Geçen sene bu zamanlar gibiydi İpek’e hamile olduğumu
öğrendiğimde… İlk iş zaten Mert’i 3 yaşında başlatmayı planladığımız,
hamilelikle birlikte de başlatmayı ertelemememiz gerektiğini düşündüğümüz
anaokulu araştırmalarına başladım. Aslında aklımızda bir yer vardı ama
hamileydim götürüp getirebilecek miydim, servis işine de en baştan girmek
istemiyordum falan falan… Bunları bir ara bayağı yazdım kendi bloğumda…
Bu araştırmanın yanı sıra internette sıklıkla iki çocuklu
hayatla ilgili yazılar ararken buldum kendimi… Ama öyle kıskançlık hikayeleri,
birinci çocuğu kardeşe hazırlamak,
doğumdan sonraki ilk ay gibi değildi
aradığım konu… Tabii onlar da vardı ama öncelikli olarak merakım farklıydı. Basit, düz… “2 çocuklu annelerin
doğumdan sonraki ilk haftalar geçtikten sonra gündelik yaşamları nasıl?”dı onu
merak ettim… Belki bana denk gelmedi, belki de kimse yazılmaya değer bulmadı ve
yazmadı.
2 çocuklu hayatta 4 ayı geride bıraktık bu konuda
yazabileceğim ilk cümle: “günler hangi hızda geçiyor hiç anlamıyorum!”
olabilir.
Sabahları genelde 5 civarı İpek tarafından süt isteğiyle
uyandırılıyorum. İpek ve ben “sütçü” anne yarı uyanık yarı uykulu bir çift olarak süt
işimizi hallediyoruz ve şanslıysam (şanslı değilsem 6- 6 buçuğa kadar İpek
gayet uyanık bir şekilde mırıldanarak zamanını geçirebiliyor) uykuya dalmış
olan İpek odasına bırakılmak ben odama dönmek suretiyle uykumuza devam
ediyoruz. 7- 7 buçuk aralığında Mert’in uyanması ile hayat gerçek anlamda
başlıyor- yani başlamak zorunda kalıyor. Mert’e “saat 8 olmadan ben
uyanmam” cümlesini çok net öğretmiştim
aslında ama Mert uyanınca İpek’in uyanması da genelde kaçınılmaz oluyor ve ben
saat 8 olmadan uyanmaya mecbur kalıyorum! Yataktan sürünerek çıkan ben, günde
biri sabah biri okuldan geldikten sonra toplam 2 kez olan çizgi film hakkını
mutlaka ve mutlaka kullanmak isteyen Mert’e kayıtlı çizgi filmlerinden birini
açıyorum. Sonrasında sırayla yatağın toplanması, giyinmek, İpek’in giyinmesi ve
Mert’in sabah kahvaltısını hazırlanması derken 20 dakikalık çizgi film sona
eriyor. Araya bir yerlere sıkışmış bir
süt seansımız daha var tabii İpek’le… Bu arada bir de Mert’in giyinmesi var ki
kendi giyinmek istediği için normale göre daha uzun sürme ihtimali olabiliyor.
Ancak Montessori felsefesini destekleyen bir anne olarak ne yazık ki sabahları Montessori’ye
ihanet edercesine “hadi, hadiiiii, hadi oğluuuuumm”ların sayısı artabiliyor…
Saat 9 gibi evdeki süper üçlü kapı önünde olmaya çalışıyoruz
ki Mert’i saatinde okula teslim edebilelim. Evden çıkar çıkmaz “şoför” kimliğim
ortaya çıkıyor, Mert’in okula adaptasyon sürecinde keyifli bir okula gidişimiz
olsun diye başladığımız “Anne şimdi sen taksici ol” ile taksicilik oyunumuz
başlıyor! Sırasıyla İpek’in, Mert’in ve benim kemerlerimiz bağlanıyor ve yola
çıkıyoruz… Yolda genellikle geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi vermeye
çalışıyorum Mert’e, erken midir geç midir bilmem ama yolları tanısın, yön
duygusu gelişsin diye düşünüyorum. Zamanında ablamı okula bırakırken annem bana
aynısını yapardı, ondan mıdır bilmem İstanbul içinde zor kaybolurum…
Mert’i okula
bıraktıktan sonra saat 4-5’e kadar zaman bizim… Bazen eve dönüyoruz, evdeki
işlerimi bitirmek için, kimi zaman caddede yürüyüşe çıkıyoruz, bazen market
alışverişi, ziyaretler, buluşmalar derken saatin nasıl 4 olduğunu anlamıyorum! Son
zamanlarda eve girememekten dolayı evi özlediğim doğrudur! Tabii bu arada İpek
saat 10 gibi (eğer çok huysuzlanmamışsa) tekrar sütlenip sabah uykusunu uyuyor
(huysuzlanmışsa bu saatteki sütü pas geçtiğimiz oluyor), eve dönmüşsek
yatağında, dönmemişsek slingde… Tabii ki slingdeki uykusu çok çok daha uzun
oluyor. Öğlen saat 1 gibi ise İpek’in öğle sütü ve evdeysek biraz halı üzerinde
zaman geçirmesi mümkün oluyor. Yok dışarıdaysak uyku zamanı ile uyanıklık
birbiri içine geçmiş bir süreç oluyor. Mert bebekken Mert’e rutin oluşturmaya
mutlak gözü ile bakan ben İpek’te gördüm ki her çocuk farklıymış: İpek kendi
düzenini kendi oluşturan bir bebek oldu bizim gündelik akışımız içinde… Tabii
bunda Mert doğduktan 6 ay sonra işe dönecek olmamın etkisi çok büyüktü bence… Mert’e
bir rutin hazırlamalıydım ve onu o rutinle ona bakacak kişiye sunmalıydım! Yani
böyle düşünmüşüm o zamanlar, şimdi daha iyi farkediyorum… O zamanlar Mert
uykusunu atladığında ya da sütünü her günkü saat dışında emdiğinde benim için
olay olurdu! O zaman rahatım sanıyordum ama şimdiki rahatlığımla kıyaslayınca
“o zamanlar içimde bir stres canavarı büyütüyormuşum” diyorum!
Saat 4 civarı İpek’i (eğer istiyorsa) bir kez daha emzirip (istemezse
Mert’i okuldan alıp geldiğimizde emziriyorum) Mert’i alma yollarına düşüyoruz.
4 buçuk 5 civarı Mert’i alıp eve dönüyoruz; ki bence günün esas zorlu saatleri
bunlar… Mert, günün yorgunluğuyla huysuzluğa; İpek de bence bebeklerin güneşin
batmasıyla başlayan “uyut beni” ya da “uyumak istemiyorum ama uyku saati
geliyor” huzursuzluğuyla süper bir ikili olabiliyorlar. Buradaki en iyi çözüm
İpek’e slingde kısa bir akşam uykusu uyutmak, o sırada da Mert’le akşam
yemeğini hazırlamak olabiliyor. Ha bu arada 7’ye doğru evin baba kişisi eve
gelip de Mert ya da İpek’i aldığında, hatta bazen ikisini de oyaladığında
akşamı benden iyi geçiren yoktur diye düşünüyorum J
Elimizden geldiğince 7 civarı akşam yemeğini yemeye
çalışıyoruz ki ben 7 buçukta İpek’i emzirip uyutayım. Yemeğin ardından evin
tellaklığı babada olduğu için Kerem sırasıyla İpek’i ve Mert’i banyoya sokuyor.
İpek banyodan çıkınca ben İpek’i teslim alıyorum, Mert’i banyoya gönderiyorum.
İpek’i emzirip uyuttuğumda banyosunu yapmış, pijamalarını giymiş bir Mert
teslim alıyorum. Bazen babayla kitap okumuş oluyorlar o zaman ben direkt “haydi uyuyalım” diyerek “yastık” görevi gören
anne oluveriyorum. Babayla kitap okumamışlarsa “okumacı” anneden sonra “yastık”
görevim başlıyor. Genellikle 8 buçuk 9 civarı bizim evde uyku saati
tamamlanmış, yorgun bir anne baba olarak biz, koltuğa yayılmış oluyoruz… Uykuda
saat 9, hafta içi benim için görülmesi gereken en son sınır şeklinde! 9’u geçen
her bir uyanık dakika ise beni hızlı bir şekilde “sinirli” anne sınıfına
sokabiliyor…
Büyüme ile uyku arasında, hatta karanlıkta uyunan uyku
arasında önemli bir ilişki olduğunu her yerde okumak mümkün; ben Mert’in
doğumundan bu yana uyku konusuna takık (bu takıklığı abarttığımda zaman zaman
gereksiz üzülmüş) bir anne olarak bebeklerin ve özellikle küçük çocukların, en
azından bizim evdeki bebek ve çocuğun, akşam 8’den sonra ayakta olmamasını
tercih ediyorum. Hem onların sağlıklı büyümelerine çok büyük etkisi olduğuna
inanıyorum hem de günde tamamen bana kalan bir iki saate ihtiyaç duyuyorum.
Gündelik hayat yazısını uyku konusuna bağlamak üzereyim, uyku ile ilgili
milyonlarca fikrimden sıyrılıp bu yazının konusuna geri dönüyorum…
Gece, genelde gündüz yaşadığımız hızlı, oradan oraya
koşuşturmalı hayatın tam tersini yaşıyoruz… Evimizde misafir de olsa, biz bir
yere de gitmiş olsak genelde bu uyku saatine dikkat ettiğimizi söylemek mümkün…
Zaten artık alışkanlıktan ve bütün gün okulda harcadığı enerjiden dolayı Mert,
beden dili ile uyku saatinde uyumak istediğini bas bas bağırıyor; ona sorarsak
“hayır uykum yok” diyebilir bunu da not düşeyim… Ama içinde bulunduğu ortamdan
çıkarıp sakin bir ortama girdiğimizde uyumaması da mümkün değil. İpek için
durum Mert kadar oturmuş değil tabii ki, onun mümkünse uyku öncesinde fazla
uyarana maruz kalmamış olması tercihim, ki…
Akşam artık 10 buçuk civarı İpek “dream feeding” denilen
uyku arası emme sürecini tamamlayınca artık benim için uyku çanları çalmaya
başlayabiliyor. Ama ne yazık ki erken uyuyacağım dediğim her gün 12’den önce
uyuyabildiğimi hatırlamıyorum; tabii yorgunluk nedeniyle sızdığım günler hariç…
Kısaca normal rutindeki bir gün böyle geçiyor bizim evde…
Biraz koşturmacalı, yetişme telaşlı, arada İpek’in uyku saatlerinin süt
saatlerinin birbirine karışabildiği, sanki dışarıda bir yerde çalışıyormuşum
gibi mesai saatlerinin olduğunu hissettiğim, hatta fazla mesainin pek sık
olduğu günler yaşıyoruz genelde… Arada çok gülüyorum, bazen diyerek ağladığım
oluyor, bazen çok eğlenceli bir anne oluyorum, bazı gün ileri derecede kuralcı…
Akşamları genelde yorgun buluyorum kendimi, sabahları uyanabildikten sonra ise
şarj olmuş oluyorum, uyandırıldığım ilk dakikalardaki “öğlen İpek uyuduğunda
ben de uyuyacağım düşüncesi” tamamen uyanmamla çoktaaaaan çöp olup gidiyor… Gün
içinde yaşadıklarımız değişebiliyor, o değişenlerden bana kalan duygular da
değişiyor doğal olarak. Ama değişmeyen tek şey, sabah uyandığımda ve gece
uyumadan önce ve aklıma gelen her an “sağlıklı ve bir arada olduğumuz” için şükretmem oluyor…
*Bu yazı aynı zamanda www.internetanneleri.com 'da da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder