12 Kasım 2014 Çarşamba

Çocuklarla Yurt Dışı Tatili- Fransa ve İtalya- 2. Bölüm

Çocuklarla Ekim ayında gerçekleştirdiğimiz 5 günlük kısa Fransa turunun Nice ile ilgili ilk bölümünü burada paylaşmıştım. Şimdi Nice dışı olarak anlatacağım ikinci ve son bölümü karşınızdayım :)


yolculuk öncesi çalışma notlarım :)

Nice merkezli 5 günlük turumuzun ilk "şehir dışı" gezisini Nice'e çok uzak olmayan Cannes'a yapmayı planlamıştık. Tatilimizin ikinci günü tabii ki çocukların etkisi ile erkenden kalktık, çantalarımızı hazırlayıp otelin hemen yanındaki minik fırından kahvaltılıklarımızı alıp yola çıktık... Çok uzun bir yolculuk olmayacaktı zaten; Nice- Cannes arası yaklaşık 35 km. Cannes'a yaklaşırken sağanak yağmur da başlayınca ve bir önceki günün yorgunluğunu henüz atamamış olan bizim minikler arabada uyuyakalınca biz de Cannes içinde araba ile bir ön gezi yaptık önce. Sağanak bitip de bizimkiler uyanınca arabayı sahile ve tüm dünyaca bilinen Cannes Film Festivali'nin yapıldığı Palais des Festivals'e yakın bir otoparka park edip şehri yürüyerek dolaşmaya başladık.

Cannes ile ilgili çok uzun uzadıya detay anlatacak değilim. Zira kişisel görüşüm buranın film festivali ile meşhur edilen bir şehir olduğu yönünde... Biraz zorlama, turistik yapılmak istenmiş bir şehir sanki... Biz öncelikle festivalin yapıldığı binaya bir dıştan bakalım dedik, aslında gözümüzün önünde duran binayı görmeyip başka bir bina aradık... Yani bizce o kadar sıradan idi... Sonra öğrendik ki önünden geçmekte olduğumuz (o sırada bakım gören) bina Festival binası imiş... Festival Binası'nda kafamızda nedense yaratmış olduğumuz şaşayı bulamayarak, Allee de Etoiles'de -Yıldızlar Kaldırımı-, film yıldızlarının el izlerini bıraktıkları yolda dolaşmaya başladık... Daha önce Hollywood'da Walk of Fame'de gezdiyseniz, ilk düşünceniz Cannes'ın onun yanında çok çok minik bir taklit olarak kaldığı olabilir...


Peki, Cannes'da güzel bir şey yok muydu? Tabii ki vardı :) Bence her tatlısı ayrı ayrı lezzetli olduğuna inandığım, bir pastaneden çok bir restoran havası olan Le Notre... Uzun bir yürüyüş sonrası, tatlılarından birkaç deneme ve kahve harika bir dinlenme imkanı sağlıyor. Macaronları da ayrıca denenebilir.

Cannes'ın ardından öğleden sonra parfüm dünyasının merkezlerinden biri olan Grasse'a gittik. Öğleden sonra saat 4 civarı Grasse'a vardığımız için şehri çok detaylı gez(e)meden (akşam saati olup da kapanmadan gezebilmek için) kendimizi Fragonard'ın hem atölyesinin hem de müzesinin bulunduğu binaya atıverdik. Binadan çıktığımızda kokladığımız onlarca kokudan mest olmuş haldeydik ve atölyede bir parfümün nasıl yapıldığını dinlemekten çok keyif almış haldeydik. Grasse'a gelmeden "Koku" filmini izleyebilmiş olmayı çok istemiştim ama bir türlü araya sıkıştıramadım, onu izleyip gelsem sanki bu parfüm dünyasına ait daha bir bütünlük içinde olacaktım. Akşam, karnımızda çok aç olunca kendimizi bir restorana atıverdik.Ardından da ver elini Nice ve otelde uyku :)

Cannes, Grasse turu ile ilgili şunu önerebilirim: sabahtan Cannes'a gitmek yerine Grasse gezilebilir, Fragonard'ın atölyesinde çalışanlar çalışma saatinde izlenebilir, sonra şehirde minik bir tur atılıp Cannes'a geçilebilir ve akşam yemeği Cannes'da yenilebilir-miş.

Tatilin 3. gününü en uzak mesafeye ayırdık. Ve benim en merakla görmeyi beklediğim yere... Nice'ten 3 saatlik bir yolculukla Portofino'ya gittik. Yolculukla ilgili aklımda en çok kalan şeylerin başında 3 saatlik yol boyunca geçtiğimiz sayısız tünel oldu... Güney Alpler'in tünellerle nasıl "delik deşik" edildiğini görünce şaştık... Türkiye'de Göcek civarındaki tünellerden geçtiyseniz bunu 50 ile çarpın derim... Bu yola gidiş dönüş 38 Euro ödeyince hatıralarımızda bu kısmı da ilginç bie yer edindi... Bu yolla ilgili şöyle birdüşüncem var: Gidişte gündüz saati yaptığımız yolculuk nedeniyle tünellere girip çıktıkça birbiri ardına tekrarlanan karanlık ve aydınlıktan dolayı çok yoruldum ben; ancak dönüşte gece yolculuğu sürekli karanlıkta olduğumuz için gündüz olduğu kadar yorucu gelmedi bana... Bir daha bu yoldan geçsem gece yolculuğunu tercih ederim sanırım.

Portofino'ya gelirken yol üzerinde çok hoş bir deniz kıyısı kasabası var: Santa Margherita Lıgure... Bir film sahnesi gibi... Bizim İstanbul'da İstinye, Tarabya sahil şeridinin renkli minik evlerle süslenmiş hali gibi bir iz bıraktı bizim üzerimizde... 

Buradan geçip darlaşan bir sahil yolundan Portofino'ya varmamız çok uzun sürmedi. Portofino girişinde katlı bir otopark var, Portofino'da ikamet etmiyorsanız ve aracınızla geldiyseniz aracınızı buraya park etmeniz gerekiyor. Sonrasında 2 dakikalık bir yürüme mesafesinin ardından deniz kıyısında, Portofino'nun cafelerinin sıralandığı koyda buluyorsunuz kendinizi. Portofino, oldukça  turistik, küçük alanına göre çok fazla insanı barındırmak zorunda kalan bir kasaba ama buna rağmen hala güzel, hala keyifli ve enteresan şekilde hala dingin... "Hala" diyorum çünkü orada geçirdiğim zaman boyunca, bugünden bir 30 sene önce buranın nasıl daha fazla dinginlik içerdiğini düşünüp durdum... Ekim ayı başında böyle ise sanırım Temmuz'da daha da kalabalıktır diye düşündüm. Ama oturup etrafı izlemesi ayrı bir keyif, kasabaya tepeden bakmak üzere koyun tepesindeki Castello Brown Kalesi'ne tırmanması ayrı bir keyif, minik dükkanları ayrı bir keyif... Evet biliyorum bu kıyaslamayı yapmak pek hoş olmuyor ama Fransa'dan sonra insanın İtalya'da olması da ayrı bir keyif :)) Burada ne yapılabilir derseniz, atıştırmalık bir şeyler ve yanına bir bira ya da şarap ısmarlayıp etrafı izlemek bence yeterince keyifli... Çocuklar da varsa, zaten motorlu araçların giremediği bir alan olduğu için siz cafede otururken çocukların önünüzdeki alanda kendine bir oyun yaratması ya da denize ayaklarını sokması mümkün... Biz bu keyif sonrası Castello Brown Kalesi'ne çıktık. Daha doğrusu ailenin yüzde ellisi çıktı, yüzde ellisi meydana geri döndü... Çünkü yolun bir kısmı bol merdivenli,biz de İpek nedeniyle pusetli olduğumuz bu yolu ben Mert'le yürümeye karar verdim; Kerem İpek'le kasaba meydanına geri döndü. Çıkarken sessiz hatta biraz da ürkütücü dar, ağaçlık bir yoldan çıktığımız için Mert, geri dönmek istedi. Ancak arkamızda birkaç Japon turisti görünce o da cesaretlendi ve hayatında ilk kez göreceği "şato" için hızla yokuşu tırmandı. Portofino'ya gelmişken hiç üşenmeyin ve bu yolu bitirp Castello Brown'a çıkın derim ben... Harika bir manzara var, hele fotoğraf çekmeyi seviyorsanız çok güzel kareler yakalamak elinizde...






Biz Portofno'da 2 saat kalacağımızı düşünürken neredeyse 4 saat kaldık. Dönüş yolunda Genova'ya da uğramak, eski Ceneviz şehrini görmek için daha da geç olmadan Portofino'dan ayrıldık. Genova, biim için bu gezinin akşam yemeği durağı oldu, zaten sanırım daha fazlası olmasını da pek istemezdik. Benim için de Kerem için de Genova çok büyük, sanki insanı yutacakmış izlenimi yaratan bir şehir oldu... Bütün şehrin Mecidiyeköy ya da Maslak yoğunluğunda olduğunu düşünün... Bir de bunun üstüne her an denizden şehri korsanlar basacakmış hissiyatına kapılın... Bir de son olarak o koca koca binalardan bir King Kong fırlayacağını düşünün. Hah işte benim zihnimde yer edinen Genova böyle bir yer... Çok ürkütmeyeyim, biz de kendimize güzel bir meydan bulduk, (hem de Frida'nın sergisinin olduğu Müze'nin bahçesinde) akşam yemeğimizi burada sokak çalgıcılarının da harika müziği eşliğinde yedik ve saatin de ilerlemesiyle tekrar Nice'e doğru yola koyulduk...




Tatilimizin son durağı Monaco oldu... Tatilin en sıcak, bol güneşli  gününde Monaco'da olmak bana kendimi gerçek hayattan daha da uzak hissettirdi. Monaco, bildiklerimden gelen tatli bir önyargı ile mi yoksa gerçekten insana öyle hissettirdiği için bilmiyorum ama bana bir masalın içindeymiş hissi verdi. Özellikle de eski şehir kısmında dolaşırken, sarayın etrafında turlarken...

Yine, çocuklarla olmanın verdiği dakiklikle sabahın erken saatlerinde uyandık ve bu kez Monaco için yola koyulduk. Nice- Monaco arası yarım saat bile sürmeyen bir yol. Bir gün önce Portofino'ya giderken dağların, viyadüklerin arasından gördüğümüz Monaco'ya yine bir tünelden geçerek girdik. Önce yine arabayla bir ön tur attık şehrin ana yolu üzerinde sonra da saraya yakın bir kısma park ettik. Otoparktan çıktığımız yerde şehirle ilk tanışmamız ne güzel ki bir çocuk kitabevi ile oldu... Daha açılalı birkaç gün olmuş, genç bir sahibesi olan, hem çocuklar için bir atölye evi hem de kitabevi olan aydınlık, bol camekanlı bir dükkan... Tabii hemen attık içeri kendimizi, sahibiyle uzuuun uzun sohbet ettik... Bu arada Mert, dükkanın içinde gezindi, kendine tabii ki bir kitap seçti ve "Snowflake"den bir tebessümle, uzuuun yılları olsun dükkanın diyerek ayrıldık...

İlk durağımız tüm tatil boyunca neredeyse her şehirde varlığına rastladığımız sabahtan-öğlene kadar bir meydanda kurulu olan meyve & çiçek pazarı oldu. Günlük meyve alış verişimizi yapıp, eh bir de çocukları parkla buluşturduktan sonra gezmeye devam ettik.






Saat 11.30'da Monaco Sarayı'nın önünde bekleyen askerlerin nöbet değişimi oluyor. Bu nöbet değişimine denk gelince izlemeden olmaz diyerek biz de etraftaki pek çok turist gibi izledik seremoniyi... Tabii ki Mert pür dikkat idi :) Ardından korumalarla plakası 02 olan resmi bir araç geçti önümüzden, içinde bir kadın görünce Prenses Caroline ya da Prenses Stephanie'yi görmüş olabileceğimize dair bayağı bir ikna olduk...

Sarayın civarındaki dar sokakların her biri çok güzel evleri barındıran birbirinden zarif sokaklarda gezmesi çok keyifliydi; sanırım her birini gezebildik ve sokakların birleştiği Oceanographic Museum'un önüne vardık. Buraya gelince tam bir turist aktivitesinin içinde buluverdik kendimizi... Hem çocukların da keyif alacağı bir aktivite olacağından hem de Monaco'nun öne çıkan yapılarını dinleyerek öğrenebileceğimizden Turist Tramvayına bindik ve şehri genel hatlarıyla gezdik. Bir sene içinde Monaco'da gerçekleştirilen aktiviteleri duyunca, bu küçücük şehrin, pardon ülkenin, ne derece sosyal olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Monaco'da saray ve çevresi ne derece zarifse Monte Carlo da fazlasıyla gösterişli geldi bana... Koca koca binalar, büyüklük, zenginlik sanki "görmemek mümkün olmasın" cinsindendi! Ama genel olarak tümşehri değerlendirmek gerekirse çok düzenli, tertemiz, zarif bir yer olarak kazındı aklıma... Eh Gayrisafi Yurtiçi Hasıla'nın kişi başı 150 bin Dolarlarda olduğu düşünülürse bu düzen, temizlikpek de şaşırtıcı gelmiyor insana...

Tramvayla gezimizin ardından yürüyerek sahile indik ve kendimize güzel bir restoran bulduk. Bella Vita, Monaco Grand Prix'sinin de yapıldığı sahil yolunun hemen başındaki sokaklardan birinin girişinde... Orada yemeğimizi yedikten sonra karşısındaki parkta (bu tatilde neleri es geçmediğimiz sorulursa yanıt net: parklar) çocuklar biraz oynadıktan sonra yine aynı sokak üzerindeki dondurmacıya (ikinci es geçilmeyen duraklarımızdan) attık kendimizi.

Monaco Sarayı girişinde nöbet değişimi...


Gittiğimiz her şehirde olmazsa olmaz duraklarımızdan biri: bir  su kenarı :)






Monaco 02 plakalı araba :)
Monaco'dan ayrılmak üzere arabamıza doğru giderken günün kapanışını bir çocuk kütüphanesi ile yaptık.  Küçücük bir ülkede bir çocuk kitapçısı ve çocuk kütüphanesi görmek çok çok ama çok özendirdi beni... Hele o kütüphanenin akşam üstü 5-6 civarında bir saatte oldukça kalabalık olduğunu görmek kıskandırmadı desem yalan olur.

kütüphanede evdeki kitaplarından birini bulan Mert :)

5 günlük kısa tatilimizde çok yorulduk ama çok da eğlendik... Çocuklarla uyumlu hareket edebildikçe kendimize olan güvenimiz de arttı... Her gittiğimiz şehri belki pek çok "gezgin" ya da turiste göre hakkıyla gezmedik, biz daha çok Çocuklarla maksimumda keyif alacağımız ve kendimizi "Hadi onu da görelim, hadi bunu da yapalım" diyerek bir "to do list" tatilinden uzak yapmak istedik... Döndüğümüzde evet çok yorgunduk ama resimlere her bir göz atışımda ne iyi yapmışız da ailecek bu tatile çıkmışız diyorum...

Çocuklar çok hızlı adapte oluyorlar, çok da hızlı öğreniyorlar... Bu tatiller bu nedenle bana daha da büyük keyif veriyor... Haaa arızalar çıkmıyor mu, offff hem de nasıl, ağlama krizleri, mızıldanmalar bizim normal hayat akışımızda da en çok zorlandığımız anlar... Dolayısıyla tatile çıkma kararı verirken bu zorlukları zorluktan kabul etmeyişimiz zaten bunların normal akışta da olmasından...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder