratıcı oyunu :)
Zeynep'in notu: Biranda'ya hem zaman ayırdığı hem de bu keyifli öğleden sonra için çok teşekkür ediyorum... Umarım hayatta hep hayallerini gerçekleştirmeye devam eder, biz de o hayaller içerisinde bir yerlerde hep karşılaşırız... 

Zeynep'in notu 2: Biz geçen bahar aynı dönemde burada da bahsettiğim Latife'nin Fotoğraf Atölyesi'ne katılmıştık Biranda ile... Fotoğraflarımda değişme/ düzelme var mı bilmem ama makinemi kimseyle paylaşamıyorum galiba. Bu röportaj için olan tüm fotoğraflarda Biranda tek başına, birisinden rica edip ikimizin fotoğrafını çektirmemiş olmama 10 puan!!!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder