Çok uzun zamandır kendisiyle Anne Baaak! için bir röportaj yapmak istiyordum. Ancak bu isteğimi sadece kendim biliyordum, Biranda'nın haberi yoktu. Sanırım ben birebir tanıdığım kişilere bu tip ricalarımı çok daha zor iletiyorum. Sanki, istemezlerse "hayır" deme haklarını tanışıklığımız ve aramızdaki ilişki nedeniyle kullanamazlarmış gibi geliyor... Neyse benim bu düşünceme bir de yaz tatilleri eklenince ara iyice açıldı... Ancak süreci hızlandıran Biranda oldu; kendisine isteğimi iletince Biranda,adına uygun hızda bana "e yarın buluşabiliriz" dedi.
Veeee böylece bizim için çok ayrı yeri olan "mahallemizin" çocuk kitapçısı İyi Cüceler'in geçtiğimiz 2.5 sene boyunca iki iyi devinden biri olan Biranda ile keyifli birkaç saat geçirdik.
Röportaj yapması çok
keyifli bir isim oldu benim için Biranda… Röportaj sırasında çok keyif almıştım zaten ancak röportajı deşifre ederken, deşifre etmenin genelde sıkıcı
bir iş olduğunu düşünürsek, benim için bir kez daha keyif veren bir sohbet oldu…
Benim röportajdaki amatörlüğümü belli etmeyecek derecede profesyoneldi bence
kendisi… Kendisini anlatımı o kadar takip edilesi idi ki röportajı yazıya
aktarırken “yok!Biranda ayda bir röportaj veriyor olmalı” diye düşünürken
yakaladım kendimi :) Ancak sonra aklıma
geldi de eski bir simultane tercümanın, sürekli kitaplarla ve insanlarla iç içe
olan bir insanın cümlelerinin bu denli akıcı, başı sonu belli olması tesadüf
değildi… Ben sohbet sırasında da, sohbeti yazıya dökerken de çok keyif aldım;
Biranda’nın hikayesi için buradan buyrun…
Biranda, öncelikle buraya gelirken aklımdan geçeni paylaşmak istiyorum: Sanırım bazı ortak noktalarımız var: Ayrı zamanlarda da olsa aynı üniversiteden geçmişiz, İnsan Kaynaklarının virajlı :) yollarında gitmişiz, ilaç sektöründe "kendimizi bulmuşuz", kurumsal hayata (belki bir süreliğine belki kalıcı olarak) "hoşçakal" demişiz, (senin merakının yanında solda sıfır kalabilirim ama) hayatımızda kitap merakımız hep varlığını korumuş, bir çocuk kitapçısı açma hayalimiz olmuş (ne güzel ki sen bunu gerçek yaşama taşımışsın) ve ne yazık ki ikimiz de erken yaşta annelerimizi kaybetmişiz... Bakalım başka neler öğreneceğim bugün burada :)
· Hem
Biranda hem Hinginar hem Çoban:)Kimdir Biranda biraz
tanıyabilir miyiz?
Aslında Biranda en enteresanı. Ayşe’si var
bir de bunun. Ama Ayşe’yi sadece işime geldiğinde kullanıyorum. Ayşe Çoban diye
söylüyorum bazı anlaşılmayacak yerlerde… Biranda, tamamen çok hızlı doğmamdan
kaynaklı. Bir anda doğmuşum; annem doğurduktan sonra “o kadar kolay ki, şimdi
girer bir tane daha doğururum!” demiş o nedenle Biranda koymuş… Ben orta okuldayken bir dönem, artık o kadar
çok “yabancı mısın?” diye soruluyordu ki, İtalyanca biliyorum falan… Annem yarı
İtalyan deyip geçiştiriyordum çünkü anlatamıyorsun!
“Biranda kimdir?” diye sorduğunda “Biranda,
bir anda doğan bir bebeğin ismi” ve bu benim bütün hayatıma da yansımış bir
isim… İsimlerin insanların hayatlarını etkilediğine inanıyorum, Biranda ismi
benim her şeyimi etkiledi. Hem, tabii çok kapı açıyor “haa o garip isimli kız”
diye hatırlanıyorsun, bir de anlam
olarak da ben öyle karar bekletmeyi hiç sevmeyen bir insanım.
Biranda kimdir… her şeyden önce “kendisi”dir. Kendi istediklerini, hayalini gerçekleştirmek
için hayatta bir amacı olan ama her dakika o amaca takılmadan yaşamaya çalışan
birisidir. Tabii ki annedir, eştir, evlattır, abladır, arkadaştır, çok kitap
okuyan birisidir, aslında eğitim olarak simultane tercümandır, ama meslek
olarak “insan kaynaklarcı”dır, insanla birlikte olmayı seven, insanlarla
yaşamayı seven –hem çocuk hem yetişkin-ve bütün hayatını da bunun üzerine
kurmuş bir kişidir.
Hinginar’ın ne demek olduğu ise bir muamma!
Arapça’dan geliyor. Bir dönem araştırdım ne demek olduğunu: “nar” ateş demek
“hin” de anlık. Bir anda parlayan ateş! “An”lardan korkulası bir durum olabilir
yani!
· Peki bir
anda parlar mısın? Bende pek öyle bir izlenim bırakmadın hiç!
Yok öyle bir anda pek parlamam, ama bir
anda aklıma bir şey esebilir. Onu da dediğim gibi çok bekletmem. Büyük
konularda da öyle. Mesela Deniz’in (Biranda’nın oğlu) okul kararı, mesela
kitabevinin devir kararı… Ama onun dışında da, örneğin alışveriş yapmaktan nefret
ederim, yılda iki kere falan çıkıp 10 dakika içinde bir ya da iki mağazaya
gidip hızlıca alacaklarımı alıp çıkarım. Orada bile net karar veririm.
Öncesinde mutlaka bir iç muhasebem var ama onu kendi içimde bile o kadar
otomatik yaşıyorum ki aksiyona dökülüşü çok hızlı oluyor"
(Oğlun)
Deniz’den önceki Biranda ile Deniz’den sonraki Biranda birbirinden farklı mı?
Olmaz mı! Hiç değişmeyen şeyler de var ama çok farklar da
var. Deniz’den önceki Biranda’yı başka rollerinde düşünmek lazım… Benim, benden 18 yaş küçük bir kardeşim var. Öncelikle
abla Biranda olarak kendimi tanımışlığım var mesela… O zaman daha prensipli,
çok daha kesin kuralları olan, daha disiplinli bir Biranda varken; anne
olduktan sonra (kendimi ve etrafımdakileri de şaşırtacak kadar) daha her şeyi “tamam
bu da böyle yaşanacak o zaman”, “prensiplere direnmek zorunda değiliz” (bu ilkesizlik
anlamında değil ama) diyen bir Biranda… Bir kere asla ve asla kesinlikle büyük
konuşmamak gerektiğini anlamış bir Biranda… Daha sakinim artık. Çünkü ben 37
yaşında, çok mücadeleler sonrası anne olmuş bir kadınım, onun belki de
kıymetini iyice anlamış olmaktan kaynaklı olarak daha sakinim. Neredeyse her
kadın gibi, annesinin yaptıklarının neredeyse aynısını yapma tuzağına düşmüş
bir anneyim. Ama yine de annemden daha sakinim :) Burada aklıma hep şu karikatür geliyor :)
Karikatür: YİĞİT ÖZGÜR |
Deniz öncesi/sonrası belirgin bir fark, ben hastalık konusunda
çok rahat bir insandım, hayatın normal bir parçası olarak görürdüm, ama Deniz
üzerine özellikle bir dönem çok evhamlandığım oldu. Bir de internette, sosyal medyada o kadar çok
doğru/yanlış bilgiye ulaşabiliyoruz ki kendime artık sınır koydum. O kadar çok
şeyi okumayacağım, o da psikolojik olarak etkiliyor anneyi!
Benim 2001’de gözümü açan “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı”
(ve ben sınıf içi eğitime inanmayan bir İK’cıydım) eğitmenlik eğitimi oldu. Orada 10 yıllık kişisel misyonunu
belirliyorsun. Ben, hiçbir zaman kariyer
olarak şöyle yüksek, böyle iyi bir kariyer isteği yazmadım. Misyonum her zaman
“kendimin ve insanların mutlu olacağı bir hayat oluşturmak”tı. Hayatımdaki en tutarlı şeylerden biri
sanırım. Tam 2011’in sonunda kurumsal hayattan ayrıldım, hep bu misyonuma hizmet
etti. Bu nedenle çok büyük değişiklikler
olmadı belki, Deniz’den sonra sadece “hah tamam bu misyonuma daha rahat devam
edebilirim” diye bir uyanışım oldu. Ana değerim “mutluluk” yani.
·
Sence
Biranda nasıl bir anne?
Çocuğunu özgür bırakmaya çalışan bir anneyim. Lafta değil
gerçekten özgür bırakmaya çalışıyorum. Çocuğunun mutlu olmasını isteyen bir
anneyim, her anne gibi aslında… Şöyle diyeyim, kendimi, eşimi mutsuz etmeden, çocuğumun
mutlu olmasını isteyen bir anne olmak için uğraşıyorum. Fedakar bir anne miyim? Çok fedakar değilim,
öyle saçlarını süpürge eden bir anne değilim gibi geliyor. Deniz’in ihtiyacına
göre kendimi şekillendiriyorum, düzenliyorum ama bu benim de tercihim bir
yanda. Tabii bir psikolog beni incelese daha farklı bir şeyler söyleyebilir
belki! :)
Onun dışında, kurallar koyan bir anneyim, ama son ana kadar
bekliyorum. Mesela bu yaz bizim ilk okulsuz yazımızdı. Kaç yıldır, devam ettiği
anaokuluna yazları da gidiyordu. Bu yaz bir yaz okuluna gitti ve sonra epeyce
bir tatil ve başbaşaydık! Ve bir dönem ben Deniz’i kendi haline bıraktım:) Televizyon seyretti,
evde sürekli futbol oynadı kendi kendine vesaire… Kafamda okul açılmadan 20- 25 gün önce yeni
düzene geçme fikrini oluşturdum. Hani 21 gün kuralı vardır ya, bir işi 21 gün
boyunca yaparsın ve o alışkanlık olur. Bunu onunla da paylaştım; “nereden çıktı
bu?”, “bu evin müdürü sen misin?” falan dedi ama sonra sistem oturdu. Şimdi
günde sadece bir çizgi film izliyor ve bir ay önce bu durum hayal gibiydi!
Yani çok kural koyan çok baskıcı bir anne değilim ama her
anne gibi sürekli “acaba doğru mu yaptım, nerede yanlış yapıyor olabilirim, ben
yetersiz bir anne miyim?” gibi soruları da
yaşıyorum. Çok normal, işte annelik bu! :)
·
Peki,
Deniz’e göre sen nasıl bir annesin?
Deniz’e sordum ben bunu. “Komik,eğlenceli” dedi; buna
sevindim. “Biraz öğretmen gibi”, öyle bebek gibi davranan öğretmen gibi
değilmişim ama öğretmen gibi de davranıyormuşum. Bu iyi mi kötü mü tartışılır :)
·
Annelikte
şimdiye kadar "en zorlandığım konu" diyeceğin neler oldu?
En zorlandığım konu şöyle: Deniz alerjik bünyesi olan bir
çocuk. Spesifik bir alerjisi yok ama şu andaki pek çok çocuk gibi toza, katkı
maddeli şeylere vs tepki verebiliyor. Hem alerjisi hem de reflüsü var ve bu
nedenle de onu alacağı gıdalar konusunda uyarıyoruz. Geçen sene, alerjisinin
tavan olduğu bir dönemin ardından, bir arkadaşının
doğum gününe gittik. İçeriden bir arkadaşı geldi “Deniz ağlıyor!” dedi. İçeri
gittim “Burada o içemeyeceğim çikolatalı ve çilekli sütlerden var, ne
yapacağım?” diye ağlıyormuş. O an çok üzüldüm!
Ne yapayım, “iç” dedim. O da bana “en kötü ilaç alırım” dedi. Aslında içmemeyi
seçmiş ama ağlıyor, daha 4,5 yaşındaydı o zaman, baş edememiş o kararıyla… Şimdi ne yapıyor? İK’cı deyimiyle
“yetkilendirmenin sınırları” belli oldu. Eğer o dönem alerjisi azmış değilse,
iyi bir dönem geçiriyorsa, böyle özel bir günde içiyor ve yiyor, kısıtlı
miktarda da olsa… Ama zorlu bir dönemdeyse, kendisi de biliyor, yemiyor ve
içmiyor. En zorlandığım konu bu konuda sınır çizme işi!
Boşluğu doldurmanı rica etsem: Annelik …. olduğu zaman çok keyifli.
Her zaman çok keyifli!
Çocuğun gelip boynuna atladığı zaman çok
keyifli… Ama her anında çok keyifli, geç
anne olmamla mı alakalı bu cevabım acaba?
·
Eski bir
İK’cısın, nasıl İK yoluna saptın?
Aslında simultane tercüman olarak mezun oldum ben. Son sene aldığım bir derste “siz bir insan
değilsiniz, siz bir makinesiniz; insanlığınızı unutun!” , bize verilen mesaj bu
oldu! Ve bu benim için çok uç bir talimattı! Ben çocukluğumdan beri dil
öğrenmeye çok çok çok meraklıydım, annem doğumumdan itibaren Türkçe ile
İtalyanca’yı birlikte öğretmişti. Sonra ben 5 yaşındayken 1 yıl
Amerika’dayaşadık, İngilizce’yi de öğrendim.
Sonra Fransızca, İspanyolca öğrendim. Üniversiteye girdim, Almanca
öğrendim; yani dil benim için çok önemliydi.
Ama insanlarla iletişim halinde olmak da hep çok önemliydi. Bu nedenle
hocamızın söylediği bu laf bende “bi’ dakka ya nasıl olacak?!!” etkisi yarattı.
Benim bir kırılma noktam var, bir lastik firmasının bayi toplantısı, İngilizce-
İtalyanca simultane tercüme yapıyorum. Tabii o zaman internet falan yok her
şeyi, lastiğin sürtünmesi nedir vs ansiklopediden anlamaya çalışıyorsun önce…
Ben o gün “ben bu işi yapamayacağım, devam edemeyeceğim!” dedim. Başka bir şey
yapmam lazım ama ne yapmam lazım onu da bilmiyorum. Yeni mezundum. O dönem
BUMED aracılığıyla Yapı Kredi Bankası’na bir çevirmen aranıyordu. Aslında
kurumsal hayata giriş anahtarım yine çevirmenlik oldu. Sonra Yapı Kredi’nin
teknoloji örgütü insan kaynaklarını sıfırdan kuracaktı, iç ilan açtılar, ben
oraya geçtim ve orada İK’cı oldum. 1997 ilk İK’ya girişim. Ondan sonra
1999,ilaç sektörü… İK’yı hep çok sevdim, çünkü benim “insan/ ilişki” yönümü çok
besledi. Ama dünyanın en zor işlerinden
biri, çünkü altı,üstü, sağı, solu hiç kimseyi mutlu edemeyeceğini baştan kabul
ediyorsun! Epey bir yıl ben birilerini mutlu edebileceğime inandım ama
edemiyormuşsun!!! Bir 5-6 yıl o niyetle çalıştım ama sonra anladım ki bir
asgari müşterekte buluşman lazım… 2011 sonuna kadar da öyle çalıştım.
·
Kariyer
değişikliği yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Kurumsal hayat- kitabevi-
danışmanlık döngüsünü biraz anlatabilir misin?
Kurumsal hayattan ayrılmak hayatımın önemli dönüm
noktalarından biri… Yıllardır oluşmuş olan network’ümün çok faydasını gördüm.
Senelerdir, “bir gün ayrılırsam ne yaparım?” diye düşünüyordum, danışmanlık
için İK’nın duayeni olarak bilinen Saide Kuzeyli ve Zeynep Berberoğlu ayrıldığımın neredeyse
ertesi günü “haydi proje görüşmesine gidiyoruz” dediler. Freelance onlarla
çalışmaya başladım. Bir eğitim firması ile görüşüyordum, onların adına eğitim
vermeye başladım. Hiç ara vermeden İK’cılığıma danışman ve eğitmen olarak devam
ettim böylece. Bir diğer taraftan da (seninle ortak hayalimiz olan) çocuk
kitapçısı işi… Bir çocuk kitapçısı açmak herhalde benim 10- 11 yaşlarından beri
hayalimdi. Ben Fenerbahçe’de doğdum büyüdüm, Fenerbahçe’de bir tane Cumalı
Kitapçısı vardı, Necati Cumalı’nın… Kırtasiye kitapçı… Ben, çok erken okumaya
başladığım için, çocukken ne varsa okuyorum… 4. Sınıfta mıydım sanırım, orada
duran beyefendi bir gün bana “artık gelme, okumadığın kitap kalmadı” dedi. Ben
de eve dönüp annemin kitaplarına sardım. O zamanlar “çocuklar için bir kitapçı
olsa” fikri oluştu, yurt dışına gidip
geldikçe görüyorsun, tabii ki bir Meg Ryan “You’ve Got Mail” gerçeği var :)Olur mu olmaz mı? derken
“deneyeceğim” dedim… İşten ayrılırken de herkes biliyordu ki ben bunu
deneyeceğim. Eşim ve ailem tam destek oldular. Maddi sıfır beklenti ile
“deneyeceğim” dedim… Denerken de benim için çok büyük bir avantaj, bir yol
arkadaşı ile bu işi yapmamız oldu. Biz Zeynep ile yine çocuklarımız aracılığı
ile Music Together’dan tanışıyorduk. Zeynep de o dönemde işten ayrılmıştı,
“haydi beraber deneyelim” dedik. İyi
Cüceler vardı o zaman, İyi Cüceler’i biz kurmadık. İyi Cüceler’i Gönül
kurmuştu. Deniz, birkaç aylıktı ilk İyi Cüceler’in haberini Cumhuriyet’te
okuduğumda… Hemen o gün görmeye
gitmiştim. Çok güzeldi, tabii içinden
“ben olsam şurasını şöyle yapardım” diyorsun:)Tabii inanılmaz güzel bir şey yapmıştı. Sonra da İyi Cüceler’in hep
müşterisiydim. O dönem, biz Zeynep’le yine Bağdat Caddesi tarafında yapacağız;
ismi, logosu, arkadaşlarımız logo çizdi bize, her türlü marketing materyali
hazır falan, böyle yeni bir yer. Bu arada diğer çocuk kitabevleri ile de
görüşüyoruz, İyi Cüceler vardı, Düşevi vardı,bir de Tırtıl’a gitmiştik o zaman…
Ocak ayıydı ve Ocak, benim için çok önemli bir ay. 2 Ocak 2012’de Gönül beni
aradı, “siz bir çocuk kitapçısı açmayı düşünüyormuşsunuz, ben sizinle tanışmak
istiyorum.” dedi. O sırada Zeynep de evde, onun da doğum günü… -2 Ocak bir de
benim Mert’le (eşi) tanışma günüm. Deniz’in doğum günü 14 Ocak… Dedim ya, bizde
Ocak önemli!- “Tamam hemen geliyorum” dedim. Gittim, o da üçüncü bebeğine
hamileydi. “Burayı bu işi severek yapacak ve yaşatacak birilerine devretmek istiyorum.” dedi.
Neredeyse hiç beklemeden “Peki!” dedik ve elimizdeki tüm materyalleri çöpe
attık! Hemen, 1 Şubat itibariyle biz Zeynep’le devraldık dükkanı. Benim
için,blogda da yazdım, gerçekten “hayatımdan bir hayal geçti!”. Hakikaten öyle…
Çok güzel bir 2,5 yıl geçirdik. Deniz için de çok iyi oldu orası… Mert için çok
iyi olmamış olabilir, hafta içi hafta sonu!!! :) Benim için de sosyal, ruhsal, fiziksel her açıdan; sınırlarımı görmek,
becerilerimi görmek –neyi beceremediğimi de anladım- çok iyi oldu. Çok güzel dostluklar kurdum,
mesela onlardan birisin sen! :) O kadar güzel arkadaşlıklarım oldu k… Onun
dışında, ben kurumsal hayattan gelmenin çok faydasını gördüm. Network
anlamında, PR anlamında, kriz yönetimi, sorun çözme; yani kurumsal hayattan ne
öğrendiysem aslında bunların hepsini burada kullandım. Tabii komik şeyler de
oldu… İnsan Kaynakları tarafında mesela bir müşteriye gidiyorum “merhaba ben
Biranda” diye tanıtıyorum kendimi, “aaa
biz sizinle zencefilli kurabiye yapmıştık.” gibi karşılık alabiliyorum:) Mert, benimle çok dalga geçiyor “ ‘celebrity’
olmak kolay değil” diye! İşin şakası tabii… En azından Anadolu yakasında, belli
bir alanda bir grup çocuk ve ailesini çok yakından tanıma fırsatım oldu. Şu an
hala, caddede yürürken selamlaşıyoruz, bu mesela beni çok mutlu eden bir şey.
Ben bunu seviyorum, ama bence çok büyük sorumluluk da veriyor… Sokakta çocuğuna
kızamazsın mesela!
Benim terbiyem de böyle gerçi, İnsan Kaynaklarında da bu terbiye vardır,
şirketi eleştiremezsin, sen şirketin aynı zamanda temsilcisisin… Bizim nesil
öyle yetişti yani... Belki doğrusu bu olmayabilir tabii. Sonuç olarak şunu
söyleyebilirim, yaptığım her şeyi çok severek yaptım. Etkinlikleri, kitaplarla
ilgili konuşmaları… Beni rahatsız eden şeylerden biri bir otorite gibi
görünmenin aynı zamanda çok büyük bir sorumluluk yükü de var. Bir şey önermenin
ve onun sonuçlarının ne olacağını tam kestiremiyorsun… Veya önermediğinde veya bir fikir beyan
ettiğinde… Ben bunu aslında sosyal medyanın da bir handikapı olarak görüyorum,
bir de burada yüz yüzesin. Altını çizerek söylerim hep: “Bakın bu benim kişisel
görüşüm, ben bir uzman değilim” diye; kaldı ki uzman bile olsa ne kadar
yönlendirici olunmalı? Ne yazık ki kişilerde bu süzgeç mekanizması henüz
gelişme sürecinde… Şimdi ‘Fountainhead’i okuyorum Ayn Rand’ın, 1920’de
Amerika’da yaşanan her şey şu an burada yaşanıyor kültürel anlamda. Hakikaten
insanlar o koloniyal dönem rönesansı yaşatmaya çalışıyorlar ve havalı evler,
havalı binalar vs, o beğensin, bu beğensin diye… Bu şimdi bizde de var. Dolayısıyla
o sorumluluk bir yüktü. Bir de tabii işin ticaret boyutu, ben bunun için
yaratılmış birisi değilim, bunu net bir şekilde anladım. Zaten tahmin ediyordum
da, o kısımda çok zorlandım… İnsanlardan para istemekte zorlandım mesela… Belki
gözlemlemişsindir, bir aktiviteye bir aile gelir, çocuk aktiviteye katılmak
istemez, ben ondan para almak istemem. Mutlaka yaptığım hatalar da olmuştur
insanlara karşı ama olmaması için çok özen göstermişimdir. Böyle olunca 1-3-5,
tabii bu doğanda da olmadığı için… Yani, ben bu işi sosyal sorumluluk için
yapsam daha 100 yıl daha yapmaya devam ederdim. Ama işin ticari boyutunun
olması beni hakikaten çok zorladı. Hele ki çocuk, aile, bu kadar değer olan bir
konu ile parayı birleştirmek beni aştı. Sonra da bir takım gelişmelerin ve
tesadüflerin sonucunda, bir arkadaşımın arkadaşı Ece çok istekliydi (İyi Cüceler Kitabevi’nin yeni sahibi) ve
böylece bir dönem benim için başka bir evreye geçmiş oldu.
·
Kurumsal
hayat insanı kendi işinin patronu olunca ne oluyor? Neler değişiyor hayatta?
Bütün hayatın değişiyor! Keşke dünyada para diye bir şey
olmasaydı da biz bunları hiç yaşamadan bu süreci geçirseydik. Bir kere belli
bir birikiminin olması şart. “Kendi işini kurmak isteyen hanımlara önerileriniz
nedir?” dersen, öncelikle ya birikiminin olması lazım ya da gerçekten sürekli
gelen bir paranın olması lazım, yani eşlerden birinin maaşlı bir işte
çalışması. Hiçbir birikimin yoksa ya da eşlerin ikisi de serbest çalışıyorsa o
büyük bir risk! O benim alabileceğim bir risk değil zaten… Öyle evler, arabalar değil ama seni bir süre idame
ettireceğini düşündüğün bir birikiminin olması lazım. İkincisi de hakikaten çok
güvenebileceğin uzmanların etrafında olması lazım. Biz her türlü devlet dairesi
işimizi aynı zamanda arkadaşımız da olan mali müşavirimize danışıyoruz hala…
Kurumsal hayattan çıktığın gün dımdızlaksın ve sağlık sigortan, vergilerin,
masrafların, araban, benzinin… Kurumsal hayattan yöneticilikten ayrılınca
daaaan diye duvara vuruyorsun, delilik aslında… O yüzden mutlaka kilit işlerle
ilgili güvendiğin birileri olması lazım. Ama hepsinin ötesinde eşinin, ya da
ailende kimse hayatını birlikte idame ettirdiğin kişi, mutlaka sana destek
olmalı. ”Birisine rağmen” bu işe ben cesaret edemezdim… Yani, Mert benim
yanımda olmasa mümkün değil bu işe
cesaret edemezdim. Pazar günleri bir iki saat dükkana gitmem bile başlı
başına bir mesele olabiliyor. Ailece hiçbir şey yapamıyorsun ailece…
Bunun dışında, işinin değerini doğru tartman, doğru biçmen
lazım. Herkesten öğreneceğin bir şey oluyor ama çok da fazla insanla konuşmak
kafanı karıştırıyor. Kafanın net olması lazım. Ben mesela yazarak çok rahat
çalışan bir insanım, artısı, eksisi, bana getirdikleri nedir bunu göreyim,
iyice tartayım ve karar vereyim isterim.
Yazmak şöyle iyi oluyor, karar verdikten sonra geriye dönüp ben neye
göre buna karar vermiştim diyebiliyorsun.
·
Mert’e
kitap alırken senin önerilerin çok değerliydi benim için; ya da satın alırken
okuyorum hızlıca… sen Deniz’e nasıl kitap seçiyorsun? Kriterlerin /
beklentilerin neler?
İyi Cücelerin çocuğuyken Deniz, geliyordu, kapağıdan
bakıyordu, benim çok öncelikli tercih etmeyeceğim bir kitabı da tercih
edebiliyordu. Çok ters bir şey değilse ben kitapta ne istiyorsa alıyordum
Deniz’e. En azından İyi Cüceler’deki her kitabı alabilirdi. Bu nedenle evdeki
kitaplıkta neredeyse bir “İyi Cüceler” boyutunda! :)Şimdi mesela “İş Bankası’nın
yayınlarına bi’ gidebilir miyiz?” dedi. İyi Cüceleri devrettiğimizi biliyor
artık. Üzüldü , hakikaten üzüldü… “Nasıl yani ben insanlara annem kitapçı
diyemeyecek miyim?” dedi. “Sen o zaman annem danışman dersin; aynı zamanda
kitap danışmanı da dersin” dedim.Bu onun hoşuna gitti. Bazen etkinliklerde beni
kıskanıyordu ama demek ki kitapçı olmam onun hoşuna gidiyormuş. Sonuç olarak, aslında ne istiyorsa okusun.
Aslında her kitabı seviyor, bazen çok derinliği olan hikayeleri de çok seviyor,
bazen böyle daha hafif hikayeleri de… E okusun, her şeyi okusun… Bizim hayat
görüşümüze çok ters olmadığı sürece her şeyi okuyabilir yani.
#birçocukkitapçısınınanıları 'nı kısa kısa keyifle takip ediyordum Instagram hesabında. O anılardam aklında en çok kalan, seni çok etkilemiş bir anını paylaşmak ister misin?
#birçocukkitapçısınınanıları arasında beni en çok etkileyen, beni yolda gören bir “daimi cücemiz”in “Biyanda, ben sana kalbimi verdim” demesidir. Anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor. Umarım o kalbe layık olabilmişimdir.
2013 Ağustos'tan İyi Cüceler'de Biranda ile bir okuma saati... İpek, henüz 1 aylık... Mert de içinde bulunduğu dönem itibariyle gruptan uzak bana ve kardeşine yakın:) |
Mert
soruyor: Biranda NEDEN GELMİYOR ARTIK İyi Cüceler’e?
Mert’e yanıt veriyorum:
Biranda artık İyi Cüceler’e dışarıdan danışmanlık verecek :) Mert’e de Deniz’e
söylediğim gibi söyleyeceğim: İyi Cüceler’in artık Ece Abla’sı var. Ece Abla da
İyi Cüceler’de çok değişik şeyler yapacak, Biranda’nın bir başka mesleği daha
varmış, onda da çok yoğun çalışması gerekiyormuş. O da danışmanlık işi
aslında;ikisini aynı anda yapamadığı için bir karar alması gerekmiş. Ama arada
dükkanda ya da dışarıda karşılaşabiliriz belki…
·
İyi
Cüceler’di, İK kariyeriydi, ilaç sektörüydü derken ben senin blog yazılarını da http://birandaanneoldu.blogspot.com.tr/ 'den takip ediyorum ve yazı dilinden çok keyif alıyorum. Kitap okuma ve okutma merakı ve yazı yazma
derken hiç aklında kendi kitabını yazmak var mı?
Var var olmaz mı! :) Bir taslak başladım. Ne olduğunu söylemeyeyim şimdi ama var niyetim.
·
Deniz, “Anne Baaak! Ne yaptım?” dese çok mutlu olursun?
Geçenlerde oldu… Kendi içindeki aydınlığı, kendi içindeki
yaşama sevincini bana gösterecek herhangi bir şey yaptığında çok mutlu olurum.
Geçenlerde bir krem peynir kutusundan ve
krem peynirlerin üstünden çıkan etiketlerden bir şey yapmış. Krem peynir
kutusunu ortaya koymuş, etiketleri de minder yapmış küçük bebek oyuncakları da
o minderlere oturtmuş yemek toplantısı yapıyorlar. Görsel olarak çok hoşuma
gitti. “Anne Baaak!” dedi en son; o hoşuma gitti :) Deniz’in gözlem yeteneği onu o yapan özelliklerinden en önde geleni bence… O
yüzden kendisinden hiçbir şeyi kaçıramıyoruz :)
Sevgili Deniz'in yaratıcı oyunu :) |
Zeynep'in notu: Biranda'ya hem zaman ayırdığı hem de bu keyifli öğleden sonra için çok teşekkür ediyorum... Umarım hayatta hep hayallerini gerçekleştirmeye devam eder, biz de o hayaller içerisinde bir yerlerde hep karşılaşırız...
Zeynep'in notu 2: Biz geçen bahar aynı dönemde burada da bahsettiğim Latife'nin Fotoğraf Atölyesi'ne katılmıştık Biranda ile... Fotoğraflarımda değişme/ düzelme var mı bilmem ama makinemi kimseyle paylaşamıyorum galiba. Bu röportaj için olan tüm fotoğraflarda Biranda tek başına, birisinden rica edip ikimizin fotoğrafını çektirmemiş olmama 10 puan!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder